LÂHÎCÎ, Muhammed b. Yahyâ

(محمد بن يحيى اللاهيجي)

Şemsüddîn Muhammed b. Yahyâ b. Alî-yi Gîlânî el-Lâhîcî (ö. 912/1506)

İranlı mutasavvıf-şair.

Gîlân’da Hazar denizine 20 km. mesafede bulunan Lâhîcân’da doğdu. Şiirlerinde Esîrî mahlasını kullandığı için Esîrî-yi Lâhîcî olarak da tanınır. Bazı kaynaklarda (DMF, I, 153) onun kadı ve şair olan Yahyâ-yı Gîlânî’nin oğlu olduğuna dair verilen bilgi, bu kişinin 952 (1545) veya 953’te (1546) değil en az yetmiş seksen yıl önce öldüğü tesbit edildiği takdirde dikkate alınabilir. Zira 849’da (1445) Şeyh Muhammed Nurbahş’a intisap ettiği ve 912’de (1506) öldüğü bilinen Lâhîcî’den kırk yıl sonra ölen bir kişinin onun babası olması mümkün değildir. Lâhîcî’nin eserlerinden iyi bir öğrenim gördüğü ve başta tefsir, kelâm, hadis gibi dinî ilimler olmak üzere döneminin ilimlerine vâkıf olduğu anlaşılmaktadır. Bu ilimlerin bir bölümünü yirmi yaşlarında intisap ettiği (Mefâtîĥu’l-iǾcâz, s. 700) Nurbahşiyye tarikatının kurucusu Muhammed Nurbahş sayesinde elde etmiş olmalıdır. Lâhîcî şeyhi ölünceye kadar (869/1464) onun hizmetinde bulunduğunu söyler (a.g.e., s. 76). Timurlular’dan Şâhruh’un ölümünden (850/1446) sonra şeyhiyle birlikte Şîraz’a giden Lâhîcî bir ara Tebriz’e uğradı. Burada altı ay kalıp hac için Mekke’ye gitti (882/1477); hac dönüşü kısa bir süre Yemen’de Zebîd şehrinde kaldı. Zebîd’de baba oğul olmak üzere iki kişiye Nurbahşiyye hırkası giydirdi. Şeyhi Şîraz’da ölünce onun yerine geçen Lâhîcî, Nûriyye Hankahı adıyla görkemli bir tekke yaptırarak irşad faaliyetine başladı. Burada Celâleddin ed-Devvânî ve Sadreddîn-i Şîrâzî gibi ünlü bilginler tarafından ziyaret edilip saygı gördüğü gibi I. Şah İsmâil tarafından da ziyaret edildi. Lâhîcî Şîraz’da vefat etti ve hankahının yanına gömüldü. Onun Şiî mezhebine aşırı derecede bağlı olmakla birlikte Sünnî mezheplere karşı da hoşgörülü olduğu kaydedilmektedir (Şüsterî, II, 153).

