KABZ

(القبض)

Sâlikin mânevî bir tutukluk içinde bulunması halini ifade eden tasavvuf terimi.

Sözlükte “daralma, büzülme; tutukluk, durgunluk, sıkılma, tasalanma” gibi anlamlara gelen kabz, tasavvuf terimi olarak sâlikin bir anda kalbine gelen (bk. VÂRİD) mânevî sıkıntı, huzursuzluk sebebiyle


hissettiği tutukluk ve durgunluk halini anlatır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “bsŧ”, “ķbż” md.leri; Kāmus Tercümesi, II, 1291; III, 22) ve genellikle karşıtı olan bast ile (rahatlık, ferahlık) birlikte kullanılır. Kabz ve bast halleri diğer mânevî haller gibi geçicidir. Sûfîler bu tür halleri kaynağı, sebebi, ortaya çıkış şartları bakımından çeşitli sınıflara ayırmışlardır. Havf ve recâ, heybet ve üns halleri de kabz ve basta benzer. Kuşeyrî’ye göre kabz ve bast havf ve recâdan, heybet ve üns de kabz ve basttan daha yüksek hallerdir. Havf ve recâ sülûkün başlangıcındaki müridlerde, kabz ve bast âriflerde, heybet ve üns kâmillerde görülür. Havf ve recâ halinde bulunan sâlikin gönlünde gelecek zaman, kabz ve bast halinde bulunan sâlikin gönlünde ise şimdiki zaman vardır. Sâlik bu anlamda ibnü’l-vakttir. Kabz ve bast hallerinin niteliği ve şiddeti vâridin niteliğine ve şiddetine bağlıdır. Vârid kuvvetli olursa sâliki tamamıyla kendinden geçirir. Bir uyarı veya kınamaya işaret eden vârid kalpte mutlaka bir kabz hali, ilâhî yakınlığa ve lutfa yönelmeye işaret eden vârid ise bast hali doğurur. Sâlikin yaşadığı kabz haliyle bast hali aynı nisbette olur (et-TaǾrîfât, “ķabż” md.; Kuşeyrî, s. 198). Sâlik bazan yaşadığı kabz veya bast halinin sebebini bilmeyebilir. Bu durumda eğer kabz halinde ise buna teslimiyet göstermesi, iradesiyle bu hali uzaklaştırmaya kalkışmaması gerekir. Aksi takdirde kabzı daha da artar. Bundan dolayı sâlik bu halin kendiliğinden geçmesini beklemelidir. Zaman zaman bast halinin sâliki heyecanlandırdığı, ölçüsüz şekilde konuşmasına sebep olduğu görülür. Böyle durumlarda onun elinden geldiğince sükûnetini ve edebini koruması gerekir. Bast halinin zevkine kapılanların bazan ayakları sürçer ve mânevî hallerini yitirirler. Nitekim sûfîler “şathiyyât” denilen sözleri genellikle bast halinde söylemişlerdir. Bu hali ifade etmek üzere inbisat, dilâl, naz ve niyaz gibi tabirler de kullanılır (Gazzâlî, İhyâǿ, IV, 331-332). İrfan seviyesi yüksek sûfîler, daha üstteki hallere göre kabz ve bastın Allah’a sığınılması gereken hallerden olduğunu söylerler.

Sâlik bazan tutuk ve tedirgin olur, aklına hiçbir şey gelmez, zihni boştur, söyleyecek bir söz bulamaz; bazan da neşeli ve kendinden emindir, zihni açık, gönlü geniştir. Sûfîler ilk hali kabz ve inkıbaz, ikincisini de bast ve inbisat şeklinde adlandırır ve her iki halin de Allah’tan geldiğini söylerler; Allah uğruna savaşarak özveride bulunmayı öven bir âyette geçen (el-Bakara 2/245) ve nimeti daraltanın da (kabz) genişletenin de (bast) Allah olduğunu belirten ifadeyi bu anlamda yorumlarlar. Kābız ve bâsıt Allah’ın isimlerindendir. İnsan ise bu hallere konu olması itibariyle makbûz-mebsûttur (munkabız-münbasıt). Allah bazan celâlini ve azametini göstererek kalpleri kabzeder, daraltır; bazan da cemalini ve lutfunu göstererek onları bast eder, açar (Gazzâlî, el-Maķśadü’l-esnâ, s. 60). Hz. Peygamber’in kaygı verici bir açıklama yaptığında sahâbîlerin üzüldüklerini, hemen ardından müjdeleyici bir açıklama yapınca da sevindiklerini bildiren hadisler vardır (meselâ bk. Buhârî, “Riķāķ”, 45; Müslim, “Îmân”, 379; Tirmizî, “Cennet”, 13). Sülemî sahâbenin üzülmesini kabz, sevinmesini bast haline örnek gösterir. Serrâc’a göre kabz ve bast âriflerin iki şerefli halidir. Allah kabzettiği kişiyi dünyadan çeker, bast edince de onu koruması altında dünyaya geri gönderir. Hücvîrî ise kabz sebebinin hicâb (Hakk’ın kendini perdelemesi), bast sebebinin de tecelli olduğu görüşündedir (Keşfü’l-maĥcûb, s. 489). Bazı sûfîler âyette önce zikredilişinden hareketle kabzın, bazıları ise bastın daha üstün olduğunu söylemişlerdir. Muhyiddin İbnü’l-Arabî havf ve recânın nefs, kabz ve bastın ise kalp mertebesinde hâsıl olduğunu söyler. Allah kalp mertebesindeki kulu zâhirde halkın içine salıverir (bast), öte yandan halka rahmet olmak üzere onu bâtınen katına alır (kabz) (el-Fütûĥât, II, 670). Şehâbeddin es-Sühreverdî, kabz ve bastı kötülüğü emreden nefsin galip veya mağlûp durumda olmasıyla açıklar. Nefsin galip durumda olmasından dolayı kalbe gelen üzüntü kabz, mağlûp durumda olmasından hâsıl olan sevinç ise basttır (ǾAvârifü’l-maǾârif, s. 517-520). Buna göre bast sevinmeyi, kabz mahvoluşu gerektirir. Âriflerin sevinci vuslata, mahvoluşları hicrana işaret eder.

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “bsŧ”, “ķbż” md.leri; et-TaǾrîfât, “ķabż” md.; Tehânevî, Keşşâf, I, 127; Kāmus Tercümesi, II, 1291; III, 22; Buhârî, “Riķāķ”, 45; Müslim, “Îmân”, 379; Tirmizî, “Cennet”, 13; Serrâc, el-LümaǾ, s. 419; Sülemî, Ŧabaķāt, s. 163, 499; Kuşeyrî, er-Risâle, Kahire 1966, s. 197-198; Hücvîrî, Keşfü’l-maĥcûb, Tahran 1338 hş., s. 488-495; Herevî, Menâzil, Kahire 1310, s. 44; Gazzâlî, İĥyâǿ, Kahire 1939, IV, 331-332; a.mlf., el-Maķśadü’l-esnâ, Kahire 1322, s. 59-60; Sühreverdî, ǾAvârifü’l-maǾârif, Beyrut 1966, s. 517-520; İbnü’l-Arabî, el-Fütûĥât, II, 670; Azîz Nesefî, el-İnsânü’l-kâmil, Tahran 1403/1983, s. 115, 118, 466; İbn Kayyim el-Cevziyye, Medâricü’s-sâlikîn, Kahire 1403/1983, III, 305-317; el-MuǾcemü’ś-śûfî, s. 897-900.

Süleyman Uludağ