KUREYŞ (Benî Kureyş)

(بنو قريش)

Hz. Peygamber’in mensup olduğu Arap kabilesi.

Adnânîler’in Mudar kolundan olup genellikle kabul edildiğine göre adını Kureyş lakabıyla bilinen Fihr b. Mâlik’ten alır. Bu zatın asıl adının Kureyş, lakabının Fihr olduğu da belirtilir. Hz. Peygamber’in on birinci kuşaktan dedesi olan Fihr’in soyu Adnân’a kadar Fihr b. Mâlik b. Nadr b. Kinâne b. Huzeyme b. Müdrike b. İlyâs b. Mudar b. Nizâr b. Meâd b. Adnân şeklindedir. Kabileye bu adın verilmesiyle ilgili olarak ileri sürülen diğer görüşlerden birine göre Kureyş kelimesi “toplanmak, bir araya gelmek; ticaret yapmak” anlamındaki takarruş kökünden gelmekte ve Fihr b. Mâlik’in soyunun, Kusay b. Kilâb liderliğinde Mekke ve çevresinde ikamet etmek üzere bir araya toplanmış olması veya ticaret yapması sebebiyle böyle adlandırıldığı kaydedilmektedir. Diğer bir görüşe göre ise Kureyş, Kelb ve Esed kabilelerinde olduğu gibi bir hayvan isminden hareketle “köpek balığı” mânasındaki kırş kelimesinden türetilmekte ve köpek balığının denizdeki diğer balıklar karşısında güçlü olması gibi Kureyş’in de diğer kabilelere karşı üstünlüğünü ifade etmektedir. Öte yandan Fihr b. Mâlik’in çocuklarının hac için Mekke’ye gelenler arasında korunmaya muhtaç olanları, fakir ve ihtiyaç sahiplerini tesbit edip sıkıntılarını gidermeye çalıştıkları için “araştırmak, teftiş etmek” anlamındaki takrîş kelimesinden hareketle veya Fihr b. Mâlik’in torunlarından olup kabilenin kervanlarına rehberlik eden Kureyş b. Mahled’e izâfetle bu ismin verildiği zikredilir. Bazı neseb âlimleri de Kureyş’in Nadr b. Kinâne’nin adı olduğunu, kabilenin ona dayandığını söylemekte ve isimlendirme konusunda Fihr b. Mâlik hakkında söylenenleri Nadr b. Kinâne ile ilgili olarak tekrarlamaktadırlar.

Fihr b. Mâlik, bir dönemde Benî Kinâne’nin liderliğini üstlenerek Himyerîler’e karşı savaşmış ve galip gelmiştir. Rivayete göre, Kâbe’yi Mekke’den Yemen’e nakletmek suretiyle insanların hac için kendi topraklarını ziyaret etmesini isteyen Himyerîler, Hassân b. Abdükülâl kumandasında Mekke yakınlarına kadar ulaşmış, bunun üzerine Kinâne, Kureyş ve diğer kabileler Fihr b. Mâlik liderliğinde bir araya gelerek Himyerîler’le yaptıkları savaşta onları mağlûp etmiştir.

Kureyş kabilesi, uzun süre Benî Kinâne’den olan akrabalarıyla birlikte dağınık gruplar halinde Mekke dışındaki çadırlarda yaşadı. V. yüzyılın ilk yarısında Fihr b. Mâlik’in altıncı kuşaktan torunu ve Hz. Peygamber’in beşinci kuşaktan dedesi Kusay b. Kilâb liderlik vasıflarıyla Kureyş kabilesi arasında seçkin bir yer kazandı ve kabilenin tarihinde önemli bir rol oynadı. Kureyş kabilesi, Kusay liderliğinde Kinâne ve Kudâa kabilelerinin de yardımıyla Mekke hâkimiyetini elinde bulunduran Benî Huzâa ile mücadele etti ve sonunda Mekke hâkimiyeti Kâbe ile ilgili hizmetlerle birlikte Kureyş kabilesine geçti. Kusay dağınık halde yaşayan Kureyş kollarını birleştirerek Kâbe çevresinde iskân etti. Kâbe civarından başlayarak Mekke topraklarını on parçaya ayırdı ve Kureyş’in on kolu arasında paylaştırdı. Kureyş’in bazı kolları da Mekke dışında yerleştirildi. Kabileden Mekke’de iskân edilenlere “Kureyşü’l-bitah”, Mekke dışında yerleştirilenlere de “Kureyşü’z-zevâhir” adı verildi. Kusay ayrıca gerekli düzenlemeler yaparak Mekke idaresi (Dârünnedve idaresi), başkumandanlık (kıyâde), sancaktarlık (livâ), Kâbe muhafızlığı (sidâne veya hicâbe), hacılara su temini (sikāye) ve hacıları ağırlama (rifâde) hizmetlerini elinde topladı. Onun yaptırdığı Dârünnedve, Kureyş kabilesinin önemli meseleleri görüşüp karara bağladığı ve çeşitli törenlerin düzenlendiği bir toplantı yeri olarak İslâm dönemine kadar devam etti (İbn Sa‘d, I, 69-73; ayrıca bk. KUSAY b. KİLÂB).

