KADINEFENDİ

XVIII. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı padişah hanımlarına verilen unvan.

İlk devirlerde Osmanlı padişah hanımları için kadın kelimesinin Arapçalaşmış şekli olan hâtun unvanı kullanılırdı. Osman Bey’in hanımı Mal Hatun, Yıldırım Bayezid’in hanımı Devlet Hatun, Fâtih Sultan Mehmed’in hanımı Sitti Mükrime Hatun bu hususta örnek olarak zikredilebilir. Padişahlar Fâtih dönemine kadar Bizans imparatorları, Anadolu beyleriyle Sırp ve Bulgar krallarının kızlarıyla evlendiler.


Bu evlilik törenleri hayli görkemliydi. Ancak Fâtih’ten itibaren dışarıdan kız alma usulüne son verdiler ve hanımlarını saraydaki câriyelerden seçmeye başladılar. Bu usulün uygulandığı dönemlerde bile Kanûnî Sultan Süleyman, II. Osman ve Sultan İbrâhim bağlandıkları kadınlarla resmî nikâh yapmışlarsa da bu tür evlilikler saray çevresinde pek hoş karşılanmamıştır (Alderson, s. 153). Söz konusu nikâhların şekliyle ilgili en ayrıntılı bilgi I. Abdülhamid dönemine ait bir belgede bulunmaktadır. Belge, I. Abdülhamid’in beşinci kadınıyla nikâhlanmasına dair olup 20 Ekim 1774 tarihlidir. Buna göre nikâh töreni şu şekilde gerçekleşir: Nikâh için eşref saat belirlenir ve Hırka-i Şerif Odası önceden hazırlanır. Dârüssaâde ağası, hazîne-i şehriyârî, hazine vekili, hazine kethüdâsı ve padişah imamı, kapı ve perdeleri kapatılmış olan Hırka-i Şerif Odası’nda kafes arkasında gizlice bir araya gelir ve mihr-i müecceli belirleyerek nikâhı kıyar. Belgede açıkça belirtilmemesine rağmen taraflar nikâhta vekille temsil edilir. Nikâhın ardından şerbetler içilir ve merasim sona erer (Sarıcaoğlu, s. 6).

XVIII. yüzyıla kadar padişah hanımlarını nitelemek için hatun dışında “haseki”, “sultan” ve nâdiren de “hanım” (Âkıle Hanım, Şeyhülislâm Hocazâde Esad Efendi’nin kızı ve II. Osman’ın hanımı) gibi unvanlar kullanılmıştır. III. Ahmed’den itibaren ise kadın veya kadınefendi unvanı yaygınlık kazanmaya başladı. Bu dönemden sonra sultan kelimesi daha ziyade padişah kızlarını niteler oldu. Öte yandan oğlu tahta geçen kadınefendiler de vâlide sultan olarak bu unvanı kullanmaya devam ettiler.

Saraya yeni alınan ve “acemi” denilen câriyeler burada sıkı kurallara göre eğitilir, zamanla şâkird, kalfa ve ustalığa yükselirlerdi. Padişahın dikkatini çekip firâş-ı hümâyuna dahil olanlar gözde veya ikbal olurlardı. İkbal uygulamasına ilk defa II. Mustafa döneminde rastlanır. Daha sonraki devirlerde padişahların aldıkları ikbal sayısı bir ile altı arasında değişmiştir. Sayıları birden fazla olunca kendi aralarında başikbal, ikinci ikbal, üçüncü ikbal şeklinde sıralanırlardı. Padişaha çocuk veren ikballere kadınefendilerde olduğu gibi daire ve câriyeler tahsis edilirdi. Ancak eski dönemlerde Topkapı Sarayı’ndaki ikballer dairesinin nerede olduğu bilinmemektedir. Sarayda mevcut Gözdeler (İkballer) Dairesi I. Abdülhamid tarafından yaptırılmıştır. Beşiktaş, Çırağan, Dolmabahçe ve Yıldız saraylarında da ikbal dairesi mevcuttu. İkballer için hanım veya hanımefendi unvanı kullanılırdı.

