İSRÂİLİYAT

(الإسرائيليات)

Yahudilik ve Hıristiyanlık’tan İslâm kaynaklarına geçtiği kabul edilen bilgiler için kullanılan terim.

İsrâîliyyât, Hz. Ya‘kūb’un ikinci adı veya lakabı olan İsrâîl kelimesiyle nisbet ismi oluşturan İsrâîliyye’nin çoğuludur. Büyük oranda yahudi, kısmen de hıristiyan kaynaklarından nakledilen “efsane, kıssa, olay veya bilgi” anlamında kullanılır. Hz. Ya‘kūb’un soyundan gelen yahudiler İsrâiloğulları diye anılmıştır. Bazı âlimler, İslâm muhaliflerinin bu dine ilâve etmeye çalıştıkları asılsız ve uydurma haberler hakkında da aynı terimi kullanmışlardır. Bir kısmı ise yahudi kaynaklı bilgiler için İsrâiliyât, hıristiyan kaynaklı olanlar için “mesîhiyyât” veya “nasrâniyyât” kelimelerine yer vermişlerdir (Ahmed Emîn, s. 161; Mahmûd Ebû Reyye, s. 154; Juynboll, s. 137). Ancak tanımın Mecûsîlik, Sâbiîlik gibi diğer din ve kültürlerden gelen rivayetleri de içine alacak şekilde genişletilmesi daha uygun görünmekle birlikte İsrâiliyat üzerine araştırma yapanlar bu ayırıma fazla dikkat etmemişlerdir. Eski din ve kültürlerden İslâm kaynaklarına aktarılan bilgilerin genellikle İsrâiliyat diye anılması muhtemelen yahudilerin daha eski bir dinin mensubu olmaları, o dönemde Arap yarımadasında Araplar tarafından daha çok bilinmeleri ve çoğunluğu teşkil etmeleri gibi sebepler dolayısıyladır. İslâm kaynaklarında İsrâiliyat’la benzer anlamda kullanılan başka ifadeler de yer almaktadır. Bilhassa fıkıh ilminde dinî bir delil olarak kabul edilen “şer‘u men kablenâ”, mutlak hakikat anlamında bütün dinlerde rastlanan “hikmet” veya “ulûmü’l-evâil” tabirleri bunlardan bazılarıdır.

Terim anlamıyla İsrâiliyat’ın tam olarak hangi mânaya geldiği, nasıl ortaya çıktığı ve müslümanlar arasında ilk defa ne zaman kullanıldığı hususunda yeterli bilgi bulunmamaktadır; ancak özellikle Batılı araştırmacılar, kavramın İslâm kaynaklarındaki etki alanı hakkında geniş değerlendirmeler yapmaktadır. Şarkiyatçılar, IV. (X.) yüzyıldan önce kaleme alınan bazı eserlerde İsrâilî rivayetler bulunmakla beraber kelimenin terim olarak daha sonraki dönemlerde kullanıldığını ileri sürerler. Bu anlamda İsrâiliyat kelimesinin ilk defa Mes‘ûdî (Mürûcü’ź-źeheb, II, 216), ardından “kütüb-i kadîme” şeklinde Yâkūt el-Hamevî (MuǾcemü’l-üdebâǿ, XIX, 259), daha sonra da İbn Teymiyye, Zehebî ve İbn Kesîr gibi âlimler tarafından kullanıldığı tesbit edilmektedir. Şarkiyatçıların bir kısmı Hasan-ı Basrî, Vehb b. Münebbih, Mâlik b. Dînâr’dan nakledilen İsrâilî bilgilerin varlığından hareketle kavramı II. (VIII.) yüzyılın başlarına kadar çıkarmışlarsa da (EI2 [İng.], IV, 212) bu yaklaşım kelimenin terim anlamıyla kullanıldığı zamana ışık tutacak nitelikte değildir.

İsrâiliyat’ın muhtevası hayli geniş olup bu rivayetler genellikle İsrâiloğulları’na gönderilen peygamberleri, bu peygamberlerin günahkârlara yaptıkları uyarıları, bunlara verilen cezaları, zâhidlerin söz ve davranışlarıyla onların mazhar olduğu mânevî lutufları konu almaktadır. Bazı Batılı araştırmacılar terimin peygamberlerin geçmişi ve geleceği, halifeler, idareciler, saltanatların çöküşü, mehdî inancı, kıyamet alâmetleri gibi hususları da içine aldığını ileri sürmüşlerdir (Kister, II [1972], s. 221-222). Bu değerlendirmeler dikkate alındığında sadece geçmiş olaylar değil gelecekteki olaylar ve gayba dair bilgilerle fiten ve melâhimi ilgilendiren rivayetler de İsrâiliyat kapsamına girer. Bu rivayetlerden bazılarının bizzat Hz. Peygamber tarafından dile getirilmesi, ayrıca sahâbîlerin inanç konuları dışındaki


bazı meselelerde Kâ‘b el-Ahbâr gibi kimselere soru sorması üzerine ortaya çıkması da mümkündür. Bir kısım şarkiyatçılar ise İsrâiliyat’ı, geçmiş dinlerin kaynaklarına dayalı bilgilerden çok, geçmiş ümmetlerle ilgili folklorik bilgiler ihtiva eden rivayetler olarak değerlendirir (Wasserstrom, s. 172). Bu yaklaşım, İsrâiliyat’ın eski dinlere ait hurafelere dönüşmüş bilgilere dayandığı şeklindeki kanaatin bir ürünü olup onlara göre İslâm da bu yozlaşmadan etkilenmiş ve tahrif edilmiştir.

Konuyla ilgili bir diğer tartışma da İslâm kaynaklarında yer alan İsrâilî mahiyetteki bilgilerin uydurma olup olmadığı veya elde mevcut kutsal kitaplarda yer alıp almadığıdır. Şarkiyatçıların ve çağdaş müslüman âlimlerin tesbitine göre İsrâiliyat kabilinden bazı bilgiler Kitâb-ı Mukaddes ve onun şerhlerinde yer almamaktadır. İsrâiloğulları’ndan nakilde bulunmaya izin veren rivayetlerden hareketle (Ebû Dâvûd, “Ǿİlim”, 11; Tirmizî, “Ǿİlim”, 13) İslâm âlimlerinin kaynak belirterek yaptığı bazı nakillerin yahudi ve hıristiyan kaynaklarında bulunmaması bunların şifahî olarak rivayet edildiği iddialarını gündeme getirmiştir. Bu görüşü benimseyenler, eserlerinde İsrâiliyat’a yer veren ilk müfessirlerin yöntemini incelerken İbn Haldûn’un o dönem yahudilerinin de Araplar gibi bedevî olduğuna dair görüşünü delil gösterirler (Hıdır, s. 3-4). İslâm kaynaklarındaki İsrâiliyat’ı kutsal kitaplarda mevcut bilgilerle karşılaştırdığını ve birçoğunun bu kaynaklarda yer almadığını gördüğünü söyleyen M. Reşîd Rızâ da (Tefsîrü’l-menâr, IV, 268) İbn Haldûn’la aynı kanaattedir. Arap yarımadasının İskenderiye, Antakya, Şam, Bâbil gibi ilmî ve kültürel mirasın merkezleri olan bölgelere uzaklığı dikkate alınırsa bu görüşün bir ölçüde doğru olduğunu söylemek mümkündür.

İsrâiliyat hakkında kesin sonuçlara varabilmek için Ehl-i kitap literatürünün muhtelif mezhep ve ekolleriyle birlikte iyi bir şekilde incelenmesi gerekir; sadece İslâmî literatürün incelenmesiyle varılacak sonuçlar eksik ve yetersiz olacaktır. Derinlemesine bir araştırma yerine sadece temel kaynaklarla yetinilmesi halinde İslâmî literatürdeki bilgilerin Ehl-i kitap kaynaklarında bulunmadığı sonucuna varmak mümkündür. İsrâilî rivayetlerin daha iyi anlaşılmasının bir diğer yolu da çağdaş dönemde ortaya çıkan Kitâb-ı Mukaddes tenkitlerine dair çalışmaların incelenmesidir. İsrâiliyat’ın tarihî, filolojik ve metodolojik açıdan bilinmesi de İslâm kaynaklarındaki İsrâilî rivayetler hakkında daha doğru hüküm vermeye yardımcı olacaktır.

İslâmî kaynaklarda İsrâilî bilgilerin bulunduğunu ileri sürenlere göre bu bilgiler, güvenilirlikleri konusunda ittifak bulunmayan râviler tarafından ve büyük ölçüde tefsir, kısas-ı enbiyâ, tarih ve hadis kitapları yoluyla literatüre girmiştir. Bazı sahih hadis kitaplarında İsrâiliyat’ın bulunduğunu ileri sürenler (Taylor, XXXIII [1943], s. 191-202), İsrâilî mahiyetteki rivayetlerle Kitâb-ı Mukaddes’teki benzer ifadeleri karşılaştırarak bu sonuca ulaşmışlardır. Bu iddiaları kabul etmeyenler ise aynı bilgilerin Hz. Peygamber tarafından da verilebileceğini, bütün dinlerin kaynağı ilâhî vahiy olduğundan onun tahrife uğramamış kısmında böyle benzerliklerin bulunabileceğini söylemişlerdir.

