KİZB

(الكذب)

Râvinin adâlet sıfatına sahip olmadığını gösteren hadis terimi.

Sözlükte “bilerek yahut bilmeyerek bir şey veya olay hakkında olduğundan farklı haber vermek” anlamına gelir. Hadis ilminde bir söz, fiil, takrir veya sıfatın kasten uydurulup Hz. Peygamber’e isnat edilmesini, râvinin bir hocadan duymadığı hadisi duyduğunu söylemesini, hadisin isnadını değiştirmesini, hocasına ait olmayan bazı rivayetleri ona nisbet etmesini, hocasının rivayetlerine başka


rivayetler sokuşturmasını ifade eder. Resûl-i Ekrem, kendisine yalan isnat etmenin başkasına yalan isnat etmeye benzemeyeceğini, yalan olduğu bilinen bir hadisi rivayet edenin yalancı olduğunu ve kendisine yalan isnat edenin cehenneme gireceğini söylemiştir (ayrıca bk. YALAN).

Hangi amaçla olursa olsun kasten hadis uydurmak veya uydurulmuş bir sözü uydurma olduğunu açıklamadan nakletmek, râvinin rivayetinin kabulü için öncelikle aranan adâlet sıfatını yok eden en ağır cerh sebebidir. Süfyân es-Sevrî, İmam Mâlik, Abdullah b. Mübârek ve Ahmed b. Hanbel başta olmak üzere birçok hadis âlimi, Resûlullah’a bilerek yalan isnat eden bir râvinin dine verebileceği büyük zarar sebebiyle tövbe etse bile rivayetinin bir daha kabul edilmeyeceği görüşünde birleşmiştir. Ancak Nevevî, bu cezayı ağır bularak hadis uyduran râvinin gerekli şartları taşıyan tövbesinin ve ondan sonraki rivayetlerinin kabul edilmesi gerektiğini söylemiştir. Hadis rivayetinde hata etmesi yüzünden yalancı durumuna düşen râvinin ise hatasının farkına varıp tövbe etmesi halinde tövbesi geçerli, rivayetleri makbul sayılmıştır.

Hz. Peygamber’e yalan isnat ettiği bilinmemekle beraber dinin kesin esaslarına aykırı düşen bir hadisin rivayetinde tek kalan (infirâd) veya insanlar arası ilişkilerde yalan söylediği tesbit edilen bir râviye şüpheyle yaklaşılmış (ittihâmü’r-râvî bi’l-kizb, töhmetü’r-râvî) ve onun “metrûk” veya “matrûh” adı verilen rivayetleri kabul edilmemiştir. Hadis âlimlerinin büyük çoğunluğu insanlarla ilişkilerinde yalan söylediği bilinen kimseden hadis alınamayacağını, bir kısmı ise tövbe etmesi halinde rivayetinin kabul edileceğini söylemiştir.

Hadis münekkitleri bir râvinin yalancılığını ortaya koyan önemli esaslar belirlemişlerdir. Bizzat râvinin hadis uydurduğunu itiraf etmesi; şahsî tutumu veya hocaöğrenci ilişkisi dolayısıyla yalancılığının ortaya çıkması; rivayetinin Kur’an’a, mütevâtir veya sahih hadise, kesinleşmiş icmâa dayalı bir hükme ve te’vili mümkün olmayacak şekilde akla aykırı olması; deney, his ve gözlemlere, tarihî bilgi ve gerçeklere uymaması; eldeki güvenilir hadis kaynaklarında yer almaması; rivayetinin metninde bozukluk, anlamında ölçüsüzlük ve tutarsızlık bulunması; birçok kişinin görmesi ve bilmesi gereken bir olayı sadece kendisinin gördüğünü ve bildiğini iddia etmesi bu esasların başında gelmektedir (Kandemir, s. 80-82, 180-191). Ayrıca hadis âlimleri mükemmel bilgi donanımları, üstün anlayış ve kavrayışları, yalanı yakalama konusunda kazandıkları kuvvetli sezgi ve yetenekleri yardımıyla doğruyu yalandan, dürüstü yalancıdan ayırmada zorluk çekmemişlerdir.