Kadınefendiler kıdemlerine göre birinci, ikinci, üçüncü kadınefendi şeklinde sıralanır, birinciye başkadınefendi de denirdi. Kadınlardan ölen olursa veya padişah birini boşarsa bir sonraki onun yerini alır ve başikbal de sonuncu kadınefendiliğe yükseltilirdi. Böylece hepsinin silsilesi yürütülürdü. Söz konusu terfi işlemleri kızlar ağasının arzı ve padişahın uygun bulmasıyla gerçekleşir, kadınefendiye statüsünü belirten bir berat verilirdi. Kadınefendiliğe yükseltilen câriye başkadın tarafından samur kürklerle süslenip padişahın dairesine götürülür, o da hükümdarın eteğini öper, kendisine daire ve câriyeler tahsis edilirdi. Kadınefendi sayısı tesbit edilebildiği kadarıyla en fazla yediye kadar çıkmıştır. Ancak Sultan Abdülaziz dahil olmak üzere daha sonra tahta çıkan padişahların kadınlarının sayısı dördü geçmemiştir.

Bir padişah öldüğünde kadınları, kızları ve hareminin bütün mensupları Eski Saray’a gönderilir, şehzadeleri ise Topkapı Sarayı’nda alıkonulurdu. Bu usul ilk defa III. Murad’ın haremine uygulandı. Eski Saray’da âdeta münzevî bir hayat yaşayan kadınefendi, eğer oğlu padişah olursa vâlide alayı denilen bir merasimle vâlide sultan olarak tekrar Topkapı Sarayı’na döner ve haremin en yetkili kişisi olurdu. Aksi takdirde ölünceye kadar buradaki inziva hayatı devam ederdi. Buna rağmen padişah ölümlerinden sonra kadınlarının başkalarıyla evlendirilmesi olaylarına da zaman zaman rastlanır. Bu konudaki ilk örneğin Fâtih Sultan Mehmed döneminde görüldüğü ileri sürülür. Bunun yanında bazı padişahlar kadınlarını boşamış, hatta bizzat kendileri boşadıkları kadınlarını başkalarıyla evlendirmişlerdir. Nitekim II. Abdülhamid ayrıldığı Nûrefsun Kadınefendi’yi başkasına nikâhlamıştır. Öte yandan suçlu görülen bazı kadınların öldürüldüğü münferit olaylar da mevcuttur. 1826’da Eski Saray’ın seraskerliğe tahsis edilmesinden ve padişahların Topkapı Sarayı’ndan taşınmasından sonra ölen padişahın kadınları ve mensupları Topkapı Sarayı’na veya Çifte Saraylar’a yerleştirilmeye başlanmıştır.

Kadınefendilerin derecelerine göre tayinat ve tahsisatları vardı. Bunlar zaman içinde değişmekle beraber kumaş, kürk,


mum, sabun, odun, kömür, şeker, kahve, et, yağ, kar, kaymak, ekmek, bal, yumurta, meyve ve sebze gibi aynî veya nakdî olabiliyordu. Ayrıca kendilerine haslar ve paşmaklıklar tahsis edilirdi. II. Mahmud döneminin sonlarından itibaren kadınefendilere diğer devlet memurları ve saray mensupları gibi maaş bağlandı. Maaşları Hazîne-i Hâssa’dan ödenirdi. Bayram, düğün, doğum gibi vesilelerle dağıtılan aynî ve nakdî hediye ve atıyyelerden de payları olurdu. Önceki devirlerde dağıtılan hediye ve tahsisatlar kadınefendilerin derecelerine göre farklıydı; yani başkadın daha fazla, diğerleri derecelerine nisbetle daha az alırdı. Ancak maaş tahsisinden sonra hepsinin maaşı eşit düzeye getirildi. Öldüklerinde mallarına ve muhallefatına hazine adına el konulurdu.

