MAKTÛ

(المقطوع)

Tâbiîn ve tebeu’t-tâbiînin söz ve fiilleri anlamında hadis terimi.

Sözlükte “kesmek” anlamındaki kat‘ kökünden ism-i mef‘ûl olan maktû‘ “kesilmiş, kesik” demektir. Terim olarak “tâbiîn yahut tebeu’t-tâbiînden birinin söz veya fiili ya da isnadı onlara kadar varmakla birlikte daha ileri gidemeyen hadis” mânasında kullanılmaktadır. Böylece sahâbeden sonra gelen neslin söz ve fiillerinin de bir hadis çeşidi olarak kabul edildiği görülmektedir. II. (VIII.) yüzyıldan itibaren İslâm âlimleri ve özellikle muhaddisler Hz. Peygamber’in, “Ümmetimin en hayırlı nesli benim zamanımda yaşayanlardır, sonra onları takip edenler, daha sonra da bunların peşinden gelenlerdir” (Buhârî, “Feżâǿilü aśĥâbi’n-nebî”, 1; Müslim, “Feżâǿilü’ś-śaĥâbe”, 214) meâlindeki hadisiyle övülen ilk üç nesli (sahâbe, tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîn) diğer nesillerden farklı saymışlardır. Şahıslarını Resûl-i Ekrem’in faziletli kabul ettiği bu insanların sözlerini ve davranışlarını sıradan insanların söz ve davranışlarından ayrı olarak ele alıp özel bir değerlendirmeye tâbi tutmuşlardır. Ancak bu âlimlerin bütün tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîn nesillerinin değil ilmî hüviyetleri, ahlâkî üstünlükleri ve olgun kişilikleriyle kendilerini kabul ettiren, yaşadıkları dönemde sorumluluklar üstlenen, söz ve davranışları ile İslâm’ı temsil eden seçkin şahsiyetlerin söz, fetva ve hareketlerini ele alıp bir hadis çeşidi olarak görmüşlerdir. Genelde muhaddislerin kanaati böyle olmakla birlikte Bedreddin ez-Zerkeşî maktûun bir hadis çeşidi olarak kabul edilmesini doğru bulmamaktadır. Bazı kaynaklarda ise onun bu görüşünün aksine tâbiîn ve tebeu’t-tâbiînden sonra gelenlerin sözlerine de maktû denebileceği ileri sürülmektedir (İbn Hacer el-Askalânî, s. 112).

Maktû terimini ilk defa, hadis terimlerinin henüz yerleşmediği II. (VIII.) yüzyılda İmam Şâfiî “isnadı muttasıl olmayan münkatı‘ hadis” anlamında kullanmıştır. Daha sonra Abdullah b. Zübeyr el-Humeydî, Taberânî ve Dârekutnî gibi III (IX) ve IV. (X.) yüzyılların bazı muhaddisleri bu konuda onu takip etmişlerdir. Aynı kökten türeyen bu iki terimin zaman zaman karıştırıldığı ve birbirinin yerine geçtiği olmuştur. Zeynüddin el-Irâkī’nin belirttiğine göre hadis hâfızı Ebû Bekir el-Berdîcî tâbiînin sözleri için münkatı‘ terimini kullanmış, ancak hadis usulü âlimleri bunu yanlış sayarak kendisini eleştirmişlerdir. Bilindiği kadarıyla maktûu “tâbiînin sözü” mânasında ilk kullanan âlim Hatîb el-Bağdâdî’dir. el-CâmiǾ li-aħlâķı’r-râvî ve âdâbi’s-sâmiǾ adlı eserinde bazı tâbiîlerin sözlerini naklettikten sonra, “Bu maktû hadislerdendir” diyerek maktûun terim anlamına işaret etmiş ve maktû hadisleri “isnadı tâbiînde kalan rivayetler” diye tarif etmiş, İbnü’s-Salâh da bu tarifi benimsemiştir (ǾUlûmü’l-ĥadîŝ, s. 47). Maktû terimi senedin değil metnin sıfatı olduğu halde birçok hadis usulü kitabında buna dikkat edilmemiş, İbn Hacer el-Askalânî gibi bazı usul yazarları, “Maktû metinle, münkati‘ senedle ilgili bir konudur” diyerek bu iki terim arasındaki farkı göstermişlerdir (Nüzhetü’n-nažar, s. 112).

