KULOĞLU

Kuzey Afrika’da Türkler’le yerli halkın evliliğinden doğanlara verilen ad.

Osmanlı askerî teşkilâtında genellikle “yeniçeri, kapıkulu askerlerinin oğulları” anlamına gelen kuloğlu tabiri Kuzey Afrika’da Garp ocakları denilen Trablusgarp, Tunus ve Cezayir’de yerleşen Türkler’in Arap, Berberî, Endülüs asıllı müslüman kadınlarla evliliklerinden doğan çocukları için de kullanılmıştır. Kuloğlu sadece buradaki kapıkulu çocuklarını değil, aynı zamanda Yavuz Sultan Selim döneminden (1512-1520) itibaren XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar askerlik ve Akdeniz’de denizcilik yapmak üzere Batı Anadolu şehirlerinden ve İstanbul’dan getirilen Türk gençlerinin soylarını da ifade etmektedir. Batı kaynaklarında “yeni Türk” veya “ikinci derecede Türk” mânasında kullanılan kelime kuroglu, kourouglis, couloughlis, culuglis ve kulughlis gibi farklı şekillerde yazılmaktadır. Kuloğulları imtiyazlı birer sınıf teşkil ederek kendilerine mahsus bir sosyal hayat oluşturmuş ve Kuzey Afrika tarihinde önemli bir yere sahip olmuşlardır.

Türk soylu olmalarına rağmen genellikle yerli gelenek ve âdetleri tercih eden kuloğulları devlete bağlılıklarından dolayı ocakların “ahâlî-i sâdıkası” olarak bilinmişlerdir. XVII. yüzyıldan itibaren bunlar askere alınmaya başlandı ve zamanla sayıları arttı. XIX. yüzyılın ortalarında her eyalette aileleri hariç yaklaşık 50.000 civarında kuloğlu bulunuyordu. Trablusgarp valiliğine bağlı 1878 yılında kurulan kuloğlu başağalığı kaymakamlığı makamı 1903 yılında vali Hâfız Mehmed Paşa tarafından kaldırılıncaya kadar sürdü. Bu kaza merkezinde başağa, nâib, müftü, sandık emini ve kâtip gibi memurlar bulunuyordu. Başağanın idaresindeki kaza merkeziyle nahiyelerinde altı büyük kuloğlu kabilesi ve bunların alt kolu olan altmış dokuz küçük kabile vardı. Zanzûr, Tacûre, Humus, Mislâte ve Zilteyn gibi diğer kaza ve nahiyelerdeki büyük kabileler arasında da birer kuloğlu kabilesi yer alıyordu.

Eyalet merkezi Cezayir dışında Bilada, Tilimsân, Medea, Vehrân, Kostantîne, Maskara gibi önemli kışlaların bulunduğu şehirlerle gerektiğinde savaşa katılmak üzere Vâdizzeytûn gibi kendilerine ayrılan mahallerde 10.000 civarında kuloğlunun ikamet ettiği belirtilmektedir. Sadece Cezayir şehrinin nüfusunun büyük bir bölümünü Endülüs asıllılarla kuloğulları oluşturuyordu. Tunus eyaletinin Akdeniz sahilindeki Hammâme, Sâhil, Mehdiye, Manastır ve Bizerte şehirlerinde de çok sayıda kuloğlu yaşamaktaydı.

Yerliler ve Endülüslüler Mâlikî, Türkler ve kuloğulları Hanefî mezhebine bağlı olup ayrı müftüleri ve şer‘î mahkemeleri vardı. Kuloğulları askerî, idarî ve dinî alanlardaki görevleri sayesinde birtakım imtiyazlara sahiptiler. Zamanla vergi muafiyetleri kaldırılınca onlar için de tamamen yerlilere uygulanan kurallar geçerli oldu.

Kuloğulları başlangıçtan itibaren eyalet tarafından maaşa bağlanmışlar ve bütün hizmetlerden mahrum bırakıldıkları dönemlerde bile maaşlarını almışlardır. Bunların eyaletin idaresini ele geçirecekleri endişesiyle merkezden uzaklaştırılmaları eski haklarına herhangi bir zarar getirmedi. Maaşlarını almak için eyalet merkezine gelmeleri istenmediği için de yahudi sarrafların aracılık yapmasına izin verildi. Kuloğullarının devletten alacağının bir kısmını avans olarak veren yahudi tüccarlar, onlara yapılacak asıl ödemeyi eyaletteki defterdarlıktan kendileri tahsil etmekteydi.