Eserleri. 1. Mefâtîĥu’l-iǾcâz fî şerĥi Gülşen-i Râz (Tahran 1264, 1301, 1320, 1316 hş., 1337 hş.). Şebüsterî’nin eserinin şerhidir. Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin etkisi altında bulunan Lâhîcî, 877’de (1472) yazmaya başladığı bu eserde Gülşen-i Râz’ın her beytini çok geniş bir şekilde şerhetmiş, İbnü’l-Arabî ve Mevlânâ dışında Cüneyd-i Bağdâdî ve Abdullah-ı Ensârî gibi eski sûfîlerden de yararlanmıştır. Eseri dönemin ünlü mutasavvıfı Abdurrahman-ı Câmî’ye göndermiş, Câmî de yazdığı bir rubâî ile takdirlerini bildirmiştir. Kitap ayrıca Muhammed b. Mahmûd-ı Dihdâr-ı Şîrâzî tarafından kısaltılarak yayımlanmıştır (Bombay 1312). Cemâleddin Hulvî bu eseri özetleyip Câm-ı Dilnevâz adıyla Türkçe’ye çevirmiştir (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1253). 2. Esrârü’ş-şühûd. Mevlânâ’nın Meŝnevî’sini örnek alan eser 3000’i aşkın beyit ihtiva eder. Kitap Seyyid Alî-yi Âl-i Dâvûd tarafından neşredilmiştir (Tahran 1368 hş.). 3. Dîvân. 519 gazel, üç terciibend, yetmiş yedi rubâî, bir müstezaddan oluşan eseri Berât-i Zencânî Dîvân-ı EşǾâr u Resâǿil-i Şemseddîn Muĥammed Esîrî-yi Lâhîcî adıyla yayımlamıştır (Tahran 1357 hş.). Divanın sonunda Lâhîcî’nin mensur altı risâlesi bulunmaktadır. Mekke’de Yemenli şeyh Hayretî ve oğlu İsmâil’e giydirdiği hırkayla ilgili Arapça risâle dışında diğer eserleri Farsça’dır. 4. Münteħab-ı Meŝnevî-yi Mevlevî. 874’te (1469) derlenen eserde Meŝnevî’nin anlaşılması güç beyitlerinin şerhi yapılmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Lâhîcî, Mefâtîĥu’l-iǾcâz fî şerĥi Gülşen-i Râz (nşr. Keyvân-i Semîî), Tahran 1337 hş., tür.yer.; ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 2-94; a.mlf., Dîvân-ı EşǾâr u Resâǿil (nşr. Berât-i Zencânî), Tahran 1357 hş., neşredenin girişi, s. e-kt; Şebüsterî, Gülşen-i Râz (trc. Abdülbâki Gölpınarlı), İstanbul 1989, s. XIV, XIX; Şüsterî, Mecâlisü’l-müǿminîn, Tahran 1365 hş., II, 150-156; Keşfü’ž-žunûn, II, 1505; Hidâyet, Teźkire-i Riyâżü’l-Ǿârifîn, Tahran 1305 hş., s. 41; Fursat-ı Şîrâzî, Âŝâr-ı ǾAcem, [baskı yeri yok] 1362 hş. (İntişârât-ı Bâmdâd), s. 462-463; Tebrîzî, Reyĥânetü’l-edeb, Tebriz, ts., I, 125-126; Hânbâbâ, Fihrist, IV, 4837-4838; Ma‘sûm Ali Şah, Ŧarâǿiķ, III, 129-131, 487; Nefîsî, Târîħ-i Nažm u Neŝr, I, 319; Muhsin Kiyânî, Târîħ-i Ħânķāh der Îrân, Tahran 1369 hş., s. 212; Abdülhüseyin Zerrînkûb, Dünbâle-i Cüstücû der Taśavvuf-i Îrân, Tahran 1369 hş., s. 324-325; a.mlf., “Lāhīғјī”, EI² (İng.), V, 604-605; Safâ, Edebiyyât, IV, 455, 529-531; V, 642; Esîrî-yi Lâhîcî, DMF, I, 153; Necîb Mâyil-i Herevî, “Esîrî-yi Lâhîcî”, DMBİ, VIII, 730-733.

Rıza Kurtuluş


LÂHİĶ

(لاحق)

Namaza imamla birlikte başladığı halde belirli mazeretler sebebiyle ara vermek zorunda kalarak namazın bir kısmını imamla birlikte kılamayan kimse.

Sözlükte “yetişmek, yakalamak” anlamındaki lahķ kökünden türeyen ve “yetişen, yakalayan” anlamına gelen lâhiķ kelimesi bir fıkıh terimi olarak namaza imamla birlikte başladıktan sonra gaflet, uyku, cemaatteki aşırı izdiham ya da abdestinin bozulması gibi mazeretler yüzünden ara vermek zorunda kalarak namazın bir kısmını imamla birlikte kılamayan kişiyi ifade eder. Fıkıh literatüründe lâhiķ teriminin genellikle Hanefî fakihleri tarafından kullanıldığı, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî kaynaklarında bu konuya mesbûk ile ilgili hükümler içinde temas edildiği görülür.

Hanefî mezhebine göre cemaatle veya münferit olarak kılınan bir namazda iradî olmaksızın abdesti bozulan bir kimsenin gerekli şartlara uymak kaydıyla abdest alıp namazı bıraktığı yerden tamamlaması işlemine binâ adı verilir. Tek başına namaz kılan kişinin bu durumda namazını yeni baştan kılması daha uygun görülmekle birlikte cemaatle kılınan namazda cemaat sevabından mahrum kalmamak için lâhiķ durumunda olanın abdest aldıktan sonra kaldığı yerden namazı tamamlaması daha faziletlidir. Hanefî mezhebine göre imama uyduktan sonra


