MALATYA

Doğu Anadolu bölgesinde şehir ve bu şehrin merkez olduğu il.

Şehirle aynı adı taşıyan ovanın güney kısmında deniz seviyesinden 910-950 m. yükseklikte yer alır. Malatya aynı zamanda önemli yolların kesiştiği bir noktada bulunduğundan tarih boyunca geçiş güzergâhı olarak ilgi çekmiştir.


Tarih. Eski Malatya şimdikinden farklı bir yerde kurulmuştur. İlk olarak Arslantepe’de şehir özelliği gösteren bir yerleşim yeri ortaya çıkmıştır. Milâttan önce 3500’lerden itibaren Malatya bölgesi Arslantepe’nin kontrolünde idi. Arslantepe’deki yerleşim yerini niteleyen Malatya adı en eski şekli çivi yazılı metinlerde Melita, Malazia, Malita, Maldia, Maldiya, Maldija şeklinde geçer ve bu kelimenin Hititçe “bal” anlamına geldiği belirtilir. Asur belgelerinde Milidia, Melidia, Melitea, Milid, Meliddu, Melide ve Urartu belgelerinde Melita adıyla anılır. Şimdiki eski Malatya’nın bulunduğu yerde kurulan Roma’ya bağlı şehre de Melita, Melitene ismi verilmiştir. İslâmî dönemde bu ad eski imlâsına yakın bir şekilde Malatiyye ve Malatya şekline dönüşmüştür.

Malatya’nın tarihî geçmişi oldukça eski dönemlere kadar iner. Aslantepe höyüğünde milâttan önce 3300-3000 yıllarına ait kerpiç saray, 3600-3500’lere ait bir tapınak, binlerce mühür baskı, metal eserler bulunmuştur. Burası milâttan önce 2300 yıllarında Anadolu ile Mezopotamya arasında Akadlı Sargon zamanından beri işleyen, Hititler devrinde de kullanılacak olan Hattuşaş-Kültepe-Tegarama (Gürün)-Taranta (Darende)-Melit (Malatya)-Samusat (Samsat)-Urşu (Urfa) güzergâhında yer alan önemli bir şehir durumundaydı. Proto Hitit olarak kabul edilen Kuşarra Krallığı’nın bölgedeki hâkimiyetinden sonra Malatya ve çevresi uzun süre Hititler’in yönetimi (m.ö. 1650-1300) altında kaldı. Geç Hitit döneminde Meliddu Devleti’nin merkezi oldu. Milâttan önce 1090’dan sonra Kargamış Krallığı’nın hâkimiyeti altına girdi. Milâttan önce 876’dan itibaren yörede hissedilmeye başlanan Asur baskısı, III. Salmanasar’ın yaptığı üç seferin ardından kesin hâkimiyete dönüştü. Urartu hâkimiyeti dönemi Asurlar karşısında yenilgiye uğramalarıyla sona ermiş (m.ö. 707) ve Malatya, Kommanu Krallığı’nın başşehri haline gelmişti. Pers idaresinde Malatya şehri Kapadokya satraplığının on valiliğinden biri oldu ve ardından sırasıyla Selevkoslar, Pontus ve Kommanege krallıklarına (m.ö. 69-m.s. 72) bağlandı. Kapadokya’nın Roma hâkimiyetine geçmesiyle İmparator Titus devrinde XII. Fulminata lejyonunun daimi karargâhının Arslantepe’nin dört km. kuzeyine taşınmasıyla şehir burada gelişmeye başladı ve Roma’nın doğu sınırlarını koruyan askerî bir üs niteliği kazandı. Surları 532’de tamamlatan İmparator Iustinianus aynı zamanda burayı III. Armenia eyaletine de merkez olarak seçti. Ardından Bizans-Sâsânî savaşlarına ve Bizans İmparatorluğu ile müslüman Araplar arasında mücadeleye sahne oldu. Yermük Savaşı’ndan sonra Bizans ordusundan kaçanları takip eden İyâz b. Ganm, Malatya’ya kadar ilerleyerek şehir halkıyla cizye ödemeleri şartıyla bir anlaşma yaptı; fakat Herakleios şehri yaktırdı. Malatya bir süre sonra Habîb b. Mesleme tarafından alındıysa da (17/638) Muâviye Suriye valiliğine tayin edilince Habîb’i tekrar Malatya üzerine sevketti ve şehir yeniden ele geçirildi (35/655-56). Ancak bu durum süreklilik kazanmadı, iki taraf arasında sık sık el değiştirdi. Emevî Halifesi Hişâm b. Abdülmelik döneminde 123 (741) yılında bir defa daha müslümanlar tarafından fethedilen şehir yeniden imar edildi. Bizans kuvvetleri 133 (750-51) ve 138 (755-56) yıllarında şehri tekrar işgal ettiler. Bunun üzerine Abbâsî Halifesi Ebû Ca‘fer el-Mansûr, el-Cezîre Valisi Abdülvehhâb b. İbrâhim b. Muhammed ile Hasan b. Kahtabe’yi 70.000 savaşçıyla Malatya’ya gönderdi ve şehir altı ay içerisinde yeniden inşa edildi. Bizans kuvvetleri bu sırada Malatya’ya yürüdülerse de müslüman savaşçıların sayıca çok üstün olduğunu haber alıp geri döndüler (140/757). Malatya, Bizans-Arap mücadelesinde müstahkem surları ve askerî gücüyle dikkati çeken bir sınır şehri özelliği taşıdı. Daha sonra yazılan bazı tarihî ve edebî eserlerde bu dönem Battal Gazi’nin adı ve kahramanlık menkıbeleriyle özdeşleştirildi. Malatya, Emevîler devrinde, Sugūrülcezeriyye’nin Abbâsîler döneminde ve özellikle Hârûnürreşîd zamanında Avâsım adıyla oluşturulan bölgenin önemli merkezlerinden biriydi; ayrıca Abbâsîler tarafından Horasan’dan nakledilen Türkler’in yerleştirildiği şehirler arasında yer aldı. 449-450 (1057-1058) yıllarında Kars-Erzurum üzerinden Kemah’a ulaşan Türk kuvvetlerinden Emîr Dînar kumandasındaki bir grup Malatya’yı ele geçirdi. Şehre yönelik Türk akınları bundan sonra da sürdü. Bizans İmparatoru X. Konstantinos Dukas, Türk akınlarına mâruz kalan Malatya’yı tekrar imar ettirdi. 459’da (1067) Afşin Malatya yakınlarında bir Bizans ordusunu mağlûp etti. Malazgirt Muharebesi’nin ardından yöredeki istikrarsızlıktan faydalanılarak Malatya’dan Maraş’a kadar uzanan sahaya Ermeniler yerleştirildi. Malazgirt zaferinden sonra Alpaslan tarafından Anadolu fetihlerine devam etmekle görevlendirilen Türk beyleri Malatya’yı fethettilerse de şehir daha sonra tekrar Bizanslılar’ın eline geçti. Kilikya’da bir Ermeni prensliği kurmuş olan Philaretos kendisine Bizans’ın temsilcisi süsü vererek 1074’te Malatya’yı zaptetti ve burayı Thoros, Hareb ve Gabriel adlı valiler aracılığıyla yönetti. Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıcarslan, 490 (1097) yılı kış aylarında o sırada Dânişmendliler’in de ele geçirmek istediği Malatya üzerine yürüdü ve şehri bir süre kuşattı. Ancak I. Haçlı Seferi ordularının başşehri İznik’i ele geçirmek istediklerini haber alınca kuşatmaya son verip İznik’e hareket etti. Daha sonra Dânişmendli Gümüştegin Gazi, Malatya’yı fethetmek amacıyla harekete geçince Gabriel Antakya Prinkepsi Bohemund’u yardıma çağırdı. Malatya’ya gelen Bohemund Gümüştegin Gazi tarafından esir alınıp Niksar’da hapsedildi (Şevval 493 / Ağustos 1100). Gümüştegin Gazi şehri kuşatarak 3 Zilhicce 495 (18 Eylül 1102) tarihinde ele geçirdi. Onun ölümünden (1104) sonra I. Kılıcarslan Malatya’yı zaptetmek üzere tekrar harekete geçti ve iki ayı aşkın bir süre şehri kuşatıp teslim almaya muvaffak oldu (1 Muharrem 500 / 2 Eylül 1106). Malatya’nın zaptedilmesi I. Kılıcarslan’a Güneydoğu Anadolu’ya doğru genişleme imkânı verdi.