İyi bir eğitim gören kuloğulları hem Arap ve Berberîler’den hem de Anadolu’dan yeni gelenlerden daha üstün özelliklere sahip olabiliyorlardı. Garp ocaklarındaki dayı, bey, ocak kayası, yeniçeri ağası, sipahi ağası ve aşçıbaşı gibi üst rütbeli görevlere tayin edilen kuloğulları, Cezayir eyaletinde sonraki asırlarda bu görevlere getirilmedikleri gibi Kasaba mahallesindeki kışlaya da alınmadılar. Cezayir kuloğulları, sahip oldukları haklarının büyük kısmını 1630’da kaybedip milis gücünden çıkarıldılar ve direnmelerine rağmen şehir merkezinden uzaklaştırıldılar. Fakat ailelerini görmek üzere 1633 yılı Temmuzunda geri döndüklerinde şehirde çeşitli olaylar meydana geldi. Mücadele sırasında kendileriyle birlikte 500 hâne yandı ve 6000 kişi öldü. Bu hadiselerden sonra kuloğullarından hiç kimse eyaletin üst seviyede görevlerine getirilmedi. 1630’dan itibaren başlayan bu uzaklaştırmanın yaklaşık elli yıl devam ettiği belirtilir. Bunun Fransız işgaliyle son bulduğunu ileri sürenler de vardır.

Tunus ve Trablusgarp’taki kuloğulları XVIII. yüzyılın başından itibaren nüfuzları arttığı gibi önemli görevlere gelebiliyorlardı. Bilhassa eyalet idarelerine mahallî destek vermeleri sebebiyle kendileri de birer kuloğlu ailesi olan Tunus’taki Hüseynî hânedanı (1705-1735 ve 1756-1957) ve Trablusgarp’taki Karamanlı hânedanı (1711-1835) dönemlerinde önemli kamu görevlerini üstlendiler ve eyaletin asayişiyle de görevlendirildiler. Bağlı bulundukları başağanın emrinde zaptiye görevi ve tahsildarlık yaptılar.

Kuloğulları askerî hizmetlerden topçuluğu tercih ediyorlardı. İçlerinden terfi edenlerin sayısı sınırlı olup rütbesi “çivi” olan “sandalye” makamına ulaşır ve daha yukarısına çıkamadan “çivili sandalye” makamında kalırdı. Kolağalık rütbesine eşit bu makamın ardından binbaşılık sandalyesine oturmadan emekli edilirlerdi. İçlerinde ziraat ve ticaretle meşgul olanlar da vardı. İleri gelen kuloğulları arasında ibadet yerleri ve eğitim kurumları gibi önemli binalar inşa edenler bulunuyordu.

Trablusgarp’taki bir kuloğlu ailesi olan Karamanlı hânedanı döneminde bu ailenin iktidarı elinde tutmasında kuloğullarının büyük desteği oldu. Yûsuf Bey (1796-1832), yeniçeri ocaklarının kaldırılıp yerine Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye’nin kurulması sırasında eyaletteki ocağı dağıttı ve bunların görevlerini yerine getirmek üzere kuloğlu sınıfından bir tabur kurdu.


1835 yılında Trablusgarp’ın yönetiminin tekrar doğrudan İstanbul’a bağlanmasıyla birlikte bunları idare etmek üzere kendi aralarından itibarlı biri başağa seçilmeye başlandı. Son dönemdeki idarî ıslahatlar esnasında 1878’de kaymakamlığa çevrilen başağalık makamına İstanbul’dan da tayinler yapıldı. Başağa, âdeta kendi başına buyruk gibi davranarak sur kapıları dışındaki emniyet ve asayişi üzerine almakta, suçluları yakalatıp adalete teslim etmekteydi.

Eyaletlerdeki kuloğulları silâh altına alınabilecek konumda hazır bekleyen bir sınıf gibi görülse de ihtiyaç anında sayıları ancak birkaç bini bulmaktaydı. Özellikle son dönemlerde Trablusgarp’ta düzenli askerî birlik olarak eğitilmeleri icap etti. II. Abdülhamid zamanında (1876-1909) buraya gönderilen askerî teftiş heyeti bu eğitimi yerinde inceledi. Yılda iki ay müddetle, yaşları on beş ile elli arasında değişen piyade kuloğulları haftanın iki günü isteğe bağlı olarak ve bir işle meşgul olmadıkları sürece yürüyüşten ibaret bu eğitimi görüyorlardı. Süvariler ise at üzerinde tüfekli eğitime tâbi tutuluyordu. Fizan sancağı hariç bütün Trablusgarp vilâyetinde incelemelerde bulunan bu heyet kuloğullarının yerli ahali üzerinde nüfuz sahibi olmadığını gördü.

Trablusgarp’ta emniyet ve asayişi temin etmeleri karşılığında kendilerine tanınan vergi muafiyetinin 1309 (1891-92) yılında kaldırılması üzerine 2000 kuloğlu buna karşı çıktı. Bunların elebaşılarının yakalanarak İstanbul’a gönderilmesi istendi. Ayrıca bütün imtiyazları kaldırıldı, nüfus ve emlâk kaydı ile tapu düzenlemesi yapılması kararı alındı. Bu amaçla gönderilen memurları engellemeye çalıştılarsa da bu işlem kısa zamanda tamamlanarak Osmanlı idaresi sur içinde olduğu kadar sur dışında da yerleştirildi. İmtiyazlarının kaldırılmasının ardından haklarını aramak üzere içlerinden birkaç kişiyi gizlice İstanbul’a gönderdilerse de bundan bir sonuç çıkmadı.

