KAYYÛM

(القيّوم)

Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.

Sözlükte “doğrulup ayakta durmak, devam ve sebat etmek, bir işin idaresini üzerine almak, gözetip korumak” anlamındaki kıyâm kökünden mübalağa ifade eden bir sıfat olup “her şeyin varlığı kendisine bağlı olan, kâinatı idare eden” demektir. Kıyâm kökünün ifade ettiği mânaların ilki maddî ve yaratılmışlık unsurları taşıdığından Allah’a nisbet edilmemekte, diğerleri ise ulûhiyyet makamına yakışacak bir muhteva çerçevesinde kayyûm ismi içinde mütalaa edilmektedir. Aynı kökten türeyen kāim sıfatı iki yerde, makām ve kayyûm da üçer âyette Allah’a izâfe edilmiştir. Müfessirlerin çoğunluğuna göre Âl-i İmrân sûresinde (3/18) Allah’ın birliğini vurgulayan âyetteki kāim kelimesi, “her fiil ve buyruğunda adaleti ayakta tutup hikmeti gerçekleştiren” mânasıyla (Mâtürîdî, vr. 73b; Şevkânî, I, 295) Allah’ı nitelemektedir. Ra‘d sûresindeki âyette (13/33) yer alan ve “her canlının fiil ve davranışını sanki tepesinde duruyormuş gibi tesbit edip canlının varlığını sürdüren” anlamına gelen kāim de tevhid ilkesini pekiştirmektedir. “Rabbin huzuruna çıkmak, huzurunda durmak” mânasındaki makam kelimesi ise buna hazırlanmanın bilincini taşıyanlara dünya ve âhiret mutluluğunun sağlanacağını ifade eden kompozisyonlar içinde geçmektedir (İbrâhîm 14/14; Tâhâ 20/111; er-Rahmân 55/46). Kayyûm ismi iki âyette (el-Bakara 2/255; Âl-i İmrân 3/2) “Allah kendisinden başka tanrı bulunmayan, hay ve kayyûm olandır” meâlindeki kelime-i tevhidin sonunda yer almış, bir âyette de kıyametin tasviri sırasında hay ismiyle birlikte lafza-i celâl yerine kullanılmıştır (Tâhâ 20/111).

Kayyûm, doksan dokuz isme yer veren Tirmizî ve İbn Mâce listesine alınmış (İbn Mâce, “DuǾâǿ”, 10; Tirmizî, “DaǾavât”, 82), ayrıca, “Kendisinden başka tanrı bulunmayan, hay ve kayyûm olan Allah’tan bağışlanmayı talep eder, O’na arz-ı halde bulunurum” diyen kimsenin savaştan kaçma derecesinde büyük günah işlemiş olsa bile affedileceğini bildiren hadiste kelime-i tevhid biçimindeki yaygın kullanılış şekliyle tekrar edilmiştir (Ebû Dâvûd, “Vitir”, 26; Tirmizî, “DaǾavât”, 17). Kelime şekli açısından zengin muhtevalı (mübalağalı) sıfat konumunda bulunan kayyûmun eş anlamlısı “kayyâm” da Hz. peygamber’in gece ibadeti sırasında Allah’a arzettiği uzunca bir münacaat metninde “kâinatın yaratıcısı ve yöneticisi” mânasında yer almıştır (Müsned, I, 298, 308; Buhârî, “Tevĥîd”, 24; Müslim, “Śalâtü’l-müsâfirîn”, 199; Tirmizî, “DaǾavât”, 29). Esasen Hz. Ömer dahil olmak üzere sahâbî ve tâbiîlerden bazı âlimlerin Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerinde geçen kayyûm ismini kayyâm şeklinde okudukları nakledilmektedir (Şevkânî, I, 243, 282). Sözü edilen metin bazı rivayetlerde “gözetip koruyan” anlamındaki “kayyim” şeklinde de kaydedilmiştir (Müsned, I, 358; Buhârî, “Teheccüd”, 1, “Tevĥîd”, 8, 35).