Kusay’ın ardından Mekke ve Kâbe ile ilgili hizmetler büyük oğlu Abdüddâr’a geçti. Ancak daha sonra Abdümenâfoğulları Abdüşems, Hâşim, Muttalib ve Nevfel sayıca ve itibar bakımından daha üstün olduklarını ileri sürerek bu görevlerin kendilerine verilmesini isteyince Kureyşliler arasında anlaşmazlık çıktı. Kureyş’in “mutayyebûn” (güzel koku sürünenler) denilen ve Abdümenâf’ı destekleyen Benî Esed, Benî Zühre, Benî Teym b. Mürre, Benî Hâris b. Fihr kolları ile “ahlâf” (yeminliler) veya “leakatü’d-dem” (kan yalayıcılar) denilen ve Abdüddâr’ı destekleyen Benî Mahzûm, Benî Sehm, Benî Cumah, Benî Adî b. Kâ‘b kolları kendi aralarında toplanarak birbirlerini desteklemek üzere yemin ettiler. Birincilerin ittifak yeminine “Hilfü’l-mutayyebîn”, ikincilerinkine “Hilfü’l-ahlâf” (Hilfü leakati’d-dem) adı verildi. Kureyş’in Benî Âmir b. Lüey ile Benî Muhârib b. Fihr kolları ise tarafsız kaldı. Taraf olan kollar çatışma noktasına gelmişken uzlaşmadan yana olanlar ağır bastı ve bunların araya girmesiyle anlaşma sağlandı. Anlaşmaya göre sidâne (hicâbe) ve livâ görevleriyle Dârünnedve yöneticiliği Abdüddâr’da kaldı. Sikāye, rifâde ve kıyâde görevleri ise Abdümenâf’a verildi. Bu durum İslâmiyet’in zuhuruna kadar devam etti. Daha sonra kıyâde Abdüşems’e, ondan oğlu Ümeyye’ye, ondan da oğlu Harb’e geçti. Sikāye ve rifâde zenginliği ve cömertliğinden dolayı Hâşim b. Abdümenâf’a,


ondan oğlu Abdülmuttalib’e ve ardından bunun oğlu Ebû Tâlib’e geçti. Ancak Ebû Tâlib’in malî durumu bozulunca kardeşi Abbas ondan bu görevleri devraldı. Hâşimoğulları’nın reisliği ise ölünceye kadar Ebû Tâlib’in uhdesinde kaldı.

Kusay b. Kilâb’ın Kureyş’in çeşitli kollarını Mekke’ye yerleştirmesiyle kabile yarı göçebelikten yerleşik hayata geçmişti. Mekke tarıma elverişli olmadığından Kureyş kabilesi ticaretle geçimini temin etmekte, ancak bu ticaret Mekke dışına taşmamaktaydı. Mekke’nin saldırı korkusu bulunmaksızın gelinebilecek ve sığınılabilecek kutsal bir yer (harem) oluşu şehrin bir ticaret merkezi olarak gelişmesine imkân vermişti. Kureyşliler Mekke’ye gelen yabancı tâcirlerden mal satın alır, kendi aralarında ve çevredeki Araplar’la alışveriş yaparlardı. Daha sonra Hâşim b. Abdümenâf ile kardeşlerinden Muttalib, Abdüşems ve Nevfel Bizans, Yemen, Habeşistan ve İran devletleri nezdinde ticaret antlaşmaları yaptılar. Ayrıca ticaret güzergâhı üzerindeki kabilelerle saldırmazlık antlaşmaları imzaladılar. Böylece Mekke ticareti milletlerarası bir mahiyet kazandı. Kureyşliler, gerek antlaşmalar gerekse Kâbe hizmetlerini yürütmenin vermiş olduğu itibar sayesinde emniyet içerisinde kışın Yemen’e ve Habeşistan’a, yazın Suriye ve Anadolu’ya kadar ticarî amaçlı yolculuklar yapmaya başladılar. Kureyş’in bu serbest dolaşımı “îlâf” kelimesiyle ifade edilmekte ve Kur’ân-ı Kerîm’de Kureyş (Îlâf) adı verilen sûrenin konusunu teşkil etmektedir.

