KILIÇ ALAYI

Osmanlı padişahlarının tahta çıkmalarından sonra kılıç kuşanmaları münasebetiyle yapılan tören.

Resmî belgelerde ve kaynaklarda “taklîd-i seyf, takallüd-i şemşîr” olarak geçen kılıç kuşanma merasiminin ne zaman başladığı hususunda kesin bilgi yoktur. Ancak gazâ kılıcı kuşanma âdetini Asr-ı saâdet’e kadar götürmek mümkündür. Hz. Peygamber savaşlarda kılıç kuşandığı gibi bazı sahâbîlere de kılıç kuşatmıştır. Nitekim Hayber’in fethi sırasında Resûl-i Ekrem tarafından Hz. Ali’ye zırh giydirilmiş ve kılıç kuşatılmıştır. Abbâsîler döneminde tayin edilen kumandanlara halife törenle kılıç kuşatır ve sancak verirdi.

Abbâsî halifeleri tahta otururken Hz. Peygamber’den intikal eden kılıcı kuşanırlardı (Hilâl b. Muhassin es-Sâbî, s. 90). Abbâsîler zamanında özellikle merkezî otoritenin zayıfladığı dönemlerde ortaya çıkan bazı devletlerin hükümdarlarına halifeler tarafından gönderilen hükümdarlık alâmetleri arasında kabzası değerli taşlarla süslü veya altın kaplama kılıçlar da yer almaktaydı. Onlar da teberrüken bu kılıçları kuşanırlardı. Meselâ Gazneli Hükümdarı I. Mesud’a, Eyyûbî Sultanı Selâhaddîn-i Eyyûbî’ye ve Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad’a dönemin halifeleri diğer alâmetler yanında kılıç da göndermişlerdir. Bazan bizzat Abbâsî halifesi tarafından hükümdarlara kılıç kuşatılmıştır. Meselâ, Halife Kāim-Biemrillâh 449 (1057) ve 451 (1059) yıllarında Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’e, Müsterşid-Billâh da 527 (1133) yılında Irak Selçuklu Sultanı I. Mesud’a kılıç kuşatmıştır. Memlük sultanlarına dönemin Mısır Abbâsî halifesi hil‘at giydirir ve kılıç kuşatırdı. Bu âdet Osmanlılar’a da geçmiş ve kendine özgü bir gelişme göstermiştir.

Osmanlılar’da da hükümdarlık alâmeti olarak kabul edilen kılıç kuşanmanın ne zaman başladığı tesbit edilememektedir. Bir rivayete göre babasının yıllık vergi ve hediyelerini Konya’ya götüren Osman Gazi’ye Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin oğlu Sultan Veled tarafından kılıç kuşatılmış, böylece Mevlânâ Dergâhı dünya saltanatını Osman Bey’e ve oğullarına terketmiştir. Mevlevîliği ön plana çıkarma amacıyla sonradan ortaya atılmış olması muhtemel bu görüş tarihî kaynaklarla doğrulanmamaktadır (Hasluck, s. 121 vd.). Aynı şekilde Ali Emîrî Efendi’nin öne sürdüğü, Osman Gazi’ye Ahî Evran, Hacı Bektâş-ı Velî ve Şeyh Edebâli’nin kılıç kuşattığı rivayeti gibi Osman Nuri Ergin’in kılıç kuşanmayı esnaflığın ahî teşkilâtıyla ilgili görmesinin de bir dayanağı yoktur.

Osmanoğulları’nda kılıç kuşandığı kaynaklarda belirtilen ilk padişah Yıldırım Bayezid’dir. Niğbolu zaferi (1396) münasebetiyle Kahire’deki Abbâsî Halifesi Mütevekkil-Alellah Bayezid’e “sultânü’r-Rûm” unvanını tevcih ederken bir de kılıç göndermiştir. Yıldırım Bayezid bu kılıcı devrin büyük mutasavvıflarından Emîr Sultan eliyle kuşanmıştır. Ancak hükümdarlık sembolü olarak ilk kılıç kuşanma merasimi 1421’de II. Murad’ın cülûsundan sonra yine Emîr Sultan eliyle Bursa’da yapılmıştır (Solakzâde, s. 139). Bazı tarihçiler II. Murad’ın Edirne’de Eskicami’de kılıç kuşandığını belirtirler (Silâhdar, II, 580). Silâhdar, II. Mehmed’in de babası


