İVAZ EFENDİ CAMİİ

İstanbul’da XVI. yüzyılın son yıllarında yapılmış, değişik mimari özelliklere sahip bir cami.

Şehrin surlarla çevrili kuzeydoğu köşesinde Edirnekapı ile Ayvansaray arasında, Eğrikapı yakınında Haliç’e hâkim bir yerde bulunmaktadır. Halk arasında Eğrikapı Camii adıyla da anılan mâbedin yanında bir de meydan çeşmesi vardır. Evvelce sıbyan mektebiyle bir medresenin olduğu bilinmekle beraber bunlardan hiçbir iz kalmadığı gibi yerleri de tesbit edilememiştir. Caminin bânisi Kazasker İvaz Efendi (ö. 994/1586) kıble duvarı önündeki hazîreye defnedilmiştir. Hazîrede adını taşıyan bir mezar taşına rastlanmamakla birlikte tam mihrabın hizasında üzerinde hiçbir yazı olmayan, hazîredeki bütün taşlardan daha büyük silindir biçiminde iki şâhidenin İvaz Efendi’nin kabrine ait olması kuvvetle muhtemeldir.

İvaz Efendi Camii şehrin kara tarafı surlarının çok yakınında, Bizans döneminin son yüzyıllarında imparatorların tercih ettiği bir mekân olan Blakhernai (Vlaherne)


Sarayı kompleksinin kalıntılarının bulunduğu yerdeki teras üzerinde inşa edilmiştir. Avlusunun batı tarafı surlarla sınırlanmış olup burada bir de kule yer almaktadır. Anemas Kulesi diye adlandırılan bu burcun bir vakitler Bizans sarayının bir bölümü olarak kullanıldığı belli olmaktadır. Buradan itibaren Haliç’e doğru sur duvarına paralel biçimde evvelce iki katlı olan kemerli ve tonozlu uzun bir dehliz uzanır. Bu meyilli arazide, üzerindeki saray yapılarına bodrum katı teşkil eden ve Anemas zindanları diye adlandırılan bu mahzenin yukarı ucu İvaz Efendi Camii’nin önündeki avlu düzlüğü altında da uzanmaktadır. Son yıllarda burada meydana gelen bir çöküntü; şimdiye kadar içine girilip incelenmeyen bu kısmın varlığını da ortaya koymuştur.

Ayvansarâyî, İstanbul camilerine dair kitabında diğer eserindeki bilgileri tekrarladıktan sonra camiyle birlikte İvaz Efendi’nin medrese, sıbyan mektebi ve çeşme yaptırdığını bildirerek vakıflarına evlâdının ve soyundan gelenlerin mütevelli olduğuna işaret eder. Caminin surlara yakınlığı yüzünden burada medrese inşa edilmesine imkân yoktur. Belki Haliç tarafındaki boş arsanın yerinde ahşap bir medrese yapılmış ve zamanla kaybolup gitmiştir. Caminin kıble yönünde avlu duvarı dışındaki küçük meydanın ortasında olan kitâbesiz çeşme ise hâlâ durmaktadır.

Caminin tarihçesine dair bilgi yoktur. İstanbul’un geniş bölgelerini harabeye çeviren büyük yangınlardan etkilendiği tahmin edilmektedir. Wolfgang Müller-Wiener, bu bölgede önemli zararlar veren 1729 ve 1782 yangınlarından zarar görmüş olabileceğini söylemekteyse de buna inanmak zordur. Çünkü caminin içinde yangından kolayca etkilenmesi mümkün olan ahşap pencere kapakları ve nakışlı külâhı yine ahşaptan olan minber günümüze kadar gelebilmiştir. XIX. yüzyıl içinde, camiyi üç taraftan çeviren ve İstanbul mimarisinde bir yenilik olan çevre revakları ortadan kalkmış, sadece girişlere ahşaptan camekânlı sundurmalar yapılmıştır. 1940-1950 yılları arasında bunlar da yok olmuş, son yıllarda ise girişlerin önüne öncekilere hiç benzemeyen çirkin bir sundurma inşa edilmiştir.