Hadis âlimleri isnad sistemini kullanarak, sened ve metin tenkit esaslarını belirleyerek, değişik türdeki ricâl edebiyatı kaynaklarında yalancıları tanıtarak onları ortaya çıkarmışlardır. Yalancılarla mücadeleyi hiçbir zaman bırakmamışlar, gerektiğinde yemin ettirerek, ilgililere şikâyet ederek, yalanlarını yüzlerine vurarak, uydurma rivayetlerini imha ederek, kendilerini toplum içinde azarlayıp rezil ederek itibarlarını sarsmış ve hatta onları düşman ilân ederek kendileriyle beşerî münasebetleri tamamen kesmişler, böylece yalancılara karşı çeşitli şekillerde maddî ve mânevî baskı uygulamışlardır.

En şiddetli cerh sebebi sayılan yalancılık suçunu işleyen râvilerin hadis rivayetindeki ehliyetini anlatmak için hadis münekkitleri bazı özel lafızlar kullanmışlardır. Bu lafızların başlıcaları şunlardır: “Müttehemün bi’l-kizb” (yalancılıkla itham edilmiştir), “müttehemün bi’l-vaz‘” (uydurmacılıkla itham edilmiştir), “rumiye bi’l-kizb” (yalancılıkla suçlanmıştır), “yücledü fi’l-hadîs” (yalancılıkla itham edilir), “yensibûnehû ile’l-kizb” (kendisine yalancılık isnadında bulunurlar), “hadîsühû yedüllü ale’l-kizb” (hadisi yalancılığına delildir), “lâ erâ hadîsehû yeşbehu hadîse ehli’s-sıdk” (hadisinin doğru sözlü kimsenin hadisine benzediğini sanmam), “keennehû vâzıu hâzihi’l-hurâfe” (bu hurafeyi uyduran sanki odur), “yekzibü” (yalan konuşur), “yedau” (hadis uydurur), “yahteliku” (hadis icat eder), “yefteilü” (hadis imal eder), “yüzevviru” (uydurur), “ekzebü’n-nâs” (insanların en yalancısıdır), “ekzebü min Fir‘avn” (Firavun’dan daha yalancıdır), “ileyhi’l-müntehâ fi’l-vaz‘” (uydurmacılıkta zirvedir), “ruknün min erkâni’l-kezib” (yalanın elebaşılarından biridir), “menbau’l-kezib” (yalan kaynağıdır), “ma‘dinü’l-kezib” (yalan kaynağıdır), “cirâbü’l-kezib” (yalan torbasıdır), “kezzâbün cebel, cebelün fi’l-kezib” (yalan dağıdır), “yekzibü kanâtîr” (hadsiz hesapsız yalan söyler), “fülânün mimmen yudrabü’l-mesel bi-kizbih” (yalancılığı darbımesel olmuş biridir), “kezzâb” (yalancı ve sahtekârdır), “kezûb” (yalancıdır), “vaddâ‘” (uydurmacıdır), “effâk” (yalancı ve iftiracıdır), “deccâl” (sahtekâr ve yalancıdır).

Bir kimsenin hadis uydurduğunu kinaye yoluyla gösteren lafızlar da kullanılmıştır: “Yezrifü” (hadise eklemede bulunur), “hâtıbü leyl” (gece oduncusudur), “hammâlete’l-hatab” (odun hamalıdır), “fülânün alâ yedey Adl” (falanca Adl’in eline düşmüştür [DİA, II, 311-312]), “hüve asâ Mûsâ telkafü mâ ye’fikûn” (O, Mûsâ’nın asâsı gibi bütün yalanları hemen toplar alır), “fülânün ahrecet lehü’l-arzu eflâze ekbâdihâ” (yeryüzü ona hazinelerini açtı), “ifrun mine’l-a‘fâr (kötü adamın biridir), “ıdrib alâ hadîsihî” (hadisine bir kalem çek), “fî dâri fülân şecerun yahmilü’l-hadîs” (falanın evinde hadis ağacı var), “lehû belâyâ” (birtakım baş belâsı rivayetleri var), “lehû tâmmât” (felâket rivayetleri var), “yüsebbicü’l-hadîs” (gelişigüzel hadis rivayet eder), “habîsü’l-hadîs” (hadisi berbat biridir), “zeyyif” (kalpazandır), “yezîdü fi’r-rakm” (aldatır, hadise ilâvede bulunur), “es’elüllāhe’s-selâme” (Allah ondan korusun), “hâzâ min ameli (yedi) fülân” (bu hadis falancanın imalidir). Birinin hadis uydurduğunu karîneye bağlı olarak kinaye yoluyla gösteren ağır cerh lafızları arasında şunlar da zikredilebilir: “Hâlik” (helâk olmuş), “mût” (ölüp gitmiş), “sâkıt” (perişan), “vâhî” (çürük), “zâhib” (yok olup gitmiş), “yüverriku” (sayfa aktarır).

