İSTİRCÂ

(الاسترجاع)

Bir musibet anında Allah’ın takdirine rızâ gösterip O’na sığınarak teselli bulmayı ifade eden söz ve davranışlar için kullanılan bir terim.

Sözlükte “geri dönme, yapılmakta olan bir işi, bir davranışı terketme” anlamındaki rücû‘ kökünden türeyen istircâ‘ musibete uğrayan, özellikle bir yakınını kaybeden müminin Bakara sûresinin 156. âyetinde geçen, “Şüphesiz biz Allah’a aidiz ve muhakkak ki O’na döneceğiz” meâlindeki kısmı okuyup bu inancına uygun bir teslimiyet hali ortaya koymasını ifade eder.

İstircâ âyetinin de yer aldığı Bakara sûresinin ilgili bölümünde (2/153-157), müminlere sabırla ve namaz kılarak Allah’ın yardımını dilemeleri emredildikten sonra savaşlarda şehid düşenlere ölü denilmemesi istenmekte, gerçekte onların yaşadıkları bildirilerek bir bakıma şehidlerin kayıp sayılmaması gerektiği vurgulanmaktadır.


Ardından savaş gibi korku ve kaygı verici durumların, açlık ve yokluğun, mal, can ve ürün kaybının Allah tarafından birer imtihan olduğu bildirilerek böyle durumlarda sabırlı ve metanetli olmak gerektiği belirtilmektedir. Bu tür musibet ve acılarla karşılaştıklarında, “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” diyerek Allah’ın hükmünü rızâ ve teslimiyet şuuruyla karşılayan müminler hakkında, “Rablerinin lutuf ve rahmeti işte bunlar içindir ve doğru yolu bulmuş olanlar da bunlardır” denilmektedir. Her ne kadar bu âyetler, hicretten sonra savaş tehdidi ve bunun doğuracağı korku ve acılar, insan, mal ve ürün kaybı gibi sıkıntılarla karşı karşıya gelen müslümanları teselli amacı taşımaktaysa da burada genel olarak insanların her zaman Allah tarafından imtihana tâbi tutulabileceğine işaret edilmekte, gerçek müminlerin böyle durumlarda ortaya koyacakları inançlı ve kararlı tavrın, moral gücünün önemi dile getirilmektedir. Musibetler karşısında takınılması gereken, tasavvuf ve kelâm literatüründe rızâ, tevekkül gibi terimlerle ifade edilen istircâ, müminin bütün varlığıyla Allah’a ait olduğu ve sonunda Allah’a döneceği bilinciyle kurtuluşu yalnız Allah’tan beklemesi şeklindeki bir teslimiyet tavrıyla birlikte bu inancın bir sonucu olarak Allah’ın lutuf ve rahmeti konusunda her zaman ümitli ve iyimser olması şeklinde dinamik bir tavra ve irade gücüne de işaret etmektedir.

Allah’tan gelen her türlü sıkıntıyı bir imtihan kabul ederek sabır ve metanetle, rızâ ve teslimiyetle karşılamanın önemine dair birçok hadis bulunduğu gibi bazı hadislerde istircâ kavramı da geçmektedir. İstircâ âyetinin yorumu münasebetiyle tefsir kitaplarında da zikredilen bu hadislerde (meselâ bk. Fahreddin er-Râzî, IV, 141; İbn Kesîr, I, 285-286) Hz. Peygamber’in, bir musibete mâruz kalan müslümanın isyana kalkışmadan istircâ cümlesini okuyarak Allah’tan gelene razı olması, musibetten dolayı Allah’tan ecir dileyip kendisinden bu musibeti kaldırması ve yerine hayırlar vermesi için dua etmesi durumunda er geç dileğine nâil olacağı, Allah’ın onu uğradığı musibete nisbetle daha hayırlı imkânlara kavuşturacağı bildirilmektedir (Müsned, I, 201; IV, 415; Tirmizî, “Cenâǿiz”, 36). Bazı rivayetlerde insanın ayağına diken batması gibi en küçük sıkıntıların dahi musibet sayıldığı, nitekim Resûl-i Ekrem’in elindeki kandil sönünce istircâ âyetini okuduktan sonra bu küçük olayın bile bir musibet olduğunu, büyük küçük her musibetin hata ve günahlar için kefâret olarak değerlendirileceğini ifade ettiği bildirilmektedir (Buhârî, “Merđâ”, 1-3; Müslim, “Birr”, 45-52). Özellikle yakınlarını kaybedenlerin Allah’ın takdirini sabır ve olgunlukla karşılamalarının faziletini anlatan ve böyle durumlarda istircâda bulunmayı teşvik eden hadisler de vardır (meselâ bk. Müsned, I, 20; III, 317; VI, 313; Müslim, “Cenâǿiz”, 4; Tirmizî, “Cenâǿiz”, 36; “DaǾavât”, 83). Ancak kayıplar karşısında kederlenip taşkınlık yapmadan göz yaşı dökmek insan ruhunun tabii bir hali olarak değerlendirilmiş, bunun sabır, rızâ ve istircâya aykırı olmadığı bildirilmiştir. Nitekim Resûl-i Ekrem de sevdiklerini kaybettiği zamanlarda üzüntüsünü tavırlarıyla ortaya koymuş ve oğlu İbrâhim’in ölümü üzerine göz yaşı dökmesini yadırgayanlara, “Göz yaşarır, kalp hüzünlenir; fakat bizim ağzımızdan ancak rabbimizin razı olacağı sözler çıkar” demiştir (meselâ bk. Buhârî, “Cenâǿiz”, 41, 44, 45; ayrıca bk. MUSİBET; RIZÂ; TEVEKKÜL).

BİBLİYOGRAFYA:

M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “rcǾa” md.; Wensinck, el-MuǾcem, “rcǾa” md.; Müsned, I, 20, 201; III, 317; IV, 415; VI, 313; Buhârî, “Cenâǿiz”, 41, 44, 45, “Merđâ”, 1-3; Müslim, “Cenâǿiz”, 4, “Birr”, 45-52; Tirmizî, “Cenâǿiz”, 36, “DaǾavât”, 83; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, Beyrut 1411/1990, IV, 139-142; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ķurǿân, I, 283-286.

Hayati Hökelekli