KAHİRE

(القاهرة)

Mısır’ın başşehri.

I. KURULUŞU ve OSMANLI ÖNCESİ

II. OSMANLI DÖNEMİ

III. SON DÖNEM

IV. MİMARİ

I. KURULUŞU ve OSMANLI ÖNCESİ

Nil deltasının güneyinde bulunan Kahire, Mısır tarihinde daha önceki başşehirlerin çoğu gibi aynı yerde kurulmuştur. Hz. Ömer zamanında Mısır’ı fetheden Amr b. Âs, eski Babilon civarında bölgedeki ilk İslâm şehri olan Fustat’ı kurdu (22/643). Şehirde Amr b. Âs Camii ve idare binası ile bunların etrafında Amr b. Âs’ın ordusundaki 15.500 asker için kabilelerine göre ayrılmış semtler bulunuyordu. Amr b. Âs aralarında Hemdân ve Himyerîler’in de bulunduğu bazı kabile mensuplarını Fustat’ın güvenliği açısından önem taşıyan Nil nehrinin batı tarafındaki Cîze’ye (Gize) yerleştirdi ve kalelerle burayı tahkim etti. Firavunlar döneminden kalma piramitleriyle meşhur olan Cîze, Ravza (Roda) adası ile birlikte denizden Nil yoluyla gelebilecek tehlikelere karşı bir savunma hattı oluşturuyordu. Zaman içerisinde yapılan muhtelif köprülerle Fustat’a bağlanan Cîze her zaman tarihî ve kültürel önemini korudu. Mısır’da kurulan ikinci İslâm başşehri, Abbâsî kumandanı Sâlih b. Avn’ın Hamrâülkusvâ mevkiinde 132 (750) yılında kurduğu el-Asker’dir. Fustat’ın kuzeydoğusuna düşen bu şehir, güneyden ve kuzeyden bugünkü Kahire’nin Mecraluyûn köprüleriyle Seyyide Zeyneb meydanı arasında yer alıyordu. Ahmed b. Tolun Mısır’a vali tayin edildiğinde (254/868) el-Asker’in kuzeydoğusunda, Mukattam dağının eteklerinden batıya doğru uzanan alanda Yeşkur dağının eteğinde üçüncü başşehir Katâi‘ şehrini kurdu ve halen kendi adını taşıyan cuma mescidini yaptırdı. Planlaması bakımından Sâmerrâ’ya benzeyen Katâi‘ şehrinin çekirdeğini cuma mescidinin önündeki ana meydan ve burada mevcut sarayla bîmâristan teşkil ediyordu.

Fâtımî Halifesi Muiz-Lidînillâh döneminde Mısır’daki İhşîdî hâkimiyetine son veren kumandan Cevher es-Sıkıllî Şâban 358’de (Temmuz 969) Fustat’a girdi ve yeni bir idare merkezi kurmak üzere Katâi‘ şehrinin kuzeyindeki Menâh bölgesinde saray ve sur inşaatı başlattı. Böylece temeli atılan ve büyük bir saray, hükümet konağı ve kışlalardan oluşan bu dördüncü başşehir, Halife Muiz-Lidînillâh’ın gelişinden sonra “Kāhire” (düşmanlarını kahreden, ezip geçen) adıyla tanınmış ve hilâfet merkezi olmuş, Fustat ise yine kültür ve ticaret merkezi olarak kalmaya devam etmiştir.

Kahire’nin planı ilk kurulduğunda yaklaşık kare şeklinde iken 120 yıl sonra Bedr el-Cemâlî tarafından daha çok güney ve kuzey yönlerinde genişletilerek dikdörtgen şekline getirilmiş ve şehir bu plana uygun olarak eski tuğla surların dışından taş surlarla çevrilmiştir. Cevher es-Sıkıllî, Mısır’ı ele geçirdiği sırada maiyetinde olan bütün topluluk ve kabilelere Kahire’de mescidleri, pazar yerleri, yolları ve evleriyle alt yapıları tamamlanmış “hâre” denilen on kadar mahalle tahsis etmiştir. Şehrin en önemli binaları sonradan Câmiu’l-Ezher adını alan cuma camii, onun kuzeybatısında bugünkü Meşhedü’l-Hüseynî, Hânü’l-Halîlî, Baybars el-Çâşnigîr Hankahı ve Akmer Camii’nin yerinde bulunan Büyükdoğu Sarayı, onun batısında bugünkü Kalavun Bîmâristanı civarında olan Küçükbatı Sarayı ve bu sarayla haliç arasında yer alan birçok köşk, küçük sarayla eyvandan meydana gelmiş Kusûrü’z-zâhire isimli hilâfet sarayı idi. Şehrin diğer bölümlerinde de Fâtımî ordusunun kışlalarıyla yeni kurulan çarşı ve hamamlar bulunuyordu. Surların dışında ise sadece kuzeyde Bâbünnasr’a yakın bir yerde “iki bayram musallâsı” denilen Cevher es-Sıkıllî’nin yaptırdığı bir bina ile güneyde, Bâbüzüveyle’nin solundan Mukattam dağının eteklerine kadar uzanan alanda Kahire Kabristanı vardı. Fâtımîler’in Mısır’a gelişinin ardından Ravza’da kurdukları tersane bir süre sonra Fustat’a nakledilmiş ve burada yük ve büyük harp gemileri inşa edilmiştir. İskenderiye’den ve Kızıldeniz’den gelen gemiler yüklerini bu limanda boşaltmıştır.

Fâtımîler döneminde Kahire’de yapılan en mükemmel camilerden biri Hâkim Camii’dir. Ondan sonra 519’da (1125) ibadete açılan Akmer Camii, ardından Halife Zâfir-Biemrillâh’ın (Câmiu’l-Fâkihiyyîn, 543/1148) ve son olarak da el-Melikü’s-Sâlih Talâi‘ b. Rüzzîk tarafından Bâbüzüveyle’nin dışında yaptırılan Sâlih Talâi‘ Camii (555/1160) gelmektedir. Kahire’de Fâtımîler devrinde çeşitli dinî müesseseler kurulmuştur. Bunlar arasında Dârülilim adıyla da anılan Dârülhikme, kütüphane ve kültür merkezi olarak Fâtımî propagandası amacıyla tesis edilmişti. Meşhedeyn denilen bölgede Ehl-i beyt için türbeler veya onların hâtırasına türbeli mescidler inşa edilmişti. Fâtımîler’in ilk döneminde yalnız halife, devlet adamları, kumandanlar, askerler ve halifenin hizmetinde bulunanlar için bir kale haline getirilen bu şehre ancak özel izinle girilebiliyor ve Fustat halkı içeri alınmıyordu. Şehir, Halife Âmir-Biahkâmillâh ve veziri Me’mûn el-Betâihî’nin gayretleriyle gelişiminin zirvesine ulaşmıştır. Bu dönemde Bâbüzüveyle ile Nefîsî Türbesi’nin arasındaki güney bölgeye doğru genişleme olmuş, ayrıca vezirin vekili Ebü’l-Berekât Muhammed b. Osman da bu bölgenin


dışında bulunan bütün türbeleri tamir ettirmiştir. Kahire, hem devletin idarî ve siyasî merkezi hem de Şiî mezhebinin propaganda kalesiydi ve Mısır’ın ekonomi, sanayi ve ilim merkezi olan Fustat’la birlikte başşehri oluşturuyordu. Fâtımîler’in son yıllarında Fustat’ın Vezir Şâver’in emriyle yakılmasından (564/1168) sonra Kahire tam anlamıyla Mısır’ın başşehri oldu. Elli dört gün süren bu yangında kuzeybatıdaki Hamrâvât bölgesi tamamen yandı; şehrin doğu kesimi ise daha önce V. (XI.) yüzyılda vuku bulan büyük bir kargaşada harabeye dönmüştü. Fustat ahalisi, Kudüs Kralı I. Amaury’nin saldırısı karşısında Kahire’ye geçerek savunmaya katıldı. Şîrkûh sonradan Şâver’i ortadan kaldırıp Halife Âdıd-Lidînillâh’ın veziri olunca Fustatlılar’ı şehirlerine dönüp onu yeniden kalkındırmaya çağırdı. 572 (1176) yılında yapılan onarımlar sırasında Ebû Sâlih el-Ermenî’ye göre Fustat’taki birçok kilise de eski haline getirildi. Mısır’ı bu tarihten beş yıl sonra gören İbn Cübeyr, Fustat’ın büyük bir bölümünün yeniden inşa edildiğini yazmaktadır.

Fâtımîler devrinde Cevher ve Muiz ile beraber Mısır’a gelen Mağribliler, Kütâmeliler, Sanhâceliler ve Sicilya Rumları’na Halife Azîz-Billâh döneminde Türkler ve Deylemliler eklenmiş, Bedr el-Cemâlî ve ondan sonraki vezirler döneminde Ermeniler’in sayısı çoğalmış, Kahire ve çevresindeki nüfusun çoğunluğunu onlar teşkil etmiştir. Mısır’ın asıl yerli ahalisi köyler ve Saîd bölgesinde oturmuştur.

Selâhaddîn-i Eyyûbî Mısır’ı ele geçirdikten (567/1171) sonra hem kendine mahsus, hem de Kahire ve Fustat’ı denetimi altında tutacak yeni bir başşehir kurmayı düşünmüştü. Bu maksatla Mukattam dağına yakın bir tepeyi seçti ve Kal‘atülcebel’i yaptırdı. Burada inşasına başlanan ve I. el-Melikü’l-Âdil döneminde oğlu Kâmil tarafından tamamlanan saray, Osmanlı hâkimiyetinin sonuna kadar sultanların ve valilerin ikametgâhı olarak kullanılmıştır. Bu iç kalenin devamı olan taş surlar Kahire, Katâi‘ ve Fustat’ı da içine alarak başşehrin gerçek birliğini sağladı. Kahire’de çok az kalan Selâhaddin Kal‘atülcebel’de sürekli ikamet etmedi; Kal‘atülcebel’e taşınan ve Kahire’yi merkez edinen ilk Eyyûbî sultanı el-Melikü’l-Kâmil Muhammed’dir. Eyyûbîler, Fâtımîler’in propaganda merkezi olan Ezher Camii’nin itibarını düşürmek için yalnız İbn Tolun, Amr b. Âs ve Hâkim camilerinde cuma hutbesi okuttular ve Kahire’de herhangi bir cami yaptırmadıkları gibi eski camilerin tamiratıyla da ilgilenmediler. Buna karşılık hem Fâtımîler’e karşı fikrî mücadeleyi yürütmek hem de Ehl-i sünnet’e verdikleri önemi göstermek amacıyla Kahire ve Fustat’ta yirmi üç medrese yaptırdılar; bunlardan yalnız Kâmiliyye ile Sâlihiyye günümüze kadar gelmiştir. Ayrıca Eyyûbîler İmam Şâfiî, Abbâsî halifeleri ve kendi hükümdarları el-Melikü’s-Sâlih Necmeddin Eyyûb ile eşi Şecerüddürr’ün adlarını taşıyan türbeler ve Seâlibe Eyvanı gibi eserler de inşa etmişlerdir. Eyyûbîler, Kal‘atülcebel ile surların dışında herhangi bir askerî ve idarî tesis yapmadılar. Sonradan Memlük Sultanı el-Melikü’n-Nâsır Muhammed b. Kalavun ve Kansu Gavri zamanında birleştirilen kalenin su kanallarının bir kısmı Eyyûbîler’e aittir. Cîze yolundaki iki köprünün üzerinde bulunan Karakuş adına yazılmış kitâbeler bunların da Selâhaddin dönemine ait olduğunu göstermektedir. Sultan el-Melikü’s-Sâlih Necmeddin Eyyûb 1241’de, Kal‘atülcebel’den müstahkem hale getirdiği ve bir köprüyle karaya bağladığı Kahire’nin batısındaki Ravza adasına taşındı. Burada yaptırdığı sarayın harabeleri XVIII. yüzyılın sonlarına kadar ayakta kalmıştır.

Memlükler’in iktidara gelmesiyle (650/1252) Kahire daha da genişledi ve yeni bir şekil kazandı. Bağdat Moğol istilâsına mâruz kalınca Abbâsîler’in hilâfet merkezi de Kahire’ye intikal etti ve burası o günden itibaren Doğu İslâm âleminin dinî merkezi oldu. Memlükler döneminde Kahire’deki imar faaliyetleri, özellikle Bâbüzüveyle’nin güneyindeki mahallelerde ve Tolun bölgesinin etrafında yoğunlaştı. Buralarda Sultan Hasan Camii, Müeyyed Şeyh Camii ve Hankahı, Sargatmış Medresesi, Sencer el-Cavlî Medrese ve Mescidi, Emîr Yeşbek (Yüşbek) Köşkü gibi çok sayıda dinî ve içtimaî tesis yapıldı. Moğol istilâsına uğrayan ülkelerden gelen mülteciler Birketülfîl çevresine ve şehrin kuzeyindeki Hüseyniye bölgesine, Moğol ordusundan kaçan bir kısım askerler Bâbüllûk bölgesine ve daha sonra gelen Vâfidiye cemaati de Fustat’ın kuzeyindeki Yediçeşme yakınlarında bulunan Hikrüakboğa’ya yerleştirildi. Hüseyniye, buraya yerleştirilen mültecilerin çokluğu sebebiyle şehrin en kalabalık semti haline geldi. Burada Emîr Çevgândâr bir cami, sarayhan (fundûk) ve hamam yaptırdı; ayrıca Memlükler devrinde Kahire’de yapılan 130 camiden on ikisi Hüseyniye semtinde bulunuyordu. Hüseyniye’de el-Melikü’n-Nâsır Muhammed b. Kalavun zamanında yüksek rütbeli otuz emîrin yerleştiği bilinmektedir. Bu sebeple de el-Melikü’n-Nâsır, burayı Kûmirrîş ve Arzuttabbâle ile bağlamak maksadıyla körfezin batısında birçok köprü yaptırmıştır. IX. (XV.) yüzyılın başlarına kadar şehrin iktisadî hayatında önemli rol oynayan kuzeybatıdaki Bulak Limanı da Muhammed b. Kalavun zamanında inşa edilmiştir.

Kahire el-Melikü’n-Nâsır Muhammed döneminde gelişmesinin zirvesine ulaştı ve en geniş sınırlarına kavuştu. İbn Fazlullah el-Ömerî o sırada Mısır’ın başşehrinin Fustat, Kahire ve Kal‘atülcebel adlı üç büyük şehirden oluştuğunu söyler. Makrîzî de bu dönemde Kahire ile Fustat’ın birleşik bir tek şehir haline geldiğini yazar (el-Ħıŧaŧ, I, 365). O günlerde şehrin nüfusunun 500-600.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Fakat 749’da (1348) başlayıp on beş yıl ve 776’da (1374) başlayıp iki yıl süren veba salgınlarında pek çok kişi ölmüştür (a.g.e., I, 339).

el-Melikü’n-Nâsır Muhammed döneminde Kahire’nin yaşadığı her alandaki gelişmenin IX. (XV.) yüzyılın başlarından itibaren Timur istilâsı sebebiyle yerini çöküşe bıraktığı görülür. İbn Tağrîberdî, 806 (1403) yılındaki kıtlık ve veba salgını sırasında şehrin büyük bir bölümünün harabeye döndüğünü ve nüfusunun neredeyse üçte ikisinin yok olduğunu söyler (en-Nücûmü’z-zâhire, XIII, 152). Makrîzî de emîrlerin şehri yağma ettiklerini, vakıflara saygı göstermediklerini ve birçok kimsenin devlet ve vakıf mülklerine el koyduğunu, özellikle 811 (1408) yılında Emîr Cemâleddin Yûsuf Üstâdüddâr’ın Bâbül‘îd semtindeki birçok emlâki ve vakıf arazisini gasbederek yerlerine sonraları Kahire’nin tarihinde büyük rol oynayan ve “hayyü’l-Cemâliyye” (Cemâleddin mahallesi) denilen mevkide bir saray ve medrese yaptırdığını yazmaktadır. Fustat’ta ise Makrîzî, Kalkaşendî ve İbn Dokmak’ın da kaydettiği gibi IX. (XV.) yüzyılın başlarında yalnız Nil sahilindeki ve Amr b. Âs Camii civarındaki yapıların harabeleri kalmıştı. Fustat ekonomik önemini kaybettikten sonra nüfusu azalmış ve aynı yüzyılın sonlarına doğru artık tamamıyla tahrip edilmişti. Kahire, daha sonraki dönemlerde ve özellikle el-Melikü’l-Eşref Kayıtbay zamanında bazı imar faaliyetlerine sahne oldu. Fakat VIII. (XIV.) yüzyıldaki nüfusuna ulaşamadı; Osmanlı hâkimiyeti


öncesine ait tahminî rakam 385.000’dir. Memlükler’in ticarî faaliyetleri Fâtımîler zamanındaki Kahire’nin sınırları içinde yoğunlaşmıştı; yalnız şehrin merkezini teşkil eden Kasaba semtinde yirmi üç ayrı çarşı ve yirmi üç “vikâle” (vekâle, kapalı çarşı, kervansaray), günümüzde Bâbüzüveyle dışında kalan mahallelerde birçok ticaret merkezi vardı. Haliç’in arka tarafında da küçük pazar yerleri ve çeşitli zenaat erbabına ait dükkânlar bulunuyordu.

Memlük camilerinin en önemlisi surların kuzeybatısında I. Baybars tarafından yaptırılan I. Baybars Camii idi. 715 (1315) yılından itibaren özellikle el-Melikü’n-Nâsır Muhammed b. Kalavun’a ait Kal‘a Camii’nden sonra birçok cami daha inşa edildi. 662’de (1264) açılan I. Baybars’ın yaptırdığı Zâhiriyye Medresesi dört eyvanlı olarak planlanmış ilk medrese idi. Diğer önemli Memlük medreseleri, devrin mimari anlayışına uygun biçimde Kasaba semtinde Kalavun, el-Melikü’n-Nâsır Muhammed b. Kalavun ve Berkuk tarafından yaptırılan yapılırdı. 703’te (1303) açılan dört eyvanlı Nâsıriyye Medresesi dört mezhep fıkhının aynı bina içinde okutulduğu ilk medresedir. Kahire’deki ilk hankah, 569 (1173) yılında Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin bugünkü Cemâliye caddesi üzerinde bulunan Karasungur Medresesi’nin karşısına yaptırdığı Saîdü’s-suadâ Hankahı’dır. Osmanlı devrine kadar kurulan diğer hankahlar ise şunlardır: Bundukdâriyye, II. Baybars el-Çâşnigîr, Şeyhû el-Ömerî, İbn Gurâb, Sencer el-Cavlî, Ferec b. Berkūk, el-Melikü’l-Eşref Barsbay, el-Melikü’l-Eşref İnal. Mısır’daki hankahların gelişimi tarikatlara bağlı olduğundan tarikatların IX. (XV.) yüzyıldan itibaren çözülme sürecine girmesiyle sayıları azalmıştır.

Memlükler devrinde Kahire’de kurulan iş yerleri, hanlar ve vikâlelerin mimarisi bir bütünlük arzediyordu. Kahire hanlarının en eskisi, tarihi 742 (1341) yılından önceye uzanan ve günümüze yalnız kapısının kalıntısı intikal eden Küsûn Hanı’dır. Sultan Kayıtbay’ın 882 (1477) yılında Ezher Camii civarında, 885’te (1480) Bâbünnasr içinde yaptırdığı iki hanla Sultan Kansu Gavri’nin 906-922 (1501-1516) yılları arasında yaptırdığı Nahle Hanı ve yine Kansu Gavri’nin tamir ettirdiği kapalı çarşı ile Hânü’l-Halîlî diğer hanların başlıcalarıdır.