Hâşim b. Abdümenâf, icraatlarıyla hem kendi kabilesi hem Arabistan’daki diğer kabileler ve komşu devletlerin hükümdarları nezdinde itibar kazandı. Ancak kardeşi Abdüşems’in oğlu Ümeyye, Hâşim’in nüfuzunu kıskanarak onu “münâfere”ye (nesep, şan ve şeref konusunda karşılıklı övünme) davet etti. Münâfere neticesinde amcasına yenilen Ümeyye, önceden kararlaştırılan şartlara göre elli deve vermek ve on yıl müddetle Dımaşk’ta ikamet etmek zorunda kaldı. Bu olay, Kureyş arasında İslâm’dan sonra da kendisini gösteren Hâşimî-Emevî çekişmesine zemin hazırladı. Bir süre sonra Ümeyye’nin oğlu Harb’in Hâşim’in oğlu Abdülmuttalib’in emanı altındaki yahudi bir tâciri gizlice öldürtmesi, Kureyş’in diğer bazı kollarını da içine alan ciddi bir gerginliğin yaşanmasına sebep oldu (bk. HARB b. ÜMEYYE).

Hz. Peygamber’in doğumundan önce Kâbe’yi yıkmak üzere gelen Habeşistan’ın Yemen valisi Ebrehe’nin bu teşebbüsünün başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından Araplar, Kâbe’ye ve hac ibadetine daha önce görülmemiş derecede değer vermeye başladıkları gibi “ehlullah, cîrânullah” kabul edilen Kureyş’in de itibarı artmıştı. Bu sebeple Kureyşliler Kinâne, Huzâa ve Benî Âmir b. Sa‘saa gibi kabilelerle birlikte Hz. İsmâil’in soyundan geldikleri, Mekke’de oturdukları ve Kâbe’nin hizmetinde bulundukları için kendilerine birtakım dinî-iktisadî imtiyazlar (hums) tanıyıp kurallar koydular. Bu imtiyazlar Mekke ekonomisine katkı sağlamış, imtiyazların elde edilmesinin ardından kurulan ünlü Ukâz panayırı da bu durumu güçlendirmiştir (bk. HUMS). Kureyşliler, Mekke çevresinde hac mevsimi dikkate alınarak kurulan Ukâz, Mecenne ve Zülmecâz gibi panayırların yanı sıra Arabistan’ın çeşitli bölgelerindeki panayırlara da iştirak etmekte ve önemli miktarda ticarî gelir sağlamaktaydılar. Bu panayırların siyasî ve sosyokültürel açıdan da ehemmiyetleri vardı.

İslâmiyet’in ortaya çıktığı sıralarda Benî Abdümenâf’ın kolları olan Hâşim, Muttalib, Abdüşems ve Nevfel oğulları, nüfuslarının artmasına paralel olarak varlıklarını müstakil bir şekilde hissettirmeye başlamışlardı. Nitekim Ficâr savaşlarının dördüncüsünde Kureyş kabilesinin genel kumandanı aynı zamanda Abdüşemsoğulları’nın başında yer alan Harb b. Ümeyye olmakla birlikte her kolun başında bir kumandan bulunmaktaydı. Bu savaş birbiriyle müttefik olan Kureyş-Kinâne ve Kays-Aylân arasında cereyan etmiş, Hâşimoğulları’nın reisi Ebû Tâlib haram aylara denk gelmesi dolayısıyla savaşa katılmaya razı olmamış, Abdullah b. Cüd‘ân ve Harb b. Ümeyye’nin ısrarı üzerine Hâşimoğulları, Zübeyr b. Abdülmuttalib kumandasında savaşa katılmak zorunda kalmıştı. Savaş Kureyş ve müttefiki Kinâne’nin zaferiyle sonuçlandı. İslâmiyet’in zuhuru sırasında Emevî ve Hâşimî kolları arasında ortaya çıkan ihtilâflarda Muttaliboğulları Hâşimoğulları’nı desteklerken Nevfeloğulları Ümeyyeoğulları ile birlikte hareket etmişlerdir. İslâm’dan önce Hâşimoğulları’nın önderliğinde bazı Kureyş kabilelerinin Mekke’de haksızlığa uğrayan insanlara yardım etmek amacıyla yaptıkları, Hz. Muhammed’in de katıldığı Hilfü’l-fudûl antlaşmasına Hilfü’l-mutayyebîn’den Esed, Zühre, Teym b. Mürre ve Hâris b. Fihr ile Abdümenâf’ın Hâşim ve Muttalib kolları iştirak etmiş, bu anlaşmada Hilfü’l-ahlâf mensupları ile Abdümenâf’ın Abdüşems ve Nevfel kolları ise yer almamıştır.