Kadınefendiler kılık kıyafetlerine dikkat eder ve sultanlar gibi giyinirlerdi. Elbiselerinin düğmeleri elmastan olup yenleri dirseğe kadar dışından kürk kaplıydı. Başlarını ve omuzlarını şal ile örterlerdi. Başa hotoz giydiklerinde saçlarını hotozun içinde toplarlardı. II. Mahmud dönemine kadar diğer saray kadınları gibi dışarıyla irtibatları çok sınırlıydı. Bu dönemden sonra çarşaf ve ferace giymeye, yüzlerine yaşmak örtmeye, daha dışa dönük bir hayat yaşamaya ve mesire yerlerinde görünmeye başladılar. Sultan Abdülmecid devrinden itibaren saray dışı gezintiler arttığı gibi giyim kuşam ve yaşama tarzları da Avrupa modasına göre şekillendi.

Padişah kadınları, büyük vakıflar kurarak yüzyıllar boyunca pek çok sosyal hizmetin görülmesini sağladılar. Bu hizmetler cami, sebil, kütüphane, hastahane, türbe, kale, dârüşşifa, imaret, değirmen, ekmek fırını, köprü, su kanalı, çeşme gibi kurumların inşa, işletme ve onarımından hacca gidecek adayların eşyalarının taşınması için deve kiralanmasına, mevlid ve Kur’an okutulmasına, mektep çocuklarına para ve giyecek yardımı yapılmasına kadar uzanmaktaydı. Vakıf kuran padişah kadınları arasında Hatice Turhan, Gülnûş, Mihrişah, Ayşe Sîneperver, Nakşıdil ve Bezmiâlem vâlide sultanlarla Âdilşah Kadın sayılabilir. Bu isimlerden de anlaşılacağı gibi kadınefendiler daha ziyade vâlide sultan olduktan sonra vakıflar tesis etmişlerdir. Kadınefendilik Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar varlığını korumuştur.

BİBLİYOGRAFYA:

TSMA, E. 1975/1-3; J. B. Tavernier, Topkapı Sarayında Yaşam (trc. Perran Üstündağ), İstanbul 1984, s. 156; Rycaut, s. 39-40; M. M. Montagu, Türkiye Mektupları: 1717-1718 (trc. Aysel Kurutluoğlu), İstanbul, ts., s. 110 vd.; d’Ohsson, Tableau général, VII, 64-66 (Harem kısmının tercümesi: Harem-i Hümâyun, trc. Ayda Düz, Hayat Tarih Mecmuası ilâvesi), İstanbul 1972, s. 5; Uzunçarşılı, Saray Teşkilâtı, s. 148-149, 151 vd.; a.mlf., Merkez - Bahriye, s. 321, 417; Ali Rıza, Saray Hayatında Kadınlar (s.nşr. Şevket Rado, HM ilâvesi), sy. 12 (1973); Çağatay Uluçay, Padişahların Kadınları ve Kızları, Ankara 1980, tür.yer.; a.mlf., Harem, Ankara 1985, s. 29, 38-58, 61, 115, 162; Ayşe Osmanoğlu, Babam Sultan Abdülhamid: Hatıralarım, İstanbul 1984, s. 257 vd.; Tarihimizde Vakıf Kuran Kadınlar-Hanım Sultan Vakfiyeleri (nşr. Tarihi Araştırmalar ve Dokümantasyon Merkezleri Kurma Vakfı), İstanbul 1990, tür.yer.; Leslie P. Peirce, Harem-i Hümayun, İstanbul 1996, tür.yer.; R. Withers, Büyük Efendi’nin Sarayı (trc. Cahit Kayra), İstanbul 1996, s. 39-42, 47-48; Fikret Sarıcaoğlu, Sultan I. Abdülhamid: 1774-1789 (doktora tezi, 1997), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 2, 5-6; A. D. Alderson, Osmanlı Hanedanının Yapısı (trc. Şefaettin Severcan), İstanbul 1998, s. 139-140, 142, 144, 150, 153, 162, 163; Sevgi Gürtuna, Osmanlı Kadın Giysisi, Ankara 1999, s. 14-17; N. M. Penzer, Harem (trc. Doğan Şahin), İstanbul 2000, s. 213-215; Pakalın, II, 126-127.

Ali Akyıldız