KİSRÂ

(كسرى)

Araplar’ın Sâsânî hükümdarları için kullandıkları unvan.

Sâsânî kral isimlerinden Hüsrev’in Süryânîce’de aldığı Kesrô (Kôsrô) şeklinden Arapçalaştırılmış ve “Sâsânî hükümdarı” mânasında cins ismi / unvan olarak kullanılmıştır; ayrıca bu kelimeyle “âl-i kisrâ, arz-ı kisrâ, Medâin-i kisrâ, eyvân-ı kisrâ, tâk-ı kisrâ” tamlamalarının yapıldığı görülür. Kisrevî, kisrî, kisrevânî sıfatları da “kisrâya ait veya onunla ilgili” anlamında kaliteli kumaş vb. için kullanılmıştır; Hz. Peygamber’in kisrevânî bir cübbesinin bulunduğu rivayet edilir (Müslim, “Libâs”, 10).

Gassânîler ve Kuzeybatı Arabistan halkı kayseri (Bizans imparatoru), Lahmîler ve Kuzeydoğu Arabistan halkı da kisrâyı en büyük hükümdar olarak kabul ediyorlardı. Resûl-i Ekrem’in büyük dedesi Hâşim b. Abdümenâf’ın kayserden ticarî imtiyazlar elde etmesine karşılık kardeşi Nevfel de İran’a giderek kisrâdan benzeri imtiyazlar almıştı (İbn Sa‘d, I, 75, 78; İbn Habîb, s. 41-45; Taberî, Târîħ, II, 252). İslâm’ın Mekke dönemi yıllarında Bizans-Sâsânî savaşları sırasında müşrikler ateşperest kisrânın, müslümanlar ise Ehl-i kitap kayserin tarafını tutmuşlardı (er-Rûm 30/1-5; Taberî, CâmiǾu’l-beyân, XXI, 15-21). Kisrâ şair ve edipler arasında da büyük gücü, zenginliği ve görkemli hayatıyla kaysere eş tutulmuş, gerek Câhiliye gerekse İslâm şiirinde her zaman onunla birlikte güç ve servet sembolü sayılmıştır. Çeşitli kaynaklarda kisrânın tâcı, tahtı, hazinesi, kılıcı, zırhı, sarayının halı, mobilya ve eşyası lüks ve ihtişam unsurları olarak tasvir edilmiştir. Öte yandan kayserle kisrânın bu hayatlarına karşılık Hz. Peygamber’in sade hayatına dikkat çekilmiştir. Hz. Ömer’in, üzerinde uyuduğu hasırın izi yüzüne çıkmış olan Resûl-i Ekrem’in bu sade hayatını kisrâ ve kayserin lüks hayatlarıyla karşılaştırdığı nakledilir (Buhârî, “Tefsîr”, 66/2; İbn Mâce, “Zühd”, 11). Hz. Peygamber insanları İslâm’a çağırırken onlara kayser ve kisrânın hazinelerini vaad etmiş ve bu hazinelerin bir gün müslümanlar tarafından Allah yolunda harcanacağını bildirmiştir (Buhârî, “Farżü’l-ħumus”, 8, “Eymân”, 3, “Cihâd”, 157; Müslim, “Fiten”, 75; Vâkıdî, II, 460). Diğer bir rivayet, kisrânın Beytülebyaz denilen muhteşem sarayının ve hazinelerinin müslümanların eline geçeceği şeklindedir (Müsned, V, 86, 88, 89; Müslim, “Fiten”, 78, “İmâre”, 10).

Hudeybiye Antlaşması müzakereleri sırasında Kureyş elçisi olarak Resûl-i Ekrem’e gelen Urve b. Mes‘ûd’un geri döndükten sonra Mekke ileri gelenlerine, “Birçok krala, kaysere, kisrâya ve necâşîye (Habeş hükümdarı) elçi gittim; fakat Muhammed kadar saygı görenine rastlamadım” dediği kaydedilir (Buhârî, “Şurûŧ”, 15; İbn Hişâm, III, 314; Taberî, Târîħ, II, 627). Hz. Peygamber, dönemin bazı devlet başkanlarına İslâm’a davet mektupları gönderdiği sırada (7/628) II. Hüsrev Pervîz’e de Abdullah b. Huzâfe es-Sehmî ile bir mektup göndermiş, onun el-çiye hakarette bulunarak mektubu yırtması üzerine kisrânın mülkünün paramparça olması için beddua etmiştir. Daha sonra II. Pervîz’in isteğiyle San‘a Valisi Bâzân’ın gönderdiği elçileri güler yüzle karşılayan Resûl-i Ekrem onları İslâm’a davet etmiş, bu arada kisrânın o gece oğlu tarafından öldürüldüğünü haber vermiştir. Elçilerin durumu kendisine anlatmasından sonra haberin doğru olduğunu öğrenen Bâzân İslâmiyet’i kabul etmiş ve Hz. Peygamber tarafından valilik görevinde bırakılmıştır. Sâsânî kisrâları içerisinde en çok meşhur olan Enûşirvân klasik Arap, Fars ve Türk edebiyatlarına konu olmuştur.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “ksr” md.; Müsned, V, 86, 88, 89; Buhârî, “Tefsîr”, 66/2, “Farżü’l-ħumus”, 8, “Şurûŧ”, 15, “Eymân”, 3, “Cihâd”, 157; Müslim, “Fiten”, 75, 78, “İmâre”, 10, “Libâs”, 10; İbn Mâce, “Zühd”, 11; Vâkıdî, el-Meġāzî, II, 460; İbn Hişâm, es-Sîre2, I, 69; II, 522; III, 222, 314; IV, 607; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, I, 75, 78; İbn Habîb, el-Münemmaķ, s. 41-45; İbn Kuteybe, ǾUyûnü’l-aħbâr, I, 52, 156, 314, 359; II, 371; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), II, 94, 98, 139-140, 147, 166-167, 172, 176, 252, 569, 572, 627, 654-656; III,


112, 578; IV, 11, 18, 19, 21-22; IX, 317; a.mlf., CâmiǾu’l-beyân, XXI, 15-21; Mes‘ûdî, Mürûcü’ź-źeheb (Abdülhamîd), I, 263 vd.; Eddî Şîr, Kitâbü’l-Elfâži’l-Fârisiyyeti’l-muǾarrebe, Beyrut 1908, s. 54; Cl. Huart, “Kisrâ”, İA, VI, 825; M. Morony, “Kisrā”, EI² (İng.), V, 184-185; Mustafa Fayda, “Bâzân”, DİA, V, 283-284.

Casim Avcı