LA‘L

(لعل)

Klasik Türk edebiyatında adından en fazla bahsedilen kıymetli bir taş.

Yakut cinsinden parlak kırmızı renkli ve saydam bir cevher olan la‘l ham maddesi billûrlaşmış alüminyum oksididir (grena, spinal); Seylan taşı olarak da bilinir. Ahd-i Atîk’in birkaç yerinde adı anılan la‘lin (meselâ bk. Eyub, 28/18) İbrânîce’den lāl şeklinde Farsça’ya, oradan da Arapça’ya geçtiği sanılmaktadır (Dihhudâ, XXII, 222). Abbâsî hilâfetinin ilk dönemlerine kadar bilinmeyen bu kıymetli taş rivayete göre büyük bir deprem sonucu Bedahşan yakınlarındaki Sekenan (?) dağının yarılmasıyla ortaya çıkmıştır. Kadınlar, adını çıktığı yere nisbetle alan bu kırmızı taşın daha ziyade açık tonlarından küpe yapmayı âdet edinince değeri artmış ve mücevherattan sayılmaya başlanmıştır. Dihhudâ’nın çeşitli kaynaklardan derlediği bilgilere göre la‘lin nar tanesi, erguvan ve pembe menekşe renginde göründüğü, yakuttan daha yumuşak ve daha açık renkte tabiatının mutedil, germî ve huşkî olduğu, kalp, zihin ve görme melekesine faydası dokunduğu, şehveti tahrik ettiği, üstünde la‘l bulunan kişinin korkulu rüya görmediği, sevdavî rahatsızlıklara iyi geldiği ve şerbet yapılarak kullanıldığı anlaşılmaktadır (a.g.e., XXII, 222-223). La‘lin oluşumuyla ilgili bir efsaneye göre ise yerden beyaz renkte çıkarılan taş taze kana bulanıp güneşte kurumaya bırakılarak renklendirilmiştir (Sûdî, I, 79).

Yakutun bir çeşidi olan la‘l açık kırmızı renginden bilinir. La‘l kelimesiyle kurulmuş tamlamalarda pembe rengin ön plana çıkarılması bu sebepledir. La’l-i rummânî (nar tanesi renginde la‘l), la’l-i âbdâr (şeffaf, açık renkli la‘l), la’l-i piyâzegî (kırmızı renkli la‘l), la’l-i revân (üzüm şarabı renginde la‘l), la’l-i böyrek (güneş kızılı la‘l), la’l-i hoş-âb (berrak la‘l) renginin çeşitli tonlarını ifade eden tamlamalardır. Son tamlama sevgilinin dudağından kinaye olup dudak rengi olan pembeyi ön plana çıkarır.

Eskiden beri kemer, gerdanlık, yüzük, küpe, kadeh, hokka vb. eşya yapımı ile cilt süslemelerinde kullanılan la‘l divan şiirinde daha ziyade Bedahşan adıyla birlikte anılır (la’l-i Bedahşî, la’l-i Bedahşânî vb.). Bu bölgede çıkarılan bir tür pembe yakuta bedahş adının verilmesi de (DİA, V, 291) şairlerin la‘l ile bedahşı (bedahşan = yakutlar) birlikte kullanmalarına ve bedahşan kelimesiyle zaman zaman her iki mânayı da kastederek sanat göstermelerine yol açmıştır: Nakkāş bilindi nakş içinde / La‘l oldu ıyan bedahş içinde (Nesîmî).

La‘l, Şark edebiyatlarında hemen daima sevgilinin dudağı yerine bir mazmun olarak kullanılmıştır. Şairler “leb-i la‘l” yerine mecâz-i örfî yoluyla yalnızca la‘l


dediklerinde pembe dudak anlaşılır: “Canfedâ-yı la‘liyim bir dilber-i canperverin / İstemem ben Hızr’ın olsun çeşme-i âb-ı hayât” (Fuzûlî). Klasik şiirde la‘l kelimesi “dudak” yerine zikredilirken genellikle tamlama halinde bulunur: La’l-i dürefşân (arasından inci gibi dişlerin göründüğü dudak), la’l-i kehrübâ (kırmızı dudak), la’l-i meygûn (şarap renkli dudak), la’l-i nâb (pembe dudak), la’l-i şeker-bâr (tatlı sözler söyleyen dudak), la’l-i gül-feşân (gül saçan dudak) bunlardandır: “Elin elimde saçın târumâr sinemde / Gözüm gözünde lebim la’l-i gül-feşânında” (Tevfik Fikret).