I. Kılıcarslan’ın 500 (1107) yılında ölümü üzerine oğlu Tuğrul Arslan Malatya’da


sultan ilân edildi. Tuğrul Arslan’ın annesi Ayşe Hatun, Artuklu Beyi Belek b. Behrâm ile evlenerek onu oğluna atabeg tayin etti. İdareye hâkim olan Belek, bir süre sonra Malatya ve Elbistan’ı da beyliğine ilhak ederek hâkimiyet alanını genişletti. Belek’in 518’de (1124) öldürülmesinin ardından Dânişmendli Hükümdarı Emîr Gazi, Malatya Meliki Tuğrul Arslan ile Harput Artuklu Emîri Süleyman arasındaki ihtilâflardan faydalanarak şehre hücum etti ve uzun süren bir kuşatmadan sonra Malatya’yı teslim aldı (518/1124). Dânişmendliler’in Malatya’daki hâkimiyetleri uzun süre devam etti. Anadolu Selçuklu Sultanı I. Mesud Malatya’yı 1143 ve 1144’te iki defa kuşattıysa da alamadı. Sultan Mesud 547 (1152) yılında üçüncü defa Malatya üzerine yürüdü ve şehrin surlarını tahrip etti. Bunun üzerine Dânişmendli Emîri Zülkarneyn annesiyle birlikte sultanın huzuruna çıkıp af diledi. Sultan da kendisine tâbi olması şartıyla Zülkarneyn’in Malatya’daki hâkimiyetini devam ettirmesine izin verdi. Ardından Miryakefalon’da Bizans’a ağır bir darbe indiren ve Bizans tehlikesini böylece bertaraf eden Sultan II. Kılıcarslan Malatya üzerine yürüdü; dört aylık bir kuşatmadan sonra şehri ele geçirdi (11 Cemâziyelevvel 574 / 25 Ekim 1178) ve Dânişmendliler’in bu koluna son verdi. Malatya, Anadolu Selçukluları döneminde “Dârürrif‘a” (üstünlük ve asalet şehri) unvanıyla anılırdı.

Anadolu Selçuklu şehzadelerinden Muizzüddin Kayser Şah ile I. İzzeddin Keykâvus Malatya meliki olarak görev yaptılar. I. Alâeddin Keykubad da ağabeyi I. İzzeddin Keykâvus tarafından Malatya yakınlarındaki Minşâr Kalesi’nde hapsedildi (1212-1220). Sultan Alâeddin 624’te (1227) Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’l-Eşref’in kız kardeşiyle Malatya’da evlendi. I. Alâeddin Keykubad, Moğol tehlikesinin gelişmesi üzerine tahkim ettirdiği Malatya’da halifenin elçilerini de ağırladı. Dânişmendli ve Selçuklu devrinde Malatya önemli kültür ve ilim şehri özelliği kazandı, çok sayıda İran ve Arap asıllı âlim buraya yerleşti. Selçuklular devrinde pek çok yapıyla bezendi.

Moğollar’dan kaçarak batıya doğru ilerleyen Türkmen kitleleri Malatya’nın da içinde bulunduğu bölgeye yerleştirildi. Moğollar, Kösedağ galibiyetinin ardından (1243) Malatya’ya yönelik ilk girişimlerinden bir sonuç alamadılarsa da 1244’te Yasavur Noyan şehri kısa süre için ele geçirdi. 1258’de Baycu Noyan tarafından tahribata uğratıldı. Elli yıl kadar İlhanlı valilerince yönetilen Malatya’da İlhanlı Veziri Reşîdüddin tarafından bazı hayrat yaptırıldı, Fırat’tan ayrılacak kanallarla sulanan yerlere yeni köyler kurulması düşünüldü (Mükâtebât-ı Reşîdî, s. 27, 277). Hülâgû, Fırat şehri üzerinden ordusunu geçirmek için 1282’de Malatya civarında köprüler yaptırdı. Abaka Han, Anadolu’yu III. Gıyâseddin Keyhüsrev ile II. Mesud arasında taksim edince Malatya’yı Mesud’a vermişti. Şehirdeki hıristiyan halkın saldırı ve yağmalarından ve Moğollar’la iş birliği yapmalarından rahatsız olan Malatya ahalisi Moğol baskısından kurtulmak için Memlükler’i şehirlerine davet etti. Bunun üzerine Memlük Sultanı el-Melikü’n-Nâsır Muhammed b. Kalavun, 715’te (1315) Dımaşk nâibi Seyfeddin Tengiz kumandasındaki bir orduyu Malatya’ya sevketti. Memlük ordusu 22 Muharrem 715’te (28 Nisan 1315) şehre girdi. Malatya hâkimi Cemâleddin Hızır bazı şartlarla şehri teslim etmek istemesine rağmen askerler tarafından yağma ve tahrip edilmesine engel olamadı (Ebü’l-Fidâ, VII, 88-89). Memlük Sultanı el-Melikü’n-Nâsır şehri yedi bölgeden oluşan bir sınır eyaleti haline getirdi. Bu sırada şehrin etrafında yedi kale vardı (İA, VII, 229). Emîr Çoban şehirde tekrar hâkimiyet kurdu. Ardından bir ara Eretnalılar’ın idaresine giren Malatya’ya 1338’den itibaren Memlükler hâkim oldu. XIV. yüzyılın ilk yarısından itibaren Malatya ve civarı Dulkadıroğulları ile Memlükler arasında mücadele alanı haline geldi; bazan Memlük valileri, bazan da Dulkadır beyleri tarafından yönetildi.

Malatya ilk olarak 1399’da Yıldırım Bayezid tarafından Osmanlı hâkimiyeti altına alındıysa da bu uzun süreli olmadı. Yıldırım Bayezid, Mısır Sultanı Berkuk’un ölümü üzerine Memlük nüfuz sahasına inerek Fırat havzası boyunca Malatya, Elbistan, Behisni, Darende ve Divriği’yi ele geçirip Osmanlı sınırını doğuda genişletmişti. Malatya’nın Osmanlı hâkimiyetine geçmesi vesilesiyle kaynakların hemen hepsinin ortak olarak kaydettiği husus şehrin Türkmenler’den alındığıdır. Yıldırım Bayezid, Malatya’yı Dulkadıroğlu Nasreddin Mehmed’e bırakarak Bursa’ya dönmüştü. 1400’de Anadolu’ya giren Timur, önce Sivas ve Elbistan’ı işgal etti, daha sonra Malatya’ya yöneldi. Malatya ve çevresi yağmalandı, şehrin idaresi Timur’un yanında bulunan Kara Yülük Osman’a bırakıldı (İbn Tağriberdî, XII, 218, 265). Timur’un Malatya’dan ayrılmasının ardından Dulkadıroğulları buraya tekrar hâkim oldu. Bu dönemden itibaren Malatya, Dulkadır topraklarının bir kısmını teşkil etmesi sebebiyle Osmanlı-Memlük çıkar çatışmalarının odak noktası haline geldi. 1484’te Yâkub Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetleri Malatya derbendinde Memlük kuvvetleri tarafından pusuya düşürüldü. XVI. yüzyılın başlarında Malatya


yöresi Safevî tehdidiyle karşı karşıya kaldı. 1507’de Şah İsmâil kuvvetlerinin Memlük topraklarına saldırdığı, bu arada Malatya’ya da gelerek zarar verdiği, fakat saldırının Dulkadırlı Beyi Alâüddevle tarafından durdurulduğu belirtilir. Yine Şah İsmâil’in Diyarbekir Valisi Ustaclu Mehmed 1510’da Memlük sınırını ihlâl ederek Malatya’ya kadar ilerlemişse de geri püskürtülmüştü.

Malatya, Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı idaresi altına girdi. Mısır seferi sırasında Hadım Sinan Paşa kumandasındaki ordu 28 Temmuz 1516’da Memlük sınırında olan Malatya’ya ulaştı. Ordu Sultansuyu civarında konakladığında Sinan Paşa şehrin Memlük valisine haber gönderip askerlerin Fırat üzerinden köprü kurarak geçmelerine izin verilmesini istedi. Bu istek kabul edilmeyince de Malatya’yı ele geçirdi.