İvaz Efendi Camii, mimarisi bakımından çağdaşı başka Türk eserlerine benzemeyen çok değişik bir yapıdır. Normal bir şadırvan avlusuna sahip olmadığı gibi bir şadırvanı da yoktur. Ayrıca bu önemli unsurun evvelce varlığını gösteren bir iz de bulunmamaktadır. Mihrap kısmı ileriye taşan kare şeklindeki caminin üç tarafından cephelerini “U” biçiminde sakıflar sarıyordu. Bunlar öne meyilli ahşap çatılara sahip olup ince ahşap direklere dayanıyordu. Bu dayanakların mermer kaideleriyle revakların altıgen biçimli tuğla döşemeleri 1950’li yıllara kadar görülürdü; günümüzde bunlar yok olmuştur. Sağdaki revak bir bakıma son cemaat yeri gibi kullanıldığından alışılmışa ters düşen bir uygulama ile kıble duvarı köşesine ve dışa çıkıntılı yapılan minarenin kürsü kısmında küçük bir mihrap mevcuttur. Bu ölçüdeki ibadethânelerin hepsinde olması gereken üç veya beş bölümlü bir son cemaat yeri de İvaz Efendi Camii’nde bulunmamaktadır. Yanlardaki gibi direklere dayanan ahşap tavanlı bir revak burada aynı görevi yapıyordu ve bir çift mihrap buranın fonksiyonuna işaret ediyordu.

Cami kesme taş ve tuğladan karma malzeme ile yapılmış, bazı yerlerde ve mihrap çıkıntısında yalnız taş kullanılmıştır. Pencere söveleri ise küfeki taşındandır. Her tarafında başka benzerlerinde rastlanmayan yeniliklere sahip olan caminin en şaşırtıcı özelliği giriş cephesidir. Bu cephe öyle tasarlanmıştır ki önünde kemerli, kubbeli bir son cemaat yerinin yapımı düşünülmüş olamaz. Ayrıca her camide bulunan âbidevî bir taçkapı yoktur. Bunun yerine iki yanlarda yer alan insan boyu ölçülerinde mermer söveli yay kemerli ufak kapılardan içeri girilir. Her girişin bitişiğinde ikinci bir giriş daha vardır. Bunlar yukarı galerilere çıkış içindir. Böylece bu cephede iki yanlarda birer ikiz giriş yer almıştır. Cephenin ortasında normal olarak taçkapının yerinde birbirine bitişik dört pencere açılmıştır; üst kısmında da ortada bu dörtlü pencere sistemi sürdürülmüş, ikiz girişlerin üstlerinde altlı üstlü ikişer pencere açılmıştır. Alttaki pencereler dikdörtgen, üsttekiler sivri kemerlidir. Saçak hattın üstünde tromplar hizasında yine sivri kemerli dört pencereli bir tabaka yükselir. Böylece caminin giriş cephesinin iç tarafında zemindekinden başka iki kat halinde mahfiller olması sağlanmıştır. Bunlardan zemindeki ve üstündeki iki sütuna dayanan üç kemerle harime açılır.

Cami plan bakımından dikdörtgen beden içinde altı pâye ile taşınan kubbeli tiptedir. Mihrap, kıble yönünde dışarıya çıkıntılı olarak taşan küçük bir mekân içindedir. Harimi örten ana kubbe, altıgeni meydana getiren ve duvarlardaki pâyelere oturan büyük kemerlere binmektedir. Pandandiflerle geçişi sağlanan ana kubbenin etrafında biri kıble yönünde olmak üzere iki yanda ikişerden toplam beş yarım kubbe bulunmaktadır. Köşelerde zengin mukarnas dolgulu geçişlere sahip tromplar vardır. Harimde, diğerlerinden daha geniş bir kemerle ayrılan mihrap çıkıntısı üzerindeki yarım kubbenin geçişleri içten dilimli tromplarla sağlanmıştır. Kurşun kaplı olan kubbe ve yarım kubbelerin kasnaklarında da pencereler açılmıştır.