gibi Edirne’de kılıç kuşandığını yazmaktaysa da eski âdet ve töreleri kanunlaştıran bu padişahın İstanbul’un fethinden sonra Eyüp Sultan Türbesi’nde kılıç kuşandığı ve bu geleneği başlattığı ileri sürülmektedir (D’Ohsson, I, 305; Tayyarzâde Atâ Bey, I, 35). Bütün bunlara rağmen XVII. yüzyıl başlarına kadar kılıç alayının resmî bir tören statüsü kazandığına dair kesin bir bilgiye çağdaş kaynaklarda rastlanmaz. II. Bayezid ve I. Selim’in kılıç ala-yı hakkında kaynaklarda bilgi yoktur. Kanûnî Sultan Süleyman’a son Abbâsî halifesi III. Mütevekkil-Alellah’ın Eyüp’te kılıç kuşattığı yolundaki rivayetin (Evliya Çelebi, X, 38) doğruluğu da şüphelidir. II. Selim, III. Murad ve III. Mehmed’in ise devlet erkânıyla birlikte “kānûn-ı kadîm-i Osmânî” üzere sadece ecdadının türbelerini ziyaret ettikleri bilinmektedir.

Kılıç alayı, I. Ahmed’den itibaren saltanatın ana sembolü haline gelerek küçük bazı farklarla Sultan Vahdeddin’e kadar icra edilmiştir. Ancak V. Murad hastalığı sebebiyle kılıç kuşanmamıştır (Osman Nuri, I, 91). II. Mustafa’nın kılıç kuşanıp kuşanmadığı ise tesbit edilememiştir. Kılıç kuşanma sırasında hangi kılıcı kimin takacağı meselesi törenin en önemli safhasını oluştururdu. Genellikle cülûstan birkaç gün sonra icrasına özen gösterilen “takallüd-i seyf” işini bazan tarikat şeyhlerinin, fakat çoğunlukla şeyhülislâmın veya nakîbüleşrafın yaptığı bilinmektedir. Bu sırada, yeni padişaha Yavuz Sultan Selim’in Mısır’dan İstanbul’a getirttiği mukaddes emanetler arasında bulunan Hz. Peygamber’in veya Hz. Ömer’in, bazan da Osman Gazi, Fâtih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim gibi padişahlara atfedilen kılıçlardan birinin veya iki kılıcın birden kuşatıldığı dikkati çekmektedir. Bu tercih genellikle padişahın arzusuna göre olurdu.

Merasim iki safhada icra edilirdi. Birincisi törenin yapıldığı yere gidiş gelişten ibaret olan kılıç alayı, ikincisi kutsal sayılan kılıçlardan birinin veya ikisinin teberrüken kuşanılmasıdır. Eyüp Sultan Türbesi’ne gidiş karadan olursa denizden, denizden olursa karadan dönülürdü. Ancak bazan tersi veya hem gidiş hem de dönüş karadan olabilirdi.

Gönderilen tezkireler üzerine sabah erkenden resmî kıyafetleriyle saraya gelen davetliler ve kapıkulu ocakları padişahın geçmesini beklerdi. Önce asesbaşı ve subaşı maiyetleriyle birlikte geçer, onları Dîvân-ı Hümâyun çavuşları, müteferrikalar, çaşnigîrler, altı bölük ağaları, şikâr ağaları, kapıcıbaşılar, mîr-i alem, mîrâhûr-ı evvel, çaşnigîrbaşı, ulemâ ve şeyhler, defterdarlar, reîsülküttâb, çavuşbaşı, kapıcılar kethüdâsı, kazaskerler, vezirler ve sadrazam takip ederdi ve Eyüp Sultan Camii’nde padişah beklenirdi. İstisnaî olarak II. Mahmud’un kılıç alayında muhtemel bir isyana karşı Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa 300 kadar muhafızla padişahın yanında bulunmuştu.

Yeni padişah sabah namazından sonra Topkapı Sarayı Harem Dairesi’ne açılan kapılardan “perde kapısı”ndan çıkıp atla sahildeki Sinan Paşa Köşkü’ne gelir, burada üç fenerli saltanat kayığına binip yanında silâhdar, çuhadar, rikâbdar ve öteki musâhib ağalar olduğu halde deniz yoluyla Eyüp’e hareket ederdi. Saltanat kayığını Dârüssaâde ağası ve diğer bazı saray ağalarının kayıkları izlerdi. Eyüp’te daha önce kara yoluyla gelen devlet ricâlince karşılanan padişah sadrazam ve Dârüssaâde ağası tarafından kayıktan alınır ve öğle namazının kılınıp önceden oradaki konaklardan birinde hazırlanan yemeğin yenmesinden sonra Eyüp Sultan’ın türbesine gidilirdi. Bu hareket sırasında “buçukçu” denilen görevlilerin yeni padişah adına kesilmiş çil akçeleri etrafa saçmaları tören gereğindendi.