İsrâiliyat hakkındaki tartışmalar, büyük oranda tâbiîn âlimlerinden Kâ‘b el-Ahbâr ile Vehb b. Münebbih’in rivayetleri ve onların güvenilirliği üzerinde yoğunlaşmış, haklarında klasik İslâm kaynaklarında yazılanlar modern dönem eleştirilerinin temelini oluşturmuş (İbn Haldûn, II, 14), bu iki âlimden nakilde bulunan sahâbîlerin isimleri tartışma sırasında söz konusu edilmiştir. Sahâbenin tâbiînden rivayeti ve mevkuf rivayetler gündeme gelince büyüklerin küçüklerden veya sahâbenin tâbiînden rivayeti gibi meseleler de ele alınmıştır (Süyûtî, II, 388-389). Irâkī’nin tesbitine göre sahâbenin tâbiînden yirmi kadar rivayeti mevcut olup bunlardan ne kadarının İsrâiliyat’a dair olduğu bilinmemektedir. Fakat Süyûtî’nin bu konuya dair verdiği örneklerin hiçbiri İsrâilî rivayetlerden değildir (a.g.e., II, 389). Kâ‘b el-Ahbâr ile Vehb b. Münebbih’in rivayetleri tefsir ve tarih kaynaklarında yer aldığı gibi hadis kitaplarında da nakledilmektedir.

Araştırmacılar, Kitâb-ı Mukaddes’in ilk defa Mağribli hıristiyanların bölge Araplar’ını hıristiyanlaştırmasına yardımcı olmak üzere 106 (724) yılında tercüme edildiğini söylüyorsa da (Hüsnî Yûsuf el-Etyar, s. 11, 63) bazı âyet ve hadisler delil gösterilerek Tevrat ve İncil’in en azından bir kısmının Hz. Peygamber’in bi‘seti yıllarında tercüme edildiği ileri sürülmüştür (a.g.e., s. 17-18, 20-22, 41 vd.). Ehl-i kitabın Tevrat’ı İbrânîce okuyup Arap dinleyicileri için Arapça’ya çevirdiğine (Buhârî, “İǾtiśâm”, 25, “Tevĥîd”, 51, “Tefsîr”, 2/11), Hz. Ömer’in, elindeki Tevrat sayfasını Resûl-i Ekrem’e okumaya başlaması üzerine onun bundan hoşnut olmadığına dair rivayetler, Resûlullah’ın sağlığında bir kısım Tevrat metinlerinin en azından sözlü olarak tercüme edildiğini ortaya koymaktadır (Müsned, III, 387, 470, 471; IV, 261, 262). Sahâbe ve tâbiîn dönemindeki çeviriler hakkında daha çok tefsir ve tarih kitaplarında ipuçları bulunmakta olup müslümanların bu tercümeler yoluyla da İsrâiliyat’a ulaşmış olmaları mümkündür.

Klasik Dönem Âlimlerine Göre İsrâiliyat. İslâm âlimlerinin, İsrâiliyat’a dair bilgileri yalnız Kitâb-ı Mukaddes’in Suriyeli hıristiyanlarca Arapça’ya çevrilen nüshalarından almadıkları, onların Kitâb-ı Mukaddes yorumlarını ve sadece yahudi kültüründe bulunan bazı bilgileri de eserlerine aldıkları bilinmektedir. Birtakım İsrâilî bilgilerin ise eldeki yahudi kutsal kitabında ve yorumlarında, hatta bilinen sözlü yahudi kültüründe bulunmadığı ileri sürülmektedir. İslâm kaynaklarındaki bu tür bilgiler, mütekaddimîn devri âlimlerinin İsrâiliyat’tan etkilenmesini yansıttığı gibi geçmiş ümmetlerle ilgili İslâmî bakış açısını da gösterir. İlk dönemlerde İsrâiliyat’a karşı tavırlarını açıkça ortaya koyan İslâm âlimlerine göre İslâm’da diğer dinlere ait unsurların bulunması onun güvenilirliğine ve ilâhî kaynaklı oluşuna bir zarar vermez. Özellikle Kur’an’da yer alan tarihî hadiseleri, peygamber kıssalarını, Hz. Meryem ve Ashâb-ı Kehf’e dair olaylarla ilgili beyanları aydınlatmada İsrâilî bilgileri kullanmanın bir sakıncası yoktur. Bunun yanında İslâm âlimleri İsrâilî rivayetleri Kur’an ve Sünnet ışığında sahih, uydurma veya doğruluğu ve yanlışlığı incelenmeye değer bilgiler olarak üç grupta değerlendirmişler (İbn Kesîr, III, 5) ve kabul edilebilecek İsrâilî rivayetleri özellikle tarihe dair eserlerine almakta tereddüt göstermemişlerdir (meselâ bk. a.g.e., I, 37, 38, 86; II, 26, 51, 115). Âlimler, itikadî ve amelî konularla ilgisi olmayan bu tür bilgilere genellikle hakkında açıklama bulunmayan hususlarda başvurdukları, bunları bilinçli olarak kullandıkları ve büyük ölçüde kaynaklarını da belirttikleri için ilk yıllarda bu hususa pek az karşı çıkılmıştır. Tefsir ve tarih kitaplarında geçen, “Tevrat’ta okudum; Zebûr’da okudum; İsrâiliyat’tandır; Benî İsrâil haberlerindendir; İsrâiliyat’tan alınmıştır” gibi ifadeler bu yaklaşımın sonucudur. Ayrıca yahudi ve hıristiyan iken İslâm’ı seçenlerin varlığı da dikkate alındığında bu tür nakillerin intikali kaçınılmaz olup özellikle eski dinlerinde bilgin sayılan


kimselerin inanç konuları dışında geçmişteki birikimlerini kullanmaları tabiidir.

İsrâiliyat’ın rivayet edilmesini câiz görmeyenler, yahudi ve hıristiyanların kutsal kitaplarını tahrif ettiklerini, bazı hususları gizleyip bazılarını değiştirdiklerini bildiren âyetleri (el-Bakara 2/78-79; en-Nisâ 4/46; el-Mâide 5/13; el-En‘âm 6/91; en-Neml 27/76; eş-Şûrâ 42/14) delil göstererek onların kitaplarına güvenilemeyeceğini ileri sürmüşler ve Ehl-i kitabın ne tasdik ne de tekzip edilmesi gerektiğine dair rivayetlerle (Müsned, V, 98; Buhârî, “İǾtiśâm”, 25, “Tevĥîd”, 42) düşüncelerini desteklemişlerdir. Ayrıca hadisleri yazmanın yasaklanmasıyla Ehl-i kitap’tan nakilde bulunmak arasında bir ilişki bulunduğunu, buna izin verilmesinin özellikle ilk asırlarda bu kaynaklara dayalı kıssacılığı ve uydurmacılığı büyük ölçüde arttırdığını belirtmişlerdir.

İsrâiliyat’ın rivayet edilmesini câiz görenler de yine öncelikle Kur’an’dan delil aramışlar ve zaman zaman Ehl-i kitaba başvurarak bilgi edinmeyi tavsiye eden âyetleri (Âl-i İmrân 3/93; Yûnus 10/94; el-İsrâ 17/101 vb.), İsrâiloğulları’ndan rivayette bulunulmasında sakınca görmeyen bazı hadisleri ve bir kısım sahâbînin merak ettiği konuları Ehl-i kitaba sormalarını delil göstermişlerdir. Ancak ne ilk görüşü savunanların delilleri Ehl-i kitabın bütünüyle kitaplarını tahrif ettiklerini, ne de İsrâiliyat’ı rivayet etmeyi câiz görenlerin delilleri bütün konularda Ehl-i kitaba müracaat edilebileceğini ispatlayacak niteliktedir. Burada ölçü, İslâmiyet’in temel kaynaklarınca doğrulanan ve genel ilkelerine uygun düşen hususların alınması, buna aykırı rivayetlerin terkedilmesi, hakkında hüküm verilemeyen hususlarda ise tevakkuf edilmesi şeklinde belirlenmiştir. Fakat bazı âlimler, hakkında hüküm verilemeyen hususlarda da İsrâiliyat’a dair rivayetleri kullanmanın câiz olduğunu savunmakla beraber özellikle hakkında açıklık bulunmayan hususlarda kesin hüküm vermemek gerektiğine dikkat çekmişlerdir (İbn Abdülber, II, 41-42).

Hadis kaynaklarında yer alan İsrâiliyat’ın sened ve metin açısından cerh ve ta‘dîle tâbi tutulması halinde sahih olanlarının tesbit edilmesi mümkün olduğu gibi uydurma olanlarını ayırmak da mümkündür. İsrâiliyat’ı yer aldığı kaynaklar açısından farklı kategorilere ayırmak, tefsir, tarih ve menâkıb kitaplarındaki rivayetleri hadis kaynaklarındakilerden farklı şekilde değerlendirmek gerekir. Zira Kur’an’da yer alan geçmiş ümmetlere dair bilgileri veya tarihî olayları açıklarken bu tür rivayetleri kullanan âlimlerin daha esnek davrandığı görülmekte, tefsir ve tarih âlimleri arasında bu konuda bir ittifakın bulunmadığı anlaşılmaktadır. Muhaddisler ise İsrâilî rivayetler konusunda daha duyarlı davranmış olup bunda sahâbe devrinden itibaren hadislerin kabulünde gösterilen aşırı titizlikle ilgili geleneğin ve onların İsrâiliyat’ı tesbitteki çabalarının etkisi büyüktür. Buna rağmen muhaddislerin İsrâilî rivayetleri eserlerine almalarının temelinde, “İsrâiloğulları’ndan rivayette bulunmanızda sakınca yoktur; ancak benden rivayette bulunduğunuz zaman yalandan sakınınız” (Müsned, II, 159, 202; Buhârî, “Enbiyâǿ”, 50; Şâfiî, s. 397) meâlindeki hadisin yanı sıra İslâm’ın akîdevî, hukukî ve ahlâkî konularda Yahudilik’ten çok daha mükemmel bir sistem getirdiği şeklindeki kanaate dayalı öz güvenin de rolü vardır. Öte yandan muhaddislerin kitaplarına aldıkları İsrâilî rivayetlerde diğer rivayetlere uyguladıkları tenkit yöntemlerini benimsedikleri bilinmektedir. Ayrıca İsrâilî rivayetler İslâmiyet’i yalanlamaktan ziyade onu destekleyen şahitler olarak görülmüş, bunların dine zarar vereceği düşünülmemiştir.