La‘lin edebiyatta benzetme unsuru olarak kullanıldığı bir başka madde de şaraptır ve Benzetme yönü yine la‘lin rengidir. Mey-i la’l-gûn (la‘l renkli şarap), la’l-i müzâb (erimiş la‘l gibi olan şarap), la’l-i revân (akan la‘l, şarap), şarab-ı la‘l (la‘l renkli şarap) gibi tamlamalar bu ilgiyi gösterir: “İçelim la’l-i müzâbı saçalım cür‘aları / Hâk-i gülzârı bugün kân-ı Bedahşân edelim” (Bâkî).

Edebiyatta la‘lin kana benzetilmesi de yine rengi dolayısıyladır. Özellikle âşıkın kanlı göz yaşı la‘l kadar değerlidir. Ahmed Paşa’nın şu beytinde kan oturmuş gözler yakuta, akan yaşlar da la‘le benzetilir: “Uş eşk kârbân-ı Bedahşân-ı dîdeden / Rûm’a katar-ı la‘l ile dür armağan çeker.”

Eski astroloji ilmine göre güneş ve bazı yıldızlar madenler üzerine tesir ederek onların mahiyetlerini değiştirir. Bedahşan’da çıkarılan la‘l de önce beyaz renkte bir taş iken bu bölgede Süheyl yıldızının etkisiyle kızarıp değerli bir cevher olmuş: “Süheyl’in pertevi seng-i bedahşı la‘l eder lâkin / Gözüm yaşını yâkūt eyledi dürr-i benâgûşu” (Hayâlî Bey).

La‘l Bedahşan’da kayaların içinde saklı olduğundan şair onun meydana çıkarılması için önce kayanın kırılması, sonra da ciğer kanıyla boyanıp güneş ışığında bekletilmesi gerektiğini düşünür: “Göz yumunca her müjem yüz hûn-ı dil peydâ eder / Tîşe bir la‘l almağa bin kez leb-i kânı öper” (Hayâlî Bey). Özellikle la‘lin ciğer kanıyla güneşte pişirilmesi, çile ve gam çekmesi âşığın haline benzetildiğinden ortaya la’l-âşık münasebeti çıkmıştır. Bu düşünceden yola çıkılarak Farsça’da “Taş sabır ile la‘l olur” şeklindeki (Türkçe’deki “Koruk sabır ile helva olur” karşılığı) atasözü doğmuştur. Divan şiirinde la‘l kelimesinin geçtiği yerlerde dudak, renk, kan, şarap, Bedahşan, bedahş gibi ilgili kelimeler de zikredilerek teşbih, tenasüp, leff ü neşr vb. edebî sanatlar yapılmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Ferheng-i Fârsî, III, 3596-3597; İbn Havkal, Śûretü’l-arż, s. 327; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, I, 320; Sûdî, Şerh-i Dîvân-ı Hâfız-ı Şîrâzî, İstanbul 1288, I, 79; J. Chevalier - A. Gheerbrant, Dictionnaire des Symboles, Paris 1969, IV, 131; Mehmet Çavuşoğlu, Necâti Bey Dîvânı’nın Tahlili, İstanbul 1971, s. 70, 142, 167, 169; Harun Tolasa, Ahmet Paşa’nın Şiir Dünyası, Ankara 1973, s. 83, 259, 267, 320, 368, 444, 509, 512, 519; Cemal Kurnaz, Hayâlî Bey Dîvânı (Tahlili), Ankara 1987, s. 162-163; İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Ankara 1989, I, 131; II, 75-76; Nejat Sefercioğlu, Nev’î Dîvânı’nın Tahlili, Ankara 1990, s. 91; Ahmet Talât Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar (haz. Cemal Kurnaz), Ankara 1992, s. 71, 273-274; Z. Vesel, “Sur la terminologie des gemmes: Yâqut et la’l chez les auteurs persans”, SIr., XIV/2 (1985), s. 147-155; Barthold, “Bedahşan”, İA, II, 435; Pakalın, II, 353; Dihhudâ, Luġatnâme, XXII, 221-226; Mehmet Saray, “Bedahşan”, DİA, V, 291-292; Mustafa Uzun, “Bedahşan”, a.e., V, 292-293; Mustafa Kutlu, “La’l”, TDEA, VI, 62-63; ML, VII, 781-782.

İskender Pala