İslâmî eserlerin pek çoğunda maktû hadise rastlamak mümkünse de bunlar özellikle Abdürrezzâk es-San‘ânî’nin el-Muśannef’i, İbn Ebû Şeybe’nin el-Muśannef’i, Tahâvî’nin Şerĥu MeǾâni’l-âŝâr’ı, İbn Ebû Hâtim’in Tefsîr’i ve İbn Cerîr et-Taberî’nin CâmiǾu’l-beyân’ı gibi rivayete dayanan hadis ve tefsir kaynaklarında bulunmaktadır. Bu terimi kullanmamakla birlikte Kütüb-i Sitte musannifleri de kitaplarında maktû rivayetlere çokça yer vermişlerdir. “Eser” diye de anılan maktû hadis kavlî ve fiilî olmak üzere ikiye ayrılır. Muhammed b. Sîrîn’in, “Bu hadis ilmi dindir, şu halde dininizi kimden aldığınıza dikkat edin” sözüyle (Müslim, “Muķaddime”, 5) Hasan-ı Basrî’nin, “Selâm vermek sünnet, almak ise farzdır” sözü (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, s. 358)


kavlî maktûun, “Mesrûk, ev halkı ile arasına bir perde çekerek namaza durur, onları dünyalarıyla baş başa bırakırdı” rivayeti de (Ebû Nuaym, II, 96) fiilî maktûun örnekleridir.

Hadis ve haberleri senedleriyle birlikte nakletme geleneğinin terkedilmeye başlandığı V. (XI.) yüzyıldan itibaren maktû haberler etrafında ciddi bir problem doğmuş, rivayet konusunda titiz davranmayan bazı kişiler maktû haberleri “kāle Hasan el-Basrî, kāle Muhammed b. Sîrîn” diye rivayet etmek yerine bazı sözlerin başına “kāle Resûlullah” ibaresini ilâve edip onları Hz. Peygamber’in sözü olarak nakletmişlerdir. Hadis diye uydurulan rivayetleri derlemeye çalışan mevzûât müellifleri, Resûl-i Ekrem’in hadisleri arasında bulamadıkları bu tür sözleri mevzû olarak nitelemişlerdir. Mevzû denilen birçok söz üzerinde yapılacak bir araştırma onların maktû hadis olduğunu ortaya çıkaracaktır. Meselâ, “Sâlih insanların anıldığı yere rahmet iner” sözü (Aclûnî, II, 70) Süfyân b. Uyeyne’ye ait olduğu halde birçok kitapta Hz. Peygamber’e nisbet edilerek nakledilmiş, hadis olmadığı anlaşılınca da mevzuat kitaplarına girmiştir (Ali el-Kārî, s. 161; Şevkânî, s. 508). Ömer b. Bedr el-Mevsılî, uydurma rivayetleri toplayan müelliflerin mevzû zannederek kitaplarına aldıkları sahâbe, tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîn sözlerini MaǾrifetü’l-vuķūf Ǿale’l-mevķūf adlı eserinde bir araya getirmiştir.

Maktû hadis isnad yönünden muttasıl veya münkatı‘ olabileceği gibi metninin durumuna ya da senedinde yer alan râvilerin adâlet ve zabtına göre sahih, hasen veya zayıf da olabilir; onun sahih oluşu, Resûl-i Ekrem’den alındığını değil kendisine nisbet edilen tâbiînin sözü olduğunu gösterir. Eğer maktû bir hadiste Hz. Peygamber’den alındığına işaret eden bir ipucu bulunursa mürsel, sahâbîden alındığını gösteren bir husus varsa mevkuf diye nitelendirilir.

