İSTAHR

(إصطخر)

İran’da tarihî bir şehir.

Fars bölgesindeki Pulvâr nehri vadisinde, Ahamenîler’in başşehri Pârs’ın (Persepolis) 7 km. kuzeyinde bugünkü Şîraz-İsfahan yolu üzerindeydi; halen yerinde harabeleri ve Hacıâbâd köyü bulunmaktadır. Adının Pehlevîce “küçük göl” mânasındaki stahr kelimesinden geldiği rivayet edilirse de yeni yapılan çalışmalar ismin aslının Eski Persçe stahra “müstahkem yer” olduğunu göstermektedir (EIr., VIII, 643). Şehir, Pârs’ın milâttan önce 331 yılında Büyük İskender tarafından harabeye çevrilmesinden sonra gelişmeye başladı ve milâttan önce 250-milâttan sonra 224 yılları arasında Eşkâniyân’ın (Arsakîler) başşehri oldu. Mecûsîler’in yaptığı ilk üç ateş tapınağından biri burada yer alıyordu (İbnü’l-Belhî, s. 50) ve Sâsânî İmparatorluğu’na adını veren Sâsân bu tapınağın başrahibiydi.

Müslümanların akınları karşısında duramayan son Sâsânî hükümdarı III. Yezdicerd Medâin’den İstahr’a geldi. Şehir, Bahreyn Valisi Alâ b. Hadramî’nin 19 (640) yılındaki başarısız girişiminden üç yıl sonra, Hûzistan bölgesinin büyük bir kısmını fetheden Ebû Mûsâ el-Eş‘arî ile Osman b. Ebü’l-Âs tarafından alındı (23/644). Ancak halk kısa bir süre sonra ayaklanarak yönetimi ele geçirdi. Hz. Ali zamanında Basra Valisi Abdullah b. Abbas burayı yeniden fethetti (Belâzürî, s. 566; İbnü’l-Belhî, s. 117) ve valiliğine Ziyâd b. Ebîh getirildi. Emevî idaresi sırasında aynı adı taşıyan bölgenin merkezi olan İstahr, 64 (684) yılında Şîraz’ın kurulması ve kısa sürede gelişmesi üzerine gerilemeye başladı. Kûfe Şiîleri’nin teşvikiyle isyan eden Abdullah b. Muâviye, İsfahan’dan sonra İstahr’ı da ele geçirdi ve bu bölgede barınan Hâricîler’i dağıttı. Kendi adına muhtemelen burada para bastıran Abdullah, 129’da (746) üzerine gönderilen Halife II. Mervân’ın kumandanı Âmir b. Dubâre ile yaptığı savaşı kaybedince Horasan’a kaçtı. 268’de (881) Saffârî Emîri Amr b. Leys’in idaresine giren İstahr’ı Abbâsîler altı yıl sonra geri aldılar. Büveyhîler’den İmâdüddevle Ali, 321 (933) yılında İstahr Kalesi’nde oturan Abbâsî Valisi Yâkūt’u yenerek bölgeye hâkim oldu. Büveyhî Emîri el-Melikü’r-Rahîm ile (ö. 447/1055) Emîr Fülâd Sütûn (ö. 448/1056) arasında çıkan ihtilâfta İstahr önce Fülâd Sütûn’un, ardından el-Melikü’r-Rahîm’in,


daha sonra da Şebânkâre Emîri Fazlûye’nin eline geçti. Arkasından Çağrı Bey’in oğlu Kavurd Bey şehri Fazlûye’den aldıysa da onun Selçuklular’a bağlılığını açıklaması üzerine geri verdi. Tuğrul Bey’in ölümünden (455/1063) sonra Arslan Yabgu’nun oğlu Resul Tigin burada para bastırarak bağımsızlığını ilân etti; fakat bu durum fazla sürmedi ve Alparslan 459 (1067) yılında onun bağımsızlığına son verdi (İbnü’l-Esîr, X, 54; Merçil, s. 4). Atabeg Çavlı, Şehzade Çağrı ile Fars’a geldiği zaman şehir Emîr Buldacı’dan ona geçti; Fars bölgesi İmâdüddin Zengî’ye iktâ olarak verilince de Atabegler’e intikal etti. Ancak Atabeg Sa‘d yanlışlıkla Hârizmşah ordusuna saldırınca burayı Hârizmşahlar’a bırakmak zorunda kaldı (614/1217). Atabeg Muzafferüddin Muhammed Şah kardeşi Selçuk Şah’ı İstahr Kalesi’ne hapsetti (661/1263). Atabeg Âbiş’in 685’te (1286) ölümüyle şehir Moğollar’ın eline geçti (Merçil, s. 123).

