LİKĀ

(اللقاء)

Öğrencinin hocası ile doğrudan görüşmesi anlamında hadis terimi.

Sözlükte “karşılaşmak, görüşmek, kavuşmak” anlamına gelen likā’, hadis ilminde “öğrencinin hocasından bir aracı olmadan doğrudan hadis alması” mânasında kullanılmaktadır. Aynı kavram için lukıyy ve mülâkāt kelimeleri de zikredilmektedir.

Bir hadisin sahih olmasının şartlarından biri senedinin muttasıl olmasıdır. Hadisi hocadan öğrenmenin sekiz yolundan (tahammül) üçü semâ, kıraat ve münâvele olup bunlarda hoca ile öğrencinin yüz yüze görüşmesi (likā) kaçınılmazdır. Diğerlerinde hoca ile talebenin birbiriyle görüşmeden de hadis öğrenip öğretmeleri mümkündür. Muhaddisler, genelde bu üç tahammül yoluyla icâzetli münâvelenin kendi özel şartlarını taşıması kaydıyla geçerli olduğu görüşündedir. Diğerlerinin geçerli olup olmadığında veya her birinin şartlarında ihtilâf vardır. Hadisin muttasıl oluşu da hadis alma yollarının geçerliliğiyle doğrudan ilgilidir. Bazı muhaddislerin bir hadisi muttasıl kabul etmek için özel şartları bulunmakla beraber semâ yoluyla alınan hadislerin muttasıl olduğunda ihtilâf yoktur. Hadis usulü literatüründe likā teriminin açık bir tanımına rastlanmamakla birlikte Sehâvî likāın semâdan kinaye olduğunu söylemektedir (Fetĥu’l-muġīŝ, I, 189). Bununla beraber muhaddislerin muan‘an hadisi tartışırken likā ve semâı ayrı anlamlarda kullandıkları görülmektedir. Bir hadisin muttasıl sayılması için likāı şart koşanlar, bu terimle semâı değil sadece hoca ile talebenin bir araya gelip görüşmesini kastediyorlarsa bu durumda semâ dışındaki hadis alma yollarında da diğer şartlar yerine geldiğinde isnadın muttasıl sayılması kaçınılmaz olacaktır. Likāı “hoca ile talebenin bir araya gelmesi” anlamında ele alanlar ittisal için likāı şart koşarken diğer yollarda istismarı önlemek için likā şartını koşmuş olabilecekleri akla gelmektedir.


Güvenilir bir râvinin kullandığı rivayet lafzı hadisi hocasıyla görüşerek aldığına açıkça işaret ediyor ve yapılan araştırmalar da bunu doğruluyorsa râvi ile şeyhi arasında kopukluk yok demektir. Fakat râvinin kullandığı rivayet lafzı kapalı olduğu için hocasıyla görüşüp görüşmediği açıkça anlaşılmıyorsa rivayetinin muttasıl sayılıp sayılmayacağında hadis tenkitçileri arasında ihtilâf vardır. Bu ihtilâf şöylece özetlenebilir: 1. İbnü’s-Salâh’ın nakline göre muttasıl olduğu tesbit edilemeyen bu tür hadisler mürsel veya münkatı‘dır (Muķaddime fî Ǿulûmi’l-ĥadîŝ, s. 29). 2. Râvinin hocasından hadis işittiğini açıkça söylemesi veya bunun başka bir yoldan bilinmesi gerekir. Âlimlerin çoğunluğunun “an” veya “enne”yi birbirine eşit kabul ettiğini söyleyen İbn Abdülberr’e göre rivayet lafızlarına değil hocanın meclisinde bulunmaya, semâa ve müşahedeye bakılır. Bir râvinin semâı diğerinden daha sahihse, rivayetinde kopukluk yoksa onun rivayetinin muttasıl olduğu kabul edilir (et-Temhîd, I, 18). 3. Abdürrahîm b. Abdülkerîm es-Sem‘ânî’ye göre râvinin hocasıyla uzun süre beraber olması şarttır. 4. Müdellis olmayan râvinin hocası ile likāının bilinmesi gerekir. Ali b. Medînî ve Buhârî başta olmak üzere muhaddislerin ve fakihlerin çoğunluğunun bu görüşte olduğu nakledilmektedir. Râvinin semâı veya likāı biliniyorsa, tedlîs yaptığı da tesbit edilmemişse o rivayeti hocasından duyduğu kabul edilir. 5. Râvi müdellis değilse hocasıyla çağdaş olması yeterlidir ve birbirleriyle görüşmeleri (likā) şart değildir. Müslim b. Haccâc bu görüşte olup çoğunluğun da bunu benimsediğini ileri sürmektedir. Buhârî ise bu görüşün aksine hoca ile talebenin bir defa bile olsa likāının bilinmesini gerekli görmektedir. Muhaddislerin çoğunluğuna göre hadisin muttasıl olması için hoca ile talebenin likāı yeterlidir ve ayrıca semâ şartı aranmamıştır. Diğer bir ifadeyle râvi hangi rivayet lafzını kullanırsa kullansın hocasıyla likāı biliniyorsa rivayeti muttasıldır. Bununla beraber ihtiyata uygun olan öğrencinin hocasından hadis aldığının ispat edilmesidir.

BİBLİYOGRAFYA:

Râmhürmüzî, el-Muĥaddiŝü’l-fâśıl (nşr. M. Accâc el-Hatîb), Beyrut 1404/1984, s. 476-523; Hâkim en-Nîsâbûrî, MaǾrifetü Ǿulûmi’l-ĥadîŝ (nşr. Seyyid Muazzam Hüseyin), Medine 1398/1977, s. 17, 34; Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye (nşr. Muhammed el-Hâfız et-Tîcânî), Kahire 1972, s. 380-404, 421, 461; İbn Abdülber, et-Temhîd limâ fi’l-Muvaŧŧaǿ mine’l-meǾânî ve’l-esânîd (nşr. Mustafa b. Ahmed el-Alevî - M. Abdülkebîr el-Bekrî), Mağrib 1982, I, 18; İbnü’s-Salâh, Muķaddime fî Ǿulûmi’l-ĥadîŝ, Beyrut 1398/1978, s. 21, 29, 62-87; Şemseddin es-Sehâvî, Fetĥu’l-muġīŝ (nşr. Ali Hüseyin Ali), Beyrut 1412/1992, I, 189-199; II, 151-317; III, 2-29; Süyûtî, Tedrîbü’r-râvî (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Kahire 1385/1966, I, 70, 117-121, 183, 214-228; II, 8-64; Emîr es-San‘ânî, Tavżîĥu’l-efkâr (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Medine, ts. (el-Mektebetü’s-selefiyye), I, 42-44, 134-136, 331-334; Fuat Sezgin, Buhârî’nin Kaynakları Hakkında Araştırmalar, İstanbul 1956, s. 17-46.

Salahattin Polat