İtalyan işgalinden sonra kurulan Libya Devleti’nde de önemli makamlara kuloğlu sınıfına mensup kimselerin bizzat kral I. İdrîs tarafından getirildiği bilinmektedir. Kralın bağımsızlık savaşındaki arkadaşlarından Cemâleddin Başağa ve ilk başbakan tayin ettiği Sâdullah Koloğlu bunların başında gelmekte olup ülkenin yeniden teşekkülünde önemli görevler üstlendiler.

Tunus’ta ise Sinan Paşa’nın oluşturduğu idare sonraki yıllarda bir ağa ile ona bağlı kuloğullarının eline geçti. Tunus beylerinden Hammûde Paşa ve Mustafa Paşa bunlardan askerî güç oluşturdu. Askerlik yapabilecek vasıftaki kimseler eğer Dîvânü’l-cünd’e kayıtlı değillerse baba ve dedelerinin isimlerine dayanılarak kuloğlu olduklarına karar verilip orduya alınmaktaydı. Tunuslu tarihçilerden Muhammed Sagīr b. Muhammed, Bicâye şehrindeki kuloğlu sınıfına mensup olup eserlerinde bu sınıfın sıkıntılarına temas eder. XIX-XX. yüzyıl Tunus ulemâsının % 10’u gibi önemli bir kısmı bunlar arasından yetişmiştir. Babaları idarî ve askerî görevlerde bulunan âlimler arasında Hasan b. Yûsuf, Hamdân Hoca, Muhammed Bayram, Sâdık Sefer, Ahmed b. Murâd ile Muhammed b. Yûsuf gibi önemli kimseler bulunmaktaydı.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, Cevdet-Eyâlât-ı Mümtâze, nr. 573, 678; BA, HH, nr. 16872, 22505 C, 22517; BA, DUİT, Dahiliye 1283/39017; Dahiliye 1308/95393; Dahiliye 1309/99704; BA, A.MKT, Dahiliye-Trablusgarp, nr. 2-52, 2-65; BA, Y.EE, nr. 10/24, 122 (121), 2389; BA, BEO, Ayniyat Defterleri, Arabistan, nr. 1620, s. 37; BA, BEO, Ayniyat Defteri, Trablusgarp, nr. 358, s. 41, 44; Mehmed Fuad v.dğr., Trablusgarp ve Bingazi’de İcrâ Eylediğimiz Erkân-i Harbiyye Seyahatine Dâir Olan Tâlîmat, İÜ Ktp., nr. 8897, s. 12-16, 31, 64-68, 113; Ali-Ahmed Nuri, Trablusgarp ve Bingazi ve Fizan Kıtalarına Dair, İÜ Ktp., nr. 5002, 1301, s. 47; Muhammed b. Halîl Galbûn, Târîh-i İbn Galbûn der Beyân-ı Trablusgarb (trc. Mehmed Nehîcüddin), İstanbul 1284, s. 22-23, 89; C. Droohojwska, L’histoire de l’Algérie racontée à la jeunesse, Paris 1853, s. 165; Ali Rızâ Paşa, Mir’âtü’l-Cezâyir (trc. Ali Şevki), İstanbul 1293, s. 44-52, 96, 108-110, 136-139; Hasan Safi, Trablusgarp Tarihi, İstanbul 1328, s. 42-43; Mahmud Naci - Mehmed Nuri, Trablusgarp, İstanbul 1330, s. 101, 134; Aziz Samih İlter, Şimali Afrika’da Türkler, İstanbul 1936, I, 107, 203, 219; Celal Tevfik Karasapan, Libya, Trablusgarp, Bingazi ve Fizan, Ankara 1960, s. 139-142, 161; Ahmed Abdesselem, Les historiens tunisiens: Dès XVIIe, XVIIIe et XIXe siècles: Essai d’histoire culturelle, Tunis 1973, s. 15, 33, 244, 254; A. H. Green, The Tunisian Ulama 1873-1915, Leiden 1978, s. 74; M. Morsy, Nord Africa: 1800-1900 a Survey from the Nile Valley to the Atlantic, London 1984, s. 39, 42-43, 47, 129, 135; Hamdan Khodja, Le miroir, aperçu historique et statistique sur la régence d’Alger, Paris 1985, s. 58, 84, 88, 133-138, 148-150, 306; A. Martel, La Libye 1835-1990, Paris 1991, s. 38-39; a.mlf., “L’armée d’Ahmed Bey d’après un instructeur français”, Revue internationale d’histoire militaire, sy. 18, Tunis 1956, s. 373-407; J. Mignon, “La milice des janissaires de Tunis au temps des Deys (1590-1650)”, a.g.e., s. 301-325; M. H. Chérif, “Algérie, Tunisie et Libye: Les ottomans et leurs héritiers”, Histoire générale de l’Afrique, Paris 1999, V, 300, 318; Ahmet Kavas, “Kuzey Afrika’da Bir Osmanlı Nesli: Kuloğulları”, Osm.Ar., XXI (2001), s. 31-68.

Ahmet Kavas