Hz. Muhammed otuz beş yaşlarında iken Kureyş’in Ahlâf ve Mutayyebûn kolları, yangın ve sel sularından büyük zarar gören Kâbe’yi yeniden inşa etmek için bir araya geldiler. Ancak Hacerülesved’in yerine konulması hususunda kabileler arasında anlaşmazlık çıktı. Kureyşliler’in en yaşlısı Ebû Ümeyye b. Mugīre’nin teklifiyle belirlenen bir yöntem sonunda hakem tayin edilen Hz. Muhammed, Hacerülesved’in bütün kabile kollarının iştirakiyle yerleştirilmesini sağlamak suretiyle muhtemel bir çatışmayı önlemiş oldu. Kureyşliler Kusay b. Kilâb, Abdümenâf b. Kusay ve Muttalib b. Abdümenâf dönemlerinde Mekke çevresinde bedevî bir hayat süren ve Ehâbiş adı verilen çeşitli kabilelerle ittifak antlaşmaları yapmışlardı; bu ittifak Ehâbiş’in Mekke fethinden (8/630) sonra müslüman olmasına kadar devam etmiştir.

İslâm’dan önce Kureyş kabilesi arasında genel olarak diğer Arap kabileleri gibi putperestlik yaygındı. Kureyşliler putlarını Kâbe’nin içine ve çevresine yerleştirmekte, putların önünde fal okları çekerek yapacakları işler konusunda karar vermekteydiler. Ayrıca hac için Kâbe’yi ziyarete gelen kabilelerden âzami derecede istifade etmek ve onların ilgilerini çekmek için başka kabilelerin putlarını da Kâbe’ye ve çevresine dikiyorlardı. Kâbe içinde sayıları 360’ı bulduğu rivayet edilen putların en büyüğü olan Hübel Kureyş’in en önemli putu olarak gösterilir. Uzzâ, İsâf ve Nâile de Kureyş’in diğer meşhur putlarıydı.

Hz. Peygamber İslâm davetine başladığında Kureyşliler, putperestliğin yıkılması sonucu Arap kabileleri yanında elde etmiş oldukları dinî üstünlükle ticarî nüfuz ve menfaatlerinin kaybolacağından endişe ediyorlardı. İslâm’a muhalefette Ümeyyeoğulları ile Mahzumoğulları’nın başı çektikleri görülmektedir. Bu arada Resûl-i Ekrem’e karşı duyulan kıskançlık ve rekabet hisleri de bazı Kureyş ileri gelenlerinin ona inanmasına engel oluyordu. Ebû Cehil ile Velîd b. Mugīre gibi şahısların Hz. Peygamber’e karşı çıkmalarında Câhiliye taassubundan kaynaklanan kabile asabiyetinin önemli etkisi olduğu görülmektedir.

