İSTANBUL AĞASI

İstanbul Acemi Ocağı’nın âmiri için kullanılan unvan.

Fetihten sonra İstanbul’da II. Mehmed tarafından kurulan Acemi Ocağı’nın idaresiyle görevlendirilen ağaya bulunduğu şehrin adından dolayı İstanbul ağası adı verilmiştir. I. Murad zamanında Gelibolu’da teşkil edilen ilk Acemi Ocağı’nın âmiri de Gelibolu ağası adıyla tanınmıştı. Acemi ocakları, diğer yeniçeri teşkilâtıyla ilgili kuruluşlar gibi doğrudan doğruya yeniçeri ağasına bağlı olup ocakla ilgili bütün resmî yazılar ona hitaben gönderilirdi (BA, MD, nr. 14, s. 338, 526). Fakat yeniçeri ağasının işlerinin çokluğu yüzünden Acemi Ocağı’nın idaresi İstanbul ağasına bırakılmıştı (Mahmud Şevket Paşa, s. 4).

Yeniçeri Ocağı ile ilgili kanunnâmelerde İstanbul ağasının her yönüyle padişahın güvenini kazanmış, dürüst, dindar, yaşlı ve tecrübeli olması gerektiği belirtilmektedir. Ocak mevzuatına göre İstanbul ağalığına yaşlı yeniçeri yayabaşılarından biri tayin edilirdi. Ancak bu göreve daha sonra Anadolu ağaları terfien getirilmeye başlandı. Acemi Ocağı’nın birinci oda cemaati ağa bölüğüydü; diğer cemaat bölüklerine oranla daha kalabalık olan ve XVII. yüzyıl başlarında mevcudu 7-8000’i aşan İstanbul ağası bölüğü kendi içinde dokuz küçük bölüğe ayrılmış, bu bölüklerin her birinin başına bir bölükbaşı tayin edilmişti.

Aynı zamanda İstanbul’un merkez kumandanı durumunda olan (Marsigli, s. 86) İstanbul ağasının görevleri arasında, İstanbul’a gelen devşirme oğlanlarının belli bir eğitimden geçmeleri için Türk ailelerine dağıtılmaları (Kitâb-ı Müstetâb, s. 6), daha sonra bunların İstanbul Acemi Ocağı’na alınmaları, odalara taksimleri ve zamanı gelince kapıya çıkarılmaları (bk. BEDERGÂH) başta geliyordu (BA, MD, nr. 14, s. 793, 907). Bu işlerdeki en büyük yardımcıları Anadolu ve Rumeli ağalarıydı. Gemi hizmetleri, sarayın ihtiyacı olan erzak, levazım ve özellikle odun temini gibi işlerde çalışan acemilerin denetimi İstanbul ağasının diğer görevleriydi. Yeniçeri ağası ve sekbanbaşı sefere gittiği zaman İstanbul’un asayişiyle de meşgul olurdu. Bu görevi sırasında acemi neferleriyle zaman zaman kola çıkar, Eminönü’ne gelen at gemilerini, Öküzambarı’nı denetler, İstanbul kaymakamının başkanlığında toplanan divana katılırdı. Acemi Ocağı zâbitlerinden yayabaşı ve bölükbaşıların tayin ve azilleri de onun yetkisi dahilindeydi. Ayrıca sarayda kullanılan odunun teminiyle de yükümlüydü. Gerekli odun acemi oğlanları tarafından İstanbul civarındaki ormanlardan kesilir veya oduncu esnafından satın alınarak sağlanırdı. Bu iş için İstanbul ağasının yıllık bütçesi 102 kese akçeydi (Marsigli, s. 86). Odun işinden sorumlu acemi oğlanlarının bir kısmı Karaköy’de İstanbul Ağası Ocağı denilen yerde, bir kısmı da Topkapı Sarayı’nın müştemilâtından Yalı Köşkü’nde ve Sepetçiler Kasrı’nda ikamet ederdi. Karaköy’de bulunanların başlıca görevi, kol kayıklarıyla İstanbul’a gelen odun gemilerini denetlemek ve bu gemilerden “kol akçesi” tahsil etmekti. Kanûnî Sultan Süleyman zamanında İstanbul ağasının yetmiş iki odun ve at gemisine nezaret ettiği anlaşılmaktadır (Mebde-i Kānûn-ı Yeniçeri, vr. 113a). XVII. yüzyıldan itibaren nizamları bozulan acemiler saraya odun temini vb. gibi mîrîye ait işleri bırakmışlar, İstanbul ağası saray odununu tamamen rençberlerden satın almaya başlamış, ancak bu da birçok suistimale yol açmıştı.