Osmanlı idaresine girdikten sonra Malatya sınır şehri olma özelliğini tamamen yitirdi ve sınırdan içeride bulunan bir şehir haline geldi. Ticarî ve ziraî imkânlarına rağmen Ortaçağ’daki parlak günlerine kavuşamadı. Bununla birlikte zaman zaman bazı siyasî ve içtimaî hadiselere sahne oldu. XVI- XVIII. yüzyıllar arasında Malatya ve civarında da eşkıyalık olayları vuku buldu. Bilhassa Safevîler’in propagandalarından etkilendi. Yıkıcı tesirleri görülen hareketler, 1577’de Şam Diyâde adlı eşkıyanın düzmece Şah İsmâil sıfatıyla yöredeki aşiretleri ayaklandırması ve 1584-1591’de Malatya ile çevresinde bin kadar bölükbaşı ile uzun süre eşkıyalık yapan Kiziroğlu Mustafa’nın faaliyetleridir. 1592-1595 yıllarında Halep Türkmen beylerinden olup vergi toplamakla görevli Ferruh Bey ve adamlarının halka yaptığı zulümler, 1592 sonrasında Rişvan, Bal Hasanlu, Selmanlu vb. aşiretlerin eşkıyalıkları, 1595-1600 arasında Malatya’da il erleri teşkilâtı başına yiğitbaşı tayin edilen Karayazıcı Abdülhalim’in faaliyetleri, 1608’de isyan etmiş olan Karakaş Ahmed Paşa’ya Celâlîliği bırakması karşılığında Malatya mutasarrıflığının verilmesi, XVIII. yüzyıl başlarında Malatya’da yeniçeri serdarı olan Mehmed’in halka yönelik baskıları da şehri olumsuz etkileyen olaylar içinde yer alır.

Malatya, genellikle XVII. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı Devleti’nin doğudaki bazı siyasî-askerî teşebbüslerinde konak yeri olmuştur. 1635 Kasımında Revan seferi dönüşünde IV. Murad Diyarbekir’den Malatya’ya gelmiş ve Malatya’da iken meşhur zorbalardan Nûh Halîfe yakalanarak idam edilmiştir. 1639’da IV. Murad Bağdat seferi dönüşünde bir süre Malatya’da kalmıştır.

Şehrin bugünkü yerine, Aspuzu bağlarına taşınmasına sebep olan hadise ise Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrâhim Paşa kumandasında Anadolu’ya gönderdiği orduya karşı umumi karargâhın 1838 yazında Elazığ’dan (Mezraa) Malatya’ya nakledilmesidir. O sırada Aspuzu’daki yazlık evlerinde oturan Malatyalılar, ordunun şehirden ayrılmasından sonra harap hale gelmiş olan kışlık evlerine dönmemişler ve Aspuzu’da oturmayı sürdürmüşlerdir; böylece burası modern Malatya’nın çekirdeğini oluşturmuştur. Nitekim XIX. yüzyılın sonunda yeni Malatya on dördü Aspuzu merkezinde olmak üzere Çırmıktı ve eski Malatya’dakilerle birlikte altmış yedi mahallesi, 5000’e yakın evi, elli kadar cami ve mescidi, altı medresesi, on kilisesi, dükkânları, dokuz hanı, beş hamamı, kırk beş değirmeni, bir ortaokul, çok sayıda sıbyan mektebi, inşası süren Yenicami ile (halkın deyimiyle “Teze Cami”) kısa sürede gelişen bir şehir halini almıştır. 1889 ve 1890’da binlerce dükkânın yanmasına sebep olan iki büyük yangın geçiren Malatya 3 Mart 1893’te vuku bulan depremden de etkilenmiştir. Bu felâkette 1300 kişi ölmüş, 1200 ev, dört cami ve çok sayıda dükkân yıkılmış, ertesi yıl yerlerine yenileri yaptırılmıştır. 1893’te vuku bulan kolera salgınında da 896 kişinin öldüğü tesbit edilmiştir.

Millî Mücadele’nin başlangıç yıllarında Malatya küçük çaplı bir askerî harekâta sahne oldu. Diyarbekir ve Malatya’ya Türkiye aleyhine faaliyette bulunmak üzere gönderilmiş olan İngiliz ajanı Binbaşı Noel, 6 Eylül 1919’da Elazığ Valisi Ali Galib ile birlikte Malatya’dan Sivas’a askerî bir hareketle burada toplanacak olan kongreyi basmayı planlamış, bunu yapabilmek için de Malatya’da mutasarrıf olan Halil Bey’e bağlı aşiret kuvvetleriyle iş birliği yapmıştı. Fakat gelişmelerin Sivas’ta duyulması üzerine Mustafa Kemal Paşa’nın müdahalesiyle 8 Eylül’de Sivas’tan askerî birlikler Malatya’ya gönderilmiş, bunun üzerine Noel ve beraberindekiler Malatya’yı terketmiştir.

Fizikî, Demografik ve Ekonomik Yapı. Eskiçağ’larda daha çok kuvvetli bir askerî üs özelliği taşıyan Malatya Ortaçağ’larda giderek gelişme gösteren bir şehir haline geldi. Arap coğrafyacısı İstahrî X. yüzyılda Malatya’yı büyük bir şehir olarak tasvir eder. Etrafı dağlarla çevrili olan şehirde asma, badem ve ceviz ağaçlarının bol olduğunu, toprağında hem sıcak hem soğuk bölge tahıllarının yetiştirildiğini söyler. Hamdullah el-Müstevfî XIV. yüzyılda Malatya’yı kuvvetli bir kalesi olan, otlakları meşhur, mısır, pamuk ve çeşitli meyvelerin yetiştirildiği güzel bir şehir olarak anlatır. Zekeriyyâ el-Kazvînî’nin Âŝârü’l-bilâd’ında Rum ülkesinde bulunan bu meşhur şehirdeki bir dağdan beyaz bir su fışkırdığı ve Fırat nehrinin bölgedeki ziraatı zenginleştirdiği anlatılır. İbnü’l-Adîm ise müslümanların elinde olan Malatya’nın mâmur, büyük ve bol suya sahip, kendini koruyabilen bir şehir olduğunu kaydetmektedir. Osmanlı idaresi altına girdikten hemen sonra yapılan bir tahrire göre Malatya’da yirmi yedisi müslüman, dördü gayri müslim iskânına açık otuz bir mahalle vardı. Toplam hâne sayısı 1132 olup bunun 947’sini müslümanlar, 185’ini hıristiyanlar oluşturuyordu. Bu rakamlara göre şehirde 6000-6500 dolayında bir nüfus bulunuyordu. Fizikî yapı ve nüfus hacmiyle Malatya orta büyüklükteki şehirler kategorisinin alt seviyelerinde yer almaktaydı. 925’te (1519) yapılan bu resmî tesbitler bundan kırk yıl sonraki sayımlarda da çok büyük bir farklılık göstermemektedir. 967 (1560) sayımına göre şehirde yirmi dokuz müslüman, dört hıristiyan mahallesinde toplam 1563 hâne vardı. Bunun 1233’ünü müslümanlar teşkil ediyordu. Toplam nüfus ise tahminen 8000 dolayına ulaşmaktaydı. XVI. yüzyıl boyunca şehrin fizikî yapısı ve nüfusu durgun bir seyir takip etmişti. Bu dönemde en büyük mahalleleri Câmi-i Kebîr, Mescid-i Atabey, Mescid-i Hasan Bey, Mescid-i Kûçek, Bâb-ı Meşak adlarını taşıyordu. Şehir XVII ve XVIII. yüzyıllarda da beklendiği ölçüde gelişme gösteremedi. 1028-1034 (1619-1625) yıllarına ait avârız kayıtlarını ihtiva eden bir deftere göre avârızhâne sayısı 330 kadardı. Bu da yaklaşık 15.000’e ulaşan bir nüfusa işaret etmektedir (BA, MAD, nr. 43, s. 83, 104). 1619’da Sivas’tan Malatya’ya gelen Polonyalı Simeon surlarla çevrili, bol meyve mahsulü olan şehirde ahali bağ bozumu için yazlık mahalle gittiğinden dolayı bekçiden başka kimseyi göremediğinden bahseder. 100 Ermeni hânesi bulunduğunu söyleyen seyyah ucuzluk ve bolluktan söz eder. Kâtib Çelebi’nin İbrâhim Müteferrika’nın ilâvelerini de ihtiva eden Cihannümâ’sında Malatya bayındır ve büyük bir şehir olarak gösterilir. Dağların eteğinde uzayıp giden bahçeleriyle bol suları methedilir.