Resûl-i Ekrem’in davetini engellemek için Kureyş’in münazara ve tartışmalara girişmek suretiyle başlayan, alay, iftira, boykot, işkence ve hatta öldürmeye


kadar varan düşmanlıkları müslümanları Mekke’yi terkedip önce Habeşistan’a, ardından Hz. Peygamber ile birlikte Medine’ye hicret etmeye mecbur bırakmıştı. Mücadele bununla bitmemiş, Resûlullah’ın Medine döneminde yaptığı savaşların ve gönderdiği seriyyelerin birçoğu Kureyş’e yönelik olmuştur. Hz. Peygamber ve müslümanlar Kureyş ile mücadeleyi Bedir, Uhud, Hendek gazveleri ve Hudeybiye Antlaşması gibi başlıca olaylarla 8 (630) yılında Mekke’nin fethine kadar sürdürmüşlerdir. Kureyş’in liderliğini üstlenen ve birçok savaşta Kureyş’in kumandanı olarak müslümanların karşısına çıkan Ebû Süfyân ve çevresi Mekke fethi sırasında İslâmiyet’i kabul etmiş, böylece Mekke fethiyle İslâm’ın yayılmasındaki ciddi engellerden biri ortadan kalkmıştır.

Kureyş kabilesinin Kusay zamanında Muhârib b. Fihr, Hâris b. Fihr, Âmir b. Lüey, Adî b. Kâ‘b, Teym b. Mürre, Mahzûm, Sehm, Cumah, Esed ve Zühre kollarına ayrılmış olduğu, Kusay’dan sonra onun oğullarından Abdümenâf ve Abdüddâr, ardından İslâm dönemine kadar Abdümenâf’ın soyundan Hâşim, Muttalib, Nevfel ve Abdüşems (Ümeyye) kollarının, İslâm’dan sonra da temelde Benî Hâşim ve Benî Ümeyye şeklinde iki ana kolun devam ettiği anlaşılmaktadır. Benî Hâşim, Abdülmuttalib’in dört oğluna (Abbas, Ebû Tâlib, Hâris, Ebû Leheb) nisbet edilen Abbâsîler, Tâlibîler, Hârisîler ve Lehebîler’den teşekkül ediyordu. Bunlar da Hz. Ali’ye nisbetle Alevîler, Ca‘fer b. Ebû Tâlib’e nisbetle Ca‘ferîler gibi çeşitli alt kollara ayrılmıştır. Abdülmuttalib’in diğer oğlu ve Resûl-i Ekrem’in babası Abdullah’ın soyu ise Resûl-i Ekrem’in kızı Hz. Fâtıma yoluyla devam etmiştir. Hz. Peygamber’in soyunu devam ettirdikleri için Hz. Hasan’ın soyundan gelen Hasenîler (şerifler) ve Hz. Hüseyin’in soyundan gelen Hüseynîler (seyyidler) müslümanlar arasında diğer Hâşimîler’den daha fazla itibar görmüştür. Tarih boyunca Benî Hâşim mensupları tarafından birçok devlet kurulmuştur (bk. HÂŞİM [Benî Hâşim]; HÂŞİMÎLER). Mekke fethine kadar müslüman olmamakta direnen Ümeyyeoğulları ise Süfyânîler ve Mervânîler olmak üzere iki ana kola ayrılmış, Muâviye b. Ebû Süfyân Emevîler ve Hişâm b. Abdülmelik’in torunlarından Abdurrahman b. Muâviye Endülüs Emevî Devleti’ni kurmuştur.

Hz. Peygamber’in Kureyşli olması, bazı hadis kaynaklarında hilâfetin Kureyş’e ait olduğuna dair rivayetlerin yer alması (Buhârî, “Aĥkâm”, 2; Müslim, “İmâre”, 4, 8-9) ve başlangıçtan itibaren halifeliğin uzun süre Kureyş mensupları tarafından temsil edilmesi gibi sebeplerle devlet başkanının Kureyşli olmasının şart olup olmadığı veya bunun dinî-hukukî bir zorunluluk mu yoksa o dönem için siyasî bir gereklilik mi olduğu konusu tartışılmıştır (bk. HİLÂFET; İMÂMET). Kureşî veya Kureyşî nisbesiyle anılan Kureyş kabilesi mensupları arasında Mekke’de ve diğer İslâm şehirlerinde İslâm ilimlerinin çeşitli dallarında meşhur olmuş birçok âlim yetişmiştir (Sem‘ânî, X, 94-97, 120-123).