Padişah türbeye girdikten sonra orada hazırlanan yere oturur, sadrazamın, şeyhülislâmın ve yeniçeri ağasının da gelmesinden sonra Feth sûresi okunur, şeyhülislâm, nakîbüleşraf ve bazı tarikat şeyhleri dua ederler, ardından padişah iki rek‘at namaz kılıp duasını yapar ve kılıç kuşanırdı. Kılıcın kimin tarafından kuşatılacağı hususunda kesin bir kural olmamakla birlikte I. Ahmed’den itibaren bu işi genellikle şeyhülislâm veya nakîbüleşrafın yaptığı bilinmektedir. Nitekim I. Ahmed, I. Mustafa, II. Osman, IV. Mehmed, II. Süleyman, III. Selim, I. Abdülhamid, Sultan Abdülaziz, II. Abdülhamid şeyhülislâmın; II. Ahmed, III. Osman, I. Mahmud, IV. Mustafa, II. Mahmud nakîbüleşrafın; III. Mustafa ile I. Abdülhamid her ikisinin eliyle; III. Ahmed nakîbüleşraf, silâhdar ve askerî bir ayaklanma sonucu gerçekleşen cülûsunun da tesiriyle yeniçeri ağasının; IV. Murad Celvetî şeyhi Aziz Mahmud Hüdâyî’nin; Sultan Reşad Konya Mevlânâ Dergâhı şeyhi Abdülhalim Çelebi’nin; son Osmanlı padişahı Sultan Vahdeddin ise Sünûsî şeyhi Seyyid Ahmed eş-Şerîfî’nin eliyle kılıç kuşanmıştır.

Padişahın Eyüp’ten saraya dönüşü genellikle kara yoluyla olurdu. İstisnaî olarak I. Mahmud kara yoluyla gidip kara yoluyla (Subhî, s. 11); I. Abdülhamid, III. Selim, IV. Mustafa ve II. Mahmud kara yoluyla gidip deniz yoluyla dönmüştür. Edirnekapı, Fatih ve Divanyolu’ndan geçerek Topkapı Sarayı’na gelen padişahın Bâbüssaâde önünde yeniçeri ağası tarafından atından indirilip içeri girmesiyle kılıç alayı sona ererdi. Bu arada çok defa dönüşte olmak üzere, nâdiren de kara yoluyla giderken padişahın türbeleri ziyaretinin ardından Eski Odalar önünde altmış birinci cemaat ortası odabaşısının sunduğu şerbeti içmesi ve içtiği şerbetin kâsesini altınla doldurması tören gereğindendi.

Kılıç alayı sırasında kırkelli civarında hayvanın kurban edilmesi de âdetti. III. Selim’in cülûsunda ise 100’den fazla koyun kesilmişti. Kurban edilen hayvanların etleri cami ve türbe hademeleriyle fukaraya dağıtılırdı. Kapıcılar kethüdâsı ile mîrâhur ağa Eyüp’ten dönüş sırasında halkın yeni padişaha vermek istediği dilekçeleri toplardı. Saraya dönüldükten sonra bunlar, gereğinin yapılması için sadrazama gönderilirdi. Kılıç alayı bu yönüyle yeni padişaha halkla temas etme fırsatı da verirdi. Törenin ardından Bostancı Ocağı kayıkçıları ile teşrifatçı, pîşkeşçi, mataracı, iskemleci, Bâb-ı Hümâyun ve Bâbüsselâm nöbetçi kapıcılarına, seccadecibaşıya belli miktarda para (sikke-i hasene / altın) verilmesi usuldendi.