Çağdaş Araştırmacılara Göre İsrâiliyat. Klasik İslâm kaynakları İsrâiliyat problemine özel ilgi göstermemiş, bu tür rivayetlere sadece ihtiyaç halinde yer vermiştir. Fakat bir taraftan Avrupa’da aydınlanma hareketinden itibaren metafizik konuların eleştirel ve bir anlamda pozitivist bir yaklaşımla ele alınmaya başlanması, diğer taraftan şarkiyatçıların İsrâiliyat yoluyla İslâm’a tenkitler yöneltmesi üzerine müslüman âlimleri temel kaynakları yeniden gözden geçirmeye başlamış ve ilk olarak İsrâilî bilgileri yoğun biçimde ihtiva eden vaaz ve irşad kitaplarını ele alıp eleştiriye tâbi tutmuşlardır. İsrâiliyat konusunu geniş bir şekilde inceleyen Reşîd Rızâ, İsrâilî rivayetleri tefsirine almaktan kaçınmış, eski âlimlerin geçmiş ümmetlere ait kaynaklara ulaşamadıklarını, Kitâb-ı Mukaddes’i yeterince incelemediklerini, dolayısıyla bu tür rivayetleri iyi tanıyamadıklarını ileri sürmüş, günümüzde ise kaynaklara daha kolayca ulaşılabildiğinden bu hususların daha isabetli şekilde değerlendirilebileceğini söylemiştir (el-Menâr, XXVII/7-8 [1345], s. 614). Bu kaynaklardaki İsrâiliyat’ı büyük ölçüde Kâ‘b el-Ahbâr ile Vehb b. Münebbih’in rivayetlerine bağlayan Ebû Reyye de Reşîd Rızâ gibi bunlardan gelen rivayetlerin kesinlikle kabul edilemeyeceğini belirtmiştir (Eđvâǿ Ǿale’s-sünneti’l-Muĥammediyye, s. 172-173). Öte yandan İsrâiliyat rivayetleriyle ilgili eleştiriler bazı sahâbîleri de kapsamış, Ehl-i kitap’tan iken sonradan müslüman olan tâbiîlerden rivayette bulundukları ve gaflet içinde oldukları iddia edilen Ebû Hüreyre, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Amr b. Âs, Abdullah b. Selâm ve Temîm ed-Dârî tenkide tâbi tutulmuştur. Ancak bu kişilerin sahâbîlerin ileri gelenlerinden olmaları, Hz. Peygamber’in yanında uzun süre kalmış bulunmaları ve rivayetlerinin dinin özünü ilgilendirmeyişi ileri sürülerek sözü edilen eleştirilere karşılık verilmiştir. Etbâu’t-tâbiîn neslinden olup İsrâiliyat’a dair rivayetleri dolayısıyla eleştirilen Muhammed b. Sâib el-Kelbî, İbn Cüreyc, Mukātil b. Süleyman gibi âlimlerin büyük çoğunluğu ise hadis münekkitlerince güvenilir kabul edilmiştir.

Batılı araştırmacılar, İslâmî literatürün hemen her alanında İsrâilî bilgilerin mevcut olduğu kanaatindedir. Onların konuyla ilgili tartışmaları, İslâm’ın Yahudilik veya Hıristiyanlık’tan esinlenilerek meydana getirilen bir din olduğu tezine dayanmaktadır. Bu araştırmacılara göre müslüman âlimler arasında İsrâiliyat hakkındaki tutum zaman içinde farklılık göstermiştir. İslâm’ın ilk asırlarında İsrâiliyat’a karşı istekli ya da tarafsız bir yaklaşım ortaya konurken daha sonra çekingen davranılmaya ve bu tür rivayetlerin uydurma ve değersiz olduğu görüşü dile getirilmeye başlanmıştır. İlk zamanlarda tefsir konularına dair rivayetlere pek iltifat edilmemesi, çağdaş dönemde de modern yaklaşımların etkisiyle geleneksel mirasın tenkidi bağlamında İsrâiliyat’ın eleştirilmesi dikkate alınırsa bu yaklaşımın bir ölçüde doğru olduğunu söylemek mümkündür.

İsrâilî rivayetlerde büyük ölçüde yanlış bilgilerin ve tahrifatın bulunması, bunların Hz. Peygamber’e veya sahâbîlere nisbet edilmesi şüphe yok ki dinî açıdan sakıncalar doğurmuştur. Bu tür rivayetler, inancı etkileyerek Allah’a yaratılmışlık özelliği taşıyan sıfatların nisbet edilmesine sebebiyet vermiş, teşbih ve tecsîme gidilmesine yol açmış, peygamberlerin ismetini zedeleyecek fikirler ortaya koymuş, âhiret hayatıyla ilgili olarak naslarla bağdaşmayan açıklamalar getirmiş, dinin bid‘at ve hurafelerle dolu olduğu intibaını uyandırmıştır.


İsrâiliyat türü rivayetlere yer verilmesini câiz görenlerin temel dayanağı, İslâm’ın Hz. Âdem’den beri gelen tevhid çizgisinin son halkası olması sebebiyle temel esaslarla bazı hükümlerin önceki kitaplardaki beyanlarla uyum içinde bulunabileceği düşüncesidir. Özellikle üç semavî dinin İbrâhimî gelenek demek olan Hanîfliği ortak kabul etmesi tevhid çizgisinin sürekliliği görüşünün sonucudur. Ayrıca bu dinlerin kitâbî bilginin yanı sıra şifahî geleneğe de büyük önem vermesinin ve temel ilkelerin değişmeden devam etmesinin bu anlayışı desteklediği kabul edilmektedir. Öte yandan, İsrâiloğulları’nın veya diğer din mensuplarının başlarından geçen olayların hikâye edilmesinin ibret almaya vesile olacağı düşünülmüştür. Kur’ân-ı Kerîm de farklı insan gruplarını eğitmek ve dinin çeşitli konulardaki mesajını anlatmak amacıyla bu yöntemi sıkça kullanmıştır. Şunu da belirtmek gerekir ki İslâm âlimleri içinde özellikle muhaddisler, rivayetleri sened ve metin açısından tedkike tâbi tutarak nakletme ilkelerini bu tür rivayetlere de uygulamışlardır. Bu bağlamda muhaddisler kendilerine ulaşan rivayetleri, değişik yollardan edindikleri diğer bilgilerle uyum arzedip etmemesi ve bu rivayetlerin İslâm’ın açık delilleriyle çelişip çelişmemesi gibi yollarla da kontrol etmişlerdir.

Literatür. Büyük kısmı modernleşme dönemine ait olmak üzere İsrâiliyat hususunda pek çok çalışma yapılmıştır. Bu konudaki ilk eserin, Vehb b. Münebbih’e nisbet edilen ve yaratılıştan İslâm’a kadar geçen süreçteki tarihî olayları konu alan Kitâbü’l - İsrâǿîliyyât’ı (Kitâbü’l - Mübtedeǿ, Mübtedeǿü’l-ħalķ, Ķıśaśü’l-enbiyâǿ) olduğu ileri sürülmüştür (Sehâvî, s. 88; Keşfü’ž-žunûn, II, 1328, 1390; EI² [İng.], IV, 212). Ayrıca ilk dönemlerde kaleme alınan tarih kitaplarında bu isim geçmese de aynı bilgilere yer verilmiştir. İslâm literatürüne İsrâiliyat’ın girmesi problemini ayrıntılı biçimde ele alan en önemli çalışma, Hüsnî Yûsuf el-Etyar’ın el-Bidâyâtü’l-ûlâ li’l-İsrâǿîliyyât adlı eseridir (Kahire 1412/1991). Şarkiyatçıların konuya dair ilk çalışmaları ise Abraham Geiger’in Judaism and Islam’ı (New York 1970), Erwin Isak Jakub Rosenthal’in Judaism and Islam’ı (London-New York 1961), Charles C. Torrey’in Jewish Foundation of Islam’ı (New York 1967) gibi öncelikle İslâm’ın Yahudilik’ten etkilendiği düşüncesini yansıtan başlıklar taşımaktadır. Kavram olarak konuyu ele alan önemli bir çalışma da Roberto Tottoli’nin “Origin and Use of the Term Isrâîliyyât in Muslim Literature” adlı makalesidir (Arabica, XLVI/2 [1999], s. 193-210).