Kureyş kabilesine tarih, ensâb ve tabakat kitaplarında geniş yer verildiği gibi bu kabileyle ilgili müstakil eserler de kaleme alınmıştır. Bunlar arasında bir kısmı günümüze ulaşmış olan Müerric es-Sedûsî’nin Kitâbü Ĥaźf min nesebi Ķureyş, Hişâm b. Muhammed el-Kelbî’nin Büyûtâtü Ķureyş ve Elķābü Ķureyş, Heysem b. Adî’nin Büyûtâtü Ķureyş, Ali b. Muhammed el-Medâinî’nin Kitâbü Nesebi Ķureyş ve aħbâruhâ, Mus‘ab b. Abdullah ez-Zübeyrî’nin Kitâbü Nesebi Ķureyş, İbn Habîb el-Bağdâdî’nin el-Münemmaķ fî aħbâri Ķureyş, Zübeyr b. Bekkâr’ın Cemheretü nesebi Ķureyş ve aħbâruhâ, İbn Ebü’d-Dünyâ’nın Aħbâru Ķureyş ve Muvaffakuddin İbn Kudâme el-Makdisî’nin Kitâbü’t-Tebyîn fî ensâbi’l-Ķureşiyyîn adlı eserleri zikredilebilir.

BİBLİYOGRAFYA:

Buhârî, “Aĥkâm”, 2; Müslim, “İmâre”, 4, 8-9; Müerric es-Sedûsî, Kitâbü Ĥaźf min nesebi Ķureyş (nşr. Selâhaddin el-Müneccid), Beyrut 1396/1976, s. 3, 12, 25, 30, 61, 73; İbnü’l-Kelbî, Cemhere (Nâcî), s. 22-37, 58, 60, 61, 63, 105; Vâkıdî, el-Meġāzî, II, 440, 571, 780, 873; İbn Hişâm, es-Sîre2, I, 94-97, 105-110, 117, 123-151, 186, 192, 199, 263, 289, 315; II, 606; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, I, 20, 66-88; İbn Habîb, el-Münemmaķ, tür.yer.; Mus‘ab b. Abdullah ez-Zübeyrî, Kitâbü Nesebi Ķureyş (nşr. E. Lévi-Provençal), Kahire 1953, tür.yer.; Ezrakī, Aħbâru Mekke (Melhas), tür.yer.; Belâzürî, Ensâb, I, 38-64, 67, 78, 87, 91, 99, 125, 130, 133, 229; Ya‘kūbî, Târîħ, I, 223, 233, 238-253; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), II, 239-265; Sem‘ânî, el-Ensâb, X, 94-97, 120-123; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, II, 352-362; Cevâd Ali, el-Mufaśśal, IV, 18-90; W. Montgomery Watt, Hz. Muhammed Mekke’de (trc. M. Rami Ayas - Azmi Yüksel), Ankara 1986, s. 11-39; a.mlf., “Ķurayѕћ”, EI² (İng.), V, 434-435; Hüseyin Mûnis, Târîħu Ķureyş, Cidde 1408/1988; Hamîdullah, İslâm Peygamberi (Tuğ), I, 31-35, 51-55, 217-283; İrfan Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye b. Ebî Süfyan, Ankara 1990, s. 26-44; V. Sehhâb, Îlâfü Ķureyş, Beyrut 1992, s. 201-231, 285, 299, 321, 355, 380; Mustafa Fayda, Allah’ın Kılıcı Halid b. Velid, İstanbul 1992, s. 25-37; a.mlf., “Ensâb”, DİA, XI, 246-248; Avâtıf Edîb Ali Selâme, Ķureyş ķable’l-İslâm, Riyad 1414/1994; İbrahim Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, Ankara 1997, s. 33-104; Mustafa S. Küçükaşcı, Cahiliye’den Emevîler’in Sonuna Kadar Haremeyn (doktora tezi, 1999), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 19-31, 36-39, 56, 95-102; M. J. Kister, “Mecca and Tamīm (Aspects of their Relations)”, JESHO, VIII (1965), s. 113-163; Ahmed İbrâhim eş-Şerîf, “Ķureyş: Ķabîletü’l-ǾArab”, Mecelletü Külliyyeti’l-âdâb ve’t-terbiye, I, Küveyt 1972, s. 101-134; M. Said Hatiboğlu, “İslâm’da İlk Siyasî Kavmiyetçilik: Hilâfetin Kureyşliliği”, AÜİFD, XXIII (1978), s. 121-213; Ahmet Önkal, “Ensâb’la İlgili Eserler”, Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, IV, Konya 1991, s. 55-72; H. Lammens, “Kureyş”, İA, VI, 1014-1019; Hüseyin Algül, “Hilfü’l-Mutayyebîn”, DİA, XVIII, 32-33.

Casim Avcı