Yeniçeri Ocağı’nın ilgasından ve Tanzimat Fermanı’nın ilânından sonra yapılan kılıç alayları biraz değişti ve sadeleşti. Kılıç alayının belli bir günü de yoktu. II. Abdülhamid’in kılıç kuşanma merasimi cülûsundan bir hafta kadar sonra perşembe günü yapılmıştı. Halk alayın geçeceği sokak kenarlarında toplanmış, olayın seyrine yabancı sefirler de çağrılmış, bunlar için sur dışında Eyüp’ün üst tarafında dört çadır kurulmuş ve kendilerine öğle yemeği verilmişti. Padişah öğle ezanından bir saat sonra Dolmabahçe Sarayı’ndan yola çıkmış, bu sırada oradaki savaş gemilerinden yedi pâre top atılmış, bunları Sarayburnu’ndaki toplarla Avusturya, Almanya ve Fransa gemilerinden atılan selâm atışları izlemişti. Saltanat kayıklarından en önde bulunan ve yâveranla saray görevlilerini taşıyan üçü yolu açmış, onu Sultan Abdülhamid’in bindiği kayık takip etmiş, kayıkçıların hepsi beyaz elbise giymişti. Padişah kayığının 200 m. kadar arkasından gelen bir başka kayıkta padişahın ailesi bulunuyor, en arkada ise saray erkânının bindiği üç kayık geliyordu. İskeleye çıkan padişah atla türbeye gitmiş, burada yapılan kılıç kuşanma merasiminden sonra beyaz bir Arap atına binerek Edirnekapı’dan şehre girmiştir. Ön tarafta saray kavasları yolu açıyorlardı. Önde saray zâbitlerinden birkaç kişi, bunların arkasında seyislerin yedeğinde altı beygir, daha arkada rütbe ve memuriyetlerine göre padişaha yakın mülkiye ve ilmiye ricâli geliyordu. Bunların arkasından bir müfreze mızraklı süvari askeri yürüyordu. Daha arkada askerî erkân ve meşâyih Arap atlarına binmiş olarak geliyor, bunları da vükelâ, şeyhülislâm, geride Şûrâ-yı Devlet Reisi Midhat Paşa, daha geride ise padişah izliyordu. Yabancı sefirlerin çadırlarının önünden geçerken onların en kıdemlisi olan İngiltere sefirine iltifatlarını bildiren padişah, daha sonra Fâtih Sultan Mehmed ve Yavuz Sultan Selim ile burada medfun babası Sultan Abdülmecid’in türbelerini ziyaret etmiştir. Ardından Şehzadebaşı, Beyazıt ve Divanyolu güzergâhıyla Topkapı Sarayı’na gelmiş, burada bir süre dinlenip saltanat kayığıyla Dolmabahçe Sarayı’na dönmüştür (Osman Nuri, I, 106-109).

Sultan Reşad’ın cülûsunun on dördüncü günü yapılan kılıç alayı da benzer şekilde cereyan etmiştir. Eyüp Camii ve Türbesi bayraklarla, halılarla süslenmiş, türbenin içindeki sandukanın sağına, üzeri III. Ahmed döneminden kalma çok değerli serâser kumaşla örtülü bir taht kurulmuş, karşısındaki süslü sehpa üzerine Hz. Ömer’in kılıcı konulmuştur. Türbenin dışında yine serâser kumaşla süslü bir yer hazırlanmış, buraya da gösterişli bir bohça içinde II. Mahmud döneminden kalma sırmalı bir seccade yerleştirilmiştir.

Sultan Reşad, Gazi Muhtar Paşa ve Ertuğrul süvarisi Tâhir Bey’in delâletiyle iskeleye çıkarken Ertuğrul bandosu yeni bestelenen Sultan Reşad Marşı’nı çalmıştır. Yeni padişah kendisini alkışlayan asker ve halkın arasından geçerken baştürbedar ve maiyetindeki altı türbedar tarafından tutulan buhurdanlardan yayılan güzel kokular arasında önce camiye, ardından hâcet penceresi yanındaki koltuk kapısından türbeye girmiş ve hazırlanan yere oturmuştur. Alaturka saat dört civarında vükelâ, teşrifata dahil kişiler ve maiyetinde bazı Mevlevî şeyhleri olduğu halde Mevlânâ’nın torunlarından Abdülhalim Çelebi padişaha Hz. Ömer’in kılıcını kuşatmıştır. Ardından Sultan Reşad iki rek‘at namaz kılmış, sakal duasının yapılmasından sonra merasim tamamlanmıştır. Sultan Reşad, yanında yüksek rütbeli devlet ricâli ile askerin, “Padişahım çok yaşa” sözleri arasında cami kapısı önünde bulunan arabaya binmiş, Edirnekapı’dan şehre girerek Fâtih’in türbesini ziyaret ettikten sonra yoluna devam etmiş, yol kenarlarında biriken halkın coşkun tezahüratları arasında Dolmabahçe Sarayı’na dönmüştür.

