İSTİRSÂL

(الاسترسال)

Akidlerde bedeli belirlemenin güvene dayalı olarak karşı tarafa bırakılmasını ifade eden fıkıh terimi.

Sözlükte “salıvermek, güvenmek” mânasına gelen istirsâl, fıkıhta, satım ve icâre gibi ivazlı akidlerde taraflardan birinin sözleşmeye konu olan mal veya menfaatin bedeli konusunda bilgisizliğini ve bu hususta karşı tarafa olan güvenini açıklayarak ondan piyasa fiyatı üzerinden işlem yapmasını istemesidir. Bu şekilde akid yapan kişiye müstersil denir. İstirsâl yerine aynı anlamda istislâm, isti’mân, istinâbe, istinâme kavramları da kullanılır. Kur’an’da geçmeyen istirsâl kelimesine sıhhatleri tartışmalı bazı hadislerde rastlanmaktadır. Hz. Peygamber müstersilin fiyat hususunda aldatılmasının (gabn) farklı rivayetlere göre zulüm, haram, haksız kazanç ve ribâ olduğunu bildirmiştir (Taberânî, VIII, 127; Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, V, 349; Müttakī el-Hindî, IV, 75).

Fıkıh literatüründe istirsâl, model akid konumunda olduğu için ayrıntılı biçimde işlenen satım akdinin bir türü olarak gabn konusuyla da bağlantılı şekilde ele alınır ve burada diğer akidlere de uygulanabilir ölçütler verilmeye çalışılır. İstirsâl murâbaha, tevliye, vedîa ve işrak gibi güvene dayalı şekilde yapılan satım akdi nevilerine (büyûu’l-emâne) benzerse de iki noktada onlardan ayrılır. Birincide esas olan akdin konusunu teşkil eden mal veya hizmetin piyasa değeri iken diğerlerinde maliyet fiyatıdır; öncekinde kendisine güvenilen kişi alıcı veya satıcı olabilirken sonrakilerde sadece satıcıdır. Ancak İbn Habîb es-Sülemî’nin diğer Mâlikîler’ce benimsenmeyen bir görüşüne göre istirsâl sadece alıcının satıcıdan -aksi değil- piyasa fiyatı üzerinden işlem yapmasını istemesidir.

Bu tür bir sözleşmenin gerçekleşmesi için taraflardan birinin akde konu olan mal veya hizmetin piyasa değerini bilmemesi ve fiyat hususunda karşı tarafa güvenerek onun beyanını pazarlıksız kabullenmesi şartları aranır; ayrıca bu kişinin alışveriş ve pazarlık hususunda beceriksiz olması şartını ekleyenler de vardır. Müstersilin karşı tarafça yalan beyanla yanıltılarak gabne mâruz bırakılması, istirsâl akdinin ayırıcı vasfı olmayıp aldatılan tarafın gabn muhayyerliğinin doğuşu için gereklidir (karşı görüş için bk. Muhammed Âl-i Bahrülulûm s. 617; Ali Muhyiddin Karadâğî, I, 654).

İslâm hukukunda akidlerin kuruluş ve geçerliliğinde objektif unsurlar ve tarafların hür iradesi esas alındığından istirsâl usulüyle akidleşme kural olarak câiz görülür. Ancak istirsâle gabn ve tağrîr gibi iradeyi sakatlayan bir husus eklendiğinde durum farklıdır. Karşı tarafa güvendiği için malın piyasa fiyatını belirlemesini ona bırakan kimsenin gabne uğratılması söz konusu hadislerde de açıkça belirtildiği üzere dinen haram görülmüş, ayrıca fakihler, böyle bir durumda gabnin hukukî sonuçlarını ve ona ne tür yaptırımların uygulanacağını tartışmışlardır. İbn Rüşd, gabn durumunda söz konusu hadisler gereğince müstersilin muhayyerlik hakkının doğacağı hususunda icmâ olduğunu ileri sürerse de (el-Muķaddimât, II, 602) konu tartışmalıdır. Mâlikîler ve Hanbelîler’e göre burada gabn, bilgisizlik ve güvenin