Tefsir kitapları İsrâiliyat’ın bol miktarda rivayet edildiği kaynaklar olduğundan bu alandaki tartışmalar büyük ölçüde tefsir sahasında yapılmıştır. Remzî Muhammed Kemâl Na‘nâa’nın el-İsrâǿîliyyât ve eŝeruhâ fî kütübi’t-tefsîr (Dımaşk 1390/1970), Abdullah Aydemir’in Tefsirde İsrâiliyyât (Ankara 1979), Muhammed Ebû Şehbe’nin el-İsrâǿîliyyât ve’l-mevżûǾât fî kütübi’t-tefsîr (4. baskı, Kahire 1408/1988), Muhammed Hüseyin ez-Zehebî’nin el-İsrâǿîliyyât fi’t-tefsîr ve’l-ĥadîŝ (3. baskı, Kahire 1986) ve Roland Meynet’in de aralarında bulunduğu bir grup Batılı araştırmacının Kitâb-ı Mukaddes metinleriyle Kur’an ve Sünnet metinlerini mukayese ettiği Ŧarîķatü’t-taĥlîli’l-belâġī ve’t-tefsîr: Taĥlîlât nuśûś mine’l-Kitâbi’l-muķaddes ve mine’l-ĥadîŝi’n-nebeviyyi’ş-şerîf (Beyrut 1993) adlı eserleri bu çalışmaların en önemlilerindendir. Bunlar İsrâiliyat’ı, İslâmî kaynaklara giriş yollarını ve İsrâilî bilgileri rivayet eden meşhur şahsiyetleri ele almaktadır. Ayrıca konuya tefsir ilmi çerçevesinde yaklaşan, gerek müsteşrikler gerekse müslüman araştırmacılar tarafından gerçekleştirilmiş pek çok çalışma bulunmaktadır. W. Montgomery Watt’ın “Islamic Attitude to Cultural Borrowing” (The Scottish Journal of Religious Studies, VII [1986], s. 141-149) ve “The Early Development of the Muslim Attitude to the Bible” (Guost, XVI [1955-1956], s. 50-62), İzziyye Ali Tâhâ’nın “et-Teŝebbüt fî ķabûli’l-aħbâr ve rivâyetühâ fî risâlâti’s-semâǿ” (Mecelletü’ş-ŞerîǾa ve’d-dirâsâtü’l-İslâmiyye, VI/15 [1410/1989], s. 81-155) başlıklı makaleleri bunlar arasında sayılabilir.

Tefsirlerden sonra İsrâilî rivayetlerin en çok yer aldığı eserler tarih ve tabakat kitaplarıdır. Bu çerçevede Ya‘kūbî, Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Ali b. Hüseyin el-Mes‘ûdî, Mutahhar b. Tâhir el-Makdisî, Bîrûnî, İbn Hazm, Şemseddin es-Sehâvî gibi tarihçiler eserlerinde İsrâiloğulları başta olmak üzere geçmiş ümmetler ve dinleri hakkında geniş bilgilere yer vermiştir. Bunların yanında dinler tarihine dair kaynaklarda da İsrâiliyat sıkça zikredilmiştir.

İsrâiliyat konusunu hadis-fıkıh çerçevesinde ele alan klasik dönem telifleri arasında Bikāî’nin el-Aķvâlü’l-ķadîme fî ĥükmi’n-naķl mine’l-kütübi’l-ķadîme adlı eseri bulunmaktadır (MMMA [Kahire], XXVI/2 [1401/1980], s. 37-96). İbn Kuteybe Kitâbü’l-MaǾârif (nşr. Servet Ukkâşe, Kahire 1960) ve Teǿvîlü muħtelifi’l-ĥadîŝ’inde (Beyrut 1408/1988), İbn Kesîr ise tefsir ve tarihinde konuya dair rivayetleri aktardığı gibi teorik bilgiler de vermiş, bu rivayetler hemen her hadis kaynağında yer almış, klasik eserlerde de Ehl-i kitap’tan rivayette bulunma konusunda müstakil bölümler açılmıştır. Modern dönemde aynı meseleyi ele alan müstakil çalışmalar arasında Abdurrahman b. Abdullah Dervîş’e ait eş-ŞerâǿiǾu’s-sâbıķa ve medâ ĥucciyyetühâ fi’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye (baskı yeri ve yayıncı yok, 1410) adlı eseri yanında Muhammed Hamîdullah’ın “İslâm Hukukunun Kaynakları Açısından Kitâb-ı Mukaddes” adlı makalesini (trc. İbrahim Canan, İİFD, sy. 3 [1979], s. 379-410) zikretmek mümkündür.

Başta yahudi kültürü olmak üzere İsrâiliyat’ın hadis literatürüne girdiği tezini ciddi olarak ele alan çalışmalar Batı’da XIX. yüzyıldan itibaren yapılmaya başlanmış ve ortaya konan eserlerde ön yargılı bir tutum sergilenmiştir. Bu alanda ilk çalışmalar, İslâm’ın Yahudilik’ten tevarüs edildiği tezini ileri süren Abraham Geiger’in talebesi Ignaz Goldziher tarafından gerçekleştirilmiştir (“Ueber Bibelcitate in Muhammedanischen Schriften” ve “Ueber Judische Sitten und Hebrauche aus Muhammedanischen Schriften”, Gesammelte Schriften [nşr. Joseph de Somogyi], III, Hildesheim 1973, s. 77-101). W. R. Taylor’un “Al-Bukhârî and the Aggada” (MW, XXX/3 [1943], s. 191-202), Samuel Rosenblatt’ın Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, İzzeddin İbnü’l-Esîr, İbn Sa‘d ve Buhârî’deki bazı hadisleri Talmud, Mişna ve Kitâb-ı Mukaddes’teki benzerleriyle mukayese ettiği “Rabbinic Legends in Hadith” (MW, XXXV/3 [1945], s. 237-252) ve Samuel M. Zwemer’in “The So-Called Hadith Qudsî” (MW, XII [1922], s. 263-275) adlı makaleleri de Geiger’in iddiasını ispatlamaya yönelik çalışmalardır. Meseleyi aynı çerçevede ele alan yakın dönem çalışmaları arasında özellikle M. J. Kister’in “Haddisû an Banî Isrâîla valâ haraja” (IOS, II [1972], s. 215-239) ve “Do not Assimilate Yourselves ... Lâ tashabbahû ...” (Jarusalem Studies in Arabic and Islam, XII [1989], s. 321-353) başlıklı makaleleriyle bu konuya dair literatüre de yer veren H. Schwarzbaum’un “Biblical Legends in Hadith Literature” (Biblical and Extra-Biblical Legends in Islamic Folk-Literature, Waldorf-Hessen 1982) adlı yazısı önemlidir. İsrâiliyat meselesini hadis ilmi açısından inceleyen