belirli bir mazeret sebebiyle namaza ara veren kişi, ara vermeyi gerektiren durumun ortadan kalkmasından sonra konuşmadan, dünya işleriyle meşgul olmadan bıraktığı yerden namaza devam edebilir. Eğer imam namazı bitirmişse imamın arkasında namaz kılıyormuş gibi namazını tamamlar. İmama uyan kimse gibi o da kıraatte bulunmaz, imamın bekleyecek olduğu süre kadar bekler. Sadece rükû ve secdedeki tesbihlerle oturuştaki dua ve salavatları okur. Sehiv secdesini gerektirecek bir hata yaptığı takdirde imama uyan kimse durumunda olduğu için sehiv secdesi yapmaz.

Lâhiķin namaza ara vermesine sebep olan mazeret abdestini bozmamışsa, meselâ ayakta uyumuş ve rükûu kaçırmışsa uyandığında bıraktığı yerden namaza devam eder; daha sonra imamla birlikte diğer rükünlerin edâsına yetişir. Eğer kaçırdığı rükünle meşguliyeti uzun sürecek ve imama yetişemeyecek durumda olursa imama uyar, yetişemediği rek‘at veya rükünleri imam selâm verdikten sonra tamamlar. Muktedînin namaz esnasında abdesti bozulmuşsa hemen çıkar ve namazı bozan bir davranışta bulunmadan en yakın yerde abdest alır. Bu esnada imam namazı bitirmemişse tekrar yerine döner ve mümkünse kaçırdığı rükün veya rek‘atları tamamlayıp daha sonra imama uyar. Ancak kaçırdığı rükünleri eda ettiği takdirde imama yetişemeyeceğini anlarsa doğrudan imama uyar ve yetişemediği rek‘at veya rükünleri imam selâm verdikten sonra tamamlar. Abdest alıncaya kadar imam namazı bitirmişse eski yerine dönmesine gerek kalmadan bulunduğu yerde namazını bitirir. Eğer imam sehiv secdesi yapacak olursa bu secdeyi namazını tamamladıktan sonra yapar. Namaz kılan bir kimsenin son ka‘dede teşehhüdden sonra abdesti bozulursa abdest alır ve selâm verir. Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelîler’e göre imamla birlikte namaza başladığı halde ara vermek zorunda kalan kimsenin kılamadığı rek‘atları tek başına tamamlayabilmesi için ara vermeyi gerektiren mazeretin abdesti bozan bir durum olmaması gerekir.

Mâlikî mezhebine göre, imama uyduktan sonra aşırı kalabalık ve abdesti bozmayacak derecedeki uyuklama gibi bir durum sebebiyle namazın bazı rükün veya rek‘atlarını imamla birlikte kılamayan kimseyle ilgili hükümler rükû, secde ya da rek‘atları kaçırmış olmasına göre farklılık gösterir. İmama uyan kişi rükûu veya rükûdan doğrulmayı kaçırdığı takdirde birinci rek‘atta ise o rek‘atı kılınmamış sayarak imamla birlikte namaza devam eder. İmamın selâmından sonra rek‘atı kazâ eder. Bu durum birinci rek‘atın dışındaki rek‘atlardan birinde olursa o rüknü eda ettikten sonra en geç ikinci secdede imama yetişebileceğini umuyorsa kaçırdığı rükünleri eda edip imama uyar. İkinci secdede yetişemeyecekse namazına imamla birlikte devam ederek geçen rek‘atı imamın selâmından sonra kazâ eder. Cuma namazında izdihamdan dolayı birinci rek‘atın secdesini imamla birlikte yapamayan kişi o rek‘atı imam selâm verdikten sonra tek başına kılar. Eğer imama uyan kimse bir veya iki secdeyi imamla kılamayıp kaçırmışsa secdeyi yaptığı takdirde en geç sonraki rek‘atın rükûunda imama yetişebilecekse secdeleri yapıp imama uyar. Ancak secde veya secdeleri yaptığı takdirde sonraki rek‘ata rükûda bile yetişemeyecekse secde etmeyip imama tâbi olur ve imamın selâmının ardından kalan rek‘atı kazâ eder. İmama uyduktan sonra bir veya daha fazla rek‘atı kaçırmışsa imam selâm verince kılamadığı rek‘at veya rek‘atları kazâ eder.

