KADEM-i ŞERİF

(قدم شريف)

Hz. Peygamber’e izâfe edilen ayak izi.

Taş veya tuğla zemin üzerinde bulunan ve “nakş-ı kadem-i saâdet” de denilen ayak izidir. Bazı peygamberlerin mûcizeleri arasına sert zemine ayak izlerinin çıktığı rivayeti de katılmış ve dünyanın çeşitli yerlerinde bunun birçok örneğine rastlandığı ileri sürülmüştür. Hatta bu tür izlerin Buda’ya ve Hz. Ali’ye (ayrıca atına) izâfe edildiği de görülmektedir. Bu izlerin en ünlüsü, Mescid-i Harâm’daki makām-ı İbrâhim’de bulunan ve Hz. İbrâhim’e ait olduğu söylenendir. Tâbiîn müfessirlerinden Mücâhid, “Orada açık nişâneler, İbrâhim’in makamı vardır” (Âl-i İmrân 3/97) âyetindeki “nişâneler”i bu izlerle yorumlamıştır (Taberî, CâmiǾu’l-beyân, IV, 11). Rivayete göre hicret sırasında Resûl-i Ekrem’i takip edenler onun izini Hz. İbrâhim’inkine benzetmişlerdir (İbn Hacer, III, 292).

Kadem-i şeriflerin en önemlisi Kudüs’te Kubbetü’s-sahre’deki kaya üzerinde olanıdır; bu izin mi‘racdan kaldığı söylenir. Ahmed Teymur Paşa, Hz. Peygamber’e izâfe edilen kendisinin bildiği diğer ayak izleri hakkında ayrıntılı bilgiler vermektedir. Ona göre sayıları yedi olan bu kadem-i şeriflerin dördü Mısır’da, ötekiler Kudüs, İstanbul ve Tâif’tedir. Mısır’da bulunan ayak izlerinden biri, sonradan adı Mescidü eseri’n-nebî olan Ribâtü’l-âsâr’da, bir diğeri Sultan Kayıtbay Türbesi’ndedir. Kayıtbay’ın 20.000 dinara satın alarak mezarının baş ucuna konulmasını vasiyet ettiği ayak izini Sultan I. Ahmed İstanbul’a getirtmiş, fakat gördüğü bir rüya üzerine izin bir kopyasını çıkarttıktan sonra aslını geri göndermiştir (Ahmed Teymur Paşa, s. 58). I. Ahmed bu vesileyle bir de dörtlük yazmıştır (N’ola tâcım gibi başımda götürsem dâim / Kadem-i nakşını ol hazret-i şâh-ı rusülün / Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidir / Ahmedâ durma yüzün sür kademine o gülün). Mısır’daki kadem-i şeriflerin üçüncüsü Ahmed Bedevî Türbesi’nde, sonuncusu da Cîze’nin Bernebîl köyündeki Yûnus Emre makamındadır. Tâif’te bulunduğu söylenen ise sonradan adı Mescidü’l-kû’ya çevrilen Mescidü’l-mevkıf’tadır.

Osmanlı sultanları diğer mukaddes emanetler gibi kadem-i şeriflere de büyük bir hürmet göstermişlerdir. I. Abdülhamid, Şam yakınlarındaki Kadem köyünde içinde bir kadem-i şerif saklanan mescidin bânisi Şeyh Seyyid Muhammed Ziyâd’dan kadem-i şerifi İstanbul’a getirmesini istemiş ve onu başı üstünde taşıyarak getiren şeyh, padişahtan büyük saygı gördüğü gibi Sadrazam Halil Hamîd Paşa tarafından da kendisi için Samatya’da (Davutpaşa İskelesi) Kadem-i Şerif adıyla bir tekke yaptırılmıştır (bu kadem-i şerif halen I. Abdülhamid’in türbesindedir). Topkapı Sarayı Hırka-i Saâdet Dairesi’nde dördü taş, ikisi tuğla olmak üzere altı adet kadem-i şerif korunmaktadır. Bunların en çok önem verilen ve kapaklı altın çerçeve içinde tutulanı, nizâmiye alay emîri Ahmed Bey tarafından Trablusgarp’tan getirilerek Sultan Abdülmecid’e sunulmuştur. Altın mahfazası 1877’de II. Abdülhamid tarafından yaptırılan bu kadem-i şerifin Yâkūt el-Hamevî’nin de sözünü ettiği, mi‘rac sırasında Hz. Peygamber’in Kubbetü’s-sahre’de kalan ayak izi olduğu söylenir (Öz, s. 26). İstanbul’da Eyüp Sultan ve III. Mustafa türbelerinde de birer kadem-i şerif muhafaza edilmektedir. Hindistan’ın Eski Delhi, Cuttack Gaur ve Bengladeş’in Narayanganj şehirlerinde de birer kadem-i şerif bulunmakta, ayrıca yine Hindistan’da Leknev’de Mekke’den getirildiği söylenen bir tanesinin de 1857 sipahi ayaklanması sırasında tahrip edildiği bilinmektedir. Mekke’de de Mescid-i Harâm’da Zemzem Kuyusu yakınında Resûl-i Ekrem’e izâfe edilen bir ayak izi ile üzerine yapılmış bir kubbe vardı; ancak Mekke Emîri Avnürrefîk tarafından ortadan kaldırılmıştır (Ahmed Teymur Paşa, s. 66).

