İZZET

(العزّة)

Yenilgiye uğramayı ve aşağılanmayı önleyen güçlü ve saygın konum anlamında bir Kur’an tabiri.

Sözlükte “güçlü ve üstün olmak, galip gelmek, saygın olmak” gibi mânalara gelen izz kökünden isim olan izzet bu anlamları yanında bir kimsenin başkaları karşısında bedensel, psikolojik, ekonomik, sosyal statü vb. yönlerden güçlü, etkin ve saygın olması, baskı altına alınamaz bir konumda bulunması durumunu da ifade eder ve “âcizlik, alçaklık” mânasındaki zilletin karşıtı olarak kullanılır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “Ǿİzz” md.; Lisânü’l-ǾArab, “Ǿİzz” md.; Dozy, II, 123). Râgıb el-İsfahânî Kur’an’da Allah’a, resulüne ve müminlere mahsus olduğu bildirilen izzeti (el-Münâfikūn 63/8) kesintisiz ve sonsuz olduğu için “hakiki izzet”, bunların dışında kalanların kendilerinde vehmettikleri izzeti de “sunî izzet” şeklinde değerlendirir. Aynı kökten sıfat olan azîz “güçlü, üstün ve hâkim konumda bulunan, yenilmeyen, eşi benzeri olmayan” anlamlarında hem Allah’ı hem de insanı nitelemek için kullanılmaktadır (Fahreddin er-Râzî, LevâmiǾu’l-beyyinât, s. 147-148). Kaynaklarda “izzet bahşeden” mânasında muiz kelimesi esmâ-i hüsnâdan biri olarak kaydedilmektedir (İbn Mâce, “DuǾâǿ”, 10; Tirmizî, “DaǾavât”, 82). Kur’ân-ı Kerîm’de izzet on bir yerde, aynı kökten fiil ve isim kalıbında kelimeler ise 110 defa geçmekte, bunlardan azîz, büyük çoğunluğu Allah’ın isimlerinden olarak doksan dokuz âyette yer almaktadır. Bu âyetlerin tamamında azîz Allah’ın başka isimleriyle birlikte geçmektedir. Bu isimler Allah’ın mutlak gücünü ve tasarrufunu yahut rahmet, mağfiret ve lutufkârlığını ifade eden ya da ilim ve hikmetine vurgu yapan isimlerdir (bk. AZÎZ). Bir düşünceye göre Allah’ın isimlerinin her birinde kullara bir mesaj vardır; ayrıca daha çok tasavvuf kitaplarında rastlanan anlayış istikametinde insanların Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmaları gerektiği belirtilir. Bundan dolayı azîz isminin bu sıfatlarla birlikte kullanılmasında insanlara hem güçlü olmaları hem de merhamet, bağışlama, bilgi, hikmet gibi erdemlerle de donanmaları gerektiği yönünde bir mesaj bulunduğu da düşünülebilir. İzzet ve türevlerinin Kur’an’da geçen anlamlarıyla hadislerde de kullanıldığı


görülmektedir (Wensinck, el-MuǾcem, “Ǿİzz” md.).