IV. Murad’ın silâhdarı Mustafa Paşa’nın burada yaptırdığı han, şehrin yakınında Kırkgöz denilen kantarmalı köprü, 1646’da Melek Ahmed Paşa tarafından tamir ettirilmiş olan ve halk arasında Battal Gazi’nin doğduğu ev olduğuna inanılan yapı zikredilir. Malatya ve civarına dair en geniş bilgiyi veren Evliya Çelebi, 1065’te (1655) gördüğü Malatya’yı yedisinde Ermeniler’in de ikamet ettiği otuz iki mahallesi, çevresinin uzunluğu 5100 adım olan kalesi, on iki camisi, yirmi mescidi, tekkeleri, bir çarşısı, on bir sarayı, Silâhdar Hanı, yedi sebili, yedi hamamı, mektepleri, çevresindekilerle birlikte yedi kilisesi, pabuççu ve bezzâzların kaldığı bekâr odalarıyla anlatır. Şehrin 5265 tek veya iki katlı kâgir hânesinden 300’ünün kale içinde yer aldığını, kale dışındaki evlerin ise büyük bir varoşu oluşturduğunu, mahallelerin gece kapatılan kapıları bulunduğunu yazar. Ahalinin yazın göçtüğü Aspuzu’da da cami, medrese, çocuk mektepleri gibi binalar ve her türlü meyvenin yetiştiği 700-800 bağ, 300 kadar fıskıyeli ve havuzlu âyan ve kibar evleri mevcuttur (Seyahatnâme, IV, 7-19). 1067 (1657) tarihli bir şer‘iyye sicil defterinde yer alan bilgiler, Evliya Çelebi’nin verdiği mahalle sayısını doğrulamakla birlikte ev sayısının abartılı olduğuna işaret eder. Buna göre Malatya’da otuz beş mahalle (biri karışık, ikisi gayri müslim, otuz iki müslüman mahallesi), 293 avârızhâne vardı. Bu da şehirde 14.000 dolayında nüfusun mevcut bulunduğunu gösterir. XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinde ise mahalle sayısının XVII. yüzyıldaki rakamlarla hemen hemen aynı kaldığı (otuz iki-otuz dört mahalle), avârızhane sayısının ise biraz arttığı (368-372 dolayında) tesbit edilmektedir. Buna göre tahminî nüfusunun 18.000 civarında kaldığı söylenebilir.

Malatya’nın XIX. yüzyıldaki durumu hakkında çok sayıda seyyah veya görevli bilgi vermektedir. 1835’te Anadolu’da yaptığı gezi sırasında Malatya’ya uğramış olan İngilizler’in Erzurum konsolosu J. Brant harap halde gördüğü eski Malatya’nın yazlık kısımla birlikte 2800’ü Türk, 1123’ü Ermeni olan 3923 hânesi bulunduğunu, aşiret eşkıyalıklarının, veba-kolera gibi hastalıkların nüfusun azalmasına sebep olduğunu yazmıştır. Tesbitlerine göre çoğu kısımları yıkılmış olan surları, basit kerpiçten yapılma evleri bulunmakta, sadece iki cami ve iki kervansaray dikkati çekmektedir. 1838’de Hâfız Paşa ile birlikte uzun süre Malatya’da kalan Alman Mareşali Moltke, şehrin Nizip harbi öncesi Osmanlı ordusunun kışlağı haline gelmesini ayrıntılı biçimde anlatmaktadır. 5000 kadar kerpiçten yapılma düz damlı evleri olan bu önemli şehrin ahalisi yazları Aspuzu’ya göçmektedir. Aspuzu’da kiraz, elma, kayısı, ceviz, incir, dut ağaçlarından meydana gelen, iki saatlik mesafedeki bir ormanın içine gömülmüş vaziyette 5000 ev bulunmaktadır. Aynı yıl şehre gelen Ainsworth eski Malatya’nın bir o kadarı harabe olan 500 evden meydana geldiğini, şehrin perişan haline Hâfız Paşa’nın ordusunun karargâhı olmasının yol açtığını anlatır; 8000 Türk ile 3000 Ermeni’den müteşekkil 11.000 nüfusun bulunduğunu kaydeder. Poujoulat aynı yıllarda, uçsuz bucaksız bahçelerin içerisinde gizlenmiş görünümde olan şehrin 15.000 Türk, 5000 Ermeni nüfusu barındırdığını ve geniş Malatya ovasının dağınık Türkmen çadırları ile dolu olduğunu ifade eder.

Charles Texier, yaz aylarında Malatya’ya geldiğinde halkın Aspuzu bağlarına çekildiği bir dönemde şehri boş ve ıssız bulmuş, birkaç nizâmiye alayının ilâvesiyle şehrin dağınık haldeki nüfusunun 30.000’e ulaştığını, bunun üçte bire yakınının Ermeni nüfus olduğunu yazmıştır. XIX. yüzyıl sonlarında Vital Cuinet 30.000 olan şehir nüfusunun 26.880’inin müslüman, 3000’inin gayri müslim olduğunu belirtir. Malatya yöresinin ticarî önemine ve ziraî kapasitesine rağmen şehrin imar görmediğini ifade eden müellif eski Malatya’nın yılın yarıdan fazlasında terkedildiğini, zenginlerin sadece kışı geçirmek için buraya döndüklerini, diğer zamanda terkedilmiş izlenimi veren eski şehirde Aspuzu’da arsa alamayacak durumdaki 300 hâne nüfusun yaşamakta olduğunu anlatır. 1871-1872 yılına ait resmî Osmanlı yıllıklarına göre ise Malatya’da kırk dört mahalle, 2967 hâne vardı. 1883-1884’te ise şehirde 24.771 kişi yaşıyordu. Eski Malatya’nın nüfusu 4542 idi. XX. yüzyılın başlarında Halep’ten Konya’ya yaptığı seyahat esnasında Malatya ve civarını gezen Gertrude Lowthian Bell, terkedilmiş ve sokakları bomboş olan şehirdeki camilerin yıkıntı halinde olduğunu, hâlâ ibadete açık durumdaki ulucaminin renkli yazıları bulunduğunu ifade etmiştir.

Ticarî ve askerî yollar üzerinde yer alan Malatya şehirde ve şehir dışındaki hanları, bahçeleri, önemli ziraî geliriyle bir ticaret merkezi durumundaydı. Bu özelliği, Osmanlı devrinde alınan vergilerden ve şehirdeki ticarî yapılardan da tesbit edilebilir. 1520’de şehirde geliri evkaf ve emlâke verilen 228 adet dükkân bulunmaktaydı. XVI. yüzyılın ilk yarısına ait diğer tahrirlerde belirtildiği üzere şehirde bir han, bir bedesten ve 200 civarında dükkân mevcuttu ve ihtisab, damga, resm-i kapan, mahsûl-i han, bâc-ı siyah, mahsûl-i bezzâzistan, yol bacları gibi vergiler vergi gelirleri içinde önemli yer tutmaktaydı. Meselâ damga ile birlikte ticarî vergi olan ihtisab geliri 1520’de 20.000, 1553’te 27.000, 1560’ta 12.000, 1612’de 52.000 akçedir. 1520 ve 1530’da şehirden on üç kalem vergiden 184.400 akçe, 1560’ta yirmi üç kalem vergiden 511.093 akçe bedel alınacağı tesbit edilmiştir. Şehirde gelişmiş bir dokuma sanayiinin mevcudiyeti yüksek miktarda alınan boyahane vergisinden de anlaşılmakta, 1530’da 24.000, 1560’ta 35.000 akçe geliri bulunmaktadır. Selçuklu devrinde yünlü, pamuklu, bez ve halı dokumacılığının belli başlı merkezlerinden biri olan Malatya Osmanlı döneminde de bu özelliğini korumuştur. Kırmızı iplik halinde pamuk üretimi yapıldığı, beyaz çarşaflarının ünlü olduğu ve Halep’e giden kervanlar içinde Malatya’dan yüklenen pamuk ve kuruyemişin de bulunduğu şehirde boyahane dışında kirişhâne, güherçile imalâthanesi gibi küçük sınaî birimleri de yer alıyordu.