Âlimlerin genel kanaatine göre maktû hadis dinî konularda bağlayıcı bir delil sayılmaz. Abdullah b. Abbas ve Enes b. Mâlik gibi sahâbîlerle görüştüğü için küçük tâbiîlerden sayılan Ebû Hanîfe’nin Resûlullah’tan gelen hadisleri baş üstünde tutmakla beraber ashabın ihtilâf ettiği görüşlerden dilediğini alacağını, tâbiînden nakledilen rivayetlere bağlı kalmayacağını, kendisinin de onlar gibi ictihadda bulunacağını söylemesi onun maktû hadisi bağlayıcı olmayan bir delil kabul ettiğini göstermektedir. Bundan dolayı kendisine tâbi olan re’y ekolü kıyâs-ı celî ile amel etmeyi maktû rivayetlerle amel etmeye tercih etmiştir. Ancak sahâbe döneminde yaşayıp fetvalarıyla meşhur olan Alkame b. Kays, Mesrûk b. Ecda‘, Kādî Şüreyh, Saîd b. Müseyyeb, İbrâhim en-Nehaî, Mücâhid b. Cebr, Şa‘bî ve Hasan-ı Basrî gibi tâbiîlerle bunların ilminden faydalanıp yetişen tebeu’t-tâbiînin maktû haberlerinin delil olarak kullanılabileceği söylenmektedir. Bunlar, Kur’an ve hadisi aslına uygun ve en doğru biçimde nakledip yorumladıkları için onların söz ve fiillerini bugünün mahkeme ictihadları gibi bağlayıcı yönü bulunan yorumlar olarak değerlendirmekte yarar vardır. Bazı usul âlimleri, özellikle âyetlerin nüzûl sebeplerine işaret eden ve sadece Resûl-i Ekrem’den nakil yoluyla öğrenilebilecek bilgiler ihtiva eden maktû hadisleri merfû hükmünde maktû saymışlar ve bunları delil kabul etmenin gerekli olduğunu söylemişlerdir.

BİBLİYOGRAFYA:

Buhârî, “Feżâǿilü aśĥâbi’n-nebî”, 1; a.mlf., el-Edebü’l-müfred (nşr. M. Fuâd Abdülbâkī), Kahire 1379, s. 358; Müslim, “Muķaddime”, 5, “Feżâǿilü’ś-śaĥâbe”, 214; Ebû Nuaym, Ĥilye, II, 96; İbnü’s-Salâh, ǾUlûmü’l-ĥadîŝ, s. 47; Nevevî, İrşâdü ŧullâbi’l-ĥaķāǿiķ (nşr. Nûreddin Itr), Beyrut 1411/1991, s. 78-79; Irâkī, Fetĥu’l-muġīŝ, s. 55; İbn Hacer el-Askalânî, Nüzhetü’n-nažar fî tavżîĥi Nuħbeti’l-fiker (nşr. Nûreddin Itr), Dımaşk 1413/ 1992, s. 111-112; Süyûtî, Tedrîbü’r-râvî (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Beyrut 1399/1979, I, 194-195; Ali el-Kārî, el-Esrârü’l-merfûǾa fi’l-aħbâri’l-mevżûǾa (nşr. Saîd Zağlûl), Beyrut 1405/1985, s. 161; Aclûnî, Keşfü’l-ħafâǿ, II, 70; Emîr es-San‘ânî, Tavżîĥu’l-efkâr (nşr. Salâh b. Muhammed b. Uveyza), Beyrut 1417/1997, I, 241; Şevkânî, el-Fevâǿidü’l-mecmûǾa, Kahire 1380/1960, s. 508; Abdülhay el-Leknevî, Žaferü’l-emânî (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Beyrut 1416, s. 339-340; Tâhir el-Cezâirî, Tevcîhü’n-nažar, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), s. 67-68; Mahmûd et-Tahhân, Teysîru muśŧalaĥi’l-ĥadîŝ, İstanbul, ts. (Dersaadet), s. 133-135; Ahmed Muhammed Şâkir, el-BâǾiŝü’l-ĥaŝîŝ, Kahire 1377/1958, s. 46; M. Tayyib Okiç, Bazı Hadis Meseleleri Üzerinde Tetkikler, İstanbul 1959, s. 18; Tecrid Tercemesi, I, 128, 136-137; Abdullah Sirâceddin, Şerĥu Manžûmeti’l-Beyķūniyye, Halep 1398, s. 69-71; Talât Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 210; Subhî es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Istılahları (trc. M. Yaşar Kandemir), Ankara 1981, s. 176-177; Ahmed Ömer Hâşim, ĶavâǾidü uśûli’l-ĥadîŝ, Beyrut 1404/1984, s. 140; Ali Yardım, Hadîs, İzmir 1984, I, 36, 40-42; Hasan M. Makbûlî el-Ehdel, Muśŧalaĥu’l-ĥadîŝ ve ricâlüh, San‘a 1410/1990, s. 153-154; M. Accâc el-Hatîb, el-Muħtaśarü’l-vecîz fî Ǿulûmi’l-ĥadîŝ, Beyrut 1411/1991, s. 192-193; Mücteba Uğur, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, Ankara 1992, s. 209; İsmail L. Çakan, Hadis Usûlü, İstanbul 2001, s. 120-121.

Mehmet Efendioğlu