KĀF

(ق)

Arap alfabesinin yirmi birinci harfi.

Benzeri fâ harfinden iki noktalı olmasıyla ayrılır; Arap alfabesinin yirmi birinci, Osmanlı ve Fars alfabelerinin yirmi dördüncü, ebced tertibinin on dokuzuncu harfidir; sayı değeri 100’dür. Kāf harfi aynı zamanda hurûf-ı mukattaa*dan olup başında bulunduğu sûre bu adla anılır.

Ķ sesi, ciğerlerden gelen havanın dil köküyle onun karşısına rastlayan üst damak arasında sıkıştırılıp mahrecin birden açılarak salıverilmesiyle (infitâh) çıkarılır. Harfin telaffuz edilmesi esnasında dil kökünün üst yüzeyi damağa doğru yükselerek onu kaplar ve bu sırada küçük dil (lehât) kaybolur; bu sebeple Halîl b. Ahmed kāf harfinin küçük dil harfi (leheviyye) olduğunu söyler. İbn Sînâ ķ sesini, bir hamlede yarılan ve kökünden sökülen cisimlerin çıkardığı sese benzetir (Meħâricü’l-ĥurûf, s. 45). Kāf taşıdığı infitâh, isti‘lâ, şiddet, cehr, kalkale gibi kuvvetli sıfatlar sebebiyle harflerin sesçe en sağlam ve en belirgin olanıdır (Mekkî b. Ebû Tâlib, s. 171). Yutağın iç cidarına dil kökü yüzeyinin kapanması ve küçük dilin tamamen kaybolmasıyla ortaya çıkan daha ağdalı ve tumturaklı (vurgulu, emphatique) kāf telaffuzuna, bugün de onun geleneksel ses değerini koruyan bazı Arap halk topluluklarında rastlanmaktadır. Bununla birlikte Arap gramercileri eskiden beri kāf harfine, tumturaklı seslendirilişi belirten hurûf-ı mutbaka arasında değil imâleye engel olan hurûf-ı isti‘lâ (kalın harfler) arasında yer vermişlerdir. Yine Sîbeveyhi’den itibaren Arap gramercileri kāf harfini yumuşak ünsüzler (mechûre) arasında saymışlardır. Bugünkü kurallı konuşma dilinde ise gelenekselleşmiş kāf telaffuzu onun sert ünsüz (şedîde) olarak seslendirilmesi şeklindedir. Ancak özellikle yerleşik Arap toplulukları arasında yaygın bulunan sert kāf Suriye, Sudan, Güney Irak, Kuzey Arabistan, Fas, Hassâniye ve Cezayir sahrası gibi yerlerde yaşayan göçebe Arap toplulukları arasında, mahrecinin sarkması (rihvet) sonucu ortaya çıkan Türkçe’deki ğ harfi gibi daha yumuşak bir söylenişle telaffuz edilir. Günümüzde çoğu kāriler de bu sesi yumuşak ve akıcı (hems) bir biçimde çıkarmaktadır.

Aralarındaki sıfat benzerliği sebebiyle “kāf”ın boğaz harflerinden hemze gibi telaffuzu Mısır ve Şam dolaylarındaki halk lehçelerinde görülür: Kāle > âle, kalbî > elbî gibi. Jean Cantineau, daha çok doğu Arap ağızlarında ت harfinin önündeki “kāf”ın “kâf”a dönüşmesinden söz eder. İbn Yaîş, bir kelimenin sonundaki kāf harfinin onu izleyen kelimenin başındaki “kâf”a dönüştürülerek söylenişini (idgam) kurala uygun ve câiz görmekte, ancak bundan vazgeçilmesini (beyân) daha güzel bulmaktadır: ينفق كيف، خلق كل دابة gibi (Şerĥu’l-Mufaśśal, X, 138). Ebü’t-Tayyib el-Lugavî de “kāf”ın b, t, c, ĥ, ħ, d, r, z, ş, ŧ, ayn, ġ, f, k ve hemze ile yaptığı dönüşümler için çok sayıda örnek vermiştir: Nesibe → nesiķe, sebte → sebķe, fâlûzec → fâlûzeķ, ĥarf → ķarf, ħarş → ķarş, mısda / mısķa gibi (Kitâbü’l-İbdâl, I, 30, 138; II, 52-54, 141).

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “ķāf” md.; Sîbeveyhi, el-Kitâb, Bulak 1316, II, 405; Ebü’t-Tayyib el-Lugavî, Kitâbü’l-İbdâl (nşr. İzzeddin et-Tenûhî), Dımaşk 1379/1960, I, 30, 138; II, 52-54, 141, 353-370; İbn Cinnî, Sırru śınâǾati’l-iǾrâb (nşr. Mustafa es-Sekkā v.dğr.), Kahire 1374/1954, I, 278; İbn Sînâ, Meħâricü’l-ĥurûf (nşr. ve trc. Pervîz Nâtil Hânleri), Tahran 1333, s. 38, 45; Mekkî b. Ebû Tâlib, er-RiǾâye (nşr. Ahmed Hasan Ferhât), Amman 1404/1984, s. 171; Dânî, et-Taĥdîd fi’l-itķān ve’t-tecvîd (nşr. Gānim Kaddûrî Hamed), Bağdad 1407/1988, s. 130-131; a.mlf., el-İdġāmü’l-kebîr fi’l-Ķurǿân (nşr. Züheyr Gāzî Zâhid), Beyrut 1414/1993, s. 46-47; Ebû Ca‘fer İbnü’l-Bâziş, el-İķnâǾ fi’l-ķırâǿâti’s-sebǾ (nşr. Abdülmecîd Katâmiş), Dımaşk 1403, I, 220-221; İbn Yaîş, Şerĥu’l-Mufaśśal, Beyrut, ts. (Âlemü’l-kütüb), X, 138; İbrâhim Enîs, el-Eśvâtü’l-luġaviyye, Kahire, ts. (Mektebetü nehdati Mısr), s. 72-74; Gānim Kaddûrî Hamed, ed-Dirâsâtü’ś-śavtiyye Ǿinde Ǿulemâǿi’t-tecvîd, Bağdad 1406/1986, s. 250-251; H. Fleisch, “Ķāf”, EI² (Fr.), IV, 417-418.

Mehmet Ali Sarı