KİLİM

Yöreye göre çözgü veya arış denilen dikey ve atkı, geçki, argaç, arageçki ya da argeç denilen yatay iplerle dokunan, iki tarafı aynı, havsız yaygılara kilim adı verilir. Bazan iplerin dikey veya yatay yoldan ilerletilmesiyle yahut birkaç çözgü atlatılmasıyla motif işlenmiş cicim (cecim), zili (sili), sumak gibi diğer düz dokuma yaygılara da kilim denilir. Nitekim Ahmed Vefik Paşa kilimi “ince ve tüysüz halı” olarak tarif ederken uzun kıllısına zilü denildiğini belirtir (Lehçe-i Osmanî, II, 1015). Dîvânü lugāti’t-Türk gibi eski kaynaklardan Türkler’in halı, kilim, keçe benzeri yaygılara keviz / kiviz / kidiz dedikleri öğrenilmekte (Clauson, s. 692, 707) ve bu kelimenin küçük telaffuz farklarıyla Anadolu’nun bazı yörelerinde bugün de yaşadığı görülmektedir (Derleme Sözlüğü, VIII, 2951, 3056). Kilim kelimesinin kökeni tartışmalıdır. Genelde aslının Farsça olduğu ve bu dilden Urduca ile Türkçe’ye, Türkçe’den de Moğolca, Rusça ve Arapça ile Kafkas ve Balkan dillerine geçtiği kabul edilmektedir (Doerfer, IV, 4-7, nr. 1718; krş. Rasonyi, IX/103 [1971], s. 622-623). Arapça’da kilim karşılığında daha çok bisât, firâş, namt, kisâ ve mârî gibi kelimeler kullanılır.

En eski yaygılar dokunuşlarındaki kolaylık ve basitlik sebebiyle kilim türünde


olmalıdır. Günümüze ulaşan kilim tekniği ile dokunmuş en eski parça firavunlar Mısır’ının XVIII. hânedan dönemine aittir ve IV. Tuthmosis’in (m.ö. 1425-1408) mezarından çıkarılmıştır. Anadolu’da da Gordion (Yassıhöyük) kazılarında Frigler’e ait (m.ö. 1200-600) yün, keçi kılı, keten gibi malzemeden yapılmış sumak, cicim ve kilime benzer dokuma parçaları ele geçirilmiştir. Güney Sibirya’daki Pazırık’ta milâttan önce V-IV. yüzyıllara tarihlenen ünlü Hun halısıyla birlikte keçe ve düz dokuma yaygılar, Kuzey Moğolistan’da da Noin-Ula’da atkı yüzlü dokuma, atkı atlamalı ve sarmalı cicim, zili ve sumak örnekleri bulunmuştur. Aynı şekilde Peru’da bulunan ve milâttan önce VIII-II. yüzyıllar arasına tarihlenen parçalar bu tür dokumaların her kıtada eskiden beri bilindiğini göstermektedir.

İslâmî döneme ait en eski kilim parçaları Fustat’ta bulunmuştur ve halen New York Metropolitan Museum’da muhafaza edilmektedir. Desen ve teknik yönleriyle Anadolu kilimlerine çok benzeyen atkı yüzlü bu parçalar VIII ve IX. yüzyıllara tarihlenmektedir (Acar, Kilim-Cicim, s. 14). Türkler’in Anadolu’ya yerleşmesinden sonra Konya, Kayseri, Sivas, Aksaray gibi birçok merkez halılarıyla ün kazanmıştır. Halı sanatını bilen bir milletin kilimi bilmemesi mümkün değildir. Selçuklu kilimlerinden günümüze örnek kalmamış olmakla birlikte dünyanın en eski düğümlü Türk halıları sayılan XIII. yüzyıl Selçuklu halılarındaki karakteristik geometrik motifler, bugün dahi Anadolu’nun çeşitli yerlerinde dokunan kilimleri süslemektedir. Bu da yüzyıllar boyunca devam eden bir geleneğe işaret eder. Nitekim Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Meŝnevî’de değersizlik örneği olarak sık sık “köhne (eski) kilim gibi” benzetmesini yapmaktadır (meselâ II, beyit 1581, 2815). Mevcut en eski Türk dokuma yaygılarından biri Washington Textile Museum’dadır. Holbein halı grubu desenindeki kûfî bordürlü sumak türü bu yaygı parçası XV veya XVI. yüzyıllara tarihlenmektedir.