Diğer taraftan bazı münekkitler yalancı râvileri cerhederken onları açıkça yalanlayan lafızlar yerine daha yumuşak ifadeler kullanmışlardır. Meselâ İmam Şâfiî, “hadîsühû leyse bi şey’” (hadisi bir şey değil) ve, “Falandan hadis rivayet etmek haramdır”; Buhârî “münkerü’l-hadîs” (hadisi münkerdir), “seketû anh” (münekkitler onun hakkında susmayı tercih etmişlerdir), “fîhi (fî hadîsihî) nazar” (kendisinde / hadisinde şüphe var); Nesâî “metrûkü’l-hadîs” (hadisi terkedilmiştir) lafızlarını en ağır cerh ifadesi olarak bunlar için kullanmışlardır. Bu sebeple sağlıklı bir tenkit yapılabilmesi için münekkitlerce cerh ve ta‘dîl lafızlarının özel anlamlarının bilinmesi gerekir. Hadis âlimleri uydurma rivayetleri genellikle “el-MevżûǾât” adlı eserlerde (bk. MEVZÛ), yalancıları ve yalancılıkla itham edilen râvileri de “eđ-ĐuǾafâǿ ve’l-metrûkîn” adlı biyografik çalışmalarda tanıtmışlardır (bk. DUAFÂ ve METRÛKÎN).

BİBLİYOGRAFYA:

Râmhürmüzî, el-Muĥaddiŝü’l-fâśıl (nşr. M. Accâc el-Hatîb), Beyrut 1404/1984, s. 316, 319; Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye (nşr. Ebû Abdullah es-Sevrakī - İbrâhim Hamdî el-Medenî), Medine, ts. (el-Mektebetü’l-ilmiyye), s. 116-119; İbnü’s-Salâh, ǾUlûmü’l-ĥadîŝ, Kahire, ts., s. 47, 55; Nevevî, Şerĥu Müslim, I, 183-185; a.mlf., Tehźîb, III, 113; Zehebî, el-Mûķıža (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Beyrut 1405, s. 34-35; İbn Receb, Şerĥu Ǿİleli’t-Tirmiźî (nşr. Subhî es-Sâmerrâî), Beyrut 1405/1985, s. 78, 83, 85, 86; İbn Hacer el-Askalânî, Nüzhetü’n-nažar şerĥu Nuħbeti’l-fiker, Kahire 1409/1989, s. 40, 41;


Şemseddin es-Sehâvî, Fetĥu’l-muġīŝ, Beyrut 1403/1983, I, 260, 335, 337-339; Süyûtî, Tedrîbü’r-râvî (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Beyrut 1399/1979, I, 277, 330; İbn Arrâk, Tenzîhü’ş-şerîǾa, I, 12; Emîr es-San‘ânî, Tavżîĥu’l-efkâr, Kahire 1366, II, 88, 243; Sa‘dî el-Hâşimî, Şerĥu elfâži’t-tecrîĥi’n-nâdire ev ķalîleti’l-istiǾmâl, Mekke, ts.; Tecrid Tercemesi, Mukaddime, I, 294-295; M. Yaşar Kandemir, Mevzû Hadisler (Ankara 1975), İstanbul 1997, s. 80-82, 130-138,180-191; Talât Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1985, s. 199-201; Mustafa b. İsmâil, Şifâǿü’l-Ǿalîl bi-elfâž ve ķavâǾidi’l-cerĥ ve’t-taǾdîl, Kahire 1411/1991; Emin Âşıkkutlu, Hadiste Ricâl Tenkidi, İstanbul 1997, s. 110-117; Abdullah Aydınlı, “Alâ Yedey Adl”, DİA, II, 311-312.

Emin Âşıkkutlu