KALYÛB

(قليوب)

Aşağı Mısır’da tarihî şehir.

Kahire’nin 15 km. kuzeyinde, Kahire-İskenderiye demiryolu üzerindedir; adının Grekçe Kalliope’den geldiği kabul edilir. XIX. yüzyılın ortalarına kadar idarî taksimata göre Kalyûbiye ilinin (müdiriyet) merkeziydi ve burada il idaresinin meclisi, bölge hastahanesi ve şer‘î mahkeme bulunuyordu. Ancak Hidiv İsmâil Paşa dönemine rastlayan 1871’de il merkezi Benhâ şehrine taşındı. Bugün Kalyûbiye iline (muhafaza) bağlı olan Kalyûb yaklaşık 100.000 (1996) nüfuslu bir şehirdir.

İslâm fetihlerinin Mısır’a ulaştığı 20 (641) yılında Amr b. Âs, Kalyûb’un girişine bir köprü kurdu ve bu köprünün yardımıyla bölgedeki diğer şehirlerin fethini kolayca gerçekleştirdi. 549’da (1154) Fâtımî halifelerinden Zâfir-Bia‘dâillâh, Kalyûb bölgesini Nasr b. Vezîr Abbas es-Sanhâcî’ye iktâ etti. Seyyah İbn Cübeyr, İskenderiye’den Kahire’ye giderken ziyaret ettiği Kalyûb’u (572/1176) gördüğü şehirlerin en güzeli diye tanımlar. Kalyûb, tarih boyunca Kahire’ye gelen elçilerin şehre girmeden önceki son durakları olmuştur. el-Melikü’n-Nâsır Muhammed b. Kalavun’un emriyle 715 (1315) yılında Kalyûb şehrinin merkez olduğu Kalyûbiye vilâyeti kuruldu. İbn İyâs’a göre Yavuz Sultan Selim’in elçileri, Hayır Bey ve Kadı Berekât b. Mûsâ tarafından Kalyûb’da karşılandı (Târîħu Mıśr, III, 109). Tarihçilerden İbn Dokmak (ö. 809/1407) ve Halîl b. Şâhin (ö. 873/1468), Kalyûb şehrinin büyük bir kısmının kendi dönemlerinde harap durumda olduğunu söylerler (el-İntiśâr, V, 47; Zübdetü Keşfi’l-memâlik, s. 32). Osmanlı Devleti’nin Mısır’ı topraklarına katmasıyla esasen Kahire-Şam güzergâhında bulunmasından dolayı önem taşıyan Kalyûb, İstanbul-Kahire hattı üzerinde daha önemli hale geldi. Hasan el-Vezzân (Afrikalı Leon) buradan el-Hankah (Vaśfü İfrîķıyye, II, 234), İbn İyâs da Hankāh-ı Siryakūs (BedâǿiǾü’z-zühûr, V, 295-296) adıyla bahsederler.

Eserini Sultan Necmeddin Eyyûb’a ithaf eden Osman b. İbrâhim en-Nablûsî (ö. 685/1286 [?]) özellikle Kalyûb’un zenginliğini, bahçelerini, meyve ağaçlarını anlatır ve sultanın bu ağaçlardan yapılacak kesimi şiddetle yasakladığını söyler. Daha sonra burada ekonomik durumla ilgili pek önemli bir hareket görülmez. 1804-1805 yıllarında başı bozuk askerler tarafından yağma edilen Kalyûb’da 1825’te Kavalalı Mehmed Ali Paşa pamuk ipliği ve dokuma fabrikası, kışlalar ve bir menzilhâne kurdu. Şehrin esas gelişmesi Şevâribî ailesinin burayı imar etmeye başlamasıyla gerçekleşti. Şevâribîler, Kalyûb’un en meşhur ailesidir ve nesepleri Hicaz’a dayanır. XIII. yüzyılda Kalyûb’a yerleşen aile Osmanlı döneminde önemli idarî görevlerde bulunmuş ve fertleri “şeyhü’l-Arab” unvanıyla anılmıştır. XIX. yüzyılın ikinci yarısında değişen ekonomik durumlardan faydalanan aile Kalyûb’daki bütün iş yerlerine, dolayısıyla ticarî hayata ve şehrin çevresindeki ziraata hâkim oldu. Cebertî’nin 1798 yılı olaylarını anlatırken yazdığına göre Süleyman Mansûr eş-Şevâribî, Fransızlar’a karşı direnişçilerin başına geçerek bir ayaklanma girişiminde bulunmuş ve onlar tarafından atıldığı hapishanede ölmüştür (ǾAcâǿibü’l-âŝâr, IV, 37-38). Ali Paşa Mübârek, Şevâribî ailesiyle ilgili geniş bilgi verir.