XVI-XVIII. yüzyıllara tarihlenen bazı kilimler üslûpları bakımından saray kilimleri adıyla anılır. Halkın dokuduğu kilimlerde genellikle geometrik stilize motifler yer aldığı halde bunlarda bitki motifleri tercih edilmiştir ve bu sebeple XVI. yüzyıl saray halılarına yakınlık gösterirler. Desen modeli olmadan dokunmaları imkânsız görülen bu kilimlerde atkılara yer yer hafif, yer yer güçlü bastırılarak eğri hatlar elde edilmiş, bazı yerlerde ise tek kenetleme ile fardalar (aş. bk.) kapatılmıştır. Zor bir teknik uygulanan bu kilimlerin en azından bir kısmının saray atölyelerinde dokunduğu tahmin edilmektedir. Bu türün en eski örneklerinden biri Beyşehir Eşrefoğlu Camii’nde bulunmuş olup Konya Mevlânâ Müzesi’nde muhafaza edilmektedir (Envanter nr. 857). XVI. yüzyıl sonu ile XVII. yüzyıl başlarına tarihlenen kilim (Yetkin, TTK Belleten, XXXV/138 [1971], s. 218-219; farklı tarihleme için bk. Anatolian Kilims, I, nr. 1) 2,05 × 1,28 m. ebadındadır ve baklava şeması veren koyu mavi şeritlerin meydana getirdiği ovallerin içine samanî beyaz zemin üzerine açık mavi renkte iri palmet motifleriyle süslenmiştir.

Genel olarak geometrik stilize motiflerin uygulandığı Anadolu kilimlerinin müzelerde bulunan en eski örnekleri XVIII. yüzyıla aittir. Anadolu kilimleri Türkmen, Yörük, Kürt kilimi gibi genel; Eşme (Manisa), Kayabaşı (Silifke), Emirdağ, Dazkırı (Afyon), Pınarbaşı, Bünyan, Avşar (Kayseri), Şarkışla (Sivas) kilimi gibi dokundukları yerlere ve Dirişan (Malatya), Kirkitli (Gaziantep), Şavak (Çemişkezek), Beritan (Van) kilimi gibi dokuyan aşiretlere göre değişik adlar alırlar; ayrıca sandıklı, kuşlu, börekli gibi adını motiflerinden alanlar da vardır. Dokunuş tarzındaki bazı farklılıklara göre kilimlerin çeşitli tipleri bulunmaktadır. Bunlardan önlü arkalı çift sıra dikey çözgü ipliklerinin bir ön, bir arkadan geçen atkı ipleriyle örüldüğü kilimler en yaygın olanlardır. “Fardalı kilim” denilenlerin desen bulunan yerlerinde renkli bir atkı çözgülerin bir altından, bir üstünden geçerek bir başka renkteki desenin sınırına kadar gider ve buradan geri döner. Böylece ayrı renklerdeki atkılar, çözgüler arasında kendi desen alanlarında gidip gelerek birer motif meydana getirir. Desenler dokuyucunun arzusuna göre bölüm bölüm dokunabilir. Belirli desen alanlarında gidip gelen atkılar, diğer desenin sınırında kendi bölgelerindeki en son çift çözgü grubuna dolanarak geri döndüklerinden iki ayrı renkteki atkının karşılaştığı dikey çizgilerde birer farda (ilik, yarık) meydana gelir. Bu iliklerin açık bırakılması veya çeşitli yollarla kapatılması ile farklı kilim türleri ortaya çıkar.


Açık iliklerin uzunluğu 1 santimetreyi geçmez; çünkü daha uzun ilikler hem dokumayı dayanıksız hale getirir hem de kilime yırtık görüntüsü verir. Desenler bu teknik şartlara uydurulduğundan çoğunlukla geometrik ve daha çok enine, çapraz ve kesik çizgilerden meydana gelmekte, dikey çizgiler ise basamaklara bölünmektedir. Bu tür kilimlere hemen hemen her bölgede rastlanır. Anadolu’nun birçok yöresinde “çıbık” (çubuk) denilen ince dar şeritlerin süslediği, aynı adla anılan kilimler dokunur. Bazı yörelerde siyah ve bordo zeminli bu kilimler çadır gibi kanatlar halinde dokunup birbirine eklenir; eklenen parçalarda çubukların uyumu önemlidir. Bunlar daha çok battaniye, yatak örtüsü vb. olarak kullanılır. Aynı tarzda küçük ebatta tek kişilik seccadeler de yapılmaktadır. Yakın zamanlara kadar her genç kızın çeyizinde bunlardan mutlaka birkaç tane bulunduğu, ayrıca bunların düğün davetlerinde kıymetli bir davetiye kabul edildiği bilinmektedir.