Hükümdarlık gereği sayılan kılıç alayı yapılmadan yeni padişahın cuma selâmlığına çıkamayacağı prensibini III. Selim, “Kılıç kuşanma töreni padişahların geleneği, cuma farzı ise Allah’ın emridir” diyerek bozmuş ve kılıç kuşanmadan namazı Ayasofya Camii’nde kılmıştır (Cevdet, IV, 264). Avrupalılar’ın taç giyme töreninin benzeri olan kılıç kuşanma merasiminin sonuncusu Sultan Vahdeddin için yapılmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, İbnülemin-Saray, nr. 2086; BA, Teşrifat Defteri, nr. 676, s. 5 vd.; Vâkıdî, el-Meġāzî, I, 214, 655; II, 497; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, II, 38; Hilâl b. Muhassin es-Sâbî, Rüsûmü dâri’l-ħilâfe (nşr. Mîhâîl Avvâd), Beyrut 1406/1986, s. 90; Bündârî, Zübdetü’n-Nusra (Burslan), s. 11, 162; İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-Alâiyye: Selçukname (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 1996, I, 248-249; Diyarbekrî, Târîħu’l-ħamîs, Kahire 1283, II, 49; Mecdî, Şekāik Tercümesi, s. 76-77; Selânikî, Târih (İpşirli), I, 43, 105-106; II, 455-456; Hoca Sâdeddin, Tâcü’t-tevârîh, İstanbul 1280, II, 7; Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi, Ravzatü’l-ebrâr, Bulak 1248, s. 490-556; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, I, 227-228, 401; X, 38; Peçuylu İbrâhim, Târih, II, 361, 362; Solakzâde, Târih, s. 139, 579; Naîmâ, Târih, I, 377; V, 334; Silâhdar, Târih, II, 308, 579-580; Râşid, Târih, II, 21, 160; III, 82; Subhî, Târih, s. 11; Şem‘dânîzâde, Müri’t-tevârîh (Aktepe), II-A, s. 12; II-B, s. 117; Vâsıf, Târih, I, Bulak 1243, I, 76; Mütercim Âsım, Târih, İstanbul, ts., II, 63; D’Ohsson, Tableau général, I, 305; VII, 123 vd.; Hammer (Atâ Bey), II, 155, 163; Tayyarzâde Atâ Bey, Târih, İstanbul 1292-93, I, 33, 35; III, 72; Cevdet, Târih, IV, 264; Lutfî, Târih, VI, 51; Osman Nuri, Abdülhamîd-i Sânî ve Devr-i Saltanatı, İstanbul 1327, I, 91 vd., 106-109; Mecelle-i Umûr-ı Belediyye, I, 546, 548; Ruşen Eşref, İki Saltanat Arasında, İstanbul 1334, s. 34 vd.; F. W. Hasluck, Bektaşîlik Tedkikleri (trc. Râgıb Hulûsi), İstanbul 1928, s. 121-135; Ali Seydi Bey, Teşrifat ve Teşkilâtımız, İstanbul, ts. (Kervan Yayıncılık), s. 171-174; Uzunçarşılı, Saray Teşkilâtı, s. 36, 189-200; Halit Ziya Uşaklıgil, Saray ve Ötesi, İstanbul 1965, s. 221-222; Abdülmün‘im Mâcid, Nüžumü devleti selâŧîni’l-Memâlik ve rüsûmühüm fî Mıśr, Kahire 1979, I, 38; Abdurrahman Şeref, “Topkapı Saray-ı Hümâyûnu”, TOEM, II/8 (1329), s. 463; a.mlf., “Biat ve Taklîd-i Seyf Merasimi”, Sabah, 17 Zilkade 1336, nr. 10334; Ali Emîrî, “Taklîd-i Seyf”, Osmanlı Tarih ve Edebiyat Mecmuası, II/20, İstanbul 1335, s. 458 vd.; Pakalın, “Taklîd-i Seyf”, Edebiyyât-ı Umûmiyye Mecmuası, IV/76, İstanbul 1336; Ahmed Refik, “Kılıç Kuşanmak Merâsimi”, İkdâm, İstanbul 15.05.1920; a.mlf., “Türklerde Kılıç Alayı”, Akşam, İstanbul 20.02.1936; “Kılıç Alayı”, TA, XXII, 26-27; Vedad Günyol, “Kılıç Alayı”, İA, VI, 678-679; J. Schacht, “Taklîd”, a.e., XI, 682; J. H. Kramers, “Kiliғј Alayi”, EI² (İng.), IV, 1006.

Abdülkadir Özcan