müstakil çalışmalar ise çok az olup yüksek lisans tezi olarak Muhammed eş-Şekârî tarafından hazırlanan el-Yehûd fi’s-sünneti’l-muŧahhara adlı eser (I-II, Riyad 1417/1996) daha çok Yahudiliğe bakışı ortaya koymaktadır. Özcan Hıdır’ın hazırladığı İsrâiliyat Hadis İlişkisi: Hadis Yahudi Kültürü Tartışmaları adlı doktora tezinde ise (2000, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) mesele genellikle şarkiyatçıların bakışına ağırlık verilerek ele alınmıştır. Bu çalışmada İsrâiliyat, Arap yarımadasında yahudi kültürü, İsrâilî bilgileri rivayete dair deliller, bu konudaki rivayetleriyle tanınan sahâbe, tâbiîn, tebeu’t-tâbiînden şahsiyetler ve belli başlı konulardaki İsrâilî rivayetler, hadis tarihi ve metodolojisi açısından iki kültür arasındaki benzerliklere dair ayrıntılı bilgi verilmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, II, 159, 202; III, 39, 46, 387, 470, 471; IV, 261, 262; V, 98; Buhârî, “Enbiyâǿ”, 50, “Bedǿü’l-ħalķ”, 15, “İǾtiśâm”, 25, “Şehâdât”, 29, “Tevĥîd”, 42, 51, “Tefsîr”, 2/11; Müslim, “Zühd”, 61-62, 72; İbn Mâce, “Muķaddime”, 5; Ebû Dâvûd, “Ǿİlim”, 11; Tirmizî, “Ǿİlim”, 13; Şâfiî, er-Risâle (nşr. Ahmed M. Şâkir), Kahire 1399/1979, s. 397; Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Muśannef (nşr. Habîbürrahman el-A‘zamî), VI, 111; Mes‘ûdî, Mürûcü’ź-źeheb, II, 216; İbn Abdülber, CâmiǾu beyâni’l-Ǿilm, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), II, 41-43; Yâkūt, MuǾcemü’l-üdebâǿ, XIX, 259; Zehebî, Teźkiretü’l-ĥuffâž, I, 45, 88; İbn Kesîr, el-Bidâye, I, 37, 38, 86; II, 26, 51, 115; III, 5; İbn Haldûn, el-Ǿİber, II, 14; İbn Hacer, Tehźîbü’t-Tehźîb, VIII, 438-440; XI, 166-168; Bikāî, el-Aķvâlü’l-ķadîme fî ĥükmi’n-naķl mine’l-kütübi’l-ķadîme (nşr. Muhammed Mürsî el-Hûlî, MMMA [Kahire], XXVI/2 [1401/1980] içinde), s. 37-96; Tecrid Tercemesi, I, 97-98; Sehâvî, el-İǾlân bi’t-tevbîħ, s. 88; Süyûtî, Tedrîbü’r-râvî (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Beyrut 1399/1979, II, 388-389; Keşfü’ž-žunûn, II, 1328, 1390; Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-menâr, I, 18; IV, 268; X, 328; XI, 44; a.mlf., “el-İntiķād Ǿale’l-Menâr”, el-Menâr, XXVII/7-8, Kahire 1345/1926, s. 539-547, 610-619; A. Guillaume, “The Influence of Judaism on Islam”, The Legacy of Israel (ed. E. R. Bewan - C. Singer), Oxford 1928, s. 129-171; Ahmed Emîn, Fecrü’l-İslâm, Kahire, ts., s. 161; N. Abbott, Studies in Arabic Literary Papyri, Chicago 1967, II, 36, 202; Mahmûd Ebû Reyye, Eđvâǿ Ǿale’s-sünneti’l-Muĥammediyye, Kahire, ts., s. 154, 172-173; G. H. A. Juynboll, The Authenticity of the Tradition Literature: Discussions in Modern Egypt, Leiden 1969, s. 121-138; I. Goldziher, “Proben Muhammedanischer polemik gegen den Talmud”, Gesammelte Schriften (ed. J. de Somogyi), Hildesheim 1973, I, 228-243; a.mlf., “İsrâiliyyât”, Revuve des études juives, XLIV, Leuven 1902, s. 63-65; Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyât, Ankara 1979, s. 6-42; Abdurrahman b. Yahyâ el-Muallimî, el-Envârü’l-kâşife, Beyrut 1403/1983, s. 96 vd., 111-114; B. Lewis, The Jewish of Islam, Princeton 1984, s. 70; M. Hüseyin ez-Zehebî, et-Tefsîr ve’l-müfessirûn, Kahire 1405/1985, I, 166; a.mlf., el-İsrâǿîliyyât fî’t-tefsîr ve’l-ĥadîŝ, Dımaşk 1405/1985, s. 55-116; Hüsnî Yûsuf el-Etyar, el-Bidâyâtü’l-ûlâ li’l-İsrâǿîliyyât, Kahire 1412/1991, s. 11-39, 41 vd., 63; Steven M. Wasserstrom, “Jewish Pseudepigrapha in Muslim Literature: A Bibliyographical and Methodological Sketch”, Tracing the Threads: Studies in the Vitality of Jewish Pseudepigrapha (ed. J. C. Reeves), Atlanta 1994, s. 87-114, 172; C. Adang, Muslim Writers on Judaism and the Hebrew Bible, Leiden 1996, s. 8-10; İbrahim Hatiboğlu, İslâm’da Yenilenme Düşüncesi Açısından Modernistlerin Sünnet Anlayışı (doktora tezi, 1996), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 189-200; Subhî es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Istılahları (trc. M. Yaşar Kandemir), İstanbul 1997, s. 167; R. N. Nettler, Early Islam Modern Islam and Judaism: The Israiliyyāt in Modern Islamic Thought, Amsterdam 1998, s. 1-14; Özcan Hıdır, İsrâiliyyât Hadis İlişkisi: Hadis Yahudi Kültürü Tartışmaları (doktora tezi, 2000), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 2-25, 48; Cl. Huart, “Vahb ben Monabbih et le tradition judéochrétien au Yemen”, JA, X/4 (1904), s. 331-350; Abdülmesîh Makdisî, “Naķlü’l-kütübi’l-muķaddese ile’l-ǾArabiyye ķable’l-İslâm”, el-Meşrıķ, XXXI, Beyrut 1933, s. 1-11; W. R. Taylor, “al-Bukhārī and the Aggada”, MW, XXXIII (1943), s. 191-202; S. Rosenblatt, “Rabbinic Legends in Hadith”, a.e., XXXV (1945), s. 237-252; M. Tayyib Okiç, “Hadiste Tercüman”, AÜİFD, XIV (1966), s. 27-52; M. J. Kister, “Haddisû ‘an benî İsrâîle velâ Haraja”, IOS, II (1972), s. 215-239; Muhammed Hamîdullah, “İslâmî İlimlerde İsrâiliyyât Yâhut Gayr-i İslâmî Menşeli Rivâyetler” (trc. İbrahim Canan), İİFD, sy. 2 (1977), s. 295-319; a.mlf., “İslâm Hukukunun Kaynakları Açısından Kitâb-ı Mukaddes”, a.e., sy. 3 (1979), s. 379-410; İzziyye Ali Tâhâ, “et-Teşebbüt fî ķabûli’l-aħbâr ve rivâyetühâ fî risâlâti’s-semâǿ”, Mecelletü’ş-ŞerîǾa ve’d-dirâsâti’l-İslâmiyye, VII/15, Küveyt 1410/1989, s. 81-155; Ziyâd Halîl M. ed-Değâmin, “Mevķıfü’l-vaĥy mine’t-teǾâmül maǾa’t-türâşi’d-dîniyyi’l-Yehûdî”, a.e., XIV/39 (1420/1999), s. 81-128; A. J. Wensinck, “İsrâil”, İA, V/2, s. 1128; G. Wajda, “Isrāǿīliyyāt”, EI² (İng.), IV, 211-212; Tahsin Görgün, “Goldziher, Ignaz”, DİA, XIV, 105-111; Ferâmerz Hâc Minûçihrî, “İsrâǿîliyyât”, DMBİ, VIII, 290-296.

İbrahim Hatiboğlu




TEFSİR. İsrâiliyat’a dair rivayetler tefsir ilminin önemli konularından biridir. Tefsir ilmi bakımından esas problem, âyetlerin tefsirinde kullanılan İsrâiliyat’ın nassa dayalı bir meşruiyet zeminine oturup oturmadığıdır. Bu konuda yapılan incelemeler Kur’an ve Sünnet’teki delillerin lehte ve aleyhte yorumlanabileceğini göstermekte, lehte yorumlandığı takdirde dinin özüne zarar verilmemesinin temel prensip olduğunu ortaya koymaktadır. Bizzat Kur’an, ihtilâf edilen konularda Tevrat’a başvurulmasını ve yahudi âlimlerinden bilgi alınmasını tavsiye etmiş, bazı dinî hakikatlerin -tahrife uğramış olmakla birlikte- Tevrat ve İncil’de de bulunduğunu (Âl-i İmrân 3/93; el-A‘râf 7/157; et-Tevbe 9/111; el-Feth 48/29; es-Sâf 61/6), yahudi ve hıristiyanlara kendi kitapları ile de hükmedilebileceğini (el-Mâide 5/43-45, 47, 66, 68) bildirmiştir. Ancak Tevrat ve İncil, Kur’an’da geçmeyen veya ayrıntılı biçimde anlatılmayan bazı konularda doğru bilgiler verirken bazı konularda çelişkili ifadeler ihtiva etmekte, bir kısım bilgilerin ise doğru veya yanlışlığını belirleme imkânı bulunmamaktadır (Muhammed Hamîdullah, sy. 2 [1977], s. 303-307).

Kur’an’ın ilk muhatabı olan Araplar sözlü kültüre sahip bir toplumdu. Kur’an’da geçmiş milletlere dair kıssalar çok defa ayrıntıya girilmeden anlatıldığı için ayrıntı isteyenleri diğer kaynakları incelemeye veya ilgili kıssa hakkında bilgi veren kimselere yöneltmiştir. Başvurulan kaynak semavî kitaplardan biri ise Kur’an bunlara başvurulabileceğini bildirdiğinden bunda önemli bir sakınca görülmemiş, ancak şifahî kültür taşıyıcısı kimselere başvurulmuşsa bu takdirde onların kimlikleri tartışma konusu olmuştur. Hadis otoriteleri bu kimseleri araştırmış ve güvenilirlikleri hususunda değerlendirme yapmıştır. İnsanların fıtrî meylini ve onların Kur’an’ı öğrendikçe onun işaret ettiği gerçekleri daha ayrıntılı biçimde öğrenmek için gayret sarfedeceklerini bilen Hz. Peygamber, tamamen yasaklayıcı olmak yerine konuyla ilgili ana prensipleri ortaya koymuştur. Bunları uygulayan bir müslüman, Kur’an’ın yorumu için ilâhî kitaplara ve tarihî hakikatlere tamamen sırt çevirmeyeceği gibi, bir kaynağa dayanmayan ve dinî gerçeklerle çelişen haberleri dikkate almayacaktır. Asr-ı saâdet’te Resûl-i Ekrem’in koyduğu prensibe büyük oranda uyulmuş olmasına rağmen sonraki nesillerde bu hassasiyetin azaldığı, yahudilerden rivayeti serbest bırakan hadisi (yk. bk.) en geniş mânasıyla kabul eden bazı müslümanların Kitap ve Sünnet’te cevabını bulamadıkları konular için yahudi asıllı kimselere başvurdukları görülmüştür. Ashabın, Hz. Nûh’un gemisinin boyu ve Hz. Mûsâ ile dolaşıp ona gerçekleri öğreten ilm-i ledün sahibi kişinin öldürdüğü çocuğun ismi gibi bilinmesi önemli olmayan konular ve akîde ile ilgili hususlarda Ehl-i kitap mühtedilerine soru sormadığı, bu konularla ilgilenmediği bilinmektedir (Remzî Na‘nâa, s. 119-120). Ashap arasında Kur’an’ın yorumu için İsrâiliyat’ı kullananların sayısı çok az iken tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîn devrinde bu sayı artmış, onların kullandığı şüpheli rivayetler, İsrâiliyat’la ilgisi olmayan merfû ve mevkuf rivayetlerin yerini


alacak duruma gelmiştir. Mukātil b. Süleyman gibi erken dönem müfessirlerinin eserleri bunun açık örneğidir. İlk devir müfessirlerinin kitaplarındaki bilgileri eleştirmeksizin eserlerine alan ikinci nesil müfessirler ise eserleri içinden çıkılmaz hale sokmuştur. Tefsirlerde bilhassa Tevrat’tan bilgilerin yer almasına tesir eden faktörlerden biri de İbnü’n-Nedîm’in beyanına göre kitabın Ahmed b. Abdullah b. Selâm tarafından yapılan Arapça tercümesidir (el-Fihrist, s. 33).

Tefsirlerde nakledilen İsrâiliyat çoğunlukla Kur’an’daki kıssalar, geçmiş peygamberler ve bunların ümmetleri hakkındadır. Âdem’in ve Havvâ’nın yaratılışı, cennetteki hayatları, Kâbe’nin yapımı, Nûh’un gemisi ve tûfan hadisesi, İbrâhim’in babasıyla ilişkisi, onun kurban etmek niyetinde bulunduğu oğlunun İsmâil mi yoksa İshak mı olduğu, Dâvûd ve iki hasımın muhakemesi, Hârût ve Mârût kıssası, İsrâiloğulları, Yûsuf’un ailesiyle olan ilişkisi, Eyyûb’un imtihan edilmesi, İlyâs’ın hayatı, Mûsâ’nın Mısır ve Medyen günleri, Firavun ile olan mücadelesi, Îsâ’nın ve annesi Meryem’in hayatı gibi pek çok konuda İsrâiliyat bulunmaktadır (Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyât, s. 73-315).

Tefsir hakkındaki görüşleri günümüze ulaşan sahâbe, tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîn ile daha sonraki müfessirler İsrâiliyat’la ilişkileri açısından ele alındığında bunların içinde ilk sırayı Abdullah b. Abbas’ın aldığı görülür. Sahâbeye kadar ulaşan tefsir rivayetlerinin pek çoğunun İbn Abbas’a dayandırılmasında onun peygamber ailesinden olmasının ve Resûl-i Ekrem tarafından övülmesinin etkili olduğu, bazı kimselerin onun şöhretini kullanarak kendisine nisbetle rivayetlerde bulundukları bilinmektedir (Remzî Na‘nâa, s. 128-130). İbn Abbas’ın tefsir rivayetlerinin en sağlam tariki Muâviye b. Sâlih - Ali b. Ebû Talha - İbn Abbas şeklindedir. Bu tariki Ahmed b. Hanbel övmüş, Buhârî de sahihinde aynı tarikle gelen rivayetleri nakletmiştir. Özellikle Dahhâk b. Müzâhim, Atıyye el-Avfî, Mukātil b. Süleyman el-Ezdî ve Muhammed b. Sâib el-Kelbî tarikleriyle gelen rivayetler sıhhat açısından oldukça problemlidir. Halbuki İbn Abbas’ın İsrâiliyat nakleden mühtedi sahâbîlerden hadis alırken gösterdiği titizlik diğer sahâbeninkinden farklı olmadığı gibi kabul ve red açısından genel prensiplere de uygundu. Buhârî’nin rivayet ettiği bir habere göre (“Tefsîr”, 6/25) bizzat İbn Abbas insanları Ehl-i kitap’tan gelen bilgiler konusunda uyarmıştır. Taberî’nin CâmiǾu’l-beyân’ında İbn Abbas’ın Ehl-i kitap müslümanlarından çokça yararlandığını gösteren rivayetler, ya kabulünde sakınca görülmeyen bilgiler ya da bu eserde yer alan diğer zayıf rivayetler cümlesindendir (Remzî Na‘nâa, s. 126-128). Tâbiînin önde gelen âlimleri, rivayetinde sakınca bulunmayan İsrâiliyat’ı ashaptan veya mühtedi Ehl-i kitap âlimlerinden alıp rivayet etmişlerse de bazıları duydukları her şeyi aynen nakletmişlerdir. Tefsir rivayetlerinin kendilerine dayandığı Hasan-ı Basrî, Katâde b. Diâme, Dahhâk b. Muzâhim, Saîd b. Cübeyr, Mesrûk b. Ecda‘, Mücâhid b. Cebr, İkrime el-Berberî, Zeyd b. Eslem, Atâ b. Ebû Rebah ve Tâvûs b. Keysân gibi tâbiîlerden gelen İsrâiliyat’ın çoğu kabul veya red bakımından bir sakınca görülmeyen türdendir. Tâbiînden daha çok Kâ‘b el-Ahbâr ile Vehb b. Münebbih’e dayanan rivayetlerin sıhhatinde ciddi şüphelerin bulunduğu ileri sürülmüştür (yk. bk.).

Belli başlı Kur’an tefsirlerini İsrâiliyat’a yaklaşımları açısından yedi grupta incelemek mümkündür. 1. İsrâiliyat’ı senediyle verip nâdiren eleştiri yapanlar: Bu tür tefsirlerin en belirgin örneği İbn Cerîr et-Taberî’nin CâmiǾu’l-beyân’ıdır. Taberî, gerek tefsirinde gerekse tarihinde pek çok İsrâiliyat nakletmiş olup bu rivayetler daha çok Kâ‘b el-Ahbâr, Vehb b. Münebbih, İbn Cüreyc, İbn İshak ve Süddî’ye dayanmaktadır. Rivayetleri arasında senedi zayıf olanlar bulunmasına rağmen genellikle bunlar hakkında bir uyarıda bulunmamıştır (örnekler için bk. Ahmed Muhammed el-Havfî, s. 150-155).

2. İsrâiliyat’ı senediyle birlikte verip bunların hemen tamamını tenkit edenler: İbn Kesîr’in Tefsîrü’l-Ķurǿân’ı bu tür eserlerdendir. İbn Kesîr, yalan bilgiler içerdiğine inandığı bu rivayetlerle ilgilenmeyi zaman kaybı olarak görür. Ona göre Kur’an’ın yorumu için rivayet edilmekte olan İsrâiliyat esas itibariyle Tevrat’tan çok yahudiler tarafından kendi dinlerine sokulan asılsız bilgilere dayanmaktadır (Tefsîrü’l-Ķurǿân, III, 182; IV, 221-222). İbn Kesîr’in, doğru veya yanlış olması muhtemel bazı rivayetler naklettiği halde bunlar üzerinde bir yorum yapmadığı da olmuştur (a.g.e., III, 145; diğer örnekler için bk. Muhammed Hüseyin ez-Zehebî, el-İsrâǿîliyyât, s. 133-141).

3. Çok sayıda İsrâiliyat naklettiği halde nâdiren sened zikreden ve bu haberleri eleştirmeyenler: Mukātil b. Süleyman ve Ebû İshak es-Sa‘lebî bu grubun önde gelen temsilcileridir. Mukātil’in tefsire dair rivayetleri kendisine nisbet edilen et-Tefsîrü’l-kebîr’de yer almaktadır. Hakkında bazı şüpheler bulunan ve asılsız İsrâiliyat rivayetleriyle dolu olan eseri, Abdullah Şehhâte Muķātil b. Süleymân ve menhecühû fi’t-tefsîr maǾa taĥķīķi tefsîrihi’l-kebîr adıyla hazırladığı doktora tezinde tahkik etmiştir (Remzî Na‘nâa, s. 221). Rivayetlerinde kullandığı Kelbî - Ebû Sâlih - İbn Abbas zincirinin ise daha sonra bizzat Kelbî tarafından uydurma olduğu belirtilmiştir (a.g.e., s. 142). Ebû Hâtim, Mukātil b. Süleyman’ın tefsir bilgisini yahudi ve hıristiyanlara dayandırdığını söylerken (İbn Hallikân, V, 257) Ahmed b. Hanbel, “Mukātil b. Süleyman tefsir sahibi bir zattır, fakat ondan rivayette bulunmak hoşuma gitmiyor” demiştir (a.g.e., V, 256; örnekler için bk. Remzî Na‘nâa, s. 222-233). Sa‘lebî, vaaz ve konuşmalarında çokça kullandığı İsrâiliyat’ı el-Keşf ve’l-beyân Ǿan tefsîri’l-Ķurǿân’ına ve el-ǾArâǿis adlı kısas-ı enbiyâya dair eserine bol miktarda almış, bunlardan hemen hiçbirini eleştirmemiştir (Remzî Na‘nâa, s. 249-262; Muhammed Hüseyin ez-Zehebî, el-İtticâhât, s. 29-30).

4. İsrâiliyat’ı çokça rivayet ettiği halde bunların senedlerini vermeyen, ancak nâdiren de olsa bilginin zayıflığına ve sahih olmadığına işaret edenler: Vâhidî’nin el-Vasîŧ, el-Basîŧ ve el-Vecîz’i (nşr. Safvân Adnân Dâvûdî, I-II, Dımaşk 1415/1995), Ferrâ el-Begāvî’nin MeǾâlimü’t-tenzîl’i, Hâzin’in Lübâbü’t-teǿvîl’i ve Süyûtî’nin ed-Dürrü’l-menŝûr’u bu türün örnekleri olarak zikredilebilir. Vâhidî üç eserinde de çok miktarda İsrâiliyat zikretmiş, bunların önemli bir kısmını gerek rivayet gerekse muhteva bakımından eleştirmiştir (örnekler için bk. Cevde Muhammed Muhammed el-Mehdî, s. 340-355). Begāvî’nin tefsiri, kendisinin de mukaddimede belirttiği gibi Sa‘lebî’nin eserinin bazı uydurma rivayetleri çıkarılmış özeti gibidir (örnekler için bk. Remzî Na‘nâa, s. 265-280; M. İbrâhim Şerîf, s. 472-490). Bir anlamda Begāvî’nin tefsirini özetleyen Hâzin, rivayet ve dirâyet usulünü kullanarak iyi bir tefsir meydana getirmişse de kıssalara ve İsrâilî rivayetlere çokça yer vermesi sebebiyle eleştirilmiştir (DİA, XVII, 126). Süyûtî’nin ed-Dürrü’l-menŝûr’u da benzer özellikler taşır (örnekler için bk. Remzî Na‘nâa, s. 329-336; Muhammed Ebû Şehbe, s. 124-125).

5. İsrâiliyat’ı bilgi olarak nakleden ve bunları yer yer eleştirenler: Bu tür eserler tefsirlerin en geniş grubunu meydana getirmekte olup Sülemî, Zemahşerî,


İbn Atıyye el-Endelüsî, Fahreddin er-Râzî, Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, Ebü’l-Berekât en-Nesefî, Ebû Hayyân el-Endelüsî, Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, Ebüssuûd Efendi ve Hatîb eş-Şirbînî’nin eserleri bu grup içinde değerlendirilebilir. Diğer birçok tasavvufî tefsirin aksine Sülemî’nin kitabında İsrâiliyat’a nâdiren yer verilir (Ateş, s. 107-108). Tefsirde dirâyet metodunu kullanması sebebiyle Zemahşerî’nin İsrâiliyat konusunda daha duyarlı olabileceği düşünülürse de Zemahşerî bu tür rivayetlere karşı oldukça müsamahalı davranmıştır. İbn Atıyye, el-Muĥarrerü’l-vecîz’inde İsrâiliyat’a muhalif olduğunu belirtmesine rağmen hakkında Kur’an’da ve sahih hadislerde bilgi bulunmayan bazı kıssalarla ilgili olarak zaman zaman İsrâiliyat türünden nakiller yapmış, ancak bunların çoğunu eleştirmiştir (Remzî Na‘nâa, s. 282-286; Mustafa İbrâhim el-Meşînî, s. 550-559; DİA, XIX, 339). Fahreddin er-Râzî eserinde az miktarda yer verdiği İsrâiliyat’ı tenkit süzgecinden geçirmiş, Kur’an’da, hakkında fazla bilgi verilmeyen hususlarla ilgili olarak nakledilen ve sahih hadislerde bulunmayan, anlatılmasında da ciddi bir fayda olmayan konularla ilgili rivayetleri reddetmiştir. Bununla birlikte zaman zaman, “Akla ters gelmiyor” gerekçesiyle zayıf rivayetleri nakletmiş, bunları eleştirmediği gibi üzerlerine hüküm bina ettiği de olmuştur (Muhsin Abdülhamîd, er-Râzî müfessiren, s. 146-151). el-CâmiǾ li-aĥkâmi’l-Ķurǿân’ın müellifi Kurtubî, tefsirinde İsrâiliyat’a yer vermemeye gayret etmekle birlikte “nûn” harfiyle ilgili olarak naklettiği bilgiler (XVIII, 223-224) bu tutumuyla çeliştiği gibi bunları tenkide de tâbi tutmamıştır. Hadîd sûresinin 25. âyetinin tefsirinde zikrettiği, Hz. Âdem’in cennetten beş parça demir alet getirdiği yolundaki rivayet (a.g.e., XVII, 261) Cemâleddin el-Kāsımî tarafından aslı olmayan bir bilgi olarak nitelendirilmiştir (Meĥâsinü’t-teǿvîl, XVI, 5695; diğer örnekler için bk. Remzî Na‘nâa, s. 304-309; Kasbî Mahmûd Zelat, s. 410-417; Mustafa İbrâhim el-Meşînî, s. 560-578). Nesefî, tefsirinde az miktarda İsrâiliyat’a yer veren müfessirlerden olup bunları genellikle eleştirmiştir (Remzî Na‘nâa, s. 310-312). Ebû Hayyân el-Endelüsî’nin el-Baĥrü’l-muĥîŧ’i de bazı İsrâilî bilgiler ihtiva eder. Ancak müellif, gerek tefsirinin girişinde gerekse ilgili rivayetleri naklederken okuyucuyu uyarmış, bu rivayetlerin tefsir kitaplarında yer almaması gerektiğini söylemiştir (örnekler için bk. Mustafa İbrâhim el-Meşînî, s. 579-586). İbnü’l-Cevzî, İsrâiliyat konusunda duyarlı olmakla birlikte sakıncalarının farkında olduğunu ihsas ederek bazı rivayetleri almıştır. Meselâ Hz. Eyyûb’dan bahseden âyetlerin tefsirinde (el-Enbiyâ 21/83-84) naklettiği uzun hikâye ile (Zâdü’l-mesîr, V, 375-378) Sabâ melikesinin Hz. Süleyman’a gönderdiği hediyeye dair âyetin tefsirinde (en-Neml 27/35) naklettiği rivayet (a.g.e., VI, 170) bu türdendir. Ebüssuûd Efendi İrşâdü’l-Ǿaķli’s-selîm adlı tefsirinde genelde İsrâiliyat’tan uzak durmuş, zikrini zaruri gördüklerini de eleştirmiştir. Eserde ayrıca bu türden olmayan rivayetler de bulunmakla birlikte bunların sayısı oldukça azdır (örnekler için bk. Muhammed Ebû Şehbe, s. 143-144; Aydemir, Büyük Türk Bilgini Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi, s. 209-227). Hatîb eş-Şirbînî’nin es-Sirâcü’l-münîr’inde de İsrâiliyat yer almakla birlikte bunların sayısı fazla değildir (Remzî Na‘nâa, s. 336-339).

6. İsrâiliyat’ı senedsiz olarak zikrettiği halde bunlara yer vermedeki asıl amacı tenkit olanlar: Bu türün en meşhur örneği Âlûsî’nin Rûĥu’l-meǾânî’sidir. Âlûsî, İsrâiliyat’a aşırı derecede muhalif olup bunları rivayet edenleri “erbâbü’l-ahbâr” olarak adlandırmıştır (Rûĥu’l-meǾânî, II, 168; XII, 198). Kur’an’da ve sahih sünnette yer almayan bilgileri Âlûsî prensip olarak reddetmekle birlikte enbiyanın ismetine ve naslara ters düşen rivayetlere karşı oldukça şiddetli eleştiriler yöneltmiştir. Kâbe’nin yapımıyla ilgili olarak (el-Bakara 2/128) eski bilgileri reddederken kullandığı üslûpla (a.g.e., I, 384) Hz. Mûsâ’nın Allah’ı görme talebiyle ilgili olarak (el-A‘râf 7/143) bazı tefsirlerde yer alan ve peygamberin ismetini zedeleyen İsrâiliyat için kullandığı üslûp (a.g.e., IX, 43, 46) oldukça farklıdır. Âlûsî’nin İsrâiliyat konusundaki en önemli eksikliği bazı rivayetlerin zâhirini reddedip bunları işârî olarak yorumlamasıdır. Hârût ve Mârût hadisesiyle ilgili rivayeti İsrâiliyat şeklinde adlandırmakla birlikte işârî olarak yorumlaması açık bir çelişkidir (a.g.e., I, 340-341; Remzî Na‘nâa, s. 347). Diğer bir husus da Âlûsî’nin -çok az da olsa- bazı İsrâiliyat’ı hiçbir tenkide tâbi tutmadan nakletmesidir (Muhsin Abdülhamîd, el-Âlûsî müfessiren, s. 282-287). Şevkânî’nin Fetĥu’l-ķadîr adlı rivayet-dirâyet karışımı tefsirinde İsrâiliyat çok azdır ve müellif bunları eleştirmek için zikretmiştir (Muhammed Hasan el-Gumârî, s. 279-285).

7. İsrâiliyat’a yer veren tefsirlere şiddetle karşı çıkan ve zaman zaman bu rivayetleri sırf tenkit için nakledenler: Bu türdeki tefsirlerin en belirgin örneği Reşîd Rızâ’nın el-Menâr’ıdır. Reşîd Rızâ tefsirinde İsrâiliyat’ı reddetmekle kalmamış, bunları rivayet eden Kâ‘b el-Ahbâr ile Vehb b. Münebbih gibi yahudi asıllı râvileri dini kasten bozma teşebbüsüyle itham ederek haklarında ağır ifadeler kullanmıştır. Ayrıca fiten, deccâl, kıyametin kopması ve Hz. Îsâ’nın nüzûlü gibi konularla ilgili sahih rivayetlerden bazılarını İsrâiliyat olarak adlandırıp reddetmiş, bu haberlerde de Kâ‘b el-Ahbâr’ın parmağı olduğunu söylemiştir (Remzî Na‘nâa, s. 358). Reşîd Rızâ’nın bu derece hassas olmasına rağmen zaman zaman Kitâb-ı Mukaddes’e başvurarak âyetlerdeki kapalılıkları gidermeye çalıştığı, bunu yaparken tefsirlerde veya hadis kitaplarındaki rivayetleri reddettiği görülür. Meselâ İsrâiloğulları üzerine tûfan, çekirge, haşere, kurbağa ve kan gönderilmesinden bahseden âyetin tefsirinde (el-A‘râf 7/133) Tevrat’tan nakiller yapmış (Çıkış, 9/20 vd.) ve bunu İslâm kaynaklarındaki rivayetlere tercih etmiştir (Tefsîrü’l-menâr, IX, 88-89; XI, 474; bu çelişkiler ve örnekleri için bk. Remzî Na‘nâa, s. 358-367; Muhammed Hüseyin ez-Zehebî, el-İsrâǿîliyyât, s. 180-194).

XIX ve XX. yüzyıl tefsir âlimlerinin büyük çoğunluğu İsrâiliyat’a karşı tavır almış ve kapalı âyetlerin yorumunda bu rivayetleri kullanmamıştır. Bu hareketin önde gelen temsilcileri arasında Muhammed Abduh ve Reşîd Rızâ, Hintli müfessirlerden Seyyid Ahmed Han, Ebü’l-Kelâm Âzâd, Şiblî Nu‘mânî, Hamîdüddin Ferâhî, Seyyid Süleyman Nedvî, Mevdûdî ve Emîn Ahsen Islâhî ile Türk müfessiri Elmalılı Muhammed Hamdi’nin adı zikredilebilir.