Takıyyüddin es-Sübkî, Şehâbeddin Ahmed b. Muhammed el-Kastallânî, Şehâbeddin el-Hafâcî ve Abdülganî en-Nablusî taş üzerine iz çıkması olayını mümkün gören ve kabul edenlerdendir. Ebû Bekir İbnü’l Arabî, el-Muvaŧŧaǿ şerhinde mi‘rac sırasında Kubbetü’s-sahre’de meydana gelen ayak izinden söz eder (III, 1076). Minhâcî de onun görüşlerini tekrarlar (İtĥâfü’l-aħiśśâ, I, 134). Celâleddin es-Süyûtî ise bu konuda hadis kaynaklarında herhangi bir rivayetin olmadığını söyler (el-Ĥâvî, II, 276). İlk dönem siyer ve hadis kitaplarında da yer almayan taşa iz çıkması olayını bir kısım ulemâ şiddetle reddeder. Şehâbeddin İbnü’l-Acemî, Tenzîhü’l-Musŧafâ el-Muħtâr Ǿan mâ lem yeŝbüt mine’l-aħbâr adlı eserinde bunu reddeden ulemânın görüşlerine geniş şekilde yer vermiştir (bk. bibl.). Bu âlimlerin başında gelen İbn Teymiyye çeşitli eserlerinde konuya temas etmiş ve kadem-i şeriflerin bazı sahtekârların yonttukları taşlarla ortaya çıktığını, cahil kimselerin de bu taşları meshedip öptüğünü söyler. Ona göre Kubbetü’s-sahre’deki dahil olmak üzere Hz. Peygamber’e izâfe edilen bütün ayak izleri sahtedir ve onlarla teberrük etmek de itikadî açıdan sakıncalıdır (MecmûǾu fetâvâ, XXVII, 13, 135; İķtiżâǿü’ś-śırâŧi’l-müstaķīm, s. 318, 427-428). Mehmed Münîb Ayıntâbî Âsârü’l-hikem fî nakşi’l-kadem adlı bir risâle yazmış ve Resûl-i Ekrem’in ayak izinin kaya gibi sert zemine çıkmasının mümkün olduğunu ispata çalışmıştır. Ayıntâbî, bu olayın Hz. Peygamber’in mûcizelerinden biri olduğunu ve birkaç defa vuku bulduğunu ileri sürer. Müellif eserinin bir bölümünü, I. Abdülhamid döneminde İstanbul’a getirilen Şam’daki ayak izinin ne zaman oluştuğu konusuna ayırmış ve Resûlullah Suriye’ye bi‘setten önce gittiği için izin peygamberlik öncesinden kaldığı sonucuna varmıştır; bu arada başka yerden getirilme veya kopya olma ihtimallerini de düşünür. Kadem-i şeriflerle teberrükü Hz. Peygamber’e sevgiyi gösteren bir


bid‘at-i hasene olarak kabul edenler de vardır (Mehmed Münîb Ayıntâbî, vr. 18a).

BİBLİYOGRAFYA:

Taberî, CâmiǾu’l-beyân, IV, 11; a.mlf., Târîħ, Beyrut 1407, I, 156; Ebû Bekir İbnü’l- Arabî, el-Ķabes fî şerĥi Muvaŧŧaǿi Mâlik b. Enes (nşr. M. Abdullah Vülid Kerîm), Beyrut 1992, III, 1076; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, V, 168; Kurtubî, el-CâmiǾ, Kahire 1372, II, 113; Zekeriyyâ b. Muhammed el-Kazvînî, Âŝârü’l-bilâd, Beyrut, ts. (Dâru sâdır), s. 161; İbn Teymiyye, MecmûǾu fetâvâ, XXVII, 13, 135; a.mlf., İķtiżâǿü’ś-śırâŧi’l-müstaķīm (nşr. M. Hâmid el-Fıkī), Kahire 1369/1950, s. 318, 427-428; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ķurǿân, I, 385; İbn Hacer, el-İśâbe, III, 292; Minhâcî, İtĥâfü’l-aħiśśâ bi-feżâǿili’l-Mescidi’l-Aķśâ (nşr. Ahmed Ramazan Ahmed), Kahire 1982, I, 134-135; Süyûtî, el-Ĥâvî li’l-fetâvî, Beyrut, ts. (Dârü’l-kitâbi’l-Arabî), II, 274-276; Nûreddin el-Halebî, İnsânü’l-Ǿuyûn, Beyrut, ts. (Dârü’l-maârif), II, 81-82; Ebû Zekeriyyâ Muhyiddin Yahyâ, Tehźîbü’l-esmâǿ, Beyrut 1996, I, 139; Şehâbeddin İbnü’l-Acemî, Tenzîhü’l Muśŧafâ el-Muħtâr Ǿan mâ lem yeŝbüt mine’l-aħbâr, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3611, vr. 3a-b, 5a, 6b, 7a, 10b, 11b; Hüseyin Vassâf, Sefîne, I, 363-364; Mehmed Münîb Ayıntâbî, Âsârü’l-hikem fî nakşi’l-kadem, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 2184, vr. 6a-b, 7a, 8a, 13a, 17a-b, 18a; Tahsin Öz, Hırka-i Saadet Dairesi ve Emânât-ı Mukaddese, İstanbul 1953, s. 26; Ahmed Teymur Paşa, el-Âŝârü’n-nebeviyye, Kahire 1971, s. 53-72; W. G. Palgrave, Narrative of A Year’s Journey Thorough Central and Eastern Arabia (1862-63), Frankfurt 1995, II, 19; Nebi Bozkurt, “Mukaddes Emânetlerin Tarihi ve Osmanlı Devletine İntikâli”, MÜİFD, sy. 13-15 (1997), s. 13-14, 17-18; T. W. Arnold - J. Burton-Page, “Ķadam Ѕћarīf”, EI² (İng.), IV, 367-368.

Nebi Bozkurt