BİBLİYOGRAFYA:

Nâsır-ı Hüsrev, Sefernâme (trc. Yahyâ el-Haşşâb), Beyrut 1983, tür.yer.; İbn Abdüzzâhir, er-Ravżatü’l-behiyyetü’z-zâhire fî ħıŧaŧi’l-MuǾizziyyeti’l-Ķāhire (nşr. Eymen Fuâd Seyyid), Kahire 1417/1996; İbn Vâsıl, Müferricü’l-kürûb, I-V, tür.yer.; İbn Fazlullah el-Ömerî, Mesâlik, bk. İndeks; İbn Dokmak, el-İntiśâr li-vâsıŧati Ǿiķdi’l-emśâr (nşr. K. Vollers), Bulak 1309-10; Kalkaşendî, Śubĥu’l-aǾşâ, Kahire 1938, III, 325-375; Makrîzî, el-Ħıŧaŧ, I-II, tür.yer.; a.mlf., es-Sülûk (Ziyâde), I-II, tür.yer.; İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü’z-zâhire (nşr. Mustafa es-Sekkā - Kâmil el-Mühendis), Kahire 1969, XIII, 152; Ali Paşa Mübârek, el-Ħıŧaŧü’t-Tevfîķıyye, Bulak 1306, tür.yer.; S. Lane-Poole, The Story of Cairo, London 1924; M. Clerget, Le Caireétude de géographie urbaine et d’histoire économique, Le Caire 1934, I-II; Fuâd Ferec, el-Ķāhire, Kahire 1943, I-III; Ahmed Fikrî, Mesâcidü’l-Ķāhire ve medârisühâ, Kahire 1965-69, I-II; el-Ķāhire: Târîħuhâ ve fünûnühâ ve âŝâruhâ (nşr. Hasan el-Bâşâ), Kahire 1969; J. Abu-Lughod, Cairo, 1001 Years of the City Victorious, Princeton 1971; Suâd Mâhir Muhammed, Mesâcidü Mıśr ve evliyâǿühe’ś-śâliĥûn, Kahire 1971-83, I-V; S. J. Staffa, Conquest and Fusion-The Social Evolution of Cairo A. D. 642-1850, Leiden 1977; J. Cl. Garcin, “Habitat médiéval et histoire urbaine à Fustāt et au Caire”, Palais et maison du Caire I. Epoque mamelouke, Paris 1982, s. 145-217; W. B. Kubiak, Al-Fustāt; Its Foundation and Early Development, Cairo 1987; N. D. Mac Kenzie, Ayyubid Cairo, A Topographical Study, Cairo 1992; Cemâl Hamdân, el-Ķāhire, [baskı yeri yok] 1993 (Kitâbü’l-hilâl); A. Raymond, Le Caire, Paris 1993; a.mlf., “La population du Caire de Maqīuzī à la description de l’Egypte”, BEO, XXVIII (1975), s. 201-215; a.mlf., “Cairo’s Area and Population in the Early Fifteenth Century”, Muqarnas, II, Leiden 1984, s. 21-31; Eymen Fuâd Seyyid, La capitale de l’Egypte jusquà l’époque fatimide’s essai de reconstitution topoghraphique, Beyrut 1995; P. Casanova, “Histoire dela description de la citadelle du Caire”, Mémoires de la mission archéologique française au Caire, IV (1891), s. 509-781; K. A. C. Creswell, “The Foundation of Cairo”, Bulletin of the Faculty of Arts University of Egypt, I (1933), s. 258-281; V. B. Minecke, “Eine Stadtansicht des Mamlukischen Kairo aus dem 16 Jahrhundert”, Mitteilungen des Deutschen Archäologischen Instituts Abteilung Kairo, XXXII (1976), s. 113-132; J. Cl. Garcin, “Toponymie et topographie urbanies médiévales à Fustat et au Caire”, JESHO, XXVII/2 (1984), s. 113-155; C. H. Becker, “Kahire”, İA, VI, 74-86; a.mlf., “Mıśr”, EI² (İng.), VII, 148-152; J. Jomier, “al-Fusŧāŧ”, a.e., II, 957-959; a.mlf., “al-Ķāhira”, a.e., IV, 441-444; J. M. Rogers, “al-Ķāhira”, a.e., IV, 424-441; O. Weintritt, “Rawđa”, a.e., VIII, 463-465.

Eymen Fuâd Seyyid





II. OSMANLI DÖNEMİ

Mısır’ın Yavuz Sultan Selim tarafından 922 Zilhiccesinde (Ocak 1517) fethiyle başlayan Kahire’de Osmanlı devri, görünüşe göre 1914’te sona ererse de fiilen XIX. yüzyılın başında etkisini yitirmiştir. Bundan önceki Memlük hâkimiyeti boyunca Mısır Akdeniz’in doğu havzasının ana merkezi olmuş, Kahire ise Doğu dünyasının en önemli şehirlerinden biri özelliğini kazanmıştı. Roma ve Venedik’i başka şehirlerle kıyas edebilecek derecede iyi tanıyan seyyah Félix Fabri 1483’te Kahire’yi bütün dünya şehirlerinin en büyüğü ve meşhuru, dünyadaki en harika bir şehir olarak belirtir (Le voyage en Egypte, II, 400).

Osmanlı Kahiresi hakkında çeşitli araştırmacılar tarafından genellikle olumsuz fikirler ileri sürülmüştür. Bu husus, Osmanlı dönemiyle ilgili küçümseyici bir tavrı yansıttığı kadar Osmanlı Kahiresi’nin Memlükler’e ait metropol ve onun âbidevî azametiyle karşılaştırılmasından kaynaklanmaktadır. Mercel Clerget klasikleşmiş eserinde, “Şehir anlaşılmaz bir şekilde yavaş yavaş sönüyor, ölmeye yüz tutuyor. Şaşaalı mâzisinin kalıntıları yıkılmaya terkediliyor” demektedir (Le Caire, I, 178). Söz konusu fikirleri doğrulamak için çeşitli deliller de sıralanmıştır. Bunlara göre Kahire, bütün Ortadoğu’yu kaplayan bir sultanlığın başşehri iken bir eyaletin merkezi durumuna indirilmiş, böylece gelir kaynakları küçülmüş ve sonraki yıllarda


Bâbıâli’nin aldığı vergilerle bu kaynaklar daha da azalmıştır. Geniş ölçüde Doğu ticareti üzerine kurulmuş olan ülke ekonomisindeki çöküş Portekizliler’in Hindistan’a ulaşması sonucu doruk noktasına varmış, kurulan sert rejim zihnî ve kültürel tembelliğe yol açmıştır.

Bugün Osmanlı Devleti hakkında sahip olunan daha düzenli mâlûmat ve Osmanlı arşivlerinin (mahkeme belgeleri, merkez arşivleri) sağladığı kesin bilgiler Osmanlı Kahiresi’nin mahiyetini artık daha doğru tesbite imkân vermektedir. 922’den (1517) itibaren Mısır’da kurulan siyasî idarenin uzun süre tasvir edildiği gibi hiçbir şekilde haksızlık ve zulüm sistemi olmadığı, Osmanlı Devleti’nin ülkenin gelir kaynakları üzerinden aldığı payın toplam kaynakların çok cüzî bir kısmını oluşturduğu, ayrıca valiler ve yönetici sınıfın gerek kendi özel giderleri gerekse dinî, sosyal ve kültürel nitelikli harcamalar için aldıkları vergileri sonuna kadar mahallinde kullandıkları bilinmektedir. Mısır’ın ekonomisi, Batılı müelliflerin yazdıklarından farklı olarak 1500’lerde birden bire çökmediği gibi kârlı baharat ticareti de XVIII. yüzyıla kadar sürdü ve yavaş yavaş çöktü. Ayrıca XVII. yüzyılda Mısır’ın büyük bir pay aldığı Yemen kahve ticareti, bu geleneksel ticarî faaliyetlerin ana mihveri ve kaynağı haline gelerek Kahire’nin kalkınmasını ve refahını sağladı. Bu iş için Kahire’de “vikâle” adıyla anılan altmış iki kervansaray ve kahve ticareti yapan 500 büyük tüccar mevcuttu. Bu yıllarda Kahire dış ticareti besleyen bazı zanaat faaliyetlerinin de merkeziydi. XVIII. yüzyılın sonlarında hemen hemen ithal edilen kumaş kadar da ihracat söz konusuydu. Avrupa ekonomik nüfuzunun bozucu etkileri henüz çok sınırlı kalıyordu. 1780’li yıllarda Kahire dış ticaretinin sadece % 15’ini Avrupa ile yapıyordu ve bir ekonomi dünyası teşkil eden Osmanlı ekonomisiyle tamamıyla bütünleşiyordu.

Nihayet Kahire, büyük Ezher Medresesi sayesinde son derece itibarlı ve parıltılı ilmî bir metropol haline gelmişti. Ezher Medresesi, 3000’e ulaşan hoca ve talebesi yanında İslâm dünyasından gelen çok sayıda âlimi bir araya getirmişti. Ayrıca hac sayesinde Kahire’ye her yıl 30-40.000 kadar hacı geliyor ve bunlar pek farkına varılmasa da önemli ölçüde ekonomik faaliyete yol açıyordu.

Şehrin Fizikî Gelişmesi. Memlükler dönemi sonundaki şehrin durumu açıklıkla bilinmemektedir. Ancak yapılan yeni çalışmalar ve Osmanlı dönemi sonlarındaki planlarından yola çıkılarak şehrin gelişme seyri takip edilebilmektedir. 1517’de Kahire’nin meskûn alanının 450 hektardan fazla olmadığı söylenebilir. Bu da şehir nüfusunun en fazla 150 ile 200.000 kişi olduğunu düşündürmektedir. 1798’de 660 hektarlık meskûn alan için nüfusun 263.000 kişiye ulaştığı bilindiğine göre Osmanlı dönemi boyunca Kahire’nin iskân sahası ve nüfusunun % 50 civarında arttığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Osmanlı hâkimiyetindeki Kahire’nin demografik gelişmesi hakkında olumsuz değerlendirmeler Memlükler dönemindeki nüfusun mübalağalı rakamlarına dayanmaktadır. Bu durum ise 1517 ile 1798 yılları arasında demografik bir düşüş yaşandığı kanaatine yol açmıştır. Ancak bütün veriler Kahire’deki gelişmeyi desteklemektedir. Öte yandan Memlük döneminden Osmanlı dönemine kadar çeşitli ticarî faaliyetlerle ilgili yapıların tesbiti de bu gelişmeyi doğrulamaktadır. Nitekim Kahire’de Memlükler devrindeki elli sekiz kervansaraya karşılık Osmanlılar zamanında 348 kervansaray, seksen yedi çarşıya karşılık ise 144 çarşı yer almaktaydı. Şehrin eski kesimi daha Memlük dönemi öncesinde yoğun bir yerleşmeye sahne olduğundan burası hem Memlükler hem de Osmanlılar zamanında çok az bir gelişme gösterdi. Nüfus bakımından artışın görüldüğü Osmanlı Kahiresi’nde şehirleşme tabii olarak boş olan güney ve batı varoşları yönüne doğru yayıldı.

Güneydeki varoşun iskânı geniş biçimde Eyyûbîler döneminde kalenin inşasından sonra başlamış ve özellikle Memlükler devrinde sürmüştü. Bu hareketin XVI ve XVII. yüzyıllarda da devam ettiği tesbit edilebilmektedir. Nitekim burada şehircilik girişimlerini teşkil eden büyük vakıflar kurulmuştu. Meselâ Bâbüzüveyle ve Bâbülhark arasındaki İskender Paşa Külliyesi (963-966/1556-1559) bunun ilk örneğini oluşturmaktadır. Şehrin büyümesini engelleyen Bâbüzüveyle’nin güney batısındaki tabakhâneler III. Mehmed’in emriyle 1008’de (1600) kaldırılmış ve bu atölyeler Kahire’nin tam batısındaki Bâbüllûk civarına nakledilmiştir. Ardından Rıdvan Bey, 1038-1057 (1629-1647) yılları arasında kendi adını taşıyan büyük kapalı çarşının çevresinde Fâtımî surunun güneyinde kurulmuş olan bölgeyi yeniden düzenlemiştir. Nihayet yeniçeri ağası İbrâhim Ağa 1060’lara (1650) doğru Tabbâne bölgesinde dinî, içtimaî ve iktisadî maksatla kullanılan bazı âbideleri inşa ve restore ettirdi. İkametgâhlarını gitgide güneydeki varoşa kuran eşrafın buraya yerleşmesi gelişmeyi hızlandırdı. Nitekim alt yapısı hazırlanan bu kesime XVII. yüzyılın sonlarında emîrlerin dörtte üçü yerleşmiş, beşte ikisi de Birketülfîl gölünün etrafını tercih etmişti. Böylece şehrin bu kesimi zengin ve önde gelen zümrelerin oturduğu bir mahalle haline geldi. Yerleşmenin durumu kamu eserlerinin yapım faaliyetleriyle de kendini göstermektedir. 1009 (1601) ile 1137 (1725) yılları arasında güneydeki varoşta on dört cami ve otuz iki çeşme inşa edilmişti. Bu varoşta yaptırılan kamu eserleri o dönemde bütün Kahire’de mevcut olan yirmi iki cami ve elli altı çeşmenin yarısından fazlaydı. Söz konusu gelişme, XVIII. yüzyılda şehrin bu bölgesinin doyum noktasına ulaşması sebebiyle yavaşlamaya ve batı bölgesine doğru kaymaya başladı. Gerçekten de XVII. yüzyılın sonlarında zanaatkâr ve tüccarların % 20,6’sı güneydeki varoşta çalışıp % 29,7’si orada ikamet etmekteyken bir asır sonra bu oranlar % 21,2 ve % 19 olmuştur. Bunların karşılaştırılması, XVIII. yüzyılda bir durgunluğa ve hatta güneydeki varoşta bir gerilemeye işaret etmektedir.

Fâtımî dönemi Kahire’sini batıya doğru çevreleyen Haliç’in ötesinde Kahire’nin gelişmesi tamamen Memlük döneminde başlamıştır. XIV. yüzyılın ilk yarısında el-Melikü’n-Nâsır Muhammed’in, daha sonra 1476 ile 1484 arasında Emîr Özbek’in girişimleri devamlı bir nüfus patlamasına yol açmıştı. 1517’de meskûn saha, Haliç boyunca ve batıya doğru uzanan ana geçiş yolları etrafında güney kısmında 100 hektarı geçmiyordu ve nüfus 30.000 kişi civarındaydı. XIV ve XVII. yüzyıllarda bu bölgede yer alan göl ve bahçelerin bulunduğu kesimlerin çevresinde çok defa yazlık ikametgâhlar şeklinde Kahire burjuvası yerleşmeye başlamıştır. Bununla birlikte Özbekiye yakınında Ahmed er-Rûviî’nin yapıları (1608 civarı) ve Emîr Âbîdin Bey Vakfı (1631) sınırlı kalmış olan bir inşa faaliyetinin başlangıç örnekleridir. XVII. yüzyılın sonlarında Kahire’nin zanaatkâr ve tüccarlarının sadece % 4,6’sı orada çalışıyor, % 9’u orada oturuyordu. Emîrlerin ise % 13’ü bu varoşun güney kısmında ikamet ediyordu. XVIII. yüzyılın başında Özbekiye muhtemelen bir kır (köy) bölgesiydi ve halkına da köylü (fellâh) deniyordu. XVIII. yüzyılın başında bu durum değişti. Kahire’nin batı bölgesine doğru akın eden nüfus hareketi, hiç şüphesiz 1730-1770 yılları arasındaki gelişme ve


refah döneminin demografik gelişmesiyle alâkalıydı. Bu hareket, büyük tüccar Kāsım eş-Şereybî ve özellikle Osman Kethüdâ’nın Özbekiye’nin doğu kıyısı üzerindeki inşa teşebbüsleriyle başlamıştı. Osman Kethüdâ’nın vakfı, yanında bir halk hamamıyla birlikte gölün güneybatı köşesinde inşa edilmiş bir cami, bir çeşme ve ticarî kullanımlı bazı yapıları da bünyesinde topluyordu. Kahire’nin batı varoşu yüzyıl boyunca seçkin sınıfın tercih ettiği semt haline geldi. 1798’e doğru emîrlerin yarısı orada, altıda biri de Zeybekiye çevresinde ikamet ediyordu. Bu hareket Kahire nüfusunun tamamını ilgilendiriyordu. 1726 ile 1798 yılları arasında incelenen zanaatkâr ve tüccarların % 9,5’i batı varoşunda çalışıyordu. Bu ise XVII. yüzyıldaki oranın iki katıydı ve aynı kategoriden nüfusun % 26,1’inin ikametgâhı da oradaydı. İnşa hareketinin incelenmesi de bu sonucu teyit eder. Nitekim 1726-1798 yıllarında inşa edilen on beş cami ve on iki çeşme ile batı varoşu Kahire’nin diğer bölgelerindekine denk bir mimari faaliyete mazhar olmuştu. Daha önceki iki asır boyunca (1517-1725) orada sadece dokuz cami ve iki çeşme yapılmıştı. Şu halde 1798’in Kahire’si, Description de l’Egypte adlı kitabın müellifleri tarafından haritaları çizilip tasvir edildiği gibi Osmanlılar’ın Memlükler’den miras aldığı nüfus ve fizikî yönden geliştirdiği oldukça büyük bir şehirdi.

XVIII. Yüzyılın Sonunda Kahire. XVIII. yüzyılın sonunda Kahire’nin genel yapısı geleneksel Arap şehirlerinin yapısına uygundur. Şehrin ana mâbedi (Ezher Külliyesi) etrafında iktisadî faaliyetlerin esasını bir araya toplayan çarşıdan oluşan merkezle ikamete ayrılmış birtakım semtler arasındaki tezat orada da görülmektedir. Bu merkez Kahire’nin kalbini elinde tutuyordu, Fâtımî şehrinin bir ucundan öbür ucuna devam eden başlıca ana caddesi Memlük ve Osmanlı şehrinin de ana caddesi olarak kalmıştı. Ticaret merkezinden itibaren şehir kademe kademe dairevî şekilde açılıyor, fakir bölgeler, çevreyi en çok kirleten iş yerleri ve ziraat alanı şehrin kenar kesimini oluşturuyordu. Nelly Hanna tarafından bir araştırma konusu yapılan yerleşim ve konut biçiminin dağılımı aynı şekilde merkezden dışa doğru uzanıyordu. Ana faaliyet bölgesinin etrafında tüccar ve şeyh evlerinin bulunduğu rahat ve zengin bir yerleşim alanı yayılıyordu. Hali vakti yerinde olanların oturduğu avlulu evler (rab‘), bunların dışında orta hallilerin barındığı meskenler ve nihayet şehir kenarında muhtemelen havuz tipinde bir avluya bakan fakir ve basit konutlar sıralanmıştı.