Cicim denilen kilim benzeri dokumalarda çözgü ve atkı iplerinden başka renkli desen iplikleri bulunur. Dokuma yapılırken atkı atıldıktan sonra desenin durumuna göre birkaç çözgü diğerlerinden ayrılarak arka yüzden getirilen renkli iplik bu çözgü grubunun üzerinden atlatılıp tekrar arkaya geçirilir ve araya bir sıra atkı atılmasından sonra aynı işlem tekrarlanarak motifler oluşturulur. Cicimde deseni teşkil eden ve çözgüleri âdeta saran renkli iplerin uçları sık sık kesilip serbest bırakıldığı için arkadan sarkar; bu bakımdan dokumanın iki yüzü aynı görüntüde değildir. Cicimler desenlerinin uygulanışı bakımından bez ayağı, sarma motifli ve çözgü yüzlü denilen üç ayrı teknikte dokunur. Bir tür kilim kabul edilen zililer görünüş olarak cicime benzer; ancak dokunmalarında farklı bir teknik uygulanır. Atkı dışındaki renkli motif ipleri çözgülerin arasından yatay yönde ilerletilerek çözgü iplerinin belli sayıda tutulup belli sayıda bırakılmasıyla dokunur. Meselâ desene göre çözgü ipleri üç tutulup üç bırakılır veya üç tutulup bir bırakılabilir. Zilinin teknik açıdan düz, çapraz, seyrek, damalı, konturlu gibi türleri vardır. Yine kilim grubundan sayılan sumak da çözgü ipleri üzerine renkli desen iplerinin çeşitli şekillerde sarılmasıyla elde edilen bir yaygı çeşididir. Desenler sarılarak yapıldığı ve aynı desen üzerinden tekrar ikinci bir renkli ip geçirildiği için kat kat işlenmiş gibi bir görünüm verir. Sumağın atkılı düz, atkısız düz, atkılı balıksırtı, atkısız balıksırtı ve ters dokuma türleri bulunmaktadır.

Anadolu kilimlerinde hayat ağacı, börek, çam, hamaylı, kuş, canavar izi, kurt ağzı, çengel, parmak, koç boynuzu, yıldız, sandık, muska, bukağı, nazarlık, haç, Türkmen gülü, göz, eli belinde, pıtrak, çarkıfelek, ejderha, tarak, saç bağı, küpe, ibrik, yaprak, çiçek, kandil, el, sinek, yaba, pençe, üzüm salkımı, başak, su yolu gibi adlarla tanınan çok zengin bir motif çeşidi vardır. Bazan daha zengin bir görüntü elde etmek için kuşaklar halinde veya dokuma aralarında kilim, cicim ve zili desen tekniklerinin birlikte uygulandığı görülür; bazan da aynı amaçla aralara boncuk, saç teli, renkli ip veya yün parçaları yerleştirilir.

BİBLİYOGRAFYA:

Kāmus Tercümesi, III, 928; Clauson, Dictionary, s. 692, 707; Doerfer, TMEN, IV, 4-7, nr. 1718; Derleme Sözlüğü, Ankara 1975, VIII, 2951, 3056; Ebû Hayyân el-Endelüsî, Kitâbü’l-İdrâk (nşr. ve trc. Ahmet Caferoğlu), İstanbul 1931, s. 84; Ahmed Vefik Paşa, Lehçe-i Osmânî, İstanbul 1293, II, 1015; Belkıs Acar, Kilim ve Düz Dokuma Yaygılar, İstanbul 1975, s. 15-40; a.mlf., Kilim-Cicim-Zili-Sumak, İstanbul 1983, s. 14; Yusuf Durul, Anadolu Kilimlerinden Örnekler, İstanbul 1985, I, 6-9; II, 1-50; Neriman Görgünay Kırzıoğlu, Eşme Kilimleri, Ankara 1994, s. 8-17; Anatolian Kilims (haz. Şahika Ünal), Ankara 1995, I, nr. 1; II, nr. 101, 102; Bekir Deniz, Ayvacık (Çanakkale) Yöresi Düz Dokuma Yaygıları (Kilim-Cicim-Zili), Ankara 1998, s. 8-19, 70-71, 148-149; Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, Ankara 2000, III, 161-175; L. Rásonyi, “Türklerde Halıcılık Terimleri ve Halıcılığın Menşei” (trc. Öksel Göçmen), TK, IX/103 (1971), s. 622-623; Şerare Yetkin, “Türk Kilim Sanatında Yeni Bir Grup Saray Kilimleri”, TTK Belleten, XXXV/138 (1971), s. 218-219; a.mlf., “Divriği Ulu Cami’inde Bulunan Osmanlı Saray Sanatı Uslûbundaki Kilimler”, a.e., XLII/165 (1978), s. 53-63; a.mlf., “Osmanlı Saray Sanatı Uslûbundaki Kilimlerden İki Yeni Örnek”, VD, XIII (1981), s. 375-386; Nebi Bozkurt, “Halı”, DİA, XV, 251-252, 253-254.

Nebi Bozkurt