İSTİHDÂM

(الاستخدام)

Zamirle veya zamirsiz olarak kelimeyi birden çok anlamda kullanma sanatı.

Sözlükte “kullanmak, hizmetçi edinmek, hizmet etmesini istemek” gibi anlamlara gelen ve hıdmet (hizmet) kökünden türeyen istihdâm kelimesinin kökünü “hızla kesmek” mânasındaki pacm ve hacm olarak tesbit eden kaynaklar da vardır (Şürûĥu’t-Telħîś, IV, 326; Muhammed b. Ahmed ed-Desûkī, II, 596). Bedî‘ ilminde anlama güzellik katan söz sanatlarından sayılan istihdâmı İbn Münkız, “iki anlamı olan kelimeyi söz içinde iki anlama da gelecek şekilde kullanmak” şeklinde tarif etmiş ve şu örneği vermiştir: يا ايّها الذين آمنوا لا تقربوا الصلاة وانتم سكارى حتى تعلموا ما تقولون ولا جنباً الّا عابرى سبيل حتى تغتسلوا (Ey inananlar! Sarhoşken ne dediğinizi bilene kadar, cünüpken de -yolcu olanlar müstesna- gusledinceye kadar namaza yaklaşmayın; en-Nisâ 4/43). İbn Münkız, âyette geçen “salât” kelimesinin “namaz kılma fiili” ve “namaz kılınan yer” anlamlarına gelmesinin muhtemel olduğunu, çünkü âyette bu iki mânadan her birine delâlet eden ifadelerin bulunduğunu, “ حتى تعلمواما تقولون ” (ne dediğinizi bilene kadar) ifadesi “salât”ın namaz fiili anlamına, “ إلّا عابري سبيل ” (yolcu olanlar müstesna) kaydının da kelimenin “namaz kılınan yer” mânasına geldiğini gösterdiğini söyler (el-BedîǾ fî naķdi’ş-şiǾr, s. 82).

İstihdâmı, “bir kelimenin söz içinde iki anlamıyla birlikte kullanılması” şeklinde tanımlayan İbn Şîs’in verdiği örnekten onu, bir kelimeyi iki anlam alanını da kapsayacak şekilde kullanmak tarzında anladığı görülmektedir: أنا على عهدك الذي تعلمه لم أحلّ من أمرك عقداّ، ولا مكاناً آنس منك فيه فقداً (Ben bildiğin üzere sana verdiğim söze sadığım: Emirlerinden ne bir akdi bozmuş, ne de senin bulunmadığını farkettiğim yere ayak basmışım) cümlesinde “ حلّ ” kelimesi “düğümü çözmek, akdi bozmak” ve “bir yere girmek, ayak basmak” şeklinde iki farklı anlamı ve kullanım alanını kapsayacak biçimde tekrarsız olarak geçmektedir.

Hatîb el-Kazvînî farklı bir yaklaşımla istihdâmı, “iki anlamı olan kelimenin kendisiyle bir anlamının, zamiriyle de bir başka anlamının kastedilmesi veya kelimenin iki zamirinden her biriyle bir başka anlamının anlatılması” şeklinde tanımlamıştır (el-Îżâĥ fî Ǿulûmi’l-belâġa, s. 502). Bedîiyât sahipleriyle belâgat âlimlerinin çoğu Kazvînî’nin görüşünü benimsemiştir.

İstihdâmda bir kelimenin ikiden fazla anlamda ve ikiden fazla zamirde gerçekleşmesi de mümkündür. Söz konusu kelimenin anlamlarının hepsi hakikat, hepsi mecaz veya biri mecaz, diğeri hakikat olabilir.

فمن شهد منكم الشهر فليصمه (Sizden ayı gören onda oruç tutsun; el-Bakara 2/185) âyetinde “ فليصمه ” kelimesiyle “hilâl”, onun “ الشهر ” ifadesindeki zamiriyle “zaman” (ramazan günleri) kastedilmiştir. Şu âyet de istihdâmın güzel örneklerindendir: لكلِّ اجل كتاب يمحو الله ما يشاء ويثبت(Her ecelin bir kitabı vardır. Allah dilediğini siler, dilediğini sâbit bırakır; er-Ra‘d 13/38-39). Burada “كتاب” iki anlamda (belirli süre, yazılmış kitap) kullanılmıştır. “أجل” kelimesi ilk anlama, “يمحوا” (siler) lafzı da ikinci anlama hizmet etmektedir. İbn Ebü’l-İsba‘, bu örneğe dayanarak iki anlamda kullanılan lafzın ilgili iki kelime arasında olmasını şart koşmuştur (Taĥrîrü’t-taĥbîr, s. 275).

Bedîî sanatların en güzellerinden olan tevriye ve istihdâm birbirine benzemekle birlikte farklıdır. Tevriyede uzak ve


yakın iki anlamı olan bir kelimenin sadece uzak anlamı kastedilirken istihdâmda her iki mâna ya da daha fazla anlam birlikte kastedilir. Safedî, bu iki sanatla ilgili olarak Fażżü’l-ħitâm Ǿani’t-tevriye ve’l-istiħdâm adıyla bir eser yazmıştır (yazma nüshaları için bk. Brockelmann, GAL, II, 33; Suppl., II, 29).

Türk edebiyatında istihdâmın daha çok zamirsiz şekli kullanılmıştır. “Avcının sözü de attığı da saçma idi” cümlesinde “saçma” kelimesinin iki değişik anlamına işaret etmek üzere “söz” (saçma söz / mecazi) ve “atmak” (saçma atmak / hakiki) kelimeleri getirilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Tehânevî, Keşşâf, I, 455; İbn Münkız, el-BedîǾ fî naķdi’ş-şiǾr (nşr. Ahmed Ahmed Bedevî - Hâmid Abdülmecîd), Kahire 1380/1960, s. 82-83; Abdürrahîm b. Ali b. Şîs el-Kureşî, MeǾâlimü’l-kitâbe ve meġānimü’l-iśâbe (nşr. M. Hüseyin Şemseddin), Beyrut 1408/1988, s. 113; İbn Ebü’l-İsba‘, Taĥrîrü’t-taĥbîr (nşr. Hıfnî M. Şeref), Kahire 1383, s. 275-276; Hatîb el-Kazvînî, el-Îżâĥ fî Ǿulûmi’l-belâġa (nşr. M. Abdülmün‘im el-Hafâcî), Kahire 1400/1980, s. 502; Şürûĥu’t-Telħîś, Kahire 1937, IV, 326-328; İbn Hicce, Ħizânetü’l-edeb, Kahire 1304, s. 52-56; Süyûtî, el-İtķān, Beyrut 1973, II, 84-85; Muhammed b. Ahmed ed-Desûkī, Ĥâşiye Ǿalâ Muħtaśari’l-meǾânî, İstanbul 1307, II, 596-598; Brockelmann, GAL, II, 33; Suppl., II, 29; Tâhirülmevlevî, Edebiyat Lügatı (nşr. Kemal Edib Kürkçüoğlu), İstanbul 1973, s. 160-161.

İsmail Durmuş