kötüye kullanılmasına yönelik sözlü tağrîrden kaynaklandığı ve rızâyı zedelediği için fesih sebebidir. Çünkü hukukî işlemlerde karşılıklı rızâ ve güvenin korunması, rızâ ile irade beyanı arasındaki uyumun araştırılmasının yanı sıra beklenmedik ve hak edilmeyen zararların önlenmesi, açıklık ve dürüstlüğün sağlanması da önemlidir. İstirsâl akdinde karşılıklar arası dengenin bulunması, hem tarafların ön kabulü ve birinin alenî şartı hem de hakkaniyet gereği olduğundan gabn halinde rızânın sakatlandığını kabul etmek gerekir. Bunun için de gabn karşı tarafın bilgisizliği, tecrübesizliği, güveni vb. zaaflarından yararlanma şeklindeki sübjektif unsurla birlikte bulunduğu için sözleşmenin tek taraflı olarak feshini mümkün kılan bir sebep kabul edilir. Hanbelî mezhebi istirsâl akdindeki muhayyerliği gabnin aşırı (fâhiş) olması halinde tanırken Mâlikîler olağan gabn durumunda da tanırlar. İmâmiyye hukukçularından mütekaddimîn müstersile gabn muhayyerliği tanımazken müteahhirîn aksi görüştedir. Meselâ Hür el-Âmilî ve İbn Usfûr el-Bahrânî’ye göre müstersilin, bilgisizliği sebebiyle gabn-i fâhişe mâruz kalması durumunda muhayyerlik hakkı sabit olur. Hanbelîler’e ve müteahhir İmâmiyye fakihlerine göre gabn-i fâhişe mâruz kalan müstersil, akde konu olan malın piyasa fiyatını bilmediğine dair yemin etmesi ve yeminini nakzeden bir delil bulunmaması halinde muhayyerlik hakkını kullanabilir. Bazı hukukçularsa bilgisizliğe dair yemin değil delil gerektiği kanaatindedir. İbn Hazm da taraflardan birinin aldatılmamayı şart koşmasına rağmen bilgi ve rızâsına dayanmayan bir gabne mâruz kalmasının akdi bâtıl kılacağı, malı haram ve haksız yolla yeme sayılacağı, bundan kazanç elde eden tarafı gāsıp konumuna getireceği görüşündedir (el-Muĥallâ, VIII, 439, 442).

Hanefî ve Şâfiî mezhepleri, müstersile özel bir gabn muhayyerliği tanımayıp akde konu olan mal ayıpsız olduğu ve bir aldatma (tağrîr) bulunmadığı sürece soyut gabn-i fâhişi sözleşmenin kuruluş ve devamına engel görmezler. Çünkü gabne mâruz kalan tarafın akid tamamlanmadan önce piyasa fiyatını öğrenme imkânı bulunduğu halde gereğini yapmaması kendi taksiridir. Kişinin kendi bilgisizliği ve beceriksizliği sebebiyle gabne mâruz kalmasını daha ziyade kıymette hata gibi değerlendirdikleri anlaşılan Hanefîler ve Şâfiîler bu durumda objektif bir ölçü olan irade beyanını esas almış, hukukî işlemlerde güven ve istikrarı bozacağı düşüncesiyle ilgili kişiye bir fesih hakkı tanımamıştır. Ancak kıymette hata istirsâl akdindeki gabnden farklıdır. Kıymette hatada hatalı taraf, akid konusu mal veya hizmetin değerini takdirde -müstersilin aksine- karşı tarafa güvenmeyip acelecilik, dikkatsizlik, tedbirsizlik gibi sebeplerle yanılgıya düşer.

Bazı fakihlere göre Habbân b. Münkız hadisinde olduğu gibi (Buhârî, “BüyûǾ”, 48; Müslim, “BüyûǾ”, 48; Ebû Dâvûd, “BüyûǾ”, 66; Tirmizî, “BüyûǾ”, 28) taraflardan birinin diğerine “aldatma yok” demesi suretiyle de istirsâl tahakkuk eder ve gabnin varlığı ile aldatılan tarafın rızâsının sakatlandığını veya haksız bir zarara uğradığını gösteren objektif ölçütlerin bulunması halinde fesih hakkı doğurur. Burada sebebin hususiliğine değil lafzın umumiliğine itibar edilmektedir; söz konusu ifade o günün ticarî örfünde aldatmadan doğan bir muhayyerlik şartı ileri sürme olarak görülmüştür. Mal veya hizmetle fiyatı arasında denklik hususunda aldatma olmaması da şartın kapsamına girer. Daha çok satım akdi üzerinde örneklendirilen istirsâl usulünün icâre gibi diğer ivazlı akidlerde de benzeri sonuçları vardır. İbn Kayyim el-Cevziyye, müstersilin aldatılmaması için gerekli tedbirlerin alınmasını hisbe teşkilâtının görev alanına dahil etmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