Kalyûb’da bugün altı cami ve çeşitli tekkeler vardır. Bu camilerin en önemlisi 1724’te Ahmed eş-Şevâribî tarafından yenilenen Zeynebî Camii’dir. Diğerleri ise Sâlihîn, Ârifbillâh Sîdî Abdurrahman, Raî, Alâeddin ve Sîdî Avvâz camileridir. Ebü’l-Mekârim Abdüsselâm b. Sultan el-Mâcerî ile Sîdî Avvâz’ın türbeleri de buradadır. Birçok âlim Kalyûbî nisbesiyle anılır; bunların en meşhuru Şâfiî fakihi Şehâbeddin el-Kalyûbî’dir.

BİBLİYOGRAFYA:

Es‘ad b. Memmâtî, Ķavânînü’d-devâvîn (nşr. Aziz Suryal Atıya), Kahire 1943, s. 205-206; İbn Cübeyr, er-Riĥle, Beyrut 1384/1964, s. 18; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, XI, 191-192; Ebû Şâme, Kitâbü’r-Ravżateyn, IV, 147; İbn Müyesser, Aħbâru Mıśr (nşr. Eymen Fuâd Seyyid), Kahire 1981, s. 40, 87, 110, 148; Osman b. İbrâhim el-Nablusî, Kitâbü LümaǾi’l-ķavânîni’l-muđiyye fî devâvîni’d-diyâri’l-Mıśriyye (nşr. C. Becker - Cl. Cahen, BEO içinde), XVI (1961), s. 48; Şeyhürrabve ed-Dımaşkī, Nuħbetü’d-dehr fî Ǿacâǿibi’l-ber ve’l-baĥr (nşr. M. A. F. Mehren), St. Petersburg 1866, s. 231; İbn Dokmak, el-İntiśâr li-vâsıŧati Ǿiķdi’l-emśâr (nşr. C. Vollers), Kahire 1309, V, 47-50; Kalkaşendî, Śubĥu’l-aǾşâ, III, 303, 393-394, 399-400; Makrîzî, el-Ħıŧaŧ, I, 74, 129; Halîl b. Şâhin, Zübdetü Keşfi’l-memâlik, Paris 1894, s. 32-34; İbn İyâs, BedâǿiǾu’z-zühûr, V, 295-296; a.mlf., Târîħu Mıśr, Bulak 1311-12, II, 54, 109, 157, 197, 204; III, 109, 110, 170, 192, 206, 286, 303, 318; Hasan el-Vezzân, Vaśfü İfrîķıyye, II, 234; Cebertî, ǾAcâǿibü’l-âŝâr (Bulak), IV, 37-38; Ali Paşa Mübârek, el-Ħıŧaŧü’t-Tevfîķıyye, Bulak 1306, XIV, 114-119; Muhammed Remzî, el-Ķāmûsü’l-coġrâfî li’l-bilâdi’l-Mıśriyye, Kahire 1953, II, 19, 57-58; A. Richter, “Kalyûb”, İA, VI, 143-144; a.mlf., “Ķalyūb”, EI² (İng.), IV, 514-515.

Eymen Fuâd Seyyid