Şâfiî fıkıh literatüründe lâhiķ terimine rastlanmamakla birlikte bazı durumlar açısından lâhiķle benzerlik gösteren muvâfıķ terimi yer almaktadır. İlk rek‘atla veya diğer rek‘atlardan birinde Fâtiha okuyacak kadar bir süre imama yetişen kişiye muvâfık adı verilir. Muvâfık, herhangi bir özür sebebiyle olsun ya da olmasın bir rükünde imamdan geri kalırsa namazı geçerlidir. Eğer imama uyan kişi mazeretsiz olarak iki rükünde geri kalmışsa namazı geçersiz olur. Gecikme, imama uyan kişinin farz bir rükünle meşgul olması gibi bir mazerete dayanıyorsa namazın geçerliliğine zarar vermez, geri kaldığı rükünleri tamamlayarak devam eder. Muvâfık, imamdan üç veya daha fazla rükün geride kalırsa o rükünleri bırakıp imama uyar ve rükünlerini terkettiği rek‘atı imam selâm verdikten sonra kılar. Meselâ birinci rek‘atın farz kıraatiyle meşgulken imam rükün ve secdeleri yapıp ikinci rek‘ata kalkmışsa birinci rek‘atın rükû ve secdesini bırakır, ikinci rek‘atı kılmakta olan imama uymaya devam eder. Yapamadığı rükû ve secdeleri imam selâm verdikten sonra tamamlar.

Hanbelî mezhebine göre imama uyan kimse namazda abdesti bozmayacak şekilde uyumak, unutmak, gaflet gibi bir sebepten dolayı bir veya daha fazla rek‘atı imamla kılamadığı takdirde kalan rek‘atlarda imama uyar ve selâmdan sonra kaçırdığı rek‘atları kazâ eder. Şayet bir ya da iki rükünde imamdan geri kalırsa, sonraki rek‘ata yetişebileceğinden emin ise kaçırdığı rükünleri eda eder ve imama uyar. Eğer o rüknü yerine getirdiği takdirde sonraki rek‘atta imama yetişemeyeceğinden endişe ediyorsa o rüknü bırakıp kalan rükünleri imamla birlikte tamamlar ve imam selâm verdikten sonra eda edemediği rükünlerin bulunduğu rek‘atı kazâ eder. İmamla birlikte hangi rek‘atı kılamamışsa kazâ ederken o rek‘attaki kıraatin yerine getirilmesi gerekir. Bir özür sebebiyle bir secdeyi imamla birlikte yapamaması durumunda diğer secdeyi imamla birlikte yapar. Kaçırdığı secdeyi imam selâm verdikten sonra kazâ eder.

Cemaat sevabını elde etmek için lâhiķle ilgili hükümleri uygulamakta yarar olmakla birlikte bu konudaki ayrıntılara dikkat etme konusunda bazı güçlükler bulunduğu ve namaz için gerekli huşû ve huzur ortadan kalkabileceği için lâhiķ durumundaki kimselerin namazlarına yeniden başlayıp kendi başlarına kılmaları imkânı da vardır ve anılan sakıncaların bulunması halinde bu daha uygun görülmüştür.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “lĥķ” md.; Tehânevî, Keşşâf, II, 1302; Kāmus Tercümesi, III, 1000; Mâlik b. Enes, el-Müdevvenetü’l-kübrâ, Kahire 1324, I, 72, 146; İbn Kudâme, el-Muġnî, II, 14-15; İbn Cüzey, el-Ķavânînü’l-fıķhiyye, Kahire 1985, s. 70-71; Osman b. Ali ez-Zeylaî, Tebyînü’l-ĥaķāǿiķ, Bulak 1313, I, 145 vd.; İbnü’l-Hümâm, Fetĥu’l-ķadîr, I, 377-380; Şirbînî, Muġni’l-muĥtâc, I, 256-257; Şemseddin er-Remlî, Nihâyetü’l-muĥtâc, Beyrut 1404/1984, II, 220-227; el-Fetâva’l-Hindiyye, I, 90-93; İbn Âbidîn, Reddü’l-muħtâr (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd - Ali M. Muavvaz), Beyrut 1994, II, 343-350; Cezîrî, el-Meźâhibü’l-erbaǾa, I, 438-443; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıķhü’l-İslâmî ve edilletüh, Dımaşk 1405/1985, II, 209-221.

Hüseyin Kayapınar


LÂHİKĪ

(bk. EBÂN b. ABDÜLHAMÎD).