KALEM

(القلم)

Bir yazı aleti olan kalem Yunanca’da “sulak yerde yetişen kamış, hasır otu, Hint kamışı” mânalarına gelen kalamos ile Latince kalamustan Arapça’ya ve oradan Türkçe’ye geçmiştir. Pek çok anlamı yanında hat sanatında farklı yazıları da (aklâm-ı sitte) ifade etmektedir. Ayrıca Farsça’dan geçen kilk ve hâme kelimeleri de Türkçe’de kalem karşılığında kullanılmıştır.

Tarih öncesi çağlardan itibaren coğrafî bölgelere ve kullanılan yazı malzemesinin türüyle yapısına göre farklı biçimde kalemler geliştirilmiştir. Günümüze ulaşmış en eski yazı örneklerinden anlaşıldığına göre kil tablet, kurşun levha, bal mumu veya sert bir zemine kazılan yazılar için kemik, demir ve bronz gibi malzemelerden yapılmış, sivri uçlu tığ kalemler (Yun. graphis, Lat. stylus) kullanılmıştır. İstanbul Arkeoloji Müzesi ile British Museum’da çeşitli devirlere ait değişik malzemeden yapılmış tığ kalem örnekleri sergilenmektedir. Milâttan önce III. binyıldan itibaren Mısırlılar, Yunanlılar ve Romalılar yazı malzemesi olarak papirüs, parşömen veya beyazlatılmış tahta kullanmaya başladıklarında bunların üzerine mürekkeple ve ucu bıçakla sivriltilmiş, eğri kesilmiş kamış kalemle yazmışlardır. Romalılar’dan başlamak üzere diğer milletlerin de kamışla beraber metalden ve kuş tüyünden yapılmış kalemleri XIX. yüzyıla kadar kullandığı bilinmektedir. XII. yüzyıldan sonra Avrupa’da kâğıt sanayiinin, ilim ve tekniğin gelişip yayılmasıyla beraber yazı alet ve malzemelerinde de büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. XVIII. yüzyılın başlarında Avrupa’da, 1840’lı yıllardan itibaren Osmanlı coğrafyasında demir uçlu yazı aletlerinin kullanımı yaygın hale gelmiştir. Ancak hattatlar yazının tabiatına, hareket ve cereyanına daha uygun olması sebebiyle kamış kalemi Avrupa yapımı metal uçlu yazı aletlerine tercih etmişler, bu kalemle yazma geleneğini günümüze kadar sürdürmüşlerdir.

Hat sanatında kullanılan en iyi cins kamış kalem (kalem-i ney), Hazar denizi sahilleri ile Dicle nehri kenarındaki Vâsıt (Kūt) şehri çevresinde yetişen kamışlardan elde edilmiştir; bu sonuncusu kalem-i Vâsıtî diye tanınır. Eskiçağ’larda Cnidus ile Asya’da Anaetic gölü çevresinde de iyi tür kamışın yetiştiği bilinir. Kalem için tabii sertlikte, daire çemberi 15-25 mm. ve boğum mesafesi en az 20-25 cm. tutan silindir biçimindeki kamışlar makbul sayılır. Kamışın içi boydan boya nâl denilen liflerle dolu olduğundan ilk açışta bunlar çekilip çıkartılır. Sarımsı beyaz renkli ham kamışlar sazlıktan kesildiği


haliyle kalem olarak kullanılamayacağından belli bir sıcaklıkta kurumaları için at gübresi içinde bekletilerek sertleştirilir, cinsine göre değişik kahverengi tonlarına, hatta siyaha dönerler. Tabii sertliği dolayısıyla bu şekilde ıslah edilmesi icap etmeyen, üzeri kendiliğinden benekli, menevişli (kaplan postu) bir cins kamış kalem de vardır. Eskiden açılmamış kalem tek veya çift boğumlu olarak satılırdı. Çatlak kamış açılırken kırıldığından sağlamlığını tecrübe için 8-10 cm. yükseklikten sert bir yere bırakılırdı, çatlak ve zayıf ise zırıltılı bir ses çıkararak düştüğü yerde kalır, sağlam ve iyi cins kamış ise dolgun ve tannan bir ses vererek sıçrar.