Bazı kaynaklarda İstanbul ağasının görevinde kaydıhayat şartıyla kaldığı belirtilir (D’Ohsson, VII, 317). Ancak dürüst çalıştığı sürece görevinde kaldığı anlaşılan İstanbul ağası bazı durumlarda görevinden alındığı gibi bazan da mükâfat olarak bir üst göreve terfi edebilirdi. Ağalıktan ayrıldığında genellikle yayabeyi olur ve zeâmet tasarruf ederdi. Fakat XVII. yüzyıl başlarından itibaren “kānûn-ı kadîm”e muhalif olarak İstanbul ağalarının 80, 100, hatta 150 akçe yevmiye ile emekli oldukları görülmektedir (Mebde-i Kānûn-ı Yeniçeri, vr. 115b-116a, 143b).

İstanbul ağası mûtat ulûfesinden başka denetlediği gemilerden belli oranda harç alır, Karahisar ve Ankara taraflarında dirlik tasarruf ederdi. Dirlik olarak tasarruf ettiği topraklarda acemi oğlanları çalışırdı (Ahmed Cevad, s. 175). Kanûnî Sultan Süleyman zamanında 30 akçe olan yevmiyesi daha sonra 40 akçeye yükselmiştir. Ayrıca kendisinin ve maiyetinin her gün on beş çift fodula* ve bir koyun hakkı vardır. İstanbul ağasına üç yılda bir padişah tarafından bir devir atı verilirdi. Kapıkulu askerlerine verilmesi mûtat bahşişlerden de yararlanan İstanbul ağasına III. Mehmed’in cülûsu (1003/1595) münasebetiyle 6000 akçe ihsan edilmişti (Ayn Ali, s. 111).

İstanbul ağası kıyafet olarak başına siyah sorguçlu üstüvânî sarık, sırtına kadife kürk, ayağına ise sarı mest pabuç giyerdi. Bindiği atın eyerinin örtüsü gümüşlüydü. Divan günleri başında mücevveze bulunurdu (Mebde-i Kānûn-ı Yeniçeri, vr. 25b). Karaköy’de ikamet eden kolluk hizmetiyle görevli acemilerin odabaşıları fes üzerine sarık sararlar, arkalarına neftî dolama, ayaklarına da siyah tomak ve kırmızı pabuç giyerlerdi (Evliya Çelebi, I, 433).

Rütbe bakımından sekbanbaşının altında, zağarcıbaşının üstünde olan İstanbul ağası doğrudan yeniçeri ağasına karşı sorumluydu. Ağa Divanı’ndaki yeri sekbanbaşının alt tarafındaydı (Ahmed Cevad, s. 183). Gerek Dîvân-ı Hümâyun toplantılarından sonra yenilmesi mûtat yemekte, gerekse ramazanın yirminci akşamı


sadrazamın yeniçeri ileri gelenlerine verdiği iftarda sekbanbaşı, zağarcıbaşı, turnacıbaşı ve ocak imamının bulunduğu sofrada otururdu (Teşrîfât-ı Kadîme, s. 31). Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra İstanbul ağasının unvanı “hatab emini”ne çevrilmiş, bir süre sonra bu görevli de yerini ihtisab nâzırına bırakmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, MD, nr. 14, s. 338, 526, 793, 907; Mebde-i Kānûn-ı Yeniçeri, vr. 21b-22a, 25b, 112 vd., 143b; ayrıca bk. tür.yer.; Kitâb-ı Müstetâb (nşr. Yaşar Yücel), Ankara 1974, s. 6, 14; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, I, 433; Eyyûbî Efendi Kānûnnâmesi (nşr. Abdülkadir Özcan), İstanbul 1994, s. 38, 45, 48, 49, 58; Ayn Ali, Kavânîn-i Âl-i Osmân, s. 111; L. Marsigli, Osmanlı İmparatorluğunun Zuhur ve Terakkisinden İnhitatı Zamanına Kadar Askeri Vaziyeti (trc. Mehmed Nazmi), Ankara 1934, s. 86-87; D’Ohsson, Tableau général, VII, 316-317; Vâsıf, Târih (İlgürel), s. 382; Teşrîfât-ı Kadîme, s. 31; Ahmed Cevad, Târîh-i Asker-i Osmânî, İstanbul 1299, s. 175-183; Mahmud Şevket Paşa, Osmanlı Teşkilât ve Kıyâfet-i Askeriyyesi, İstanbul 1340, s. 4; Uzunçarşılı, Kapukulu Ocakları, I, 24, 37, 43-44, 48, 258, 262, 397; Sertoğlu Midhat, Osmanlı Tarih Lügatı, İstanbul 1986, s. 6, 164; Pakalın, II, 92.

Abdülkadir Özcan