Buhârî, “BüyûǾ”, 48; Müslim, “BüyûǾ”, 48; Ebû Dâvûd, “BüyûǾ”, 66; Tirmizî, “BüyûǾ”, 28; Taberânî, el-MuǾcemü’l-kebîr (nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî), Beyrut 1405/1985, VIII, 127; Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, es-Sünenü’l-kübrâ, Haydarâbâd 1344, V, 349; İbn Hazm, el-Muĥallâ, VIII, 409-410, 439-444; İbn Rüşd, el-Muķaddimât, Beyrut, ts. (Dâru sâdır), II, 602; İbn Kudâme, el-Muġnî (Herrâs), III, 584-585; Nevevî, Ravżatü’ŧ-ŧâlibîn (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd - Ali Muhammed Muavvaz), Beyrut 1412/1992, III, 128; İbn Cüzey, el-Ķavânînü’l-fıķhiyye, Tunus 1982, s. 269, 273; İbn Kayyim el-Cevziyye, eŧ-Ŧuruķu’l-ĥükmiyye (nşr. Muhammed Hâmid el-Fıkī), Beyrut 1372/1953, s. 243; Şehîd-i Sânî, er-Ravżatü’l-behiyye, Beyrut, ts. (Dârü’t-taârufi’l-matbûât), III, 352-353; Muttakī el-Hindî, Kenzü’l-Ǿummâl, IV, 75; Buhûtî, Keşşâfü’l-ķınâǾ (nşr. Muhammed Emîn ed-Dannâvî), Beyrut 1417/1997, II, 514-515; Muhammed b. Abdullah el-Haraşî, Şerĥu Muħtaśarı Ħalîl, Beyrut, ts. (Dâru sâdır), V, 152-153; Hür el-Âmilî, Vesâǿilü’ş-ŞîǾa (nşr. Muhammed er-Râzî), Beyrut 1412/1991, XII, 285, 363; İbn Usfûr el-Bahrânî, el-Ĥadâǿiķu’n-nâżıra (nşr. M. Takī el-Îrevânî), Beyrut 1405/1985, XIX, 41-43; Derdîr, eş-Şerĥu’l-kebîr (Muhammed b. Ahmed ed-Desûkī, Ĥâşiye Ǿale’ş-Şerĥi’l-kebîr içinde), [baskı yeri ve tarihi yok] (Dârü’l-fikr), III, 140-141; Muhammed b. Ahmed ed-Desûkī, Ĥâşiye Ǿale’ş-Şerĥi’l-kebîr [baskı yeri ve tarihi yok] (Dârü’l-fikr), III, 140-141; Ahmed b. Muhammed es-Sâvî, Bulġatü’s-sâlik li-Aķrebi’l-mesâlik (nşr. M. Abdüsselâm Şâhîn), Beyrut 1415/1995, III, 117-118; Mustafa Ahmed ez-Zerkā, el-Fıķhü’l-İslâmî fî ŝevbihi’l-cedîd, Dımaşk 1967-68, I, 388-389; Muhammed Âl-i Bahrülulûm, ǾUyûbü’l-irâde fi’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye, Beyrut 1984, s. 614-619; Ali Muhyiddin el-Karadâğî, Mebdeǿü’r-rıżâ fi’l-Ǿuķūd, Beyrut 1406/1985, I, 652-655; Abdürrezzâk Ahmed es-Senhûrî, Meśâdirü’l-ĥaķ fi’l-fıķhi’l-İslâmî, Beyrut, ts. (el-Mecmau’l-ilmiyyü’l-Arabiyyü’l-İslâmî), II, 162-165; “İstirsâl”, Mv.F, III, 296-297.

Cengiz Kallek