ISTILÂM

(الاصطلام)

İlâhî tecellinin etkisiyle sâlikin kendinden geçmesi anlamında bir tasavvuf terimi.

Sözlükte “bir şeyi dibinden kesmek, kökünü kazımak” anlamına gelen salm kökünden türeyip aynı mânada kullanılan kelimeye (Kāmus Tercümesi, IV, 369) sûfîler tasavvufî bir anlam yüklemiş ve çeşitli şekillerde tarif etmişlerdir. Serrâc’a göre ıstılâm sâlikin bilincini ortadan kaldıran bir galebe halidir (el-LümaǾ, s. 450). Kuşeyrî sâlikin ıstılâm halinde duyarlığını yitirdiğini, bu hal sürekli olursa ona da mahv denildiğini söyler; mahv durumundaki sâlik için temkin-telvîn, makam-hal gibi hususlar söz konusu olmaz (er-Risâle, s. 225). Hücvîrî ıstılâmı, “Kulun kendinden tamamıyla geçmesine sebep olacak şekilde Hakk’ın tecellisine mazhar olmasıdır” şeklinde tanımlar (Keşfü’l-maĥcûb, s. 506).

Vâsıtî kalplerin intisâf, ıstılâm ve imtihan halinde bulunduğunu, intisâfın ilk, ıstılâmın onu takip eden ikinci hal olduğunu, bunu da tamamıyla silinme (imtihan) halinin takip ettiğini söyler (Serrâc, s. 300). İmtihan halindeki kalple ıstılâm halindeki kalp aynı olmakla beraber ıstılâm imtihandan daha özel ve daha latif bir haldir (a.g.e., s. 450; Hücvîrî, s. 506).

Kâşânî’ye göre ıstılâm bir tür hayret ve sermestlik halidir (Iśŧılâĥâtü’ś-śûfiyye, s. 30; Baklî, s. 628). Muhyiddin İbnü’l-Arabî, ıstılâmın sebebi olarak kulun Hakk’ın cemâlini temaşa etmesini gösterir. Hak, kulun ruhuna cemâl sıfatıyla tecelli edince bu tecelli onda heybet halini meydana getirir. Çünkü güzellik Allah’ın, heybet kulun niteliğidir. Kulun kalbini etkileyen heybet onun organlarını uyuşturur. Istılâmın en ilginç yanı iki zıddı birleştirmesidir. Sâlik hem hareketsizdir, hem de iradesi dışında döndürülmektedir. İbnü’l-Arabî, ıstılâm halini yaşayan Bâyezîd-i Bistâmî ile Şiblî’yi sâliklere örnek olarak gösterir. Bâyezîd-i Bistâmî ıstılâm halinde Allah’tan hiçbir şey dilememeyi dilemişti. İradesi yoktu, ilâhî iradeyle hareket ediyordu. Kendi iradesine nisbetle hareketsizdi, ancak ilâhî iradeye nisbetle hareket halindeydi. Bu durumda fiilde fâni olma, fâil olarak sadece Allah’ı görme esastır. Şiblî ıstılâm halindeyken namaz vakti girince kendine gelir, namazını kılar ve eski haline dönerdi. Her iki durumda da hareket etmiyor, hareket ettiriliyordu (el-Fütûĥât, III, 531).

İbn Teymiyye ıstılâmın eksik ve ârızî bir hal olduğunu, abartılmaması gerektiğini, bazı sâliklerde buna rastlanmadığını söyler ve bu hali yanlış değerlendiren bir kısım mutasavvıfların hulûl ve ittihâda kaydığını belirtir (MecmûǾu Fetâvâ, XIII, 198-199).

BİBLİYOGRAFYA:

Tehânevî, Keşşâf, I, 856; Kāmus Tercümesi, IV, 369; Serrâc, el-LümaǾ, s. 300, 450; Kuşeyrî, er-Risâle, s. 225; Hücvîrî, Keşfü’l-maĥcûb (nşr. M. el-Kettânî), Beyrut 1970, s. 506; Baklî, Şerĥ-i Şaŧĥiyyât, s. 628; Kâşânî, Iśŧılâĥâtü’ś-śûfiyye, s. 30; İbnü’l-Arabî, el-Fütûĥât, III, 53I; İbn Teymiyye, MecmûǾu fetâvâ, II, 343; X, 594; XIII, 198-199; XXXVI, 190; İbn Kayyim, Medâricü’s-sâlikîn, Beyrut 1983, III, 82; İbnü’l-Hatîb, Ravżatü’t-taǾrîf, I, 430; Seyyid Sâdık-ı Gûherîn, Şerĥ-i Iśŧılâĥât-ı Taśavvuf, Tahran 1326, I, 265; Ankaravî, Minhâcü’l-fukarâ, Bulak 1256, s. 234; Dihhudâ, Luġatnâme, IV, 2764.

Süleyman Uludağ