Kıyâm kökünden türeyip Kur’an âyetleri ve hadis metinlerinde Allah’a nisbet edilen kelimelerden sıfat sîgasında olmayan makam istisna edilirse geride kāim, kayyim, kayyâm ve kayyûm isimleri kalır. Kāim süreklilik arzetmeyen, kayyim ise sebat ve devam özelliği taşıyan sıfatlardır. Kayyâm ve kayyûm hem süreklilik hem de mübalağa ifade eder. Bu kavramların tamamını göz önünde bulunduran âlimlerin zât-ı ilâhiyye hakkında yaptıkları nitelemeleri üç noktada toplamak mümkündür: Allah bizâtihî kāim ve mevcut olup kimseye muhtaç değildir; bunun bir gereği olarak ezelî ve ebedîdir, her şeyin ibtidâen var olması ve mevcudiyetini sürdürmesi ancak O’nun yaratması, maddî ve mânevî ihtiyaçlarını giderip korumasıyla mümkündür. Hz. Peygamber’in gece ibadetinde yaptığı, “Allahım! Bütün övgüler sana hastır. Sen kâinatı ve orada bulunanları yaratan ve yaşatansın (kayyim). Her çeşit övgü sana lâyıktır. Sen göklerin, yerin ve orada bulunanların hükümranlığına mâliksin” anlamındaki niyazı da bu anlayışı destekler mahiyettedir.

Kayyûm ismini tasavvufî yaklaşımla yorumlayan Abdülkerîm el-Kuşeyrî’ye göre Allah’ın bütün nesne ve olayları yönetimi altında bulundurduğunun bilincini taşıyan kimse, sürekli tedbir alma endişesi ve başkasına boyun eğme zahmetinden kurtulup gönül rahatlığıyla yaşar, böyle bir kimse için dünya önemsenecek bir değer taşımaz (et-Taĥbîr fi’t-teźkîr, s. 76).

“Bizâtihî mevcut, ezelî ve ebedî” şeklindeki mânasıyla kayyûm ismi evvel, âhir ve bâkī isimleriyle muhteva beraberliği içinde olur. “Kâinatı yaratan ve yöneten” anlamı çerçevesinde ise kevnî isimlerle açıklayıcı ve tamamlayıcı münasebetine girer. Kayyûm “bizâtihî var olma” mânasıyla sübûtî, her şeyden müstağni oluş yönüyle selbî, kâinatı yaratıp yaşatması açısından ise fiilî sıfatlar grubuna girer.

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ķvm” md.; Lisânü’l-ǾArab, “ķvm” md.; Müsned, I, 298, 308, 358; Buhârî, “Teheccüd”, 1, “Tevĥîd”, 8, 24, 35; Müslim, “Śalâtü’l-müsâfirîn”, 199; Ebû Dâvûd, “Vitir”, 26; İbn Mâce, “DuǾâǿ”, 10; Tirmizî, “DaǾavât”, 17, 29, 82; Taberî, CâmiǾu’l-beyân (Bulak), III, 4-5; Mâtürîdî, Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 40, vr. 61b, 73b;


Ebü’l-Kāsım ez-Zeccâcî, İştiķāķu esmâǿillâh (nşr. Abdülhüseyin el-Mübârek), Beyrut 1406/1986, s. 105-108; Hattâbî, Şeǿnü’d-duǾâǿ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Dımaşk 1404/1984, s. 80-81; Ebû Abdullah el-Halîmî, el-Minhâc fî şuǾabi’l-îmân (nşr. Hilmî M. Fûde), Beyrut 1399/1979, I, 200; İbn Fûrek, Mücerredü’l-Maķālât, s. 55; Kādî Abdülcebbâr, el-Muġnî, V, 239; Abdülkāhir el-Bağdâdî, el-Esmâǿ ve’ś-śıfât, Kayseri Raşid Efendi Ktp., nr. 497, vr. 160a; Kuşeyrî, et-Taĥbîr fi’t-teźkîr (nşr. İbrâhim Besyûnî), Kahire 1968, s. 76; Gazzâlî, el-Maķśadü’l-esnâ (Fazluh), s. 143; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, Beyrut 1410/1990, VII, 222; a.mlf., LevâmiǾu’l-beyyinât (nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa‘d), Beyrut 1404/1984, s. 307-310; Şevkânî, Fetĥu’l-ķadîr, Kahire 1349, I, 243, 282, 295.

Bekir Topaloğlu