Malatya ve yöresi Osmanlı hâkimiyetine girdikten sonra 1517 tarihli olduğu tahmin edilen bir sancak listesinde Malatya, Yahya Paşaoğlu Mehmed Bey’in yönetiminde Arap vilâyeti içinde yer alan


bir sancak olarak zikredilmiştir (TSMA, nr. 9772, vr. 4a). 1521 tarihli bir yazmada (Kānunname, vr. 116a-117a) aynı vilâyet sınırları içinde görülen Malatya 1522’den itibaren Rûm-ı Hâdis eyaletine bağlanmıştır (BA, TD, nr. 387, s. 341). 1559’da Malatya ve Bozok sancağı sefer sebebiyle Dulkadır eyaletine bağlanmışsa da tekrar Rum eyaletine iade edilmiştir (BA, MD, nr. 3, s. 373, hk. 1000; nr. 4, s. 69, hk. 696). 1568 yılından itibaren yeniden Dulkadır’a bağlanmış, doğuya yapılan seferlerden dolayı 1578-1588 arasında bazı arşiv kayıtlarında hem Dulkadır hem de Rum eyaleti içinde gösterilmiş, bu tarihlerden XIX. yüzyıla kadar kısa bir dönem hariç Maraş eyaleti dahilinde yer almıştır (BA, KK, nr. 266, s. 60). Malatya sancağında 1717-1718 yıllarında mâlikâne sistemine geçilmiş ve şehir bu durumunu daha sonraki yıllarda da muhafaza etmiştir. Malatya sancağı uzun yıllar gerek mütesellim gerekse mâlikâne sahibi olarak Rişvanzâdeler’in yönetiminde kalmış, bunlar halkın şikâyeti sebebiyle zaman zaman görevlerinden alınmıştır. Malatya 1839-1845 arasında Diyarbekir eyaletine bağlı kazalar arasında gösterilmiştir (BA, Cevdet-Dahiliye, nr. 7077). 1874 tarihli Devlet Salnâmesi’nde de Akçadağ, Behisni, Hısnımansûr ve Kâhta kazalarından müteşekkil bir sancaktır. 1883’te Malatya Ma‘mûretülazîz (Elazığ) vilâyetine bağlanmıştır. 1909 ve 1915 yıllarında müstakil vilâyet olmak için girişimler olmuşsa da 1917-1918 tarihli son Devlet Salnâmesi’nde de aynı vilâyete dahil olduğu görülmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, TD, nr. 163, 257, 324, 387, s. 341; nr. 408, 758, 997; BA, KK, nr. 262, s. 53, 194; nr. 266, s. 60; nr. 523, s. 32-33; BA, Ali Emîrî-Kanûnî Sultan Süleyman, nr. 122, 131; BA, A.MKT, Umum Vilâyât, nr. 91/93; BA, Cevdet-Maliye, nr. 28478; BA, Cevdet-Dahiliye, nr. 6095, s. 45; nr. 7077; BA, A.NŞT, nr. 1355, s. 13; BA, MAD, nr. 43, s. 83, 104; nr. 134, s. 350; BA, MD, nr. 3, s. 373, hk. 1000; nr. 4, s. 69, hk. 696; nr. 18, s. 211, hk. 245; nr. 62, s. 159, hk. 350; nr. 116, s. 41; nr. 121, s. 4, hk. 4; nr. 131, s. 123; TK, TD, nr. 142; TSMA, nr. 5246; nr. 9772, vr. 4a; nr. 10057, vr. 5a-6a; Malatya Şer‘iyye Sicilleri, nr. 1049, s. 39, 48, 58, 169, 197; nr. 1050, s. 31, 53, 56, 112, 121, 130; Kānunnâme, Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 1969, vr. 116a-117a; Belâzürî, Fütûh (Fayda), s. 264-270, 273-274, 285; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), bk. İndeks; Sem‘ânî, el-Ensâb (Bârûdî), V, 379-380; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân (Cündî), V, 223; İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-Alâiyye: Selçukname (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 1996, I-II, bk. İndeks; Zekeriyyâ b. Muhammed el-Kazvînî, Âŝârü’l-bilâd, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 421, 564; Süryani Mikhail, Vekāyinâme: 1042-1195 (trc. H. D. Andreasyan), TTK Ktp., s. 16 vd., 30 vd.; Ebü’l-Ferec, Târih, I, 312, 330 vd.; II, 184, 341 vd., 544; Reşîdüddin Fazlullah, Mükâtebât-ı Reşîdî (nşr. Muhammed Safi), Lahore 1947, s. 27, 263, 277; Ebü’l-Fidâ, el-Muħtaśar, Beyrut 1380/1960, II, 136, 137-138; III, 15; VII, 88-89; İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü’z-zâhire, XII, 218, 265; İbn İyâs, BedâǿiǾu’z-zühûr, IV, 446, 462, 482; Urfalı Mateos Vekāyinâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162) (nşr. ve trc. H. D. Andreasyan), Ankara 1978, s. 204, 281 vd.; Hasan-ı Rûmlû, Aĥsenü’t-tevârîħ: A Chronicle of the Early Safawis (nşr. ve trc. C. N. Seddon), Baroda-Kalküta 1931, I, 96, 136; Feridun Bey, Münşeât, I, 300 vd., 369-379, 426, 458-511; II, 300; Şeref Han, Şerefnâme (trc. Mehmet Emin Bozarslan), İstanbul 1990, s. 222, 506; Ayn Ali, Kavânîn-i Âl-i Osmân, s. 21-23; Peçuylu İbrâhim, Târih, I, 56 vd., 117 vd., 278; II, 252; Kâtib Çelebi, Cihannümâ, s. 410-411, 600-601; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, IV, 7-20; Müneccimbaşı, Sahâifü’l-ahbâr, II, 358-386, 448, 462-463, 478-479; Naîmâ, Târih, II, 564-565; III, 1317, 1460; Cuinet, II, 369, 375; Gabriel, Voyages, I, 264; H. von Moltke, Türkiye Mektupları (trc. Hayrullah Örs), İstanbul 1969, s. 211-234; M. Halil Yinanç, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri I: Anadolu’nun Fethi, İstanbul 1944, tür.yer.; W. M. Ramsay, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası (trc. Mihri Pektaş), İstanbul 1960, s. 47 vd.; E. Honigmann, Bizans Devletinin Doğu Sınırı (trc. Fikret Işıltan), İstanbul 1970, s. 17 vd., 39-40, 55-58, 227; a.mlf., “Malatya”, EI² (İng.), VI, 230-231; İ. Metin Kunt, Sancaktan Eyalete 1550-1650, İstanbul 1978, s. 128, 138, 150, 188; Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul 1984, bk. İndeks; Nejat Göyünç, Malatya’dan Görüş, İstanbul 1985, s. 16-20; M. Frangipane, “Arslantepe-Melid-Malatya”, Arslantepe Hierepolis Lasos Kyme (trc. Erendiz Özbayoğlu), Ankara 1993, s. 54 vd.; Yusuf Halaçoğlu, XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, Ankara 1997, s. 131, 136-138; Adnan Işık, Malatya: 1830-1919, İstanbul 1998, s. 153 vd., 247-248, 286; Göknur Göğebakan, XVI. Yüzyılda Malatya Kazası: 1516-1560, Malatya 2002; Muharrem Kesik, Türkiye Selçuklu Devleti Tarihi, Sultan I. Mesûd Dönemi: 1116-1155, Ankara 2003, bk. İndeks; J. Brant, “Journey Through a Part of Armenia and Asia Minor in the Year 1835”, JRGS, VI (1936), s. 211; Selâhattin Tansel, “Silahşör’ün Fetihnâme-i Diyar-ı Arab Adlı Eseri”, TV, sy. 17-18 (1958-61), s. 294 vd., 430 vd.; Metin Tuncel, “Türkiye’de Yer Değiştiren Şehirler Hakkında Bir İlk Not”, İÜ Coğrafya Enstitüsü Dergisi, sy. 20-21, İstanbul 1974-77, s. 124, 125; Mesut Elibüyük, “Malatya Coğrafyası”, Malatya Kültür, sy. 2, Malatya 1994, s. 14-15; Besim Darkot, “Malatya”, İA, VII, 229-232; S. Faroqhi, “Malatya”, EI² (İng.), VI, 231-232.