İzzet kelimesi Allah ve müminler hakkında olumlu bir anlam ifade ederken inkârcı ve münafıklar hakkında kullanıldığında onların İslâm, Kur’an ve gerçekler karşısında bilinçsizce kapıldıkları kibir, gurur, inat ve öfke duygularını, bu duyguların etkisiyle işledikleri kötülükleri sürdürmelerini anlatır. Meselâ Sâd sûresinin başında (38/2) Kur’an’ın irşad edici önemine dikkat çeken âyetin arkasından inkârcıların Kur’an karşısındaki olumsuz tavırları, “İnkâra sapanlar izzet ve sapkınlık içindedir” şeklinde ifade edilir. Bakara sûresinde (2/206) münafıkların karakteristik davranışlarına dair bilgi verilirken böylelerine Allah’a saygıyla itaat etmeleri tavsiye edildiğinde izzet duygularının kendilerini günaha sevkettiği belirtilir. Râgıb el-İsfahânî bu âyetteki izzeti “yerilen anlamıyla öfke ve sertlik” şeklinde açıklar. Fahreddin er-Râzî de aynı kelime-yi “kibir, cehalet ve delilleri kavrama yoksunluğu” olarak izah ederken (Mefâtîĥu’l-ġayb, V, 173) İbn Âşûr bunun, bir kimsenin sosyal statüsüne aldanıp böbürlenmesi ve bu yüzden nasihatlere kulak asmaması mânasına geldiğini belirtir. Gazzâlî, İĥyâǿü Ǿulûmi’d-dîn adlı eserinde olumsuz izzeti kibirle eş anlamlı olarak kullanmaktadır. Onun yaptığı psikolojik tahlillere göre kişi bazı yüksek niteliklere sahip olduğunu düşününce kendisinin başkalarından üstün olduğu vehmine kapılır. Bu kanaate “kendini büyük görme” (izzü’n-nefs, teazzüzü’n-nefs), bu duygunun etkisiyle olumsuz davranışlarda bulunmaya da “tekebbür” denir. Gazzâlî, bu anlamdaki izzetin ve kibir duygusunun “cennetin kapıları” dediği güzel huyların kazanılmasına engel olacağını söyler; sevgi, tevazu, hoşgörü ve doğruluk gibi er-demlerden yoksun kalma ile kin, öfke, kıskançlık gibi kötü huylara bulaşmada kibir ve izzetin mutlak etkisinin bulunduğunu belirtir (III, 344-345). Ancak Gazzâlî’ye göre insan alçak gönüllü olmaya çalışırken tevazu sınırını aşarak kendini aşağılık (mezellet) durumuna da düşürmemelidir (a.g.e., III, 368-369). Fahreddin er-Râzî de gerçek müminlerin inananlara karşı alçak gönüllü ve şefkatli, inkârcılara karşı güçlü, dirayetli ve onurlu olduklarını bildiren âyette (el-Mâide 5/54) geçen “ezille” kelimesini açıklarken bunun “alçalma ve küçülme” (mehânet) olarak anlaşılmaması gerektiğini söyler (Mefâtîĥu’l-ġayb, XII, 21-22). Bu açıdan bakıldığında izzetle kibrin farklı iki kavram olduğu anlaşılır. İzzet müminin kendi varlığının hakikatini bilmesi, tanıması ve ona dünyevî ihtiyaçlarını gerektiği kadar sağlamasıdır; kibir ise kişinin kendini doğru tanımaması ve olduğundan büyük görmesidir. Şu halde izzet şeklî olarak kibre benzerse de mahiyet itibariyle ondan farklıdır. Nitekim tevazu da zillete benzemekle birlikte tevazu erdem, zillet erdemsizliktir (a.g.e., XXX, 16-17). Ahlâk kitaplarında insanın kendini zilletten koruması çoğunlukla “hürriyet” kelimesiyle ifade edilir ve bu hususta kişinin kendi şerefini (izzü’n-nefs, şerefü’n-nefs) korumasının, kimsenin elindekine göz dikmeden minnetsiz bir hayat yaşamasının, yalnız Allah’a dayanıp güvenerek hakiki izzeti O’ndan beklemesinin gerekliliği üzerinde önemle durulur (meselâ bk. Ebü’l-Hasan el-Âmirî, s. 106-107; İbn Hibbân, s. 142-148; Mâverdî, s. 306-309, 314-321; İbn Hazm, s. 52-53, 59, 79). Buna göre kişi izzeti, kendi nefsini başkalarından üstün görme eğiliminin bir ifadesi olarak değil sahip olduğu dinden ve temsil ettiği, inanıp bağlandığı yüce değerlerden gelen bir güç ve onurun ifadesi olarak görmelidir. İnsan, İslâm’dan ve onun kazandırdığı değerlerden uzaklaşması halinde izzetten de yoksun kalır. Çünkü izzet sadece Allah’a mahsus olup (en-Nisâ 4/139; Fâtır 35/10) müminlerin, hatta peygamberlerin sahip olduğu izzet ilâhî bir lutuftan ibarettir (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, XI, 64). Bu lutfa erişebilmek için samimi bir inanca sahip olmanın yanında Allah’ın çizdiği yolda yürümek gerekir. İnsanlar izzetin kaynağı olan Allah’a ne kadar yakın olurlarsa izzetten de o kadar pay alırlar (Gazzâlî, el-Maķśadü’l-esnâ, s. 51).

İslâm’daki ulûhiyyet anlayışına uygun olarak Kur’an’da, izzetin tamamen Allah’a mahsus olduğu (Fâtır 35/10) ve O’nun dilediğini aziz, dilediğini zelil kıldığı belirtilir (Âl-i İmrân 3/26). Fahreddin er-Râzî bu âyeti açıklarken izzetin din veya dünya ile ilgili olacağını, dinle ilgili olan en yüce izzetin Allah’a iman olduğunu ifade eder. Zilletlerin en aşağısı ise inkârdır. Böylece Allah bazı insanları iman ve irfanla aziz, bazılarını da inkâr ve sapkınlıkla zelil kılar (Mefâtîĥu’l-ġayb, VIII, 7-8). Bu düşünceden hareketle son dönem İslâm bilgin ve düşünürleri, müslüman toplumların kendi dinlerinin ilkelerinden uzaklaştıkça izzetlerini de kaybettiklerini, onları içine düştükleri durumdan kurtaracak gücün yine İslâm’ın izzeti olduğunu söylemektedir (meselâ bk. Reşîd Rızâ, V, 463).

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “Ǿİzz” md.; Lisânü’l-ǾArab, “Ǿİzz” md.; Dozy, Supplément aux dictionnaires arabes, Beyrouth 1988, II, 123; Wensinck, el-MuǾcem, “Ǿİzz” md.; M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “Ǿİzz” md.; İbn Mâce, “DuǾâǿ”, 10; Tirmizî, “DaǾavât”, 82; Ebü’l-Hasan el-Âmirî, el-Emed Ǿale’l-ebed (nşr. E. K. Rowson), Beyrut 1979, s. 106-107; İbn Hibbân, Ravżatü’l-Ǿuķalâǿ ve nüzhetü’l-fużalâǿ (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd v.dğr.), Beyrut 1397/1977, s. 142-148; Mâverdî, Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, Beyrut 1978, s. 306-309, 314-321; İbn Hazm, el-Aħlâķ ve’s-siyer, Beyrut 1405/1985, s. 52-53, 59, 79; Gazzâlî, İĥyâǿ, III, 344-345, 368-369; a.mlf., el-Maķśadü’l-esnâ, s. 51; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, Beyrut 1411/1990, V, 173; VIII, 7-8; XI, 64; XII, 21-22; XXX, 16-17; a.mlf., LevâmiǾu’l-beyyinât, Mısır 1323, s. 147-149; Şevkânî, Feŧhu’l-ķadîr, Beyrut 1412/1991, V, 125; Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-menâr, V, 463; İbn Âşûr, et-Taĥrîr ve’t-tenvîr, Tunus 1984, II, 271.

Mustafa Çağrıcı