Kalem açılıp da kullanılmaya başlandıktan sonra ağzı zamanla bozulduğundan yeniden açılması icap eder. Ancak mushaf gibi büyük kitapları yazarken kalemi yeniden açmak mahzurlu olur. Kalem tekrar açılırken ağzının genişliği mikronla ölçülecek kadar ilkinden farklı olsa bu, bilhassa nesih ve rikā‘ gibi ince yazılarda büyük bir estetik kusur doğmasına sebep olur. Bu sebeple uzun metinlerin ince hatla yazılmasında ağzı kolay aşınmayan bir kaleme ihtiyaç duyulmuştur. XIX. yüzyılın ilk yarısında İstanbul’dan Hicaz’a giden hattatlar, Endonezya’daki Cava adasından hacca gelenlerin elinde cava kalemini görüp benimsemişlerdir. Bunlar, yerde dallanan palmiye tipi bir ağacın lifleri arasından sarmalı olarak çıktıktan sonra sertleşip düzgünleşen abanoz gibi siyahımsı, içi dolu, ince çubuklardır. İnceliği dolayısıyla yazarken tutmak zorlaştığından ucu açıldıktan sonra başka bir kamış kalemin boşluğuna yerleştirilip elde rahat tutulacak kadar kalınlaşması sağlanır. Sertliği sebebiyle kullanılması ve açılması güç olan cava kalemini ilk defa Çömez Mustafa Vâsıf ve öğrencisi Kazasker Mustafa İzzet efendiler nesih hattı ile yazdıkları eserlerde deneyip beğendikten sonra diğer hattatlarca da bu kalem benimsenmiştir.

Yazının kalınlığı arttıkça kalemin ağzını da ona göre açabilmek için kargı kalemi denilen ney kalınlığındaki kamışlardan veya bambu kamışlarından faydalanılır. Ancak celî yazmaya bunların da yetmediği olur. O takdirde istenilen büyüklükte tahtadan yapılan celî kalemi kullanılır. Ağaç veya tahta kalem adı da verilen bu cinsin ağız kısmı oyularak iki ucu çıkıntılı bırakılmak suretiyle, celî yazıyı çizgi şeklinde yazan çeşidi yapılmıştır. İnsan eli çok büyük celî yazıları yazabilecek kalemi kullanmaktan âciz kaldığında ise böyle yazılar satranç (kareleme) usulüyle küçükten büyütülerek hazırlanmıştır.

Yeni açılacak kalemin boğum yeri bir parmak altından kalemtıraş ile kesilip çıkartılır. Bu yapılmazsa kalem şakkı düz olmaz, eğri gidebilir. Daha sonra kalem sol elin içine yatırılıp orta boşluğu ve cidarı badem biçiminde görünene kadar yukarıdan aşağıya meyilli olarak kesilir. Alttaki sivrilik yontulup inceltilir. Dil gibi uzadığı için kalem dili denilen bu yassı kısmın iki kenarı istenilen kalem ağzı genişliğine göre alınır. İki taraftan aynı miktarda alınmazsa görünüşü dengesiz olur. Kalemin dışını kaplayan sırçalı kısım mürekkep tutmayacağı için sadece ağız kısmından bir parça kalemtıraş yardımıyla giderilerek bu sağlanır. Kalemin dil ve ağız kısımları aynı hizada bırakıldığı gibi ağız kısmı daha genişçe yontulursa çakşırlı kalem denilen bir cins ortaya çıkar. Kalemin dili uzunsa süratli yazmaya yardımcı olur, kısa bırakılırsa ağır yazılır.

Yontma işlemi bittikten sonra kalemin ağız kısmının elde veya makta üstünde kamış boyuna paralel olarak birkaç santimetre uzunluğunda düz bir hat halinde çatlatılarak iki yakaya ayrılmasına şakk-ı kalem denir. Küçük bir depo vazifesi gören bu çatlağa mürekkep dolarak yazarken aşağıya doğru devamlı akar. Şakkedilen kalem ağzının yazandan tarafa kalan yakasına ünsî, diğerine de vahşî adı verilir. Kalem şakkedilirken vahşî taraf biraz daha geniş bırakılır. Kalem ağzının kesilip düzeltilmesi (katt-ı kalem) işlemi de makta üzerindeki kamışın kalem yuvası (yatağı) denilen yive tesbit edilmesiyle yapılır. Vahşî tarafın uzun, ünsî tarafın kısa kalacak şekilde eğri olarak kattedilmesi sırasında duyulan çıtırtı ile kesim tamamlanmış olur. Yeni kattedilmiş kalemle yazılar çok keskin yazılır, kullandıkça ağzı bozulacağı için harfler pürüzlü olarak çıkmaya başlar. Düz kattedilen kalemle yazılan yazılar metanetli olur, çok eğri maktaa vurulmuş kalemin yazıları zayıf fakat halâvetlidir. İkisinin ortası hepsinden iyisidir. Hat sanatında eğri kattedilmiş kalemle yazmanın Yâkūt el-Müsta‘sımî ile başladığı kaynaklarda ifade edilmektedir. Kalemin ağzı eğri kesilmekle elde tabii duruş şekli olan yazandan tarafa yatık olması da sağlanır. Ta‘lik kalemi sülüse nazaran daha az eğri ağızlıdır. Nesih kalemi ondan da az, rik‘a kalemi ise düze yakın eğriliktedir.