Altıgen esaslı camilerde usulden olduğu üzere harimin kıble duvarına kadar uzanan iki yanına mahfil galerileri yapılmıştır. Bunlar, her tarafta altışar olmak üzere sütunlara dayanan sivri Türk kemerlerine bindirilmiştir. Mahfillerin ortalarına isabet eden yerde ileriye taşan birer pâye kubbe altıgeninin destekleridir. Bunlar dış cephelerde de belirlidir. Girişlerin


arasındaki mahfil yandakilerle aynı hizadadır. Fakat şaşırtıcı olan husus, buradaki en üstte olan ve dört pencere ile aydınlanan mahfildir. Buna niçin gerek görüldüğü ve görevinin ne olduğu anlaşılmamaktadır. Bütün galeri ve mahfillerin ahşap korkulukları üslûpsuz ve anlaşıldığı kadarı ile yenidir.

Caminin her tarafında açılmış çok sayıda pencere harimin bol ışık almasını sağlamıştır. Cephelere değişik bir estetik veren pencere düzenlemesi bir dereceye kadar Mimar Sinan’ın eserlerinden Eyüp’te Zal Mahmud Paşa Camii’ni hatırlatır. Bu pencere bolluğu, İvaz Efendi Camii’nde yalnız cephelerle sınırlı kalmayıp kubbe kasnağı ile trompların ve içinde mihrabın bulunduğu yarım kubbe kasnağında da varlığını gösterir. Kıble cephesinde mihrabın üstünde de sivri kemer içinde başka benzerlerine rastlanmayan sivri kemerli büyük bir pencere daha vardır.

Minare alışılmışın dışında kıble duvarının köşesinde yer almış olup kürsü kısmında ufak bir mihrapla cami duvarına bitiştiği yerde içi mukarnaslı küçük bir tromp yer alır. Giriş dışarıdan ve yandadır. Hafifçe pahlandırılmış gövdesi üstünde şerefeye geçişi sağlayan çıkmaları geniş çukurlu mukarnaslar halindedir. Şerefeye kadar yıkık minarenin şerefe korkuluğu ile petek kısmı 1950’den sonra yapılmış, 1990’da tekrar yenilenmiştir.

İvaz Efendi Camii’nin iç süslemesinde çini yalnız mihrapta kullanılmıştır. XVI. yüzyılın en kaliteli İznik çinileriyle kaplanan mihrabın iki kenarındaki ince sütunçelerle kaide ve başlıklarındaki kum saatleri de çiniden yapılmıştır. Mihrap nişini çerçeveleyen çiniler, beyaz zemin üzerinde her bir karoda iki yarım olmak üzere sekiz uçlu yıldızlarla bezenmiştir. Mihrabın iç yüzeyi uzunlamasına dilimler halindedir. Yaprak ve çiçeklerden oluşan bir süslemeye sahip olan, beş tam, iki de yarım pano halindeki yüzeylerin üstlerinde çini üzerine Allah ve Muhammed, Ebû Bekir ve Ömer, Osman ve Ali, Hasan ve Hüseyin, en sonuncuda da “rıdvânullāhi teâlâ” yazıları yer almıştır.

Camideki ahşap işçiliğinden bazı pencere kanatları kalmış, kapılara ise düz tahtadan yeni kapı kanatları takılmıştır. Minber mermerden olmakla beraber çok sadedir. Fakat külâh kısmı son derece zarif ve zengin kalem işi nakışlarla bezenmiştir. Harimdeki kalem işleri ise yenidir. Mahfilleri taşıyan sütunlar ve başlıkları yağlı boya ile kaplanmıştır. Kubbenin ortasındaki yazı güzel bir eserdir. Kubbenin ortasından sarkan avize çok eski olmamakla beraber güzel ve zengindir. Kesme taş avlu duvarı kısmen durmakta ve Dervişzâde sokağına kemerli bir kapı ile açılmaktadır. Bu girişin sol tarafı mimari hüviyeti olmayan yapılarla kaplıdır. Kıble duvarı önünde ise oldukça kalabalık bir hazîre vardır.