Göknur Göğebakan




Bugünkü Malatya. Cumhuriyet döneminin başlarında il merkezi durumuna gelen Malatya şehri, hem mekânsal büyüme olarak hem de nüfus miktarı bakımından hızlı bir gelişme sürecine girmiştir. Bu gelişme 1931’de Adana-Fevzipaşa-Malatya demiryolunun, 1937’de Sivas-Malatya demiryolunun şehre ulaşmasıyla ivme kazandı. O dönemde şehir merkeziyle demiryolu istasyonunu birbirine bağlayan batı-doğu istikametinde 4,5 km. uzunluktaki İstasyon caddesinin iki tarafında da iskân bulunmuyor, meyve bahçeleri, kavak ve iğde ağaçları, tütün tarlaları sıralanıyordu. Bu cadde üzerinde 1930’lu yılların sonlarına yaklaşıldığında iki önemli sanayi kuruluşu (tütün fabrikası ve pamuklu dokuma fabrikası) gerçekleşince önce bu fabrikalarla şehrin arası, daha sonra fabrikalarla demiryolu istasyonunun arasındaki boşluklar dolmaya başladı ve şehir batısında bulunan istasyona doğru büyüme eğilimi gösterdi. Nüfusu da Cumhuriyet’in ilk sayımında (1927) 20.000’i biraz aşarken (20.399) 1950’de iki katını da aşarak 50.000’e çok yaklaştı (48.621 nüfus). Şehirde 1950-1960 arası dönemdeki sanayi faaliyetleri ilk dönemdeki kadar hızlı olmamakla beraber 1956’da şeker fabrikasının devreye girmesi, yerleşmenin istasyondan da daha batıya doğru Kayseri karayolu istikametinde büyümesini sağladı. Bu dönem aynı zamanda, bütün Türkiye’de olduğu gibi Malatya yöresinde de kırsal kesimden şehre yönelen göçlerin hızlandığı bir dönem olduğundan şehir nüfusunda önemli artışlar oldu. 1960 yılında 83.692’yi bulan


nüfus 1965’te ilk defa olarak 100.000’i aştı (104.428). Şehir kuzeye doğru da genişlemeye başladı. Yerleşme demiryolunun kuzey ve kuzeybatısına yayılarak Gazi mahallesi, Cumhuriyet mahallesi, Fatih mahallesi, Yeşil Kaynak mahallesi gibi yeni mahalleler kuruldu. Şehrin kuzeyinde eskiden beri mevcut, fakat şehirle arasında boşluklar bulunan Çarmuzu mahallesi aradaki boşluklar dolarak şehirle bütünleşti. Eskiden şehirden uzak yerleşmeler durumunda olan kuzeydeki Hanımın Çiftliği, doğudaki Çöşnük, batıdaki Karakavak, güneybatıdaki Tecde aradaki boşluklar dolarak Malatya şehriyle bütünleşti. Bu suretle Cumhuriyet’in başlarında kırk dört mahalleden ibaret olan Malatya şehrinin mahalle sayısı XXI. yüzyıla girerken seksene çok yaklaşmıştı. Nüfusu da bu mekânsal gelişmeye paralel olarak 1985’te 200.000’i aştı (243.138). 2000 yılında yapılan nüfus sayımına göre de 400.000’e yaklaştı (381.081). 2000 yılındaki bu nüfus miktarına göre Malatya Doğu Anadolu bölgesinin birinci, Türkiye’nin on dördüncü büyük şehriydi. Malatya, günümüzde önemli bir ticaret merkezi olmasının yanında çeşitli sanayi kollarının bulunduğu bir sanayi merkezi ve 1975’te kurulan İnönü Üniversitesi dolayısıyla da bir kültür merkezidir.

Malatya şehrinin merkez olduğu Malatya ili Sivas, Erzincan, Elazığ, Diyarbakır, Adıyaman ve Kahramanmaraş illeriyle çevrilmiştir. Merkez ilçeden başka, Akçadağ, Arapkir, Arguvan, Battalgazi, Darende, Doğanşehir, Doğanyol, Hekimhan, Kale, Kuluncak, Pötürge, Yazıhan ve Yeşilyurt adlı on üç ilçeye ayrılır. 12.313 km² genişliğindeki Malatya ilinin sınırları içinde 2000 yılı nüfus sayımına göre 853.658 kişi yaşıyordu, nüfus yoğunluğu ise altmış dokuzdu. Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait 2002 yılı istatistiklerine göre Malatya’da il ve ilçe merkezlerinde 250, kasabalarda 154 ve köylerde 458 olmak üzere toplam 862 cami bulunmaktadır. İl merkezindeki cami sayısı 134’tür.

BİBLİYOGRAFYA:

Belediyeler Yıllığı, Ankara 1949, II, 737-747; Sırrı Erinç, Doğu Anadolu Coğrafyası, İstanbul 1953, s. 119-120; Cemalettin Şahin v.dğr., “Malatya’da Hava Kirliliği Etmenleri ve Kirliliğin Boyutları”, Ulusal Çevre Sempozyumu (12-15 Kasım 1984), Adana 1984, s. 194-208; Malatya Belediye Başkanlığı 1986-1987 Çalışma Raporu, İstanbul 1987; Fügen Berkay, “Şehir Sosyolojisinin Temel Kavramları Çerçevesinde Malatya”, III. Battalgazi ve Malatya Çevresi Halk Kültürü Sempozyumu, Tebliğler (Malatya 19-21 Ekim 1988), İstanbul 1989, s. 80-85; Yalçın Karabulut, “Malatya’da Şehirsel Gelişme ve Getirdiği Sorunlar”, Fırat Üniversitesi Coğrafya Sempozyumu (14-15 Nisan 1986), Elazığ 1990, s. 171-190; Belediyecilik ve Şehircilik Açısından Malatya Uygulaması, İstanbul, ts.; Ali Tanoğlu, “Malatya Dolaylarında Coğrafî Geziler”, Türk Coğrafya Dergisi, sy. 2, Ankara 1943, s. 195-212; a.mlf., “Malatya Dolaylarında Coğrafî Geziler II”, a.e., sy. 5-6 (1944), s. 61-84; Bekir Deniz, “Malatya Türk Ev Mimarisinin Ana Hatları”, Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Enstitüsü Bülteni, sy. 11-12, İstanbul 1980, s. 19-23; Besim Darkot, “Malatya”, İA, VII, 231; S. Faroqhi, “Malatya”, EI² (İng.), VI, 232.

Metin Tuncel




MİMARİ. 1840 yılına kadar eski Malatya (Battalgazi ilçesi) şehir merkezi olduğundan Türk-İslâm eserlerinin ilk örnekleri burada yer almaktadır. Kale, han, hamam, zâviye, medrese, tekke, imaret, cami, mescid, namazgâh ve türbe gibi çok sayıda dinî ve sivil yapı inşa edilmişse de çoğu günümüze kadar gelememiştir. Zamanımıza ulaşabilen eserler ise harap durumdadır veya geçirdikleri yanlış restorasyon sonucunda orijinalliklerini kaybetmek üzeredir.

Cami ve Mescidler. Eski Malatya’nın en önemli eseri ulucamidir. Alâeddin Keykubad tarafından 1224 yılında Malatyalı mimar Ya‘kūb b. Ebû Bekir’e yaptırılan cami mihrap önü kubbeli planı, tuğla malzemesi ve çini mozaik süslemeleriyle dikkat çekicidir (bk. ULUCAMİ). Hal Fetih (Hötüm Dede) Minaresi eski Malatya’da ulucaminin güneyinde olup camisi yıkılmıştır. Küp şeklindeki kaba yontu taş kürsü üzerinde yükselen minarenin tuğladan silindirik gövdesine yine tuğladan sekizgen bir pabuçla geçilir. Pabuç üstünde ve şerefe altında fîrûze renkli yıldız çinilerin oluşturduğu birer bileziğin yer aldığı günümüze kalan az sayıdaki parçalardan anlaşılmaktadır. Şerefeden yukarısı bugüne ulaşmamıştır. Minare XIII. yüzyılın ilk yarısına tarihlenmektedir. Ali Baba (Musallâ) Namazgâhı güneybatı surlarının dışında Malatya yolu üzerindedir. Dikdörtgen planlı olarak düzgün kesme taşla inşa edilmiştir. Kıble duvarı ortasında yer alan mihrabında renkli taş kullanılmıştır. Bordürleri geometrik ve bitkisel süslemeli olan mihrapta kitâbeler yer almaktadır. 1243’te inşa edilmiş, 1473’te ve 1980’li yıllarda onarılmıştır. Batı surlarına yakın olan Melik Sun‘ullah (Âdile) Camii’nin bugün sadece tuğladan silindirik gövdeli minaresi ayaktadır. Diğer kısımlar temelden itibaren yenilenmiştir. Şeyh Sun‘ullah Camii ve Türbesi olarak