Tefsirlere giren İsrâiliyat konusu ashaptan itibaren tartışılmış ve bu alanda ilk dönemlerde çalışmalar ortaya konmuştur. Bazı müfessirler konuya eserlerinin mukaddimesinde yer verirken bazıları görüşlerini ilgili âyetlerin tefsiri sırasında belirtmiş, ulûmü’l-Kur’ân’la ilgili kitaplarda da konuya yer verilmiştir. Modern dönemde araştırmacılar tefsirde İsrâiliyat’ı müstakil olarak ele alıp hacimli eserler meydana getirmişlerdir. Muhammed Ebû Şehbe’nin el-İsrâǿîliyyât ve’l-mevżûǾât fî kütübi’t-tefsîr’i (Kahire 1987), Remzî Na‘nâa’nın el-İsrâǿîliyyât ve eŝeruhâ fî kütübi’t-tefsîr’i (Dımaşk-Beyrut 1390/1970), Muhammed Hüseyin ez-Zehebî’nin el-İsrâǿîliyyât fi’t-tefsîr ve’l-ĥadîŝ’i ile (Dımaşk 1405/1985) el-İtticâhâtü’l-münĥarife fî tefsîri’l-Ķurǿâni’l-Kerîm:


DevâfiǾuhâ ve defǾuhâ’sı (Kahire 1406/1986), Ahmed Bahâeddin’in el-İsrâǿîliyyât’ı (Kahire 1965) ve Abdullah Aydemir’in Tefsirde İsrâiliyyât’ı (Ankara 1979) bu türün çalışmalarındandır. XX. yüzyılda yapılan metot çalışmalarının çoğunda müfessirler ve eserleri tanıtılırken aynı zamanda İsrâiliyat’a da temas edilmiş ve tefsirler bu açıdan da değerlendirilmiştir. Ali Muhammed ez-Zübeyrî (İbn Cüzey ve menhecühû fi’t-tefsîr, Dımaşk 1407/1987), Muhsin Abdülhamîd (el-Âlûsî: Müfessiren, Bağdad 1388/1968; Fahreddin er-Râzî: Müfessiren, Bağdad 1394/1974), Cevde Muhammed Muhammed el-Mehdî (el-Vâĥidî ve menhecühû fi’t-tefsîr, Kahire, ts.), Kusbâ Mahmûd Zalat (el-Ķurŧubî ve menhecühû fi’t-tefsîr, Kahire 1399/1979), Muhammed İbrâhim Şerîf (el-Beġavî el-Ferrâǿ ve tefsîruhû li’l-Ķurǿâni’l-Kerîm, Kahire 1406/1986), Ahmed Muhammed el-Havfî (eŧ-Ŧaberî, Kahire 1390/1970) ve Muhammed Hasan b. Ahmed el-Gumârî (el-İmâmü’ş-Şevkânî: Müfessiren, Cidde 1401/1981) müfessirlerin İsrâiliyat’a yaklaşımını ortaya koymuştur. Türkiye’de ise Abdullah Aydemir (Büyük Türk Bilgini Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi ve Tefsirdeki Metodu, Ankara 1993), Süleyman Ateş (Sülemî ve Tasavvufî Tefsiri, İstanbul 1969), Halis Ören (Keşşaf ve Nesefi Tefsirlerinde Hz. Musa ile İlgili İsrailiyyat, 1988, yüksek lisans tezi, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) ve Hasan Selbes (Medariku’t-tenzil ve Hakaiku’t-te’vil’in İsrailiyyat Açısından Tahlili, 1998, yüksek lisans tezi, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) konuyla ilgili çalışma yapan müelliflerdendir. Mustafa İbrâhim el-Müşînî’nin Medresetü’t-tefsîr fi’l-Endelüs (Beyrut 1406/1986) ve Fehd b. Abdurrahman b. Süleyman er-Rûmî’nin Menhecü’l-medreseti’l-Ǿaķliyyeti’l-ĥadîŝe fi’t-tefsîr (Beyrut 1407/1986) adlı eserlerinde de müfessirler bu yönleriyle tanıtılmıştır. Batılı araştırmacılar da tefsirde İsrâiliyat’a ilgi duymuştur. Bunlar arasında John Wansbrough (Quranic Studies, Oxford 1977, s. 122-148), Camilla Adang (Muslim Writers on Judaism and the Hebrew Bible from Ibn Rabban to Ibn Hazm, Leiden 1996, s. 1-22), Marilyn Robinson Waldman (“New Approaches to ‘Biblical’ Materials in the Qur’an”, MW, LXXV/1 [1985], s. 1-16), Jacob Lassner (“The ‘One Who Had Knowledge of the Book’ and the ‘Mightiest Name’ of the God. Qur’ânic Exegesis and Jewish Cultural Artifacts”, Studies in Muslim-Jewish Relations I [ed. Ronald L. Nettler], Oxford 1999, s. 59-74), M. J. Kister (“Haddithū ‘an Banī Isrā’īla walā Haraja: A Study of an Early Tradition”, IOS, II, [1972], s. 215-239; “On the Papyrus of Wahb b. Munabbih”, BSOAS, XXXVII [1974], s. 547-571) ve Roberto Tottoli (“La Moderna Esegesi Islamica Ed Il Rifiuto Delle Isra’iliyyat: Le Leggende Sul Bastone Di Mose Mutato In Serpente”, Annali Di Ca’ Foscari, XXIX/3 [1990], s. 25-35; “Origin and Use of the Term Isra’iliyyat in Muslim Literature”, Arabica, XLVI/2 [1999], s. 193-210) sayılabilir.

BİBLİYOGRAFYA:

Buhârî, “Tefsîr”, 2/7, 6/25; Taberî, CâmiǾu’l-beyân, I, 359-360; XII, 174; XVII, 57; XXIII, 157-158; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, s. 33; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, V, 375-378; VI, 170; Kurtubî, el-CâmiǾ (nşr. Ahmed Abdülalîm el-Berdûnî), Kahire 1372, XVII, 261; XVIII, 223-224; İbn Hallikân, Vefeyât, V, 256, 257; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ķurǿân, Beyrut 1401, III, 145, 181-182; IV, 221-222; Âlûsî, Rûĥu’l-meǾânî, I, 340-341, 343, 384; II, 168; VII, 135; IX, 43, 46; XII, 198; Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-menâr, I, 314; IX, 88-89; XI, 474; Cemâleddin el-Kāsımî, Meĥâsinü’t-teǿvîl, [baskı yeri yok] 1379/1960 (Dâru ihyâi’l-kütübi’l-Arabiyye), XVI, 5695; Muhsin Abdülhamîd, el-Âlûsî: Müfessiren, Bağdad 1388/1968, s. 282-287; a.mlf., er-Râzî: Müfessiren, Bağdad 1394/1974, s. 146-151; Süleyman Ateş, Sülemî ve Tasavvufî Tefsiri, İstanbul 1969, s. 107-108; Ahmed Muhammed el-Havfî, eŧ-Ŧaberî, Kahire 1390/1970, s. 150-155; Remzî Na‘nâa, el-İsrâǿîliyyât ve eŝeruhâ fî kütübi’t-tefsîr, Dımaşk 1390/1970, s. 119-120, 126-130, 142, 168-192, 193, 221-233, 249-262, 265-280, 282-286, 288-296, 304-309, 310-312, 329-339, 347, 358-367; Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyât, Ankara 1979, s. 73-315; a.mlf., Büyük Türk Bilgini Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi ve Tefsirdeki Metodu, Ankara 1993, s. 209-227; Kasbî Mahmûd Zelat, el-Ķurŧubî ve menhecühû fi’t-tefsîr, Kahire 1399/1979, s. 410-417; Cevde Muhammed Muhammed el-Mehdî, el-Vâĥidî ve menhecühû fi’t-tefsîr, Kahire, ts., s. 340-355; Muhammed Hasan el-Gumârî, el-İmâmü’ş-Şevkânî: Müfessiren, Cidde 1401/1981, s. 279-285; Muhammed Hüseyin ez-Zehebî, el-İsrâǿîliyyât fî’t-tefsîr ve’l-ĥadîŝ, Dımaşk 1405/1985, s. 133-142, 160-166, 180-194; a.mlf., el-İtticâhâtü’l-münĥarife fî tefsîri’l-Ķurǿâni’l-Kerîm: DevâfiǾuhâ ve defǾuhâ, Kahire 1406/1986, s. 29-30; M. İbrâhim Şerîf, el-Beġavî el-Ferrâǿ ve tefsîruhû li’l-Ķurǿâni’l-Kerîm, Kahire 1406/1986, s. 472-490; Mustafa İbrâhim el-Meşînî, Medresetü’t-tefsîr fi’l-Endelüs, Beyrut 1406/1986, s. 550-586; Fehd b. Abdurrahman b. Süleyman er-Rûmî, Menhecü’l - medreseti’l - Ǿaķliyyeti’l - ĥadîŝe fi’t-tefsîr, Beyrut 1407/1986, s. 312-332; Muhammed Ebû Şehbe, el-İsrâǿîliyyât ve’l-mevżûǾât fî kütübi’t-tefsîr, Kahire 1987, s. 105, 124-125, 143-144; Muhammed Hamîdullah, “İslâmî İlimlerde İsrâiliyyât Yâhut Gayr-i İslâmî Menşeli Rivâyetler” (trc. İbrahim Canan), İİFD, sy. 2 (1977), s. 303-307; G. Vajda, “Isrāǿīliyyāt”, EI² (İng.), IV, 211-212; Ali Eroğlu, “Hâzin, Ali b. Muhammed”, DİA, XVII, 126; Abdülhamit Birışık, “İbn Atıyye el-Endelüsî”, a.e., XIX, 339; Ferâmerz Hâc Minûçihrî, “İsrâǿîliyyât”, DMBİ, VIII, 290-294.

Abdülhamit Birışık