Kahire gittikçe düzenli bir yapılaşmadan uzaklaşsa da önceleri yerleşme alanları, semtler hususi bir mantığa uyuyordu. Yahudi mahallesi merkezin hemen yakınında kurulmuştu. Kıptî semtleri nisbeten merkezden uzak bir mesafede Kahire’nin batı bölgesindeydi. Seçkinlerin mahalleleri Birketülfîl ve daha sonra Özbekiye çevresinde toplanmıştı. Hâkim sınıf, yerleşme için gereken geniş alana sahip su ve yeşillik bulunan bazı kenar semtlerde de oturmaktaydı. Kahire’nin gelişmesi kuzeydoğu istikametinde Memlük mezarlıkları, kalıntılardan oluşan tepeler ve Mukattam kenarının fizikî engeliyle sınırlanmıştı. Kuzeye doğru bir varoş olarak gelişen fakir Hüseyniye mahallesi, her ne kadar Suriye ve hac yolu üzerinde kurulmuş olsa da ancak çok sınırlı bir gelişme göstermişti.

Fâtımîler tarafından inşa edilmiş surlarının içinde Kahire gerçek bir ferdiyeti yansıtıyordu. Mahkeme kayıtlarında dış mevzileşmeler XVII. yüzyıla kadar “zâhirü’l-Kāhire” olarak zikredilmişti. Burada 153 hektarlık bir alan üzerinde yaklaşık 90.000 kişi yaşıyordu. Bu ise hektar başına 588 kişiden daha fazla olan büyük bir nüfus yoğunluğudur. Bu yoğunluk, çok önemli miktarda ortak konutların (kervansaray ve rab‘ gibi avlulu evler) varlığını ve mimarinin düşeyliğini açıklamaktadır. Ezher ve pek çok dinî kuruluşun mevcudiyetinden dolayı burası itibarlı bir bölgeydi. Bu dinî kurumlar eğitimin verildiği ve adaletin dağıtıldığı yerlerdi; kadı mahkemesi orada merkezî bir yer tutuyordu. Bu kesim şehrin belli başlı iktisadî faaliyetlerinin sergilendiği yerdi. Toplam 144 çarşının altmış sekizi (% 47,2) ve 348 kervansaraydan 244’ü (% 70) orada toplanmıştı. Kahire tüccar ve zanaatkârlarının tereke kayıtlarının (muhallefât) incelenmesi, 1776 ile 1798 arasında fertlerin % 67,5’inin orada çalıştığını ve bunların gelirlerinin toplamının % 89,3’üne sahip olduğunu göstermektedir (ortalama meblağ 115.000 para). Kasabanın içinde bulunduğu 60 hektarlık bölgede özellikle toplanma çok fazla idi. Kasabanın bir kısmı olan Beynelkasreyn bu ismi Fâtımîler devrinden kalma iki saraydan alıyordu. Varoşun büyük kahve ve baharat ticareti altmış iki vikâlette ve şeker ticareti bu bölgede Hânü’l-Halîlî, Hamzavî, Gûriye ve Cemâliye gibi büyük merkezlerde toplanmıştı. Aynı şekilde kıymetli taş işlemeciliği ve para alışverişi de burada yapılıyordu. Şehir kenarında gelişen fakir semt uzantılarına rağmen Kahire bütünü içinde rahat bir bölgeyi temsil ediyordu. Burada ikamet eden 173 zanaatkâr (toplam 344 kişi) ve tüccar ortalama 125.000 para değerinde servete sahipti (genel ortalama olan 109.000 para idi).

XVIII. yüzyılın sonunda 266 hektarlık bir alan üzerinde inşa edilmiş güney varoşu yaklaşık 100.000 kişilik bir nüfusu barındırıyordu. Bu yoğunluk hektar başına 375 kişi etmektedir ve normal sayılabilir. Kale kesimi paşa ve onun kalabalık hânesi, azeb ve yeniçerilere ait iki geniş kışla 10.000 kişilik bir nüfusu temsil ediyor ve siyasî bakımdan hâkim unsuru niteliyordu. Burada oturanlar yüksek servetleri sebebiyle ayrıca önemli bir tüketim pazarı oluşturuyordu. Kahire’nin zanaatkâr ve tüccarlarının % 21,2’si burada çalışıyordu; fakat bölgede yasaklanmış, uygun olmayan bazı meslekleri icra eden fakir insanlar da (ortalama servet 24.130 para) bulunmaktaydı. Kale çevresinde yönetici askerî sınıfa bağlı meslekler arasında silâh, semer ve yolculuk malzemeleri işiyle uğraşanlar veya İbn Tolun’un yakınında kumaş ticareti yapan Mağribîler de bulunmaktaydı. XVIII. yüzyılın sonundaki örneğe göre Kahire’nin tüccar ve zanaatkârlarının % 19’u ortalama çok düşük bir gelirle (15.000 para) bu varoşta oturuyordu. Fakat Birketülfîl çevresi


XVIII. yüzyıl sonunda seçkin sınıfın tercih ettiği bir mahalle haline gelmişti.

Batı varoşu yaklaşık 65.000 kişilik bir nüfusla 215 hektarlık bir alana yayılıyordu. Hektar başına 302 kişilik oldukça düşük bu yoğunluk semtin yeni oluşundan kaynaklanmaktadır. XVII. yüzyılın sonundan XVIII. yüzyılın sonuna kadar bu varoşta faaliyet gösteren Kahire’nin tüccar ve zanaatkârlarının oranı iki katına (% 4,6’dan % 9,5’e) yükselmişti. Gelir ortalamaları güney varoşu halkının gelirinden (39.436 para) daha yüksek olmakla birlikte Kahire’nin geliriyle karşılaştırıldığında çok düşük kalıyordu. İkamete ayrılmış bölge olarak batı varoşu daha da belirgin bir gelişme göstermişti. 1679 ile 1700 yılları arasında tüccar ve zanaatkârların konutları % 9 seviyesinde iken 1776-1798 yıllarında bu oran % 26,1’e çıkmıştı. Yüksek bir ortalamaya sahip gelir düzeyi de (154.000 para) Özbekiye civarında ve Haliç yakınında zengin tüccarların varlığını göstermektedir. Bâbüşşa‘riye ve Bâbüllûk çevresinde gelişen batı varoşu iktisadî bakımdan önemli faaliyetlerin çekirdeğini teşkil ediyordu. Bu varoş hem seçkin tabakanın hem de azınlıkların ikamet yeriydi. Belli başlı Kıptî semti Özbekiye’nin kuzeyinde uzanıyordu. Bazı hıristiyanlar ise Haliç boyunca himayelerini bekledikleri Frenkler’e (Avrupalılar) yakın bölgelerde yerleşmişlerdi. Kahire’nin bu bölgesi az insanın meşgul olduğu pek çok sektörü de ihtiva ediyordu. Ayrıca semt Kahire halkının Bâbüllûk çevresinde, Özbekiye’nin batı kenarında ve Kāsım Bey’in bahçesi civarında gezip eğlendiği bir bölge olmuştu.

Çok defa gözden düşürücü değerlendirmelere konu teşkil eden şehir mimarisi açısından bile Osmanlı devrinin bilançosu olumsuz değildir. Osmanlı fethinin Kahire’de mimari hareketin durmasına yol açtığını ileri süren beyanların ekseriyeti peşin hükme veya anıtlarla ilgili sathî bilgilere dayanmaktadır (EI2 [Fr.], IV, 454). Fiilî olarak mimari üretim, bu üç asır boyunca ne keyfiyet ne de kemiyet olarak Kahire’nin tarihine ters olmuştur.

Kahire’deki tasnif edilmiş anıtların listesi 1517-1798 dönemi için 199 olarak kaydedilmektedir ki bu aynı süreye denk Memlük dönemindeki yapılardan (233 yapı) biraz düşüktür. Fiilen inşa edilmiş eserlerin sayısı çok daha yüksek olmuştur. 233 kamu binasından yetmiş yedisi cami, otuz sekizi tekke, medrese, 118’i çeşmedir. Fakat gerçekte bu sonuncusu çok daha fazladır. Meselâ 1798’de Kahire’de mevcut bulunan 300 sebilin ekseriyeti Osmanlılar devrinden kalmadır.

Bu eserlerin pek çoğu gerçek bir mimari ilgiyi ortaya koymaktadır. Ancak burada hemen dikkati çeken özellik mahallî geleneklerin belirginliğidir. Meselâ Memlük sanatı, kendi estetik kurallarını mimarlara kabul ettiren tamamen millî bir sanat olmuştur. Osmanlılar ise Kahire’ye bir imparatorluk sanatını kabul ettirmeye çalışmamışlardır. Dolayısıyla bu üslûbun eserleri orada çok fazla miktarda değildir. Hadım Süleyman Paşa Camii (935/1528), Sinan Paşa (979/1571), Melike Safiyye (Safiye Sultan) (1019/1610), Ebû’z-Zeheb Muhammed Bek (1188/1775) gibi geniş birkaç cami vardır. Bunların inşası da çok defa siyasî birtakım sebeplerle izah edilmektedir. Bu camiler dekorasyon detayı içinde mahallî üslûptan miras kalmış pek çok unsur ihtiva etmektedir. Camilerin büyük bir kısmı, çeşmelerin yarıya yakını “neoMemlük” diye nitelendirilebilecek bir tarzdadır. Mahmûdiye (975/1568), Bürdeynî (1038/1629), Osman Kethüdâ (1147/1734), Şâzeliye (1167/1754), Yûsuf Çorbacı (1176/1763) camileri gibi büyük camilerin durumu ve Sultan Kansu Gavri Sebili’nin (909/1503) güzel bir taklidi olan Hüsrev Paşa Sebili’nin (941/1535) durumu da kesinlikle böyledir. Sadece süslemede belli bir değişiklik ve kendini Kahire’ye kabul ettiren Osmanlı minaresi veya çini süslemeleri gibi İstanbul’dan getirilen bazı çizgilerin benimsendiği görülmektedir.

Bu mimari faaliyet asıl doruk noktasına XVIII. yüzyılda yeniçeri kethüdâsı Abdurrahman’ın çalışmalarıyla ulaşmıştır. Abdurrahman gelirlerini bir inşa ve imar politikasının hizmetine vermiş, böylece bütün dönemlerde Kahire’nin büyük ilim ve sanat hâmilerinden biri olmuştur. 1744-1765 yılları arasında on iki cami, üç tekke ve on üç çeşmenin inşası onun tarafından gerçekleştirilmişti. Bu yapıların süslemesindeki büyük ilgi ve dikkat kendini açığa vurmaktadır. Süslemenin orijinalitesi Memlük çizgilerinin ve İstanbul’dan gelen etkilerin bir karışımıyla 1744 yılında inşa edilen büyük sebilden itibaren ortaya çıkmaktadır. Bu Osmanlı ilhamı ve Abdurrahman Kethüdâ’nın eserlerindeki üslûbun etkisi, 1750’den itibaren Kahire’de büyük bir başarı ve şöhret kazanan ve Kahire mimarisindeki çok orijinal bir gelişmeyi temsil eden, yuvarlaklaştırılmış biçimdeki yeni bir kamu çeşmesi stilinin ortaya çıkışında kesin rol oynamıştır. Diğer taraftan bu mimari faaliyet, aynı zamanda ilginç bir biçimde prensip olarak yabancı idareci sınıfla mahallî halk arasında kurulan bağların gücü ve mahallî geleneklerin belirginliği hakkında bilgi vermektedir. Meselâ kamu çeşmelerinin çoğalıp yayılması ve bunların her yerde görülmesi, bu dönemde kesin biçimde oluşan geleneksel şehrin karakteristik çizgilerinden birini teşkil etmiştir.

Kahire, iki buçuk asır boyunca Mısır’ın gelişme ve refah dönemi olan 1730-1770 yıllarında doruk noktasına ulaşan bir şehircilik gelişmesi yaşamıştır. O sırada şehir, uzun tarihinin başka hiçbir döneminde görülmemiş bir şekilde daha geniş ve 300.000 civarında nüfusuyla daha kalabalıktı. Bu durum 1770’li yıllara doğru Mehmed Ali Paşa’nın girişimlerini, ihtiras ve başarısını açıklamaktadır. Fakat XVIII. yüzyılın sonlarında Mısır çok yönlü bir krize uğramıştır.


Bölgedeki ekonomik kriz geniş ölçüde Avrupa nüfuzunun etkilerinden ve bunun ülke ticareti ve üretimi üzerinde yaptığı rekabetten kaynaklanmıştır. Batı mâmulleri Mısır pazarına girmiş, mahallî üretim karşısında kendilerini zorla kabul ettirmiştir. Diğer taraftan Batı ürünleri, aynı zamanda Mısır’ın Osmanlı ülkelerindeki geleneksel pazarlarını kapamıştır. Daha önceden yayılan şeker ve dokumacılık işleri gibi bazı zanaatlar 1750’den itibaren büyük bir kriz yaşamıştır. Özellikle kahve ticaretinde ortaya çıkan düşüş durumun ne ölçüde ağır olduğunu göstermektedir. Batı rekabeti hem içeride hem Avrupa kolonilerinde üretilen kahvenin Avrupa’ya ve Şark’a girmesiyle dışarıda kendini göstermiştir. Bu rekabetin etkileri Mısır’a ithal edilen kahve miktarındaki azalmayla ölçülebilir: 1750 yılına kadar yıllık 30.000 yük, 1770’lere doğru 24.000, yüzyılın sonunda 21.000 yük (veya ton ?). Mahkeme kayıtlarına göre ise 1660-1700 yılları arasında 114 tereke kaydı 1750-1798 arasında altmış üçe inmiştir.

Osmanlı idaresi yerine Memlük hâkimiyeti ve beylerin iktidara gelişi Mehmed Ali Paşa’dan itibaren, belki de Mısır’ın geleneksel kaynaklarının azalmasından doğan bir zorbalık ve şiddet politikasıyla kendini göstermişti. İbrâhim ve Murad beylerin idaresi dönemi oldukça sert geçmişti. Onların Bâbıâli’ye yıllık vergi ödemeyi reddetmeleri 1786’da bir Osmanlı seferine yol açmıştır. 1791’de tekrar iktidara gelişlerinde baskı daha da şiddetlenmiştir. Bu şiddet ve baskıları sıralamaktan usanan tarihçi Cebertî’nin 1210 (1795-96) yılı için, “Bu sene, emîrlerin keyfî fiilleri ve eziyetler dışında kaydetmeye değer hiçbir olay geçmemiştir” şeklindeki beyanı bu durumu ortaya koyar (Merveilles biographiques, V, 218). Bu baskı ve aşırı vergiler, o sırada Mısır’ın geçirdiği genel yapıyla ilgili krizin etkilerini ağırlaştırıyordu. 1784’ten itibaren ve 1792’ye kadar pahalılık, kıtlık ve veba salgınları gibi ülkeyi fakirleştiren ve nüfusu azaltan birçok felâket memleketin üzerine çökmüştü. Volney’e göre 1785’te Kahire’de günde 1500 kadar cinayet işleniyordu. 1791 yılının veba salgını on dört beyin hayatını kaybetmesine yol açmış ve 1792’de kıtlık ve açlık korkunç ve dayanılmaz hale gelmiştir. Cebertî bu hususta sefaletten ağlayan kadın, erkek, çoluk çocuğun sokaklarda ve pazarlarda toplandığını, sokaklarda sefalet ve açlıktan bunalmış insanların üzerine basmaksızın bir adım atmanın mümkün olmadığını, merkep ve at leşleri için kavga edildiğini, hatta küçük çocukların etini yiyen bazı insanların bile görüldüğünü yazar (a.g.e., V, 177-178). Kahire, nüfusunun üçte birini o sırada kaybetmiş olabilir. Description yazarları 1798’de Kahire’nin nüfusunu 263.000 olarak değerlendirmiştir. Hiç şüphesiz bu nüfus 1750’lerdeki nüfusa göre son derece düşüktür. Benzer bunalımlar, geçmişte de Mısır’ın başına gelmiş ve bunların etkileri, yaraları zamanla unutulmuş ya da yatışmıştı. Fakat bu defa mâruz kalınan kayıpların yarası tam olarak kapanmadan ülke ve başşehri önce Fransız işgalinin (1798), daha sonra ise 1801-1805 yıllarının krizini yaşadı. Yine de bu son felâket 1517’den beri gerçekleştirilmiş olan gelişmeleri silemedi.

BİBLİYOGRAFYA:

Cebertî, ǾAcâǿibü’l-âŝâr (Bulak), tür.yer.; a.e.: Merveilles biographiques et historiques (trc. Şefik Mansur v.dğr.), Le Caire 1888-96, I-IX; a.e.: Abd al-Rahmân al-Jabarti’s History of Egypt (trc. T. Philipp v.dğr.), Stuttgart 1994, I-III; M. Clerget, Le Caire, Le Caire 1934, I-II; S. J. Shaw, The Financial and Administrative Organization and Development of Ottoman Egypt: 1517-1798, Princeton 1962; P. M. Holt, Egypt and the Fertile Crescent: 1516-1922, London 1966; F. Fabri, Le voyage en Egypte, Le Caire 1973, II, 400; A. Raymond, Artisans et commerçants au Caire au XVIIIe siècle, Damas 1974, I-II; a.mlf., The Great Arab Cities in the 16th-18th Centuries, New York 1984, s. 12, 27, 39, 46, 63-69, 139; a.mlf., Grandes villes arabes à l’époque ottomane, Paris 1985, s. 64; a.mlf., Le Caire, Paris 1993; a.mlf., Le Caire de ‘Abd al-Rahmān Katkhudā, Paris 1995; a.e.: Yeniçerilerin Kahiresi: Abdurrahman Kethüda Zamanında Bir Osmanlı Kentinin Yükselişi (trc. Alp Tümertekin), İstanbul 1999; a.e.: Osmanlı Döneminde Arap Kentleri (trc. Ali Berktay), İstanbul 1995, tür.yer.; a.mlf., “Le Caire sous les Ottomans (1517-1798)”, Le Caire (éd. A. Raymond), Paris 2000; a.mlf., “L’activité architecturale au Caire a l’époque ottomane”, AIsl., XXV (1991), s. 343-360; D. Crecelius, The Roots of Modern Egypt, Minneapolis 1981, I-IV; N. Hanna, An Urban History of Bulaq in the Mamluk and Ottoman Periods, Le Caire 1983; a.mlf., Habiter au Caire aux XVIIe et XVIIIe siècles, Le Caire 1991; B. Maury v.dğr., Palais et maisons du Caire II: Epoque ottomane, Paris 1983; D. Behrens-Abouseif, Islamic Architecture in Cairo, an Introduction, Leiden 1989; a.mlf., Egypt’s Adjustment to Ottoman Rule, Leiden 1994; J. Hathaway, The Politics of Households in Ottoman Egypt, Cambridge 1997; E. Pauty, “L’architecture au Caire dans la période ottomane”, BIFAO, XXXV (1936-37), s. 1-69; C. H. Becker, “Kahire”, İA, VI, 74-78; J. Jomier, “Ķāhira”, EI² (Fr.), IV, 442-464.

André Raymond





III. SON DÖNEM

Napolyon Bonapart’ın 1798’de Mısır’ı işgal etmesiyle birlikte Kahire tarihinde yeni bir dönem başladı. 1805’te vali tayin edilen Kavalalı Mehmed Ali Paşa yaklaşık 150 yıl sürecek olan hânedanın kurucusu oldu. Mısır, II. Dünya Savaşı sırasında tarafsız kalmasına rağmen 1936’da İngiltere ile yaptığı bir antlaşma sebebiyle İngilizler tarafından askerî üs olarak kullanıldığı için Kahire de müttefiklerin Ortadoğu’daki karargâhı durumuna geldi. Savaş sırasında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Roosevelt, İngiltere Başbakanı Churchill ve Çin Generali Chiang Kaishek Kahire’de buluşarak görüştüler (Kahire Konferansı, 23-24 Kasım 1943). Mart 1945’te Kahire’de Câmiatü’d-düveli’l-Arabiyye (Arap Birilği) adlı örgüt kuruldu; 1946’da da İngiliz birlikleri şehri terkettiler. Hür Subaylar’ın (ed-Dubbâtü’l-ahrâr) 1952’de yaptıkları ihtilâlle krallığın devrilmesinden sonra Kahire Mısır Cumhuriyeti’nin başşehri olmayı sürdürdü. Ocak 1977’de, Başkan Enver Sedat’ın takip ettiği açılma politikasının temel ihtiyaç maddelerindeki fiyat artışlarını da beraberinde getirmesi üzerine Kahire’de büyük bir gösteri yapıldı.