Cami ile birlikte yapıldığı tahmin edilen kitâbesiz çeşme altıgen biçiminde bir meydan çeşmesidir. Her cephesinde klasik bir Türk kemeri yer alır. Saçağını teşkil eden, profilli silmenin üzerinde sıralanan taş tomurcuk dizisi görülür. Çeşme 1995 yılı sonlarında Fatih Belediyesi’nce etrafı açılarak meydana çıkarılmıştır. İvaz Efendi Çeşmesi, İstanbul’un kendi türü içinde başka benzeri olmayan küçük fakat çok değerli bir sanat eseridir.

İvaz Efendi Camii, Mimar Sinan’ın yaptığı altıgen sistemli ibadet yerlerinin benzeridir. Bu plan az veya çok değişikliklerle hepsi XVI. yüzyılın ikinci yarısında yapılan Beşiktaş’ta Sinan Paşa, Topkapı’da Ahmed Paşa, Kadırga’da Sokullu Mehmed Paşa, Fındıklı’da Molla Çelebi, Babaeski’de Semiz Ali Paşa, Üsküdar’da Eski Vâlide camilerinde uygulanmıştır. Fakat bu bina, klasik bir son cemaat yerine sahip olmayışı bakımından da alışılmışın dışında kalır. Giriş cephesi Türk sanatında tek örnektir. Harimi üç taraftan saran revak sistemi, Kahire’de Sinan Paşa ve XVIII. yüzyıla ait Mehmed Bey camilerinde görülür. Sinan Paşa Camii 979 (1571) tarihli olup minaresi burada olduğu gibi kıble duvarına bitişiktir; fakat yan revaklar ahşap değil kâgirdir. Mehmed Bey Camii ise 1188’de (1774) yapılmıştır. İvaz Efendi Camii o derece değişik özelliklere sahiptir ki onun da XVI. yüzyıla damgasını vuran Mimar Sinan’ın eseri olabileceği akla gelir. Ancak bu büyük ustanın yaptığı binaların adlarını veren tezkirelerde yer almaz. Hayatının son yıllarında ortaya konan bu eserde onun mimari tutumu çok belirlidir.

BİBLİYOGRAFYA:

Atâî, Zeyl-i Şekāik, s. 291; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, I, 370; Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 147; a.e.: Camilerimiz Ansiklopedisi (haz. İhsan Erzi), İstanbul 1987, I, 199-200; a.mlf., Mecmûa-i Tevârîh (haz. Fahri Ç. Derin - Vâhid Çabuk), İstanbul 1985, s. 233; Sicill-i Osmânî, III, 606-607; Mehmed Ziyâ, İstanbul ve Boğaziçi, İstanbul 1928, II, 127; İbrahim Hakkı Konyalı, Alanya (Alâiyye), İstanbul 1946, s. 428-429; Semavi Eyice, Istanbul, Petit guide à travers les monuments byzantins et turcs, İstanbul 1955, s. 67-68, nr. 97; a.mlf., “İstanbul’un XVI. Yüzyılda Yapılmış Az Tanınan Bir Eski Eseri: İvaz Efendi Camii, Mimarisi ve Çinileri”, Prof. Dr. Şerare Yetkin Anısına Çini Yazıları (haz. Yıldız Demiriz), İstanbul 1996, s. 59-84; a.mlf., “İstanbul Minareleri”, Türk Sanatı Tarihi Araştırma ve İncelemeleri, I, İstanbul 1963, s. 111, rs. 66-67; G. Goodwin, A History of Ottoman Architecture, London 1971, s. 259-261; W. Müller-Wiener, Bildlexikon zur Topographie Istanbuls, Tübingen 1977, s. 428-429; Aptullah Kuran, Mimar Sinan, İstanbul 1986, s. 115, rs. 112-113; Oktay Aslanapa, Osmanlı Devri Mimârisi, İstanbul 1986, s. 302; Jale Erzen, Sinan Dönemi Cami Cepheleri, Ankara 1987, s. 42; Fâtih Câmileri ve Diğer Târihî Eserler (haz. Fatih Müftüğü), İstanbul 1991, s. 149; M. Baha Tanman, “Osmanlı Dönemi Eserleri”, Fotoğraflarla Fatih Anıtları (haz. Fatih Belediyesi), İstanbul, ts., s. 92-93; Hale Tokay, “İvaz Efendi Camii”, DBİst.A, IV, 310-311.

Semavi Eyice