Kalemi ağzındaki eğrilik kâğıda tamamıyla intibak edecek (buna kalemin secdesi denir) şekilde tutup yukarıdan aşağıya dik olarak hareket ettirmekle harflerin ince, sağdan sola yürütmekle de kalın kısımları yazılır. Sülüs ve nesihte harf şekilleri kalem kâğıttan kalkmadan tutuş istikametine göre çıkarılır. Ancak ta‘likteki harf incelikleri kalemin ağız kısmı kâğıda yarı yarıya değdirilerek yapılır. Harflerin ölçüleri nokta ile tesbit edildiği, bu da kalemin ağız genişliğine bağlı olduğu için kalem hat sanatında estetiği sağlayan en önemli unsurdur.

Hattat kalemi elinde fazla sıkmadan tutar. Yazma işi bitince kalemin ağzı sol elin şahadet parmağına sürülerek veya yalanarak temizlenir. Aksi takdirde içindeki zamk dolayısıyla mürekkep kurur ve akıntıya mani olur. Bu durumda kalemin ağzı başparmak üzerine bastırılıp çıtlatılarak donmuş mürekkep temizlenir.

Kalemler divit veya kubur adı verilen hokkalı mahfazalarda veya kalemdan (kalemlik) denilen sade veya sanatlı kutular içinde saklanır. Kalemdanın boyu ekseriya 30-40 cm. olduğundan boğumu en uzun kamış kalemler bile içine rahatlıkla


sığabilir. Yüksekliği 10 cm., genişliği de 15 cm. civarındadır. Ayrıca sol tarafında ahşaba gömülü olarak bir veya iki hokka yeri bulunur. Birkaç santimetre derinliği bulunan üst kat bir tutmaçla çekilip kaldırıldığında kalemdanın zemin katı meydana çıkar. Her iki kademe de kalem ve diğer yazı aletlerini muhafaza için kullanılır. Hatta tomar haline getirilmiş âharlı kâğıtlar bile burada saklanabilir. Kalemdan dikdörtgen prizma biçiminde olup kapaklıdır. Kapaklar bazılarında düz ve keskin çizgilidir, muhaddeb (dışbükey) olanlarına sandık biçimi kalemdan denilir. Kalemdanın fildişi, sedef ve bağa ile imal edilenlerine de rastlanılmakla beraber çoğunluğu ahşaptır. Altın ve cazip renkler kullanılarak bunlara işlenen desenlerin üzerine rugan (lâk) tabakası çekildiği için ruganî veya edirnekârî diye anılırlar. Silindir biçimli oluşundan dolayı kubûr denilen kalem mahfazaları dibine doğrudan yahut döndürülerek yerleştirilen hokka, kalemlik kapağı üstüne bazan konulan rıhdan ile kişinin yanında taşıyabileceği, 25-45 cm. arasında boyu ve 5-6 cm. çapı olan çok yönlü bir yazma vasıtasıdır. Ruganî ve fildişi oyma sanatlı kubur ve kalemdan örnekleri Topkapı Sarayı Müzesi’nde sergilenmektedir.

Kullanılmaktan dolayı küçülüp de istifade edilemeyecek hale gelen kalemin herhangi bir yere atılmaması, ayak altı olmayan bir yerde toprağa gömülmesi bir gelenektir. Her kalem açılışında çıkan ve eskilerin “bürâde-i kalem” dedikleri yongalar da biriktirilip aynı şekilde gömülürdü. Ayrıca hayatları boyunca açtıkları kalemlerin yongalarını saklayarak öldüklerinde gasil suyunun bunlarla ısıtılmasını vasiyet eden birçok hattat vardır.

BİBLİYOGRAFYA:

Sûlî, Edebü’l-küttâb, s. 109, 110; Âlî, Menâkıb-ı Hünerverân, s. 11; Gülzâr-ı Savâb, s. 101, 102; Müstakimzâde, Tuhfe, s. 607, 609; Rehber-i Sıbyan, İstanbul 1297; Necib Âsım, Kitab, İstanbul 1311, s. 82-89; Yazır, Kalem Güzeli, II, 164-172; A. Grohmann, Arabische Palaographie, Köln 1967, I, 117; Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik), İstanbul 1998, s. 37-40; Muhittin Serin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, İstanbul 1999, s. 281-285; Nuray Yıldız, Eskiçağ’da Yazı Malzemeleri ve Kitabın Oluşumu, Ankara 2000, s. 185-193; H. Blanck, Antikçağ’da Kitap (trc. Zehra Aksu Yılmazer), Ankara 2000, s. 74-82; M. Uğur Derman, Osmanlı Hat Sanatı, Berlin 2001, s. 7-10; a.mlf., “Kalem”, İslâm Düşüncesi, sy. 3, İstanbul 1967, s. 161-176; sy. 4 (1967), s. 255-266; Cl. Huart, “Kalem”, İA, VI, 127.

M. Uğur Derman