bilinen eserin birbirine bitişik iki yapı olduğu ve üç kitâbesi bulunduğu bilinmektedir. Minaredeki onarım kitâbesi 796 (1394) yılına aittir. Ulucaminin kuzeyinde bulunan Emîr Ömer Mescidi dikdörtgen planlı olup düzgün kesme taş ve kaba yontu taşla inşa edilmiştir. Girişten sonra batı yanında bir mezar bulunmaktadır. Örtüsü düz dam şeklinde olan mescidin, kuzey cephesinin doğu ucunda yer alan ve dışa doğru çıkıntı oluşturan taçkapısının mukarnaslı kavsarası sivri kuşatma kemerlidir. Taçkapısı etrafında bitkisel ve geometrik taş süslemeler görülür. Kuzey cephesinin batı ucundaki pencere açıklığının düz atkı kemerindeki kitâbede 971 (1563-64) tarihi okunmaktadır. Ak Minare Camii, doğu yönündeki şehir surlarının dışında Derme suyunun kenarında olup 980 (1572) yılında düzgün kesme taş ve kaba yontu taşla kare planlı ve tek kubbeli olarak inşa edilmiş, kubbeye geçiş pandantiflerle sağlanmıştır. Yapıya adını veren, küp şeklinde taş kaide üzerinde yükselen minarenin pabuç kısmı sekizgen olup her yüzünde sağır kemerler mevcuttur. Kesme taştan silindirik gövdenin şerefe kornişi üstünde kalan bölümleri restorasyon sırasında tamamlanmıştır. Sütlü Minare Camii güneydoğu surlarının hemen dışında yer almakta olup bugün harap durumdadır. Günümüze minaresiyle harim duvarlarının bir bölümü gelebilmiştir. Kalan izlerden tromplarla geçilen bir kubbe ile örtülü olduğu, duvarlarda ve minarede kaplama olarak kesme taş kullanıldığı anlaşılmaktadır. Silindirik gövdeli minaresi kare planlı bir kürsü üzerinde yükselmekte, mukarnaslı şerefeden sonra gelen petek bölümü taş bir külâhla son bulmaktadır. Yapıyı XVII. yüzyılın ilk yarısına tarihlemek mümkündür. Minaredeki onarım kitâbesinde 1223 (1808) tarihi okunmaktadır. Malatya Yenicamii, şimdiki Malatya’nın şehir merkezinde vilâyet binasının kuzeyinde bulunmaktadır. Cami, daha önce burada yer alan Hacı Yûsuf Camii’nin 3 Mart 1894 tarihindeki büyük depremde yıkılmasının ardından aynı alan üzerine inşa edilmiştir. Eski camiye ait minarenin şerefeye kadar olan kısmı halen ayaktadır. Minare kürsüsünün batı tarafındaki dört beyitlik kitâbede 1258 (1842) tarihi okunmaktadır. Duvarla çevrelenmiş bir avlunun güney ucunda yer alan cami kesme taş malzeme ile inşa edilmiştir. Kuzey cephesinde bulunan son cemaat mahallini beş kubbe örtmektedir. Son cemaat mahallinin her iki yanında birer minare bulunmaktadır. Minareler kare kaideli, daralan profillerden sonra soğan biçimli papuçlu, onaltıgen gövde ve petekli, çift şerefeli, soğan biçimli külâhlıdır. Taçkapının etrafında profiller ve birer sütunçe yer alır. Merkezî planlı camide harim içten içe 22 × 22 m. ebadındadır. İç mekândaki sekizgen biçimli dört ayağa oturan ortadaki büyük kubbeye pandantiflerle geçilmektedir. Yüksek olan yuvarlak kasnakta çok sayıda yuvarlak kemerli pencere açılmıştır. Kubbenin dört yönünü beşik tonozlar, köşelerde ise küçük kubbeler çevreler. Güney cephesinin ortasında mihrap yarım kubbesi bulunmaktadır. Mihrap beşgen formlu olup mukarnaslı kavsaraya sahiptir. Mihrabın sağındaki ahşap minber rokoko tarzında işlenmiştir. Kuzey iç cephesindeki ahşap mahfil sonradan eklenmiş olup çıkışı batı tarafındaki merdivenden sağlanmıştır. Kuzey cephesindeki cümle kapısı üzerinde bulunan kitâbeden anlaşılacağı üzere caminin inşasına 1307 (1889-90) yılında başlanmış ve 1328’de (1910) tamamlanmıştır. Yûsuf Ziyâ Paşa Camii, Malatya şehir merkezinde İzzetiye mahallesi Mücelli caddesi üzerindedir. Enlemesine harime sahip caminin kuzeyinde son cemaat mahalli ve avlusu, kuzeydoğu köşesinde türbe, kuzeybatı köşesinde sonradan yapılan minaresi vardır. Çatı ile örtülü son cemaat mahallinin yükünü taşıyan sivri kemerler dikdörtgen ayaklar üstüne oturmaktadır. Basık kemerli giriş kapısı üzerindeki kitâbede caminin Yûsuf Ziyâ Paşa tarafından zevcesi Ayşe Hanım için 1208 (1793-94) yılında yaptırıldığı kaydedilmiştir. Harim içten içe 15 × 7,40 m. ebadında olup ahşap üst örtüsü duvarlara oturmaktadır. Son cemaat yerinin kuzeydoğusundaki türbe avluya bakan cephede iki sivri kemerli eyvan şeklindedir. Türbede üç mezar sandukası bulunmaktadır. Bunlardan güneydeki sanduka, Keban ve Ergani madenleri emini olan ve Diyarbekir müşirliği yapan Süleyman Paşa’ya ait olup kitâbesinde on dört mısralık bir şiir, altında ise 1256 (1840) tarihi yer almaktadır. Malatya mutasarrıfı Şâkir Paşa’nın kızı Hamdiye Hanım’a ait olan ortadaki sade sandukanın baş şâhidesinde bulunan kitâbede 1302 (1885) yılı kaydedilmiştir. Kuzey tarafındaki sanduka edirnekârî süslemeleriyle diğerlerinden ayrılmakta ve kitâbesinde 1316 (1898) tarihi okunmaktadır. Mezarın sahibi Serasker Hüseyin Avni Paşa’nın kızı, 14. Livâ kumandanlığı yapan Mustafa Naim Paşa’nın hanımıdır. Caminin duvarları kırma taş, son cemaat mahallinin tamamı ile kemer, kapı, pencere etrafları ve taçkapı kesme taştan yapılmıştır. Üst örtü ahşap hatıllı olup üzeri kiremit çatılıdır. Türbe duvarlarında kırma, kemerler ve sandukalarda kesme taş kullanılmıştır. 1961 tarihli minarenin kaidesi kesme taştan, gövde ve üst kısımlar tuğladandır. Eski Malatya’da ayrıca Toptaş Camii, Alacakapı Mescidi, Karahan Camii, Ahmed Duran Mescidi ve Zeynel Bey Mescidi bulunmaktadır.

Medrese. Şehâbiyye-i Kübrâ Medresesi ulucaminin güneyinde yer almaktadır. Günümüze yalnız taçkapının doğu kanadı,


bitişiğindeki türbe ve ana eyvanı ulaşmıştır. Yapının mimarları Şemseddin Muhammed b. Osman ve Takvor b. Stefan’dır. el-Melikü’l-Eşref Şa‘bân devrinde (1363-1376) “mîr-i ümerâ” lakabıyla ünlü Şehâbeddin Hızır adlı bir emîr tarafından yaptırılmıştır.