Mehmed Ali Paşa’nın başlattığı yenilik çalışmalarının merkezini Kahire teşkil etmekle birlikte onun döneminde şehrin genel görüntüsü fazla bir değişikliğe uğramamıştır. Bununla birlikte Mehmed Ali Paşa ailesinin üyeleriyle diğer devlet erkânının Nil kenarında, Ravza adasında ve Cîze’de büyük bahçeler içerisine yaptırdıkları saraylar daha sonraki büyümede etkili oldu. Mehmed Ali Paşa da Şübrâ’da büyük bir saray ve Kal‘atülcebel’de kendi adıyla anılan İstanbul camilerine benzer bir cami yaptırdı (1265/1848). 1845’te Ezher bölgesiyle Mûskî’yi birbirine bağlayan Sikketülcedîde caddesi açıldı. Bulak da XIX. yüzyılın ilk yarısında matbaa ve tekstil gibi çeşitli endüstri dallarının gelişmesiyle bir sanayi ve ticaret semti haline geldi. Abbas Paşa zamanında Abbâsiye mahallesi kuruldu. 1851’de İskenderiye-Kahire ve Kahire-Süveyş demiryollarının yapımına dair anlaşma imzalandı ve Abbas Paşa’nın vefatından kısa bir süre önce ilk bölümün (1854), Said Paşa zamanında da ikinci bölümün (1858) açılışı gerçekleşti. 1856’da Kahire’nin kuzeybatısına Bâbülhadîd (bugünkü Ramses Meydanı civarı) tren istasyonu inşa edildi; böylece hem Akdeniz’e hem de Kızıldeniz’e demir yoluyla bağlandığı için


Kahire’nin ekonomik ve stratejik açıdan önemi arttı.

Kahire’ye bugünkü görünümünü kazandıran asıl değişiklikler Hidiv İsmâil Paşa zamanına rastlar. Görevinin ilk yıllarında Nil taşkınlarını önlemek amacıyla nehir yatağının ıslahı çalışmaları yapıldı ve böylece şehir, güneydeki Cîze’den kuzeydeki İmbâbe’ye kadar batı tarafına doğru genişlemeye uygun hale geldi (1865). 1867’de Fransa’ya giden İsmâil Paşa, Haussmann’ın projesine göre yeniden tayin edilen Paris’i gördü ve ondan esinlenerek Kahire’ye modern bir şehir görünümü kazandırmaya karar verdi. Bir yandan kendi adıyla anılan İsmâiliye semti gibi yeni yerleşim merkezleri oluştururken bir yandan da eski Kahire’nin alt yapısını düzenlemeye çalıştı; su ve kanalizasyon şebekesi, aydınlatma, tramvay hatlarının döşenmesi, yeni köprü ve yollar yapılması gibi faaliyetleri başlattı. Bu dönemde şehir kuzey ve batı yönlerinde genişledi. Nil’den başlayan ve Bulak, Özbekiye (Ezbekiye), Bâbülhadîd ve Gamra hattını takip ederek Haliç’e bağlanan bir kanal açıldı (et-Tur‘atü’l-İsmâiliyye). Süveyş Kanalı’nın açılış törenleri için yapılan hazırlıklar sırasında Birketülözbekiye modern bir park haline getirilirken çevresine oteller ve bir opera binası inşa edildi. Kahire’nin hareketliliği bundan sonra daha da arttı. Hidiv İsmâil Paşa ardından Cezîre’ye kendisi için bir saray, Cîze ile piramitler arasına geniş bir bulvar ve Kahire ile Cezîre arasına Kasrünnîl Köprüsü’nü (bugünkü Tahrir Köprüsü) yaptırdı (1871-1872). Özbekiye kuzeyden Klotbey caddesiyle Bâbülhadîd tren istasyonuna, güneyden Muhammed Ali caddesiyle (bugünkü Şâriukal‘a) Kal‘a’ya bağlandı. Hidiv İsmâil Paşa 1874’te o güne kadarki yönetim merkezi olan Kal‘a’yı terkederek 1863’te inşasına başlanan Zeynelâbidîn Sarayı’na taşındı. Böylece Kahire’nin merkezi Özbekiye, Zeynelâbidîn Sarayı ve Süleymanpaşa Meydanı üçgeninden oluşan bölgeye kaydı. Pierre Grand’ın (Grand Bey) 1874’te hazırladığı projeye göre şekillenen Kahire’de İsmâiliye, Özbekiye ve Zeynelâbidîn semtleri Batılı tarzda düzenlendi.

İngiliz işgali döneminde de şehir Batılı şirketlerin elinde genişlemeye devam etti. Tevfîkıye, Feccâle ve eski sarayların bulunduğu Garden City şehrin merkezine yakın mahalleler olarak ortaya çıkarken bunlara yeni tramvay hatlarının kurulmasından sonra Zeytûn ve Matariye gibi yenileri katıldı. Hükümet, ulaşım meselesini halletmek için 1890’lı ylların ikinci yarısından itibaren yeni hatların açılışını gerçekleştirdi. Bu arada İsmâiliye Kanalı ile el-Halîcü’l-Mısrî dolduruldu (1897-1899) ve ikincisinin yerine bir tramvay hattı (Halîcülmısrî caddesi) inşa edildi. Cezîre’de işgal kuvvetlerine mensup askerler için spor ve eğlence merkezleri açılırken adanın kuzeyindeki Zemâlik zenginlerin oturduğu mahalle haline gelmeye başladı (1905-1910). Yabancı elçiliklerin yer aldığı semt 1909’da inşa edilen Ebülalâ (26 Yulî) Köprüsü ile Bulak’a bağlandı. Şehrin kuzeydoğusundaki Heliopolis’te tramvay hattının inşasıyla birlikte yeni bir yerleşim merkezi (Mısrülcedîde) kuruldu; güneyinde ise spor ve eğlence merkezleri de ihtiva eden Meâdî mahallesi ortaya çıktı. Otomobillerin çoğalmasıyla birlikte artan yol ihtiyacını karşılamak için 1926-1928’de Atabe mahallesi Ezher ve Abbâsiye’ye iki geniş caddeyle bağlandı. 1937’de kararı alınan Haliç caddesinin (şimdiki Port Said caddesi) genişletilmesi çeşitli merhalelerle 1952’den sonra tamamlanabildi.

İngiliz işgal kuvvetlerinin 1946 yılında şehirden çekilmesinden sonra Kasrünnîl kışlaları yıkılarak yerleri eski İsmâiliye Meydanı ile birleştirildi (1952’den sonra Meydânüttahrîr). Halen burada çeşitli resmî binaların yanı sıra büyük bir idare binası (Mücemmau’t-tahrîr,1950) ve büyük oteller yer almaktadır. 26 Ocak 1952’de Kahire’nin merkezinde bulunan Özbekiye’deki Opera Meydanı’nda başlayan bir yangın, opera binasıyla birlikte çevredeki çok sayıda büyük otel ve iş merkezinin yanmasına sebep oldu. Hür Subaylar’ın Temmuz 1952’de iktidara gelmesinden sonra Nil kenarında, Kahire’nin güneyindeki Hilvan’dan kuzeyindeki Şübralhayme’ye kadar uzanan geniş bir cadde açıldı (Kûrnîşünnîl, 19 km.). Bu cadde üzerinde resmî birçok önemli kurumun merkezi yer almaktadır. Bu dönemde takip edilen devletleştirme politikası şehrin gelişmesinde de etkili oldu. Vakıfların gayri menkulleri devlet kontrolüne girdi; o güne kadar çoğunluğu yabancılara ait olan elektrik, gaz, su, posta, telefon, tramvay vb. şirketlerinin sözleşmeleri uzatılmadı veya feshedildi. Aynı dönemde Medînetülmühendisîn, Medînetüssahafiyyîn ve Medînetülmuallimîn gibi büyük projelerle oluşturulan uydu kentlerin ortaya çıktığı görülür. Mukattam tepeleriyle Mısrülcedîde arasında büyük bir stadyumu da ihtiva eden Medînetünnasr mahallesi kuruldu. 1966 yılında Kahire Cîze ve Kalyûbiye ile “Büyük Kahire“ adı altında birleştirildi ve böylece şehrin yayıldığı alan biraz daha genişledi.

Enver Sedat döneminde takip edilen politika Kahire’deki nüfus artışını daha da hızlandırdı. Yerleşim alanlarının yetersiz kalması plansız şehirleşme ve gecekondulaşmayı beraberinde getirdi. Kahire’nin çevresinin çöllerle kaplı olması buraya mahsus bir düzensiz yerleşmeye yol açtı. Gelir seviyesi düşük çok sayıda insan binaların çatılarını mekân edinirken şehrin içinde kalan mezarlıklar da büyük bir mezarkente dönüştü; buralarda yaşayanların sayısı milyonla ifade edilmektedir. Ayrıca boş bulunan her yere kurdukları barakalarda yaşayanların sayısı da gittikçe


artmaya başladı. Yerleşim sorununa çare arayan devlet Medînetü 6 Uktûber, Medînetüssâdât, Medînetülemel, Medînetübedir ve Medînetülâşir minRamazan, Medînetü 15 Mâyû gibi ismini Sedat döneminin önemli günlerinden alan çeşitli uydu kentler inşa etme yoluna gittiyse de bunların yeterli olmadığı görülrü. Kahire’nin yerleşim alanı 1960’lı yıllarda 17.643 hektar iken 1990’lı yılların başında 20.791 hektara (bazı değerlendirmelere göre 32.000 hektar; bk. Raymond, s. 338) ulaşmış bulunuyordu.

Kahire çok hızlı kalabalıklaşan bir şehirdir. Nüfus XIX. yüzyılda yaklaşık 300.000’den 600.000’e çıkarak ikiye katlanmıştır; XX. yüzyılda ise 1937’de 1.300.000’e, 1947’de 2.320.000’e, 1960’ta 3.980.000’e, 1976’da 6.690.000’e, 1986’da 8.630.000 ve 1994’te 10.300.000’e ulaşmıştır. Bu yüzyılın ilk yarısındaki hızlı nüfus artışının sebepleri arasında I ve II. Dünya savaşlarının şehre göçü hızlandırmasının yanı sıra ölüm oranındaki düşüş de bulunmaktadır. Resmî rakamların Kahire’nin gerçek nüfusunu ortaya koymadığı bilinmekte ve büyüme oranı yüzde 2,5-4 civarında olan Büyük Kahire’nin (Kahire-Kalyûbiye-Cîze) 1990’lı yıllardaki nüfusunun 14.8 milyon ile 16 milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir. Buna göre Mısır nüfusunun (1986’da 50,4 milyon, 1997’de 65 milyon) % 17’sinden fazlası Kahire’de yaşamaktadır. 1967’de İsrail karşısında yenilgiye uğranılmasından sonra da kanal şehirleri Süveyş, Port Said ve İsmâiliye’den kaçan 500.000-1.000.000 kişinin çoğu Kahire’ye yerleşmiştir. 1986 istatistiklerine göre Kahire her yıl 250-300.000 göçmen almaktadır. Çalışabilir nüfusun yüzde 17,3’ü işsiz olduğu gibi (1986) çalışanların da (% 20’si sanayi alanında) büyük bir kesimi ancak ek bir iş yaparak geçimini sağlayabilmektedir.

Kahire Mısır’ın sadece idarî açıdan değil aynı zamanda endüstri, ticaret, finans, yönetim, bilim ve kültür açılarından da merkezidir. Ana endüstri sektörü tekstil olmakla birlikte ağır sanayi de gelişmiştir; şehrin çevresinde demir çelik ve çimento sanayii ile bunlara bağlı yan sektörler faaliyet göstermektedir. Eski mahallelerde de bakırcılık, gümüş işçiliği, marangozluk gibi geleneksel el sanatları yaşatılmaktadır. Büyük otellerin bulunduğu Kahire, özellikle Cîze piramitleri başta olmak üzere çeşitli tarihî yerleriyle bütün dünyanın ilgisini çeken bir kültür turizmine de sahiptir.

İlk defa 1986 yılında Hilvan-Heliopolis hattında açılan ve yapım çalışmaları halen devam eden metronun yer altındaki kısmı sadece beş istasyondur. Dünyanın diğer metropolleriyle karşılaştırıldığında kişi başına düşen özel araç sayısı nisbeten düşük olmasına rağmen şehir içi trafiğinde büyük bir karmaşa hâkimdir. Şehirler arası ulaşımda merkez durumunda olan Kahire’yi diğer önemli şehirlere bağlayan demiryolları ve ana karayolları kuzeybatıda İskenderiye Limanı’na, doğu ve kuzeydoğuda Süveyş Kanalı üzerindeki Port Said, İsmâiliye ve Süveyş’e, güneyde Nil vadisi boyunca ilerleyerek baraj şehri Asvan’a bağlar. Şehirde ulusal ve uluslararası hatlarda hizmet veren Matariye, Elmâza ve İmbâbe havaalanları bulunmakta, ayrıca Nil’den de taşımacılık alanında istifade edilmektedir.

Kahire’deki üçü resmî, biri özel dört üniversitede diğer Arap ülkelerinden de gelen çok sayıda öğrenci öğrenim görmektedir. Dünyanın en eski üniversiteleri arasında yer alan Ezher 972’de Fâtımîler döneminde kuruldu. 1961’de çıkarılan bir reform kanunuyla sadece dinî eğitim veren bir kuruluş halinden bünyesinde dinî ve tabii ilimlerle ilgili çok sayıda fakülte ve büyük bir yazma eserler koleksiyonuna sahip kütüphane barındıran modern bir üniversiteye dönüştürüldü. Kahire Üniversitesi (Câmiatü’l-Kāhire), 1908 yılında özel bir eğitim kurumu olarak Prens Ahmed Fuâd tarafından Mısır Üniversitesi (el-Câmiatü’l-Mısriyye) adı altında kuruldu. Rektörlüğünü de üstlenen prensin tahta çıkmasından sonra Câmiatü Fuâdi’l-evvel adıyla devletleştirilerek çok sayıda sosyal ve fen ilimleriyle ilgili yeni fakültelerle güçlendirilen kurum 1952 ihtilâlinden sonra bugünkü adını aldı; eğitim büyük ölçüde üniversitenin Cîze’deki fakültelerinde sürdürülmektedir. 1950’de İbrâhim Paşa Üniversitesi adıyla kurulan Câmiatü Ayni’ş-şems de modern bir öğretim kurumudur. Kahire Amerikan Üniversitesi 1920 yılında özel bir üniversite statüsünde kuruldu. Şehirde ayrıca çeşitli enstitü ve özel kurumlarda ilmî ve kültürel faaliyetlerde bulunulmaktadır. Bunların başlıcaları Ma‘hedü’d-dirâsâti’l-Arabiyyeti’l-âliye, Ma‘hedü’d-dirâsâti’l-İslâmiyye, Ma’hedü’l-mahtûtâdi’l-Arabiyye, el-Ma‘hedü’l-kavmî li’l-idâreti’l-ulyâ, el-Ma‘hedü’l-âli’l-kavmî li’l-mûsîkī, Ma‘hedü’l-bâliyye el-âlî, el-Ma‘hedü’l-âlî li’t-teknûlûcyâ ve el-Ma‘hedü’l-Fransî li’l-âsâri’ş-şarkıyye’dir (Institut Français d’Archéologie Orientale). Şehirde adları verilen üniversitelerin kütüphanelerinden başka Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye, Dârü’l-vesâikı’t-târîhiyyeti’l-kavmiyye, Mektebetü’l-mecmai’l-ilmiyyi’l-Mısrî, Mektebetü’l-mecmai’l-lugati’l-Arabiyye, Mektebetü’l-cem‘iyyeti’l-âsâri’l-Kıbtiyye ve Mektebetü maslahati’l-mesâhati’l-Mısriyye gibi önemli müstakil kütüphaneler de bulunmaktadır.

Kahire’deki Methafü’l-âsâri’l-Mısriyye, Methafü’l-fenni’l-İslâmî, Methafü’l-Kıbtî, Methafü’l-hadârati’l-Mısriyye, Methafü’l-harbî, Methafü’l-berîd ve Methafü’z-zirâî gibi otuza yakın müzede Mısır’ın binlerce yıllık tarihî eserleri sergilenmektedir. İslâm sanatı ve mimarisi açısından büyük önem taşıyan Kahire’deki çok sayıda cami ve türbenin yanı sıra şehir merkezinde yer alan Hânü’l-Halîlî de Memlükler döneminde bir kervansaray olarak


inşa edilmiş, Osmanlılar devrinde ticaret mallarının sergilendiği ve satıldığı bir çarşıya dönüştürülmüştür. Mısır kadar Ortadoğu’nun da basın ve yayın merkezi olan Kahire’de çok sayıda günlük, haftalık ve aylık neşriyat çıkmaktadır; el-Ehrâm, el-Aħbâr, el-Cumhûriyye, el-Vefd, el-Ahâlî, el-Aĥrâr, eş-ŞaǾb ve Egyptian Gazette gibi gazetelerle el-Uktûber, Rûz el-Yûsuf, Âħir SâǾa ve el-Muśavver gibi dergiler bunların başlıcalarıdır. Her yıl düzenlenen Milletlerarası Kahire Kitap Fuarı İslâm âleminden birçok yayınevini okuyucuyla buluşturmaktadır. Kahire ayrıca bütün Ortadoğu’nun edebiyat, sinema, tiyatro, bale ve müzik merkezidir; yetiştirdiği önemli edebiyatçılardan Necîb Mahfûz 1988 yılı Nobel edebiyat ödülünün sahibidir.

BİBLİYOGRAFYA:

Ali Paşa Mübârek, el-Ħıŧaŧü’t-Tevfîķıyye, Kahire 1980-83, I-III, tür.yer.; Abdurrahman Zekî, MevsûǾatü medîneti’l-Ķāhire fî elf Ǿâm, Kahire 1969; a.mlf., Ĥavâđırü’l-Ǿâlemi’l-İslâmî, Kahire 1979; Islamic Cairo: Architectual Conservation and Urban Development of the Historic Centre (ed. M. Meinecke), Cairo 1980; Abdurrahman er-Râfiî, Târîħu’l-ĥareketi’l-ķavmiyye ve teŧavvüru nižâmi’l-ĥükm fî Mıśr, Kahire 1981, I, 67-70; M. Ruthven, The Great Cities: Cairo, Amsterdam 1983; Le Caire (ed. E. Lambert - I. Vinatier), Paris 1985; Cairo: A Life Story of 1000 Years 969-1969, Cairo, ts. (Ministy of Culture Egyptian Publishing Organisation), ; Fethî M. Musaylihî, Teŧavvürü’l-Ǿâśımeti’l-Mıśriyye ve’l-Ķāhireti’l-kübrâ, Kahire 1988; A. Raymond, Le Caire, Paris 1993; Tarek Mohamed Sakr, Early Twentieth-Century Islamic Architecture in Cairo, Cairo 1993; C.H. Becker, “Kahire”, İA, VI, 86-88; J. Jomier, “al-Ķāhira”, EI² (İng.), IV, 441-444; “Cairo”, EBr., III, 580-585.

Hilal Görgün





IV. MİMARİ

Memlükler devrinde iskân edilen güneydeki merkezî kesimle Fâtımî devrinde iskân edilmiş bulunan kuzey ve batı kesimlerinin temelleri üstünde yükselen bugünkü modern şehir eski şehrin mimari eserlerinin tarihinin incelenmesini zorlaştırmaktadır. Fustat, el-Asker ve Katâi‘ gibi yerleşim merkezlerinin kuzeyinde yer alan başlangıçtaki Fâtımî şehri Ezher Camii, kışlalar ve bir saray külliyesiyle iskân bölgelerinin uzağında bir hükümet merkezi olarak kurulmuştu. Surlar içindeki Kahire, Kasrüşşem‘ ve Fustat, Nil üzerindeki ana limanları ve yerleşim birimleriyle sanayi merkezleri olarak önemlerini bir müddet korumuşlardır. Nil yatağının tedrîcen batıya doğru kayması ve hükümet merkezi olarak Kahire’nin önem kazanması nüfus akışını kuzeye doğru yöneltti. Modern Kahire’nin Bâbüllûk, Bâbülhadîs, Bâbülhalk (hark) gibi kesimleri bu devrin hâtıralarıdır. Fâtımî döneminden sonra İbn Tolun Camii’nin güneyindeki Katâi‘ bölgesi güneydeki mezarlıklarla irtibatlı olarak kaldı. Kuzeye doğru yönelen iskân hareketi, XII. yüzyıl ortalarında harap olan Fustat’ın terkedilmesine sebep oldu. 572’de (1176) Fustat, Selâhaddîn-i Eyyûbî öldüğünde yarım kalmış durumdaki bir surla kısmen iskân bölgelerine bağlanmıştı. Halen mevcut olmayan ikinci Eyyûbî kalesi, Memlükler devrinde de birçok defa tâdil edilmiş olan el-Melikü’s-Sâlih Necmeddin Eyyûb’un yaptırdığı Ravza (Roda) Kalesi’ydi.

Bahrî Memlükleri döneminde şehrin genişlemesi Fâtımî duvarları dışına doğru sürdü. Eyyûbî devrinde tahkim edilmeden bırakılmış bulunan kalenin güneybatı yamaçları el-Melikü’n-Nâsır Muhammed b. Kalavun tarafından surlarla tahkim ettirildi. Bu kesimde sultanın sarayı ve yüksek âmirlerin evleri bulunuyordu. Bu devirde büyük caddeler oluşturuldu; Derbülahmer kaleden Bâbüzüveyle’ye, Şâriussalîbe kaleden İbn Tolun Camii’ne uzanan bir şekilde tanzim edildi. Ayrıca şimdiki Port Said caddesi olarak bilinen kanal da yapıldı. Tahkimatlı Kahire şehrinin kuzeyinde ayakta kalan önemli eserler, sultanların çevgân sahası üzerinde yer alan Zâhir Meydanı’ndaki Sultan I. Baybars Camii (665-667/1267-1269) ve el-Kubbetü’l-Fedâviyye’dir (884-886/1479-1481).

Nil kıyısındaki limanın arkasında Maks / Özbekiye kesimi tahkimatlı Fâtımî şehrinin batı sınırını tayin eden halicin batısındaydı. Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’s-Sâlih Necmeddin Eyyûb devrinde bu kısımda bir hipodrom ve köşkler inşa edilmişti. Sultan Baybars zamanında buraya Moğol hâkimiyetinden kaçan göçmenler yerleştirildi. el-Melikü’n-Nâsır Muhammed b. Kalavun döneminde yerleşme genişledi. Emîr Hüseyin burada 719’da (1319) bir cami yaptırdı. Fakat bir veba salgınının ardından bölge önemli ölçüde boşaldı. Kayıtbay’ın hükümdarlığı sırasında, 880-901’de (1475-1496) Emîr Özbek b. Tutuk tarafından yaptırılan ve büyük havuzun kıyısında yer alan cami, saray, bahçe ve köşklerle oluşturulan Özbekiye mahallesinin tesisine kadar da fazla gelişme göstermedi. Osmanlı idaresinde Özbekiye mahallesi özellikle Bekriyye tarikatıyla ilgili bir yerdi. Kahire’de yabancılara oturma izni verilmesiyle birlikte bu mahal tedrîcen elçiler ve yabancı tüccarların oturduğu bir Avrupalı mahallesi oldu.

Maks / Özbekiye gibi Bulak kesimi de ilk defa Memlükler devri başında önem kazandı. Baybars orada rıhtımlar ve depolar yaptırdı. Bu kesim, büyük veba salgınına ve XIV. yüzyıl sonu ile XV. yüzyıl başlarında meydana gelen büyük fiyat artışlarına kadar yaşadı. XV. yüzyılın sonlarında burada, bir tanesi Kârimî tüccar Hâce Şemseddin b. Zamân tarafından kurulan iki hanla birlikte şeker rafinerileri, un değirmenleri ve bir donanma tersanesi bulunuyordu. Osmanlı fethinin ardından Bulak Osmanlı ticaretinde büyük rol oynadı ve XVIII. yüzyılda kahve ticaretinin çöküşüne kadar önemli bir liman olarak kaldı. Burada halen mevcut Aydemir el-Hâtırî Camii’nin kuruluş kitâbesi 737 (1337) tarihli ise de bölgede sadece Osmanlı öncesi döneme ait iki yapı kalmıştır. Bunlar


853 (1449) tarihli Kadı Yahyâ Camii ve yaklaşık 890’da (1485) yaptırılan Sultan Ebü’l-Ulâ Camii’dir. Osmanlı valilerinin zengin vakıfları ve ticarî tesisleri bulunan mahallede Hadım Süleyman Paşa’nın eserleri mimari açıdan önem kazanamayacak derecede çok sık tâdil edilmiştir. İstanbul tipi ahşap evlerle birlikte daha az önemi haiz fakat ilgi çekici hanların yanı sıra çok sayıda XVII ve XVIII. yüzyıl tesisini barındıran bu mahalde Hadım Hasan Paşa’nın külliyesi ve hanı ile Sinan Paşa’nın külliyesi de bulunmaktadır. Osmanlı devrinde ticarî merkezin yer değiştirmesiyle Nil’in batı kıyısındaki Cîze ve İmbâbe ile Mehmed Ali Paşa tarafından bir sarayın yaptırılmış olduğu Şübrâ ve Abbâsiye banliyösündeki iskân mahalleri önem kazandı. En son olarak da XIX. yüzyılda Garden City ve Heliopolis ortaya çıktı.

Mezarlıklar. Fustat’tan Katâi‘e doğru gelişen eski Kahire’de şu anda neredeyse şehri kuşatmakta olan mezarlıklar özellikle dikkat çekicidir. Amr b. Âs’ın fethinden beri Kahire’nin büyük güney mezarlığı Karâfetülkübrâ önemli bir dinî grubun merkezi olduğu Fâtımî devrinde de kullanıldı. Burası, Mısır’ın Eyyûbîler tarafından fethedilmesinden kısa bir müddet sonra İmam Şâfiî Türbesi’nde bir medresenin tesisiyle Sünnîler için de önem kazandı. Mezarlığın güneyinde bir grup türbe ve Fâtımî meşhedi bulunmaktadır. Bunlar yaklaşık 545 (1150) tarihli Yahyâ eş-Şebîhî Meşhedi, 884’te (1479) Yeşbeg (Yüşbek) b. Mehdî tarafından bir minare eklenen ve 911’de (1505) Kansu Gavri tarafından, ayrıca 1201’de (1786-87) tâdilât gören İmam Leys Türbesi, 945 (1538) tarihli Şâhîn el-Halvetî Hankahı ve Türbesi, es-Sâdâtü’l-Vefâiyye olarak tanınan ve 1066’da (1655-56) Silâhdar Mehmed Paşa tarafından yeniden yaptırılıp 1099’da (1688) tâdil edilen Sîdî Ukbe Türbesi’dir. Bölgedeki Memlük kalıntıları dağınık olup Makrîzî ve diğer müelliflerin andığı bu döneme ait birçok yapıdan önemli bir şey kalmamıştır. İmam Şâfiî Türbesi’nin arkasında sultan sülâlelerinden gelenlerin mezarları vardır (Havşü’l-Bâşâ).

Mezarlığın kuzey kısmında Hâfız-Lidînillâh (1131-1149) dönemine tarihli tamir kitâbeleri olan Seyyide Nefîse’nin meşhedini de içine alan daha büyük ve önemli Fâtımî meşhedleri yer almaktadır. Seyyide Rukıyye (527/1133) ve Seyyide Âtike (519/1125 civarı) meşhedleri de burada mevcuttur. Bunları kesintisiz bir şekilde, aralarında Şecerüddürr’ün de bulunduğu geç Eyyûbî ve Bahrî Memlük hükümdar ve hanım sultanlarının türbeleriyle Abbâsî halifelerinin türbeleri takip eder. el-Melikü’l-Eşref Halîl Türbesi de (687/1288) buradadır. Daha kuzeyde kalenin güneybatısında bir diğer türbe grubu yer alır. Bunların en eskisi Mustafa Paşa Türbesi olarak bilinmektedir. Ayrıca 736 (1335-36) tarihli Kûsûn Türbe ve Hankahı ile göz alıcı minareli mezar külliyesi olan Sultâniye de buraya dahildir.

Eski hıristiyan ve yahudi mezarlarının da bulunduğu güney mezarlığı çevresindeki anıtların en şaşırtıcısı Mukattam dağı üzerinde Bedr el-Cemâlî tarafından yaptırılan Muharrem 478 (Mayıs 1085) tarihli el-Meşhedü’l-Cüyûşî’dir (Cüyûşî Camii). Bu yapı yanlış olarak Bedr el-Cemâlî’nin türbesi sanılmıştır. Oysa Cemâlî Bâbünnasr’daki Kubbetü’ş-Şeyh Yûnus diye bilinen yerde gömülmüştür. Kaynaklarda uzun zaman önce ortadan kalkmış köşkler ve diğer binalardan bahsedilmekteyse de bugün meşhed Mukattam tepelerinde tek başına kalmıştır (bk. CÜYÛŞÎ CÂMİİ).

Kalenin kuzey ve kuzeydoğusundaki Bâbülvezîr Mezarlığı Selâhaddin’in kuzey surlarının hemen dışına düşer. En eski ve en önemli bina, 750 (1349) tarihli Mencek el-Yûsufî’nin yaptırdığı mescid ve ona bitişik mezardır. Bu mezarlıktaki diğer eserler, Kahire’nin bilinen en eski müstakil sebili olan 755 (1354) tarihli Şeyhû Sebili, 740 (1339-40) civarında yapılan ve 757’de (1356) tamir edilen Şeyh Nizâmeddin Hankahı ve Mukattam’ın aşağılarında mezarlığın merkezî kesiminden uzakta ıssız bir konumda inşa edilen 764 (1362) tarihli Tenkizboğa Türbe ve Hankahı’dır. Bu grubun en geç tarihli eseri 784’ten (1382) sonra yapılan Yûnus ed-Devâdâr Türbesi’dir. Bu küçük mezarlık, kaleden merkeze uzanan ana caddede ve surlar ardındaki Memlük sultanlarının mezar âbideleri tarafından teşekkül etmiş bulunan açıklığa olan ilginin işaretidir.

Burcî Memlükleri’nin başmezarlığı olmasına rağmen halk arasında yanlış olarak halife türbeleri diye adlandırılan büyük kuzey veya kuzeydoğu mezarlığı ayrı bir gelişim gösterir. Bâbülvezîr ile hemen hemen bitişik olan bu kısım şimdi yeni bir yolla (Salâhsâlim caddesi) ayrılmıştır. Zamanında Avâmîdü’s-Sibâk olarak tanınan bu bölgedeki ilk mezar anıtı gerçekte Berkuk’un babası Enes’in (ö. 783/1382) gömüldüğü yer olmasına rağmen Yûnus ed-Devâdâr için yapılmış hankah-türbe olup 783 (1381-82) tarihlidir. Fakat Bâbülvezîr’e bitişik olan bu mezarlığın güney kesiminde Bahrî Memlükleri’ne ait dört önemli eser yer alır. Bunlar 735 (1334) tarihli Taştimur, 749 (1348) öncesine ait ve halk arasında Ümmü Ânûk olarak bilinen Hând (Hudâvend) Tugay, kubbesinin kaidesinde zengin stuko ve


mozaik çini süsleme izleri görülen bir türbe ve hankah olan 765 (1363-64) tarihli Hând Tulbây / Tulbiyye ve 768 (1366) öncesine tarihlenen Tayboğa et-Tavîl’dir. Bu grubun kuzeyinde çoğu geniş boyutlu ve sultanların eseri olan ayaktaki Burcî Memlükleri âbideleri bulunur. 803-813 (1400-1411) tarihli Ferec b. Berkuk’un hankahkülliyesi, 874-879 (1470-1474) tarihli Kayıtbay’ın mezar külliyesi, 855-860 (1451-1456) tarihli Sultan el-Melikü’l-Eşref İnal’ın ve 911-916 (1506-1510) tarihli Emîr Korkmaz’ın medrese ve mezar anıtları burada yer alır.

Günümüzde Bâbünnasr olarak bilinen ve Kahire surlarının kuzeyinde yer alan mezarlık sadece tek bir tarihî binayı ihtiva eder; bu da yaklaşık 487 (1094) tarihli Kubbetü’ş-Şeyh Yûnus’tur. Bu kesim, özellikle 700’den (1300) sonra pek çok Memlüklü saygın kişi tarafından iskân yeri olarak kullanılmıştır. Ancak el-Melikü’l-Eşref Şa‘bân devrindeki fiyat artışları ile veba salgınından sonra terkedilmiştir. Bu mezarlığın yaygın olarak önem kazanması son zamanlarda olmuştur. Kuzeyinde iki önemli Burcî Memlükleri dönemi eseri bulunur. Bunlar, Kayıtbay’ın devâdârı Yüşbek b. Mehdî tarafından 884-886’da (1479-1481) yaptırılan el-Kubbetü’l-Fedâviyye ve Hüseyniye mahallesindeki el-Melikü’l-Âdil Tomanbay’ın 906 (1501) tarihli türbesidir. İlk eser Osmanlı Kahiresi’nin mimari anlayışı üzerinde çok etkili olmuştur.

Osmanlı fethiyle birlikte Mısır’da ölen Türkler’in çoğu daha önceden mevcut bulunan Memlüklü mezarlıklarına gömülmüştür. Şehirde Osmanlı hükümranlığını gösteren pek az türbe vardır. Osmanlı devrinin en önemli mezar anıtı, Hidiv İsmâil Paşa’nın başkumandanı Süleyman Paşa için yapılmış olan Ravza adasının güney ucunun tam karşısında ve Nil’in doğu kıyısında yer alan dökme demir parmaklıklı Mağribî tarzındaki türbedir.

Kahire’deki Mimari Eserler. A) Erken Devir. Mısır’ın fethinden sonra Fustat’ta yaptırılan Amr b. Âs Camii zaman içinde birkaç defa genişletilmiş ve çeşitli tamirler görmüş olup günümüze kadar gelmiştir (bk. AMR b. ÂS CAMİİ).

B) Tolunoğulları Devri. Fustat’ın kuzeyinde Ahmed b. Tolun’un kurduğu Katâi‘ adlı merkezde 262-265 (876-879) yıllarında İbn Tolun Camii inşa edilmiştir. Caminin yakınında yer alan sarayla (Dârülimâre, Meydan Sarayı) 600 metrelik bir sokak vasıtasıyla bağlantılı idi. Bu yapılardan cami günümüze gelmiş olup saray mevcut değildir (bk. İBN TOLUN CAMİİ).

C) Fâtımî Devri. Camiler. Kahire camilerinin en eskisi Ezher’dir. 359-361 (970-972) tarihli olan caminin pek az kısmı orijinaldir. Esasında bir eğitim müessesesi olarak kurulmamışsa da açılışından kısa bir süre sonra Fâtımî davasının propaganda merkezi olmuştur (bk. EZHER). 380-403 (990-1013) yıllarına tarihlenen Hâkim Camii revaklı avlulu şeması, mihraba paralel neflerden oluşan harim kısmı ile İbn Tolun Camii geleneğine bağlıdır ve Kahire’deki camiler arasında Arap cami mimarisinin estetik ve tezyinat bakımından en değerli ilk örnekleri arasında yer alır (bk. HÂKİM CAMİİ). Dikkat çeken diğer Fâtımî binaları arasında Akmer Camii (519/1125) Vezir Me’mûn el-Batâihî’nin eseridir. Kıble duvarına paralel olmayan ve sokağın durumuna uygun biçimde tanzim edilen eğimli cephe teşkilâtıyla farklı olan cami, daha sonra Kahire’de yaygın biçimde uygulanacak olan bu anlayışın ayakta kalmış ilk örneğidir (bk. AKMER CAMİİ). Vezir Talâi‘ b. Rüzzîk’ın 555 (1160) tarihli camisi Kahire’deki son Fâtımî eseridir. Çağımızda yanlış biçimde tamir ve tâdil edilen bina mimari açıdan ilginç özellikler ihtiva eder. Cephesindeki sütunlu son cemaat yeri ve dükkânlar bulunan zemin katıyla göz dolduran bina zengin iç stuko süslemeleriyle de dikkat çekicidir. 699’da (1300) Emîr Begtemür el-Çûkândâr (Çevgândâr) tarafından kısmen tamir ettirilmiş ve 702’de (1302) bir minber konulmuştur. 844’te (1440-41) el-Melikü’z-Zâhir Çakmak ve 882’de (1477) Kayıtbay devrinde iki defa daha onarılmıştır.

Türbeler, Meşhedler. Hânü’l-Halîlî bölgesinde bulunduğu bilinen Fâtımî sarayı içindeki halifelere ait türbeler Fâtımîler’den sonra tahrip edilerek yok edilmişse de bazı özel kişilerin kubbeli mezar âbideleri ayakta kalmıştır. 400’de (1010) Hâkim-Biemrillâh tarafından öldürtülen şair Ebü’l-Kāsım Hüseyin b. Ali el-Mağribî’nin aile efradına ait olduğu teşhis edilen ve Hâkim-Biemrillâh tarafından 403 (1013) civarında yaptırıldığı anlaşılan Fustat harabelerinin güneyindeki, esasında altı türbeden oluşan Seb‘a Benât bunlardan


biridir. Kahire’nin en dikkat çekici mezar âbideleri, XI. yüzyıl sonu ile XII. yüzyıldan kalma gruplar halinde güney mezarlığında yer alan meşhedlerdir. Burada kesin tarihi bilinen tek eser olan Seyyide Rukıyye (527/1133), yaklaşık 545 (1150) tarihli Yahyâ eş-Şebîhî ve yanındaki 550 (1155) öncesine tarihlenen Ümmü Külsûm meşhedleri en iyi korunmuş olanlarıdır. İçinde bir veya daha çok sayıda kabir bulunan, üzeri tromplu kubbelerle örtülü mihraplı ve zengin stuko tezyinatlı küçük binalar olan meşhedlerin, Karâfetülkübrâ harabeleri arasında yer alan ve Hâkim-Biemrillâh devrinde 406 (1015-16) yılında yapılan Kabrü Lü’lüe bint Mukavkıs gibi değişik örneklerine de rastlanır. Bu bina her katında bir mihrap bulunan üç katlı bir mesciddir.

Saray. X. yüzyıldan XII. yüzyıla kadar Kahire’nin siyasî, dinî ve idarî merkezi olan Fâtımî sarayı tamamen ortadan kalkmıştır. Ancak eski kayıtlardan bilgi edinebilmek mümkündür. Sarayın merkezî bir birim olan ve iki tarafında eyvanlar bulunan, ortası alçak uzun bir hol ve buna bağlı birimlerden oluşan kısımlardan teşekkül ettiği anlaşılmaktadır. Bu kısımlardan, Dârülkutbiyye olması muhtemel bölümün kalıntıları 1960’lı yılların sonunda Kalavun Medresesi’nde yapılan kazılar sırasında ortaya çıkarılmıştır.

Kaleler. Kahire’nin mevcut Fâtımî devri tahkimatları Halife Müstansır-Billâh dönemine tarihlenir. Hatta bunlar, duvar kalınlığında çapraz olarak yerleştirilmiş kalın kolonlar ihtiva eden takviyeli ve kare taşlardan oluşan, Kahire tarzından çok Suriye özelliği gösteren çeşitli kısımlardaki Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin yaptırdığı ve yenilediği duvarlardan önceki bir merhaleye aittir. Hâkim Camii’nin kuzey duvarı ve kuzey kapısının da içine girdiği kuzey surlarından kalan yegâne kısımlar 480 (1087) tarihli kulelerle takviyeli Bâbünnasr ve Bâbülfütûh’tur. Doğuda ise aynı tarihli Bâbülberkıyye’nin kalıntıları 1950’deki kazıda ortaya çıkmıştır. Güney tarafında bulunan Bâbüzüveyle de 484 (1091) yılında yapılmıştır.

D) Eyyûbî Devri. Kahire’de Eyyûbî camisi yoktur. Fâtımî propaganda merkezi olarak Ezher’in taşıdığı önemi sarsmak için yegâne hutbe okunmasına izin verilmiş cami olan Amr b. Âs Camii ve İbn Tolun Camii’nde de Eyyûbî tamir ve tâdil kitâbeleri mevcut değildir.

Medreseler. Eyyûbîler döneminde Kahire ve Mısır’daki medreselerin sayısı giderek artarken medrese mimarisinde de gelişmeler oldu. Genellikle iki eyvanlı olarak yapılan medreseler, el-Melikü’s-Sâlih Necmeddin Eyyûb zamanında dört eyvanlı olarak yapılmaya başlandı. Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin Mısır’a hâkim olmasıyla tesis ettiği ilk medreselerden biri 572’de (1176-77) başlanan ve güney mezarlığında İmam Şâfiî’nin kabrine yakın bulunan Şâfiî Medresesi’ydi. Bu medrese XVIII. yüzyılın sonunda bütünüyle ortadan kalktı. Fakat 608’de (1211) el-Melikü’l-Kâmil Muhammed devrinde büyük ahşap kubbeyle örtülü bir türbeye dönüştürülen İmam Şâfiî Türbesi (Kubbetü’l-İmâm eş-Şâfiî), sık sık yapılan tamirlerle Kahire’nin en ihtişamlı kubbelerinden biri olarak ayaktadır. Türbenin ilk tanziminden geriye Ubeyd b. Meâlî’nin eseri olan ve 574 (1178-79) tarihini taşıyan muhteşem tik ağacı bir sanduka kalmıştır. Sûkunnahhâsîn’deki medrese kalıntıları el-Melikü’l-Kâmil’in diğer medresesi olan Kâmiliyye’ye (622/1225) aittir. En iyi korunmuş Eyyûbî medresesi, el-Melikü’s-Sâlih Necmeddin Eyyûb tarafından Fâtımî Kahiresi’nin ana caddesi Kasaba üstünde 641’de (1243-44) yaptırılan iki çift eyvandan müteşekkil olup yaklaşık 715’te (1315) tamir edilmiş minaresi, iki medresenin arasında bulunan bir geçide açılan ve cephenin merkezinde yer alan kapı farklı bir hususiyet göstermektedir.

Türbeler. En önemli mezar âbidesi, muhtemelen el-Melikü’n-Nâsır Muhammed devrinden veya daha sonraki bir tarihten kalan zengin oymalı ve boyalı alçı süslemeli Abbâsî halifelerinin türbesidir. Bu bina, Bağdat’ın düşmesinden sonra Mısır’da yaşayan halifelerin pek çoğunun sandukasını ihtiva etmektedir. Kubbeli türbe âbidevî girişinin kalıntılarıyla birlikte kıble duvarında yedi mihrap bulunan geniş bir duvarla çevrilmiştir. el-Melikü’s-Sâlih Necmeddin Eyyûb’un yaptırdığı medresenin yanındaki türbesi 647-648 (1249-1250) tarihlidir. Türbe kıbleye göre tanzim edilmişse de sokak cephesi sokağa göre düzenlenmiştir. Türbenin bu durumu Memlük devri yapıları için önemli bir örnek teşkil etmiştir.

Kaleler. En büyük Eyyûbî tahkimatı Mukattam tepelerinin kuzeybatı yamaçlarında bulunur. Güney tarafı suni bir teras üzerindedir. Eyyûbî kalıntıları dört kapısı bulunan, yaklaşık dört köşe teşkil eden kuzey tahkimatına sıkışmıştır. Buradaki kapılar 579’da (1183-84) Emîr Karakuş tarafından yaptırılan Bâbülmüderrec, Burcülmatar’daki iki kapıyla Burcülimâm ve Bâbülkulle’dir. Tahkimatlı bölgenin güneydoğu ve kuzey taraflarını çeviren ve Burcülmukattam’ın doğusundan başlayan aynı boyutlarda yarım kulelerle desteklenen uzun bir perde duvarı da bu erken safhaya tarihlenebilir. Selâhaddîn-i Eyyûbî


öldüğünde hemen hemen bitmiş olan tahkimatlar I. el-Melikü’l-Âdil tarafından 604’te (1207-1208) güçlendirilmiştir. Gerektiğinde her biri bağımsız olarak savunulabilecek tabyalar oluşturmak amacıyla çıkış yolunu gören duvarların güney kesiminde Burcüssuffe, Burcukerkyelân ve Burcütturfe adlı üç büyük kare burç da onun tarafından eklenmiştir. Burcülimâm’da bulunan Bâbülkarâfe güçlendirilmiş ve doğu kısmındaki Burcülhaddâd ve Burcürreml yuvarlak tabyalara çevrilmiştir. Bunların tamamlanması üzerine el-Melikü’l-Âdil oradaki saraya yerleşmiştir. Kalenin Cîze’deki piramitlerden getirilen taşlarla yapıldığı belirtilmişse de taşların çoğu yerinde işlenmiş yumuşak Mukattam kum taşındandır. Kal‘atülcebel, Kahire halkının bir baş kaldırısı veya bir Fâtımî saldırısına karşı savunma amacını haizdi. Aynı amacı taşıyan bir başka Eyyûbî kalesi, emin bir saray külliyesi olan Kal‘atü’r-Ravza, el-Melikü’s-Sâlih Necmeddin Eyyûb tarafından 638’de (1240-41) Ravza adası üzerinde yaptırılmıştır. Geniş kubbeli bir orta mekân ve iki eyvanlı uzun bir holden oluşan bir bölüm ve muhtemelen, Suriye seferinde el-Melikü’s-Sâlih tarafından esir edilmiş Frenk köleler tarafından yapılmış gotik bir kapıya sahipti. Bu altmış kuleli kaleden günümüze hiçbir şey kalmamıştır. Kaleye su getiren kemerlerin elemanları el-Melikü’n-Nâsır Muhammed b. Kalavun’un eserlerine katılmıştır. Eski Cîze yolunda Selâhaddîn-i Eyyûbî devrine ait olup Karakuş adını taşıyan kitâbelerle birlikte 708’de (1309) II. Baybars’ın, 716’da (1316) el-Melikü’n-Nâsır Muhammed b. Kalavun’un, 883-885’te (1478-1480) Kayıtbay’ın ve 1087’de (1676) Hüseyin Paşa’nın adlarını taşıyan tamir kitâbeleri bulunan iki köprü kalmıştır.

E) Memlükler Devri. Camiler. Günümüze ulaşan en eski Memlük camisi Meydânü’z-Zâhir’de (Karakuş Meydanı) bulunan Baybars Camii’dir. 665’te (1267) yapımına başlanmış ve iki yıl sonra tamamlanmıştır (bk. BAYBARS I CAMİİ). el-Melikü’n-Nâsır Muhammed’in Kal‘atülcebel’deki camisi 718 (1318) tarihini taşıyan bir tesis kitâbesine sahip olup 734-735’te (1334-1335) tâdil edilmiştir. Bu tâdilât esnasında mihrap bölümünün üstü Asvan granitinden on sütun tarafından taşınan büyük bir ahşap kubbeyle örtülmüştür. Minareler de Tebrizli ustalarca tezyin edilmiştir. İbn Tolun Camii’ndeki tamirler dışında 715’ten (1315) sonra ve kısmen de Kal‘atülcebel’deki Nâsır Muhammed Camii’nin tesisini takiben Kahire’de cami inşaatının önemli devri başlar. Genellikle büyük boyutlarda yaptırılan bu binalar daha çok emîrler tarafından inşa ettirilmiştir. Halen ayakta kalmış eserler arasında 719 (1319) tarihli Âli Melik el-Çûkândâr (Çevgândâr), 725 (1325) tarihli Ahmed el-Mihmândâr, 729-730 (1329-1330) tarihli Ulmâs (Yılmaz), caminin doğusunda âbidevî bir giriş kapısı bulunan 730 (1330) tarihli Kūsûn, 736-737 (1336-1337) tarihli Beştâk, büyük ve aynı zamanda sırlı mozaik çinilerle oluşturulan pencere kafesleriyle göz dolduran 739-740 (1339-1340) tarihli Altunboğa el-Mâridânî gibi örnekleri zikretmek gerekir. Altunboğa el-Mâridânî’nin Derbülahmer’e bakan çok dikkatle tanzim edilmiş cephesi ve sahndan kıble revaklarını ayıran ahşap meşrebiye paravanları da dikkat çekicidir. Memlükler’in bu erken devrinden kalmış camiler arasında zikredilmesi gereken diğer iki eser, 747-748 (1346-1347) tarihli Aksungur Camii ve Şeyhû el-Ömerî Camii’dir. Bunlardan Aksungur Camii 1062’de (1652) Müstahfızan Ağası İbrâhim tarafından yaptırılan onarımı ve içinin mavi beyaz İznik çinileriyle kaplanmasından dolayı “Mavi Cami” olarak da tanınır. Boyutları değişiklikler gösteren bu camiler cepheleri açıldıkları sokakların doğrultusuna göre tanzim edilmiştir ve birkaçı türbe ihtiva etmektedir. Sultan Hasan devrinden sonra yapılan camiler sayıları az olsa da daha büyüktür. Bunların en önemlisi olan 757-764 (1356-1363) tarihli Sultan Hasan Camii vakfiyesinde “bu cami-mescid ve medreseler” olarak nitelendirilmiştir. Ortasında şadırvan ve köşelerinde dört Sünnî mezhebinin her birine ayrılmış medreseler bulunan dört kollu geniş bir avludan müteşekkil plan gösteren binanın tahsil maksadıyla Hanefîler’e ayrılmış baş eyvanı mermer bir minber ve âbidevî bir mihrap ihtiva etmektedir. Kıble eyvanının önünde ahşap kubbeyle örtülmüş olan sultanın türbesi bulunur. Ana avlunun köşelerini teşkil eden medreseler küçük bir ana avlu çevresinde yer alan çok katlı hücrelerden


müteşekkildir. İslâm âleminde Sultan Hasan Camii genişlik, hacim ve yüksekliğiyle istisnaî bir binadır. Sultan Hasan’ın ölümüyle yarım kalan bina erken Burcî Memlük sultanları idaresinde hareketli bir tarihçeye sahip oldu. Büyük boyutları ve çok masraf gerektiren inşaat özellikleri sebebiyle etkisi çok sınırlı kaldı (bk. SULTAN HASAN KÜLLİYESİ). Bu dönemde Kahire’de yapılmış son büyük cami olan Müeyyed Şeyh el-Mahmûdî Camii geleneksel sahn planında inşa edilmiştir. Mevcut süslemeleriyse ilk defa İbn Tolun Camii’nde görülen ve Fâtımî Halifesi Hâfız-Lidînillâh’ın Ezher’in avlusundaki tamir ve tâdilât esnasındaki süslemelerle yaygınlık kazanan kör kemerler ve rozetlerden oluşan tezyin anlayışının son uyarlamasıdır. Kıble duvarı geniş ölçüde çok renkli mermerlerle süslenmiştir. Türbesinde İhşîdîler devrinden kalma beyaz mermer bir sandukanın parçaları da kullanılmıştır. Kahire’deki XV. yüzyıl sonlarına ait olan camiler, Derbüssaâde’deki el-Melikü’z-Zâhir Çakmak’ın camisi gibi sultan camileri de dahil olmak üzere genellikle çok daha küçük boyutlu eserlerdir. Bunların planları, gittikçe küçük sahnlı iki eyvanlı tipteki medreselerin benzeri bir durum almıştır. Ahşap fenerlikli örtü sistemleriyle dikkat çeken binaların planındaki küçülme camilerin geniş külliyelerin küçük birer bölümünü teşkil etmesinden kaynaklanmaktaydı. Burcî Memlükleri’nin en önemli imarcısı olan Kayıtbay başka tesislerle ilişkisi olmayan camiler yaptırmadı. 884-886 (1479-1481) tarihli Kaçmâs el-İshakī benzeri onun zamanından kalma camilerin başlıca ilgi odağı geniş boyutlar ve büyüklük değil mimari problemlerin çözümüydü. Şehir içinde boş yer bulma imkânsızlığı ve Kahire’nin pek çok bölgesinde yeterli sayıda cami bulunması sebebiyle Bahrî Memlükleri cami inşasına girişmemiştir.

Medreseler. Ezher ve onunla bağlantısı olan 709 (1309) tarihli Taybarsiyye, 739-740 (1338-1339) tarihli Akboğaviyye, 774 (1372-73) tarihli Gannâmiyye ve 844 (1440) tarihli Cevheriyye medreseleri dışında Memlük Kahiresi’nde medreseler hiçbir zaman Osmanlı İstanbulu’ndaki benzerlerine tekabül edecek bir rol oynamamıştır. Medreseler genellikle, bânisinin hemen ölümünden önce eklediği türbesiyle bir tür mezar anıtı olarak da hizmet vermiştir. Gerçekten de büyük bir türbenin yapılması için medreselerin inşası bir bahane teşkil ederdi. XIII-XIV. yüzyıl Memlük ulemâsı arasında türbe inşasına karşı bir ön yargı mevcuttu. En azından sultanların tesis ettiği medreselerde en önemli bölüm tercihen binanın kıble yönünde bulunan ve sokağa bakan türbeydi. Burcî Memlükleri devrinde meydana gelen canlanma ve ihtimam yanlış yönlendirilmiş binaların düzeltilmesini zorunlu hale getirmişti. Ancak uzlaşmaz durumlarda mezar anıtlarının yola bakan cephelerine verilen önem önceliği haizdi. Burcî Memlükleri döneminde yapılmış bağımsız ve mezar anıtımedrese ilişkisini göstermeyen medreselerin istisnaî oluşu her ikisi de Kayıtbay tarafından tesis edilen Kal‘atü’l-kebş’teki 880 (1475) tarihli bina ve 896’da (1491) tamamlanan Ravza adasındaki diğer bir örnek tarafından gözler önüne serilmektedir. Bu tip medreselerin ayakta kalabilen iki örneğinden biri olan Ravza adasındaki yapı önem taşıyan tek eser olup bazı tarihî kaynaklarda cami şeklinde de belirtilmiştir. Kahire medreselerinin mezar anıtımedrese olarak tesis edilmesi bunların bânilerinin başka mezar anıtları ve türbeler yaptırması için bir engel teşkil etmiyordu. Bu şahıslar kurdukları bu binalar dışında başka türbeler ve ebedî istirahatgâhlarını içine alacak başka binalar da yaptırıyor ve Kahire içinde veya dışındaki diğer şehirlerde de defnedilebiliyordu. Geç Memlük devri Kahire’sinde medrese ve hankah çok farklı şeyler değildi. Kahire’deki Memlük medreselerinin büyük kısmı iki eyvanlı tiptedir. Bu tip medreselerin planları tamamen büyük Kahire evlerinin kabul salonlarından gelişmiştir. Kitâbelerinde evlerden dönüştürüldüğünü gösteren iki medrese de mevcuttur. Bunlar, 774 (1372-73) tarihli Gannâmiyye Medresesi ve 768 (1366-67) veya 778 (1376-77) tarihli Taştimur ed-Devâdâr’ın eski sarayı Hoşkadem el-Ahmedî Medresesi’dir. Medreseye çevrilme tarihleri geç olup ilkinin 827 (1424), ikincisinin 891’de (1486) medrese olarak kullanılmaya başlandığı anlaşılmaktadır. Dört eyvanlı medreselere gelince bunların Eyyûbîler devrinden kalma bir örneği mevcut değildir. Bu dönemde medreselerin Şâfiî ve Hanefî mezhepleri için yapılanlarını temsil eden iki eyvanlı medrese örnekleri bile çok azdır. Kahire’de I. Baybars tarafından inşa ettirilen (660-662/1262-1264) ilk dört eyvanlı medrese olan Zâhiriyye dört mezhebin hepsi için yaptırılmamıştı. Bu binanın türbe-medrese tipi dışında kalmış olması da ilgi çekicidir. Çünkü Baybars türbesini burada değil Şam’daki Zâhiriyye Medresesi’nde yaptırmıştır. Kahire’de dört mezhep için inşa edilen dört eyvanlı plana sahip ilk medrese, Ketboğa tarafından yapımına başlanan ve el-Melikü’n-Nâsır Muhammed tarafından tamamlanan medresedir. Diğer iki örnek ise Sultan Hasan Camii ve 811 (1408) tarihli Emîr Cemâleddin Yûsuf el-Üstâdâr Medresesi’dir. Bu plan medreseler kadar camiler için de kullanılmış olup özellikle yan eyvanlar küçültülmüş ve kıble eksenindeki iki eyvan büyütülmüştür. Medrese planı bîmâristanlarda da uygulanmıştır. Bîmâristanların ayakta kalmış örnekleri 683 (1284) tarihli Kalavun Bîmâristanı ve 821-823 (1418-1420) tarihli olup 825’te (1422) camiye çevrilen Müeyyed Bîmâristanı’dır.

Türbeler. Memlük devrinin en görkemli türbeleri Kalavun, el-Melikü’n-Nâsır Muhammed, Berkuk, Ferec ve Kayıtbay gibi sultanların büyük tesislerine dahil olan binalardır. Bu dönemden kalma küçük türbeler de vardır. Bunlar arasında, 747-748 (1346-1347) tarihli Aksungur Camii’ne dahil 746 (1345) öncesine ait küçük türbesi mihrabı olmamasıyla dikkat çekicidir. Özbek el-Yûsufî Türbesi, 900 (1494-95) tarihli iki eyvanlı medresesine dahil olup orta kısımdan ahşap bir meşrebiye kafesiyle ayrılmış yan nişlerden birindedir. Doğu mezarlığındaki 913 (1507) yılı sonrasına tarihlenen Kubbetü Asfûr’a bir sebil eklenmiştir. 909-910 (1503-1504) tarihli Kansu Gavri Türbesi bağımlı birimlerden hemen hemen tamamen ayrılmıştır ve sokaktan kıble duvarına doğru sağda bulunur. Hayır Bey Türbesi 908 (1502-1503) tarihli sarayına yakın olup aradaki boşluk kıbleden 28 derece sapan bir mihrap ve bir cami veya musallâ ile doldurulmuştur. 764 (1362) tarihli Tenkizboğa ve çölde el-Melikü’l-Eşref Barsbay Hankahı içindeki anonim türbe gibi çardak türbelerin az sayıda örneği teşhis edilmekteyse de Memlük türbelerinin çoğu kubbeli yapılardır. Mezarlıklardaki mezar âbideleri genellikle çok abartılı yapılmıştır. En dikkat çekici örnek Korkmaz Veliyyüddin’in Receb 913 (Kasım 1507) tarihli türbesidir. Bu durum, biraz daha güneydeki Sultan el-Melikü’l-Eşref İnal’ın Receb 860’ta (Haziran 1456) tamamlanmış medrese-türbesine de uzanır. Türbe, cami, hankah, medrese ve sebil-küttâba ilâveten bâninin ailesi türbesini ziyarete geldiğinde konaklaması için 917 (1511) yılında bir de kasır inşa edilmiştir.

Zâviye, Hankah ve Ribâtlar. Memlük Kahiresi’nde çok sayıda zâviye, hankah ve ribât inşa edilmiştir. Belirli bir standart planı olmayan zâviyeler şeyhin arzusuna


göre tanzim ediliyordu. Bunların en ilgi çekicilerinden olan yaklaşık 683 (1284) tarihli Zâviyetü’l-Abbâr biri sonradan ilâve edilmiş iki kubbeli bir türbeden oluşur. Tarihi tartışmalı olan Zâviyetü Aydemir el-Behlevân (747/1346’dan önce) medrese olarak inşa edilmiş olmalıdır. Kaynaklarda başka zâviyelerden bahsedilmekteyse de bunların bir revak ihtiva ettikleri dışında bilgi bulunmamaktadır. Belirli bir dönemde şeyh olan kişinin talebiyle şekillenmeyen ve çalışmaları vakfiyeleriyle tayin edilen hankahlar bazan dört mezhep için hazırlanmıştı ve fıkıh da dahil olmak üzere eğitim vermekteydi. Mısır’daki en erken döneme ait hankah, Eyyûbîler devrinde Müstansır-Billâh’ın âzatlı kölesi Saîd es-Suadâ’nın sarayında açılandır (569/1173-74). Memlükler devrindeki hankahların en önemlisi ise el-Melikü’n-Nâsır Muhammed b. Kalavun tarafından yaptırılan ve el-Halîcü’n-Nâsırî kanalıyla şehre bağlanmış olan şehir dışındaki Siryâkūs’ta bulunmaktadır. Muhammed b. Kalavun’un 723-725’te (1323-1325) yaptırdığı bu tesis bir saray, bir cami, üç ribât, bir hamam, bir aşhane ve Muhammed b. Kalavun’un kendisi için yaptırdığı türbeyi ihtiva etmektedir. Ancak Muhammed Kahire’nin merkezindeki Kalavun Türbesi’ne gömülmüştür. Kayıtlarda sık sık hankahlardan bahsedilmekteyse de tesis yazılarında hankah olduğu belirtilen yedi bina tesbit edilmektedir. Bunlar 706-709 (1306-1309) tarihli II. Baybars el-Çâşnigîr, 756 (1355) tarihli Emîr Şeyhû el-Ömerî, 757 (1356) tarihli Nizâmeddin İshak, 797-798 (1394-1395) tarihli Mukbil ez-Zimâm ed-Dâvûdî ve doğu mezarlığındaki 803-813 (1400-1410) tarihli Ferec b. Berkuk, vakfiyesinin tarihi 840 (1436) olan el-Melikü’l-Eşref Barsbay ve 854-858 (1450-1454) tarihli el-Melikü’l-Eşref İnal’dır. Tarihî kayıtlarda hankahların sayıları hususunda büyük farklar görülmektedir. Burcî Memlükleri devrinde hankahlar inşa kitâbelerinde medrese veya cami olarak gösterilirken vakfiyelerde meşîhat-i tasavvuf veya meşîhat-i sûfiyyeye atıfta bulunulması bir temayüldü. XV. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren şehir içinde yer kalmaması veya sûfîlerin bulunmaması sebebiyle hankah yapımı önemini kaybetmiştir. Son Burcî Memlükleri, hankahları mezar âbidelerine bağımlı olup günlük olarak belirli saatlerde ifa edilen zikirlerin yapılması için bir zikir camisi şeklinde kıble istikametinde geniş bir salon biçimini almıştır. 909-910 (1503-1504) tarihli Sultan Kansu Gavri’nin eseri bunun en güzel örneğidir. Kahire’de kitâbelerinde ribât olarak belirtilen yapılar Burcî Memlükleri devrinden kalma olup 856 (1452) tarihli Zeynüddin Yahyâ b. Abdürrezzâk, 854-860 (1450-1456) tarihli çöldeki türbesine ilâve olarak yapılmış olan ve Kahire içinde Hurunfiş’te 857-865 (1453-1461) tarihli olmak üzere iki tesisiyle el-Melikü’l-Eşref İnal’ınkilerdir. Bu tesislerin erken İslâm ribâtlarının mücahidlere hizmet verme özellikleriyle alâkası olmadığı kabul edilirken İnal’ın ribâtındaki ikinci bir tesis kitâbesi binayı hankah olarak belirtmektedir.

Saraylar. Kahire’deki saraylar ve önemli kişilerin ikametgâhlarının planı, temelde medreselerde de rastlanan alçak merkezî bir avluya açılan iki eyvan ve bunların etrafında bulunan bölümlerden oluşmaktadır. Birçok binada eyvanlardan birinin duvarında bulunan bir selsebilden akan suların toplandığı bir merkezî havuz ortadaki alçak kısımda yer almaktadır. Havalandırma, gece rüzgârlarını toplamak için kuzeye bakan cephede yer alan bir teşkilâtla sağlanmıştır. Bina teşkilâtında eyvanlı mekân düzeninin zemin kat yerine zeminin üstüne gelen kısımda da bulunduğu örnekler vardır. Bu eyvanlı katın üstünde de özel daireler yer aldığı için Kahire’nin büyük evleri ve sarayları genellikle yüksek binalar olarak dikkat çekmiştir. Sarayların sokağa açılan âbidevî kapıları dikkat çekicidir. 748 (1347) yılı öncesinden Mencek el-Yûsufî es-Silâhdâr ve Şâriussüyûfiye’deki 753 (1352) tarihli Emîr Tâz b. Kutgay en-Nâsırî bunun örneğidir. 880 (1476) tarihli kitâbesinden son olarak Emîr Yüşbek tarafından tâdil ettirildiği anlaşılan diğer bir bina, Sencer’in sarayının kısmen bir uzantısı olarak 738’de (1337-38) Kūsûn tarafından yaptırılan, fakat onun gözden düşmesiyle 742’de (1341) yağmalanan yapı ahırlar, kışla ve ikametgâh olarak teşhis edilmektedir. Kalıntı, el-Melikü’n-Nâsır Muhammed tarafından 741’de (1340) Yelboğa el-Yahyâvî ve bundan az önce tamamlanan Altunboğa el-Mâridânî için iki saray olarak kullanılmıştır. Yüşbek’in 887’de (1482) ölümünden sonra sarayı Kayıtbay Emîr Âkberdî’ye vermiştir. 904’te (1498) ölen Emîr Âkberdî burada oturan son kişi olarak kaydedilmiştir. Bina planını hemen hemen tam biçimiyle günümüzde de korumaktadır. XIV. yüzyılın ortalarından itibaren eski saray binalarını yeni binaları içine almak veya ilâve binalarla kuşatmak geleneği başladı. Günümüzde Beytü’l-kādî olarak bilinen 901 (1496) tarihli Seyfeddin Mâmây’ın sarayı böyle bir örnektir. XVII. yüzyıl yapısı olan Bâbüzüveyle yakınındaki Rab‘u Rıdvan Bey ve İbn Tolun Camii’ne komşu olan Beytü’l-Kiritliyye erken mimari unsurlar ihtiva etmektedir. Aynı şey, Derbülahmer’de 890 (1485) tarihli ilâve bir köşk ve iskân birimi ihtiva eden Kayıtbay’ın XV. yüzyıla dahil sarayı için de geçerlidir. Memlük saraylarının ilgi çekici bir örneği olan Kal‘atülcebel’deki Kasrü’l-Ablak, adını Sultan I. Baybars’ın yaklaşık 665-668’de (1266-1269) Şam’da yaptırdığı aynı isimli saraydan almış olup ana eyvanlı mekânın kemerlerini teşkil eden iki renkli ablak işçiliğinden bir yansımadır. Beytü Yûsuf Selâhaddin olarak da bilinen bina 1824’te büyük ölçüde tahrip olmuştu. Kaynaklarda binanın 715 ve 734 (1315, 1334) tarihleri arasında inşa edildiği kaydedilmektedir. Saray, büyük bir eyvan ve yan eyvanları düz çatılı merkezî bir eyvanlı düzenlemeden müteşekkil olup merkezî kısmın pandantifler üzerinde bulunan ahşap bir kubbeyle örtülü olduğu anlaşılmaktadır. Kalede bulunan bir diğer eyvanlı bina olan dârüladl elçi kabulü için bir salon, harem ve çeşitli küçük bölümlerle birlikte ahırlar ve hipodrom veya polo sahası olarak kullanılmış kısımları ihtiva etmektedir. Kalenin güney tarafında bulunan emîr sarayları artık tamamen ortadan kalkmış olup artakalan şeyler Mehmed Ali Paşa’nın 1229’da (1814) Cevher Sarayı’nın inşası sırasında yok edilmiştir. Memlük iskân mimarisinin bu alışılmış tipleri dışında kalan büyük bir tuğla kubbeden müteşekkil Kahire’nin kuzeyinde Matariye’deki el-Kubbetü’l-Fedâviyye Zilkade 881’de (Şubat-Mart 1477) Yüşbek b. Mehdî tarafından inşa ettirilmeye başlanmış, fakat onun ölümünden sonra Ramazan 886’da (Kasım 1481) Kayıtbay tarafından açılmıştır. Türbe, hankah, medrese, sebil, havuz, son Memlük sultanları ve Osmanlı valileri tarafından elçi kabulünde kullanılan yüksek bir geçitten müteşekkildir. Köşelerde üçlü kemerler üstüne oturan trompları Bulak’taki Sinan Paşa Camii için bir örnek olmuştur.

Sebiller. Memlükler devrinden kalma sebiller içinde yaşayan en eski örnek, Sultan Kalavun’un tesislerinden sorumlu Emîr Akkuş’un adını taşıyan ve külliyenin girişinde yer alan eserdir. Sebilin elemanlarının birçoğu ayakta kalmamıştır. Kaynaklarda 726 (1326) tarihi verilmekle birlikte daha sonra tamir ve tâdil edildiği açıkça belli olup üstüne bir küttâb da (Kur’an okulu) eklenmiştir. Bahrî Memlükleri


devri sebilleri içinde ayakta kalan ve bağımsız olarak duran bir eser Bâbülvezîr Mezarlığı’nda bulunmaktadır ve bânisi Emîr Şeyhû’dur. 755 (1354) tarihli bu sebilin küttâbı bulunmamaktadır. Fakat erken Burcî Memlükleri devrinde ilâve bir yapı eklenmeye başlanmış ve özellikle iki veya üç taraftan ulaşılabilecek düzenlemelerde köşelerde sebiller yer almıştır. Geç Burcî Memlükleri devrinde iki yolun kesiştiği yerlerde bulunan sebillerin sebil-küttâb olarak inşa edildiği görülmektedir. Bunun en güzel örneği 884 (1479) tarihli Kayıtbay’ın eseridir.

Hanlar, Hamamlar, Evler. Memlük evleri, hamamları ve hanlarının mevcut örneği azdır. Birkaç vakıf evinin dışında hamamların en önemli örnekleri arasında, 742 (1341-42) öncesine tarihlenen Emîr Beştâk Hamamı’nın girişi ve Müeyyed Şeyh Camii’nin iratlarından biri olarak tesis edilmiş bir hamamın merkezî salonu zikredilebilir. Aynı şekilde Bahrî Memlükleri devrinden kalan yegâne han örneği, Cemâliye mahallesindeki bir giriş kısmıyla temsil edilen Kūsûn’un eseridir. Kayıtbay tarafından kurulan iki han korunmuştur. Tarihî kayıtlarda vikâle (vekâle) olarak adlandırılan, ancak kitâbelerinde han olarak adı geçen bu eserler 882 (1477) tarihli, yanında bir sebil-küttâb bulunan Ezher’deki bina ve surların tam içindeki 885 (1480) tarihli Bâbünnasr’daki binadır. Bu tip binaların en iyi korunmuş örneği 910’dan (1504) hemen sonrasına ait, Kansu Gavri’nin kartuşlarını taşıyan Vikâletü’n-nahle’dir. Bu bina, âbidevî bir girişten ulaşılan avlu etrafındaki depolar ve dükkânlar üstünde yer alan ikamet etmek için odaların bulunduğu iki kattan müteşekkildir. Geç Memlükler devri eserleri arasında Kansu Gavri’nin yaptırdığı ve bugün Hânü’l-Halîlî olarak bilinen Kayseriye de ilginç bir binadır. Tesis 791’de (1389) Emîr Çerkez el-Halîlî tarafından kurulmuş olduğu için Kansu Gavri’nin sadece bir tamirat faaliyetinde bulunduğu kanaati varsa da Gavri’nin adını taşıyan tamamlanmamış kuruluş kitâbesi bunun yeni bir tesis olduğuna şüphe bırakmamaktadır.

Kaleler. Kahire’de önemli bir Memlük kalesi bulunmamaktadır. Ravza adasındaki Kal‘atü’r-Ravza Baybars devrinde tamir edilmiştir. Ayrıca Fustat harabeleriyle Kahire’yi birleştirmek için Selâhaddîn-i Eyyûbî devrinde yapımına başlanan, fakat bitirilemeyen sur içinde kalacak şekilde Nil ile kaleyi bağlayan yeni bir su kemeri inşası ve düzensiz güney tahkimatlarını kaleye bağlayan bir duvar tesisini gösteren el-Melikü’n-Nâsır Muhammed’in tamirat kitâbeleri mevcuttur.

F) Osmanlı Devri. Kahire’de Osmanlı döneminde ilk defa Hadım Süleyman Paşa yönetiminde tesis edilen irsâliye hazinesi gibi vergilendirme sistemleri mimari faaliyete sınır getirmiş ve Osmanlı yöneticilerinin bina yapımına savurganca para harcamalarını engellemiştir. Ancak XVII ve XVIII. yüzyıllarda Memlük beyleri vergi sistemini hafifletmeyi başardıktan sonra büyük tesislerin inşası gerçekleşebilmiştir. Malî sorunlara ilâveten Osmanlı yöneticileri kısa sürelerle idarecilik yaptıkları Mısır’dan ziyade İstanbul’da eserler yaptırmayı tercih etmişlerdir. Memlük geleneğine uygun geniş külliyeler yaptırma alışkanlığına bağlı olmayan Osmanlı yöneticileri ayrıca ömürlerinin sonlarını Mısır’da geçirmekten ve orada defnedilmekten kaçınmışlardır. Esasen Osmanlılar’ın geldiği sırada Kahire’de bina yaptıracak yer bulmak da bir mesele teşkil etmekteydi. İstanbul’da ise önemli iskân alanları henüz mevcut olup burada eserler yaptırmak çok daha ucuza mal oluyordu. Yalnız ilk iki vali Hadım Süleyman Paşa ile İskender Paşa bundan istisna edilmelidir. Hadım Süleyman Paşa 935’te (1528) planı Osmanlı, süslemeleri Memlüklü olan bir cami ile birlikte caminin hemen arkasında bulunan bir tekke yaptırmıştır. Görevden azledildikten sonra da Kahire’de imar faaliyetlerine devam etmiş ve Bulak’ta 948 (1541) tarihli bir vikâle ve 950 (1543) tarihli Süleymaniye Tekkesi’ni hizmete geçirmiştir. İskender Paşa bugün tamamen yok olmuş bulunan cami, tekke, sebil gibi eserlerin bânisi olup bu eserleri Bâbülhalk’ta tesis etmişti.

Camiler. Kahire’deki Osmanlı devri imar faaliyetlerinde camiler ilk sırayı alır. Bu camiler arasında hânedana dahil bir kimse tarafından tesis edilen tek eser Melike Safiyye (Safiye Sultan) Camii’dir. 1019 (1610) tarihli cami Sultan III. Mehmed’in annesi Safiye Sultan’ın Dârüssaâde ağası Osman Ağa tarafından kurulmuş olmasına rağmen Osman Ağa’nın sahibine atfen bu adı almıştır. Teknik ve tezyinatıyla Kahire geleneğini sürdüren cami altı destekli merkezî kubbeli planı ile İstanbul camilerine yakındır. Bulak’taki Sinan Paşa Camii 979 (1571) tarihli olup İstanbul camilerinin kubbe sisteminden çok mahallî anlayışa uygun bir özellik göstermektedir. Bina, Muhammed Bek Ebü’z-Zeheb tarafından 1188 (1774) tarihli camisinde taklit edilmiştir. Bu iki camide de mahallî özelliklere XVI-XVII. yüzyıl camilerinde görülen ve İstanbul’daki Osmanlı camilerini hatırlatan bazı hususiyetler görülmektedir. Bunlar mihraplı son cemaat yeri ve içeride giriş üstündeki balkonla birlikte ibadet mekânı boyunca teşkil edilmiş çapraz geçitte kendini göstermektedir. Mahmûdiye Camii 975 (1568) tarihli olup daha çok Burcî Memlükleri yapım tekniklerini hatırlatırken kıble duvarındaki mezar odası ve teşkilâtıyla Sultan Hasan Camii’ne yakın düşmektedir. Binanın yapım yeri olarak bir yamaç seçilmiştir. 955 (1548) tarihli Dâvud Paşa Camii, XV. yüzyıl tipi bir musallâ ile uyuşumsuz bir merdiven teşkilâtına sahip eyvanlı salon benzeri bir düzenlemeden ibarettir. Ahşap çatılı camiler arasında 1110 (1698) tarihli Bulak’taki Mustafa Çorbacı Mirza’nın camisi ve 1148 (1736) tarihli Fekehânî Camii’ni de zikretmek gerekir. Genel olarak Memlük planları ve materyalleri varlıklarını sürdürürken mevcut örneklerden Osmanlı binalarının tezyinatında çini kullanımı ve çini kaplamaların önemle tercih edildiği anlaşılmaktadır. Parlak mermer mozaikler de diğer bir tezyinî elemandı. 1025-1038 (1616-1629) tarihli Bürdeynî Camii’nde görülen mermerlerdeki gibi bu tip malzeme mahallî ustalar tarafından yapılmıştır. 1265 (1848) tarihli Mehmed Ali Paşa Camii kalede bulunmaktadır. Planı tam anlamıyla bir İstanbul camisini takip etmeyen binanın teşkilâtı daha çok Beyazıt ve Sultan Ahmed camilerine yakındır.

Medreseler, Tekkeler ve Diğer Yapılar. Kahire’deki Osmanlı devri medreseleri için kesin örnek teşkil edebilecek yapılar bulunmamaktadır. 950 (1543) tarihli Süleymaniye Tekkesi ve Dârüssaâde Ağası Beşir Ağa tarafından yaptırılan 1164 (1751) tarihli Sultan Mahmud Tekkesi’nin tesis kitâbelerinde medrese olduğu bildirilmektedir. Kahire’deki Osmanlı devrine ait kitâbelerin daha iyi incelenmesi halinde başka medreselerin olup olmadığı hususuna açıklık getirilebilecektir. Mevcut iki bina plan itibariyle İstanbul’daki medreselerin planına bağlıdır. Bunlar, dershanenin aynı zamanda mescid olarak kullanılması maksadıyla yönü bakımından farklı bir durum arzeder. Kahire’de belli tarikatlar tarafından kullanılmış olduğu bilinen tekkeler mevcuttur. 715 (1315) tarihli Sungur Sa‘dî Medrese-Türbesi’ne dahil bir Mevlevî tekkesinin XVIII. yüzyıl sonuna tarihli ahşap semâhânesi ve 1188


(1774) tarihli bir Rifâî Tekkesi ilginç örneklerdir. Bunların dışında bugüne kadar araştırılmamış bir Bektaşî dergâhının da Mukattam dağı eteklerinde yer aldığı tesbit edilmiştir. Bu dergâhın kuruluşu geleneksel biçimde Kaygusuz Abdal’a atfedilmektedir. Halvetî Dergâhı güney mezarlığında Mukattam yamaçları üzerinde yer alırken 931’de (1524-25) tamamlanan Gülşenî Tekkesi, Fâtımî yapısı olan Bâbüzüveyle’nin tam dışında bulunmaktadır. Diğer binalar arasında yer alan ve birçok tamir gören Ribâtülâsâr 1073-1224 (1662-1809) yılları arasında teşkil edilmiş ve günümüzde ahşap çatılı bir caminin içinde kalmış bulunmaktadır. Türbe olmayan fakat üstü kubbeyle örtülü bir binadır. Halk arasında ise “âsârü’n-nebeviyye” olarak saygı görmektedir. Kahire’nin ticarî ve mesken mimarisi Osmanlı devrinde değişiklik göstermiş olup Memlük geleneğini takip etmiştir. Esas değişiklikler Mehmed Ali Paşa devrinden sonra vuku bulmuştur. Osmanlı ve Memlük mimari anlayışı arasındaki farkı en güzel aksettiren yapılar sebiller olmuştur. Osmanlı devrinde sebil-küttâb bütün hayır eserlerinin en yaygını olarak görülmektedir. Sayının çok oluşunda, bu tip tesislerin teşkilinde harcanan paranın daha az olmasının da rolü vardır. Cemâziyelâhir 943 (Kasım-Aralık 1536) tarihli Deli Hüsrev Paşa’nın eserinde tipik Osmanlı anlayışı kendini göstermektedir ve yapı Sûkunnahhâsîn’de çok görkemli bir mevkide bulunmaktadır. Sadece valiler tarafından değil yeniçeri idarecileri, Osmanlı saray erkânı ve memurlarıyla Memlük beyleri tarafından da yaptırılan bu sebillerin en önemlisi 1157 (1744) tarihli Abdurrahman Kethüdâ’nın eseridir. XVII-XVIII. yüzyıl çeşmeleri İstanbul çeşmelerinin tam bir kopyası olmayan bir özellik göstermektedir. Kaledeki Osmanlı tahkimatları çok amaçlı kullanılmamıştır. 1168 (1754) tarihli Bâbü’l-azab da Eyyûbîler devri kale kapılarının süslü bir örneği olarak ortaya konmuştur. Kaleye yerleştiği zaman Mehmed Ali Paşa tarafından tamir ettirilen kapıyla dikkat çeken bu bölgedeki son önemli faaliyetin ortaya çıktığı bu devirde Mehmed Ali Paşa kale içinde 1227’de (1812) bir darphâne ve 1229 (1814) ve 1243 (1827) yıllarında Cevhere ve Harim saraylarını yaptırmıştır. İşlevini büyük ölçüde yitiren kalenin yanında 1225’te (1810) Mukattam tepeleri üstünde Mehmed Ali Paşa’nın yaptırdığı kaleye bağlanan rampa sadece tezyinî bir mahiyette kalmıştır. Osmanlı devri tahkimatları ve kapıları için tarihlendirilebilir çeşitli örnekler vardır. Kahire duvarları içinde kalan kapılı mahallelerden biri 1084 (1673) tarihli Hâretü’l-Mebyede’dir.

Tamiratlar. Kahire mimarisinde tamiratın önemli bir yeri vardır. Halen ayakta bulunan binaların hemen hepsi geçen yüzyıl süresinde Arap Sanatının Âbidelerini Koruma Komitesi tarafından restore edilmiştir. Ezher ve Bîmâristânü’l-Mansûrî gibi büyük kurumların durumu daha karmaşıktır. Kitâbelerin kanıtladığı pek az Memlük restorasyonu durumu bir tutarsızlık arzeder. Kitâbelerde belirtilen tamiratlar kısıtlıyken diğer tamiratlar hakkında sayıları az da olsa tarihî kayıtlardan bilgi edinmek mümkün olmaktadır. Bu hususta Memlük ve Osmanlı devri kadılık sicillerinin yanı sıra Osmanlı dönemi mühimme defterleri bilhassa önemlidir. Ancak pek çok binanın tamirat kayıtları tutulmamıştır. Binaların iyi durumda kalışı vakıflarının yeterli olduğunu gösterdiği gibi özellikle Memlük devrinde ilginin eski binaları onarmaktan çok yeni binalar tesis etmeye yöneldiğini kanıtlamaktadır. Önemli tamirat kayıtları genel olarak özel durumlara bağlıdır. Amr b. Âs, İbn Tolun ve Ezher camilerindeki tamirat siyasî amaçlıdır. Kaledeki tamiratlarla birlikte su kemerleri ve köprülerdeki Memlük ve Osmanlı tamiratları amme hizmetini sürdürmek için yapılmıştır. Bahrî ve Burcî Memlükleri sultanlarının Ezher’deki tamiratlarını kanıtlayan kitâbelerin gösterdiği yoğun tamir faaliyetleri binanın bir tahsil merkezi olarak taşıdığı öneme bağlıdır. İbn Tolun Camii’ndeki tamirat ve tâdilât ise önemli bir vazife olarak görünen ve bu binaya duyulan saygının sonucudur. Önemsenmeyen eski binalara duyulan alâka eksikliği sebebiyle Osmanlı tamirat kitâbelerinin seyrekliği de şaşırtıcı değildir. Müstahfızan Ağası İbrâhim’in 1062 (1652) tarihli Aksungur Camii’ndeki tamiratı ve Hasan Ağa’nın 1082 (1671-72) tarihli Sultan Hasan Medrese Camii tamiratı bu tür faaliyetlerdir. Diğer Osmanlı tamirat kitâbeleri Fâtımî meşhedlerine karşı bir ilgi oluştuğunu göstermektedir. Bu binalar arasında, muhtemelen XVII. yüzyıla tarihli bir tekke eklenen el-Meşhedü’l-Cüyûşî, Hekimoğlu Ali Paşa tarafından 1170’te (1757) tamir ettirilen Seyyide Nefîse, 1201’de (1786-87) onarılan İmam Leys, şimdi es-Sâdâtü’l-Vefâiyye olarak bilinen Vefâiyye Dergâhı’nın ikametgâhı olan, Silâhdar Mehmed Paşa tarafından tamir ettirilen Sîdî Ukbe Türbesi ve 1225’te (1810) Müstahfızan Ağası Osman tarafından onarılan ve tesis kitâbesinin yetersiz bir Osmanlı kopyası bulunan Zeynelâbidîn Ziyaretgâhı dikkat çekmektedir. İki Fâtımî yapısı ise yeni baştan inşa edilmiştir. Bunlardan kaledeki 535 (1141) tarihli Emîr Ebû Mansûr Kustah’ın camisi (Sîdî Sâriye) 935 (1528) tarihli Hadım Süleyman Paşa Camii’ne, 543 (1148) tarihli Zâfir b. Nasrullah Camii de Müstahfızan Kethüdâsı Harputlu Ahmed tarafından yaptırılan 1148 (1735) tarihli Fekehânî Camii’ne çevrilmiştir. Bu son bina Fâtımî camisinin ahşap kapılarını da bünyesinde bulundurmaktadır. Ezher’deki Osmanlı kitâbeleri özellikle Abdurrahman Kethüdâ’nın genişletmelerine aittir. Diğer Osmanlı kitâbeleri amme hizmetine yönelik olup bu tür konulara duyulan alâkayı göstermektedir. el-Melikü’n-Nâsır Muhammed’in yaptırdığı su kemerinde 1138 (1726) tarihli Abdi Paşa’nın tamiratını ve 1140 (1728) tarihini veren kitâbe bunlardan biridir (daha geniş bilgi için bk. EI² [İng.], IV, 424-441).

BİBLİYOGRAFYA:

Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, tür.yer.; İbn Fazlullah el-Ömerî, Mesâlik, tür.yer.; İbn Dokmak, el-İntiśâr li-vâsıŧati Ǿiķdi’l-emśâr (nşr. C. Vollers), Bulak 1309-10; İbnü’z-Zeyyât, el-Kevâkibü’s-seyyâre, Kahire 1325/1907; Makrîzî, el-Ħıŧaŧ, I-II, tür.yer.; a.mlf., es-Sülûk, tür.yer.; Sehâvî, et-Tibrü’l-mesbûk, Bulak 1896-97, II-III; İbn İyâs, BedâǿiǾu’z-zühûr, tür.yer.; Ali Paşa Mübârek, el-Ħıŧaŧü’t-Tevfîķıyye, Bulak 1306, tür. yer.; H. Jomard, Description de l’Egypte. Etat moderne, Paris 1809-22, s. 579-788; A. F. Mehren, Câhirah og Kerâfat: I. Grave Monumenter paa Kerâfat eller de Dodes Stad uden for Câhirah, II. Religieuse Monumente i Câhirah, Kopenhag 1869-70; V. Meinecke - M. Meinecke, Spolien in der mittelalterlicher Architektur von Kairó Ägypten-Dauer und Wandel, Mainz 1985, s. 153-159; P. Casanova, Histoire et description de la citadelle du Caire, Paris 1891-92; Herz Bey, La mosquée du sultan Hasan au Caire, Le Caire 1899; M. Van Berchem, Matériaux pour un Corpus Inscriptionum Arabicarum:


Première partie, Egypte: I, Paris 1903; a.mlf., “Notes d’archéologie arabe”, JA, XVII (1891), s. 411-495; S. Flury, Die Ornamente der Hakimund Ashar-Moschee, Heidelberg 1912, s. 9-26, 43-45; M. S. Briggs, Muhammedan Architecture in Egypt and Palestine, Oxford 1924; R. L. Devonshire, Rambles in Cairo, Cairo 1931; E. Pauty, Les hammams du Caire, Le Caire 1933; a.mlf., La mosquée d’Ibn Touloun et ses alentours, Le Caire 1936; a.mlf., “L’architecture au Caire depuis la conquête ottomane, vue d’ensemble”, BIFAO, XXXVI (1936), s. 1-69; L. A. Mayer, The Buildings of Qaytbay as Described in his Endowment Deed, London 1938; K. A. C. Creswell, Early Muslim Architecture, Oxford 1940; a.mlf., The Muslim Architecture of Egypt, Oxford 1952-60, I-II; a.mlf., A Bibliography of the Architecture, Arts and Crafts of Islam to 1st. January 1960, Cairo 1961; a.mlf., “A Brief Chronology of the Muhammedan Monuments of Egypt to 1517”, BIFAO, XVI (1919), s. 39-164; Hasan Abdülvehhâb, Târîħu’l-mesâcidi’l-eŝeriyye, Kahire 1946, I-II; a.mlf., CâmiǾu’s-sulŧân Ĥasan ve mâ ĥavlehû, Kahire 1962; a.mlf., “Medresetü Ebî Bekr Müzhir”, el-Hendese, XV (1935), s. 17-23; a.mlf., “TevķīǾâtü’ś-śunnâǾ Ǿalâ âşâri Mıśr”, BIE, XXXVI (1955), s. 533-558; W. Popper, Egypt and Syria under the Circassian Mamluk, Los Angeles 1957; Abdüllatîf İbrâhim, “el-Veşâǿiķ fî ħidmeti’l-âşâr”, el-Müǿtemerü’ŝ-ŝânî li-âŝâri’l-bilâdi’l-ǾArabiyye, Kahire 1958; a.mlf., “Silsiletü’l-veşâǿiķi’t-târîħiyyeti’l-ķavmiyye: MecmûǾatü’l-veşâǿiķi’l-Memlûkiyye, I: Veşîķatü’l-Emîr Âħûri Kebîr Ķarâķucâ el-Ĥasenî”, Mecelletü Külliyyeti’l-âdâb, XVIII/2, Kahire 1959, s. 183-251; a.mlf., “et-Tevşîķātü’ş-şerǾiyye ve’l-işhâdât fî žuhûri veşîķati’l-Ġavrî”, a.e., XIX/1 (1960), s. 293-420; A. Darrag, L’Egypte sous le règne de Barsbay, Damas 1961, s. 50; a.mlf., L’acte de vaqf de Barsbay, Le Caire 1963; Ahmed Fikrî, Mesâcidü’l-Ķāhire ve medârisühâ, Kahire 1965-69, I-II; D. Brandenburg, Islamische Baukunst in Ägypten, Berlin 1966; Saleh Lamei Mostafa, Kloster und Mausoleum des Farağ Ibn Barquq in Kairo, Glückstadt 1968; Abdurrahman Zekî, MevsûǾâtü medîneti’l-Ķāhire fî elf Ǿâm, Kahire 1969; a.mlf., “Mebâni’l-kilâǾ fî Ǿaśri Muĥammed ǾAlî Bâşâ”, el-Ǿİmâre, III/3-4 (1941), s. 89-98; G. Wiet, Inscriptions historiques sur pierre, Le Caire 1971; a.mlf., “Les inscriptions du mausolée de Shafi”, BIE, XV (1933), s. 167-185; a.mlf., “Une nouvelle inscription fatimide au Caire”, JA, CCXLIX (1961), s. 13-20; a.mlf. - A. Raymond, Les marchés du Caire, Le Caire 1979; a.mlf., “Les constructions de l’émir Abd el Rahman katkhuda au Caire”, AIsl., XI (1972), s. 253-292; a.mlf., “Les fontaines publiques du Caire (1517-1790)”, a.e., XV (1979), s. 235-292; Yusuf Raghib, “Sur une groupe de mausolées du cimetière du Caire”, REI, XL (1972), s. 189-195; a.mlf., “Essai d’inventaire chronologique des guides à l’usage des pélerins du Caire”, a.e., XLI (1973), s. 259-280; a.mlf., “Les sanctuaires des gens de la famille dans la cité des morts du Caire”, RSO, lI (1977), s. 47; a.mlf., “Les mausolées fatimides du quartier d’al-Mašâhid”, AIsl., XVII (1981), s. 1-30; a.mlf., “Un oratoire fatimide au somnet du Muqattam”, St.I, LXV (1987), s. 51-67; J. A. Williams, “The Monuments of Ottoman Cairo”, Colloque international sur l’histoire du Caire, Le Caire 1973, s. 453-463; C. Kessler, “Funerary Architecture within the City”, a.e., s. 237-267; a.mlf., The Carved Masonry Domes of Mamluk Cairo, London 1976; a.mlf., “Mecca-Oriented Urban Architecture in Mamluk Cairo: The Madrasa-Mausoleum of Sultan Shaban”, Towards an Islamic Humanism, Cairo 1984, s. 97-108; R. E. Parker v.dğr., Islamic Monuments in Cairo. A Practical Guide, Cairo 1974-85; J. Revault - B. E. Maury, Palais et maisons du Caire du XIVe au XVIIIe siècles, Le Caire 1975-79, I-III; M. Meinecke, Die Madrasa des Amirs Miŧqal in Cairo, Mainz 1976; a.mlf., Die Restaurierung der Madrasa des Amirs Sâbiq addin Miŧqal al-Anuki und die Sanierung des Darb Qirmiz in Kairo, Mainz 1980; a.mlf., Die Mamlukische Architekture in Ägypten und Syrien (648/1250 bis 923/1517), Glückstadt 1992; a.mlf., “Das Mausoleum des Qala’un in Kairo. Untersuchungen zur Genese der Mamlukischen Architectur Dekoration”, Mitteilungen des Deutschen Archäologischen Instituts, Abteilung Kairo, XXVII/1 (1971), s. 47-80; a.mlf., “Die Moschee des Amirs Aqsunqur al-Nasiri in Kairo”, a.e., XXIX/1 (1973), s. 9-38; Muhammed Muhammed Emin, Catalogue des documents d’archives du Caire de 239/853 à 922/1516, Le Caire 1981; F. Jarita, Madrasa, Ħanqah und Mausoleum des Barquq in Kairo, Glückstadt 1982; B. Maury, Palais et maisons du Caire: I. Epoque mamelouke, Paris 1982; a.e.: II. Epoque ottomane, Paris 1983; G. Mitchell, Architecture of the Islamic World, London 1984, tür.yer.; D. Behrens-Abouseif, Azbakiyya and its Environs from Azbak to Ismail, Cairo 1985, s. 147-187; a.mlf., “Four Domes of the Late Mamluk Period”, AIsl., XVII (1981), s. 191-201; a.mlf., “The Takkiyat Ibrahim al-Kulshani in Cairo”, Muqarnas, V, Leiden 1988, s. 43-60; J. M. Rogers, “Seljuk Influence on the Monuments of Cairo”, KOr., VII/1 (1972), s. 40-68; a.mlf., “al-Ķāhira”, EI² (İng.), IV, 424-441; A. R. Guest - E. T. Richmond, “Mısr in the Fifteenth Century”, JRAS (1903), s. 791-816; L. Massignon, “ La cité des morts du Caire”, BIFAO, LVII (1938), s. 25-79; L. Fernandez, “Three Sufi Foundations in a 15th Century Waqfiyya”, AIsl., XVII (1981), s. 141-156; a.mlf., “The Zawiya in Cairo”, a.e., XVIII (1982), s. 105-128; a.mlf., “Some Aspects of the Zawiya in Egypt at the Eve of the Ottoman Conquest”, a.e., XIX (1983), s. 9-17; a.mlf., “Sufi Architecture in early Ottoman Cairo”, a.e., XX (1984), s. 103-114; a.mlf., “Two Variations on the Same Theme. The Zaviye of Hasan al-Rumi and the Takkiya of Ibrahim al-Gulshani”, a.e., XXI (1985), s. 95-111; a.mlf., “The Foundation of Baybars al-Jashankir: its Waqf, History and Architecture”, Muqarnas, IV (1987), s. 20-21; J. M. Bloom, “The Mosque of al-Hakim in Cairo”, a.e., I (1983), s. 15-36; C. Williams, “The Cult of Alid Saints in the Fatımid Monuments of Cairo, I: The Mosque of al-Ahmar”, a.e., I (1983), s. 37-52; a.mlf., “The Cult of Alid Saints in the Fatımid Monuments of Cairo Part II: The Mausoles”, a.e., III (1985), s. 39-60; Leyla Ali Ibrahim, “Residential Architecture in Mamluk Cairo”, a.e., II (1984), s. 47-59; Shahinda Karim, “The Mosque of Aslam al-Bahai al-Silahdar (746/1345)”, AIsl., XXIV (1988), s. 233-252; Mohammed el-Asad, “The Mosque of Muhammad Ali in Cairo”, Muqarnas, IX (1992), s. 39-55.

J. Michael Rogers