III. (IX.) yüzyıldan sonra Şîraz’ın karşısında önemi azalan İstahr IV. (X.) yüzyılda surları yıkılmış, geniş bağ ve bahçelere sahip ve bir camisi bulunan orta büyüklükte bir şehirdi. İstahrî, burada her biri resimlerle tasvir edilmiş eski İran hükümdarlarının tarihlerinden bazı ciltler gördüğünü bildirir. IV. (X.) yüzyılda İstahr halkı içinde yahudi ve hıristiyanlar bulunmakla birlikte Sâbiî ve Sâmirîler yoktu (Mesâlik, s. 139). İbn Havkal, İstahr’da heykel ve resimlerle süslü büyük bir binadan bahseder. Şehrin, birçok sütunun yer aldığı geniş meydanını ve Pulvâr nehri üzerindeki köprüyü öven Makdisî, daha önce bir ateş mâbedi olan Suriye üslûbundaki caminin etrafında çarşı kurulduğunu söyler (Aĥsenü’t-teķāsîm, I, 104). Persepolis harabelerinden getirilen yuvarlak sütunlar ve tuğla ile yapılan bu cami, mimari üslûpların bir ülkeden diğer bir ülkeye geçişine örnek gösterilmektedir. İstahr’ın kuzeybatısında İstahr Kalesi (İstahryâr), Şikeste Kalesi ve Şeknevân Kalesi (Eşkünevân) adlarıyla anılan, bazan hep birlikte İstahr Kalesi de (Se Günbedân) denilen ve bölge tarihinde önemli rol oynayan üç kalenin oluşturduğu İstahr kaleler kompleksinin kalıntıları görülmektedir. Bunlardan en meşhuru olan İstahr Kalesi’nde İslâmî dönemde eyalet valileri oturdu; sonraları burası yüksek şahsiyetler ve şehzadeler için hapishane olarak kullanıldı. Şah I. Abbas zamanında ise ortaya çıkan isyanda ele geçirilerek tamamen yıkıldı.

Sâsânî Hükümdarı II. Yezdicerd’den (438-457) itibaren İstahr’da, üzerinde Pehlevî yazısıyla SŦ kısaltması bulunan paralar basılmış ve bu remiz 78 (697) yılına kadar İslâm devrinde de kullanılmıştır. Daha sonra 79-167 (698-783) yılları arasında burada İslâm paraları tabedilmiştir; bunlardan biri de Ebû Müslim-i Horasânî’nin Emevîler’e karşı harekete geçtiği 127 (745) yılında bastırdığı sikkedir. İstahrlı ünlü kişilerden bazıları şunlardır: Nahiv âlimi Sîbeveyhi, sahâbîlerden Ebû Huzeyfe’nin mevlâsı olarak bilinen Sâlim, tâbiînin küçüklerinden sayılan Benî Ümeyye mevlâsı Ebû Saîd Abdülkerîm b. Mâlik el-İstahrî el-Cezerî, hadis âlimlerinden Şâfiî kadısı Ebû Saîd Hasan b. Ahmed el-İstahrî, Mısır’a yerleşen ve pek çok kişiden hadis nakleden Ahmed b. Hüseyin ez-Zâhid el-İstahrî ve coğrafyacı İbrâhim b. Muhammed el-İstahrî. Sûfî Hallâc-ı Mansûr da bir süre bu şehirde kalmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Belâzürî, Fütûh (Fayda), s. 451, 545, 564, 565, 566; İstahrî, Mesâlik (de Goeje), s. 66, 105, 117, 123-125, 139, 146, 150; Mes‘ûdî, Mürûcü’ź-źeheb, Kum 1363 hş., II, 244; III, 6, 101, 193, 242; IV, 101, 180, 193, 242; Makdisî, Aĥsenü’t-teķāsîm (trc. Ali Nakī Münzevî), Tahran 1361 hş., I, 75, 104; II, 633, 660-661, 663; İbnü’l-Belhî, Farsnâme (nşr. G. Le Strange - R. A. Nicholson), London 1921, s. 26, 27, 32, 50, 117, 121, 125, 126-127, 128, 151; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, Beyrut 1979, I, 211-212; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 40, 101, 120, 124, 382; IV, 282, 437; V, 371; VII, 370; VIII, 272, 278, 326, 357, 483; IX, 339, 555, 573; X, 54; M. Takī Han Hekîm, Genc-i Dâniş (nşr. Ali Sûtî - Cemşîd-i Keyânfer), Tahran 1366 hş., s. 75-97; İsmail Galib, Meskûkât-ı Kadîme-i İslâmiyye, İstanbul 1312, s. 414, 416; Abdürrezzâk-ı Şems-i İşrâk, Noħustîn-i Sikkehâ-i İmparatorî-i İslâm, İsfahan 1369, s. 56, 57, 59, 60, 150, 162, 206; G. Le Strange, The Lands of the Eastern Caliphate, Cambridge 1966, s. 6, 20, 276; Erdoğan Merçil, Fars Atabegleri, Salgurlular, Ankara 1975, s. 2, 4,10, 42, 55, 77, 123; Ali Sâmî, “Vîrânehâ-yı Şehr-i Bâstânî İstaħr”, Hüner u Merdüm, XIV/158, Tahran 1354 hş., s. 2-12; M. Streck, “İstahr”, İA, V/2, s. 1128-1134; a.mlf. - [G. C. Miles], “Iśŧaқћr”, EI² (İng.), IV, 219-222; A. D. H. Bivar, “Eśŧakr”, EIr., VIII, 643-646; Muhammed Rızâ Nâcî, “İstaħr”, DMBİ, VIII, 169-175.

Recep Uslu