Türbeler. Sitti Zeyneb Kümbeti eski Malatya’da Karahan mahallesinde yer alır. Türbe kesme taşla inşa edilmiş sekizgen planlı, piramidal külâhlı, mumyalık örtüsü beşik tonozludur. Restore edilen eserin kitâbesi bulunmamakla beraber yapı XIII. yüzyıla ait olmalıdır. Kanlı Türbe Meydanbaşı mahallesinde mezarlık içinde yer almaktadır ve kare planlı baldaken tarzındadır. Beşik tonozlu mumyalıkta düzgün kesme taş, ayaklarda bir kesme taş, üç sıra tuğla, kemer ve kubbesinde ise sadece tuğla kullanılmıştır. Kubbesinin bir bölümü yıkık olup geçişler pandantiflitir. Eser XV. yüzyıl başlarına tarihlenmektedir. Nefîse Hatun Türbesi, Kanlı Kümbet’in güneyinde olup yine baldaken tarzında, kubbeli ve kare planlıdır. Toprak seviyesindeki iki sıra düzgün kesme taş dışında kaplama taşları sökülmüştür. Yapı XVI. yüzyıl eseri olmalıdır. Ayrıca Meydanbaşı mahallesinde ve Kırk Kardeşler Şehitliği içinde birer türbe kalıntısı bulunmaktadır.

Hamamlar. Tahtalı Hamamı, Malatya şehir merkezinde Mimar Sinan caddesi Tahtalı sokakta Tahtalı Camii’nin kuzeyinde yer almaktadır. Güney-kuzey yönünde inşa edilen hamamın doğu ve batı cepheleri 34,20 m., kuzey cephesi 12,90 m., güney cephesi 14 m. uzunluğundadır. Soyunmalığa, güney cephesindeki sivri kemerin altında bulunan düz atkı kemerli kapı ile girilmekte olup üzeri tromplara oturan büyük bir kubbe ile örtülüdür. Kuzey cephesindeki yuvarlak kemerli kapı ile ılıklığa geçiş sağlanmıştır. Burada iki helâ ve iki tıraşlık yer almaktadır. Yuvarlak kemerli kapı ile haçvari dört eyvanlı ve köşe hücreli plana sahip sıcaklığa geçilmektedir. Eyvanlar sivri tonozla, halvetler ve orta alan ise kubbe ile örtülüdür. Ortada sekizgen biçimli göbek taşı bulunmakta, eyvanlarda üçer, halvetlerde dörder taş kurna yer almaktadır. Kuzey eyvanındaki basamakla çıkılan dikdörtgen biçimli pencere külhana açılmaktadır. Taçkapının etrafı ile yapının kenar, köşe ve kemerleri kesme taş, duvar dış cepheleri düzgün sıralar oluşturan kaba yontu, içleri ise kırma ve moloz taş örgülüdür. Üst örtüde tamamen kırma taş kullanılmış, soyunmalıktaki odaların duvarları tuğladan yapılmıştır. Yapı XIX. yüzyılın başlarında inşa edilmiştir. Belediye Hamamı Malatya’nın merkezinde Yenicami’nin kuzeybatısında bulunmaktadır. Hamam doğubatı yönlü olarak dıştan dışa 35,80 × 14,50 m. ebatlarında inşa edilmiştir. Doğu tarafında yer alan soyunmalığı yıkıldığından 1950’li yıllarda iki katlı olarak yeniden inşa edilmiştir. Girişi doğu cephesinin güney ucundan sağlanmış iken yakın zamanda kuzey cephesine alınmıştır. Soyunmalığın batısında ılıklık ve arkasında haçvari dört eyvanlı ve köşe hücreli sıcaklığı, ardında külhan ve odunluğu yer almaktadır. Soyunmalığın ortasında yuvarlak biçimli taştan yapılmış bir şadırvan, üstünde dikdörtgen şeklinde büyük bir aydınlık feneri bulunmaktadır. Ilıklığın üzeri tonozla kapatılmış olup kuzey tarafında üç helâ, batı kanadında iki tıraşlık hücresi yapılmıştır. Sıcaklığın eyvanları sivri tonoz, köşe halvetleri ve orta kısım pandantif geçişli kubbelerle örtülüdür. Ortada köşeleri pahlanmış kare biçimli göbek taşı bulunmaktadır. Soyunmalığın dış duvarları kırma taştan, taşıyıcı kolonlar, pencere etrafları betondan yapılmış, duvarlar sıvanmış, üzeri kiremit çatı ile kapatılmıştır. Diğer bölümlerin kemer ve köşeleri kesme taş, dış kaplamalar sıralı kaba yontu, içleri ise kırma ve moloz taş örgülüdür. Hamam 1319 (1901) tarihli mahkeme kaydına göre 1290’da (1873) inşa edilmiştir.

Hanlar. Eski Malatya’da Selçuklu dönemine ait şehir hanı tesbit edilememiş, ancak surların dışında doğu ve batı tarafında birer han olduğu anlaşılmıştır. Osmanlı döneminde ise bir kervansaray yapılmıştır. Silâhdar Mustafa Paşa Kervansarayı şehir surlarının içinde Alacakapı girişinde olup revaklı bir avlu ile bu avlunun batı kanadına bitişik kapalı kısımdan oluşan tek katlı, dikdörtgen planlı bir yapıdır. Barınağı ve avluya bakan cephesindeki mekânlar bugün ayaktadır. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen restorasyon sırasında yapılan yanlışlıklar yapıya zarar vermiştir. Hana ait 1047 (1637) tarihli iki kitâbeden biri taçkapı üstünde, diğeri Malatya Müzesi’ndedir. Yapı, IV. Murad’ın veziri Silâhdar Mustafa Paşa tarafından Mimar Mehmed oğlu Ebûbekir’e yaptırılmıştır.

Kervan Yolları. Eski Malatya’dan Çingene Hanı, Şahna Hanı, Sarıhacı Hanı, Kurttepe Hanı üzerinden Elbistan’a ulaşılır. Çingene Hanı, Yazı Hanı, Kömüş Hanı, Hekim Hanı, Kötünün Hanı ve Alaca Han üzerinden Sivas’a gidilir. Yazı Hanı’ndan ayrılan yol Horum Hanı, Kara Han, Kızılca Han, Kantarmış Hanı ve Mirçinge Hanı üzerinden Divriği’ye ulaşır. Güneye doğru Sevserek’teki Çifte Han, Görk Hanı, Tepe Hanı, Çat Hanı ve Taşkale’deki Çifte Han üzerinden Kâhta’ya varılır. Doğu yönüne Yarımca Hanı, Şişman Hanı, Kömür Hanı üzerinden Harput’a gidilir. Bu menzil hanlarından Kömür Hanı XVII. yüzyılın ikinci yarısında, diğerleri Osmanlı öncesi dönemlerinde yapılmıştır.

Evler. Şehrin kuruluş tarihinin yeni oluşu sebebiyle evlerin çoğunluğu 1900’den


sonrasına aittir ve genellikle duvarla çevrili bahçe içerisinde inşa edilmiştir. Bahçede ocak, tandır ve büyük yapılarda havuz yer almaktadır. Malatya evlerinde iki plan şeması hâkimdir. Bunlardan dört odalı evlerde ortada büyük bir iç sofa bulunur. Odalar sofa etrafına mutfak (hızna), kiler-depo (misandele), oturma ve misafir odaları şeklinde dizilir. İki oda arasına hamam ve helâ yerleştirilmiştir. Alt ve üst kat aynı kuruluşa sahip olup bunların üzerinde köşk (yazlık) bulunur. Bazı evlerde üstteki sofanın altına rastlayan girişler eyvan biçiminde düzenlenmiştir. Alt katta kiler-depo, üst katta genellikle sofa, iki oda ve mutfak yer alır. Helâ bahçe içerisinde veya balkonun bir köşesindedir. Alt kat pencerelerinin az ve küçük olmasına rağmen ikinci kat ve cumba pencereleri hem çok hem de geniş tutulmuştur. Malatya ev mimarisinde “gantarmalı oymalı” ve “ahşap gantarmalı” diye bilinen pencereler karakteristiktir. Taş temel üzerindeki beden duvarları kerpiç yığma ve dolma tekniklerinde yapılmıştır. Bağdâdî tekniği cumba, köşk-yazlık yapımında, ayrıca tavan-taban inşasında kullanılmıştır. En çok görülen çıkmalar oda genişliğinde köşe ve gönye biçiminde olanlarıdır. Malatya evleri süsleme yönünden Anadolu’nun diğer şehirlerindeki evlere benzer. Dolap, yüklük (örtülük), mutfak, kiler süsleri, pencere ve balkon kafesleri ahşap, kapı alınlıkları, kapı tokmakları demir, çıralık ve raflar alçı malzemelidir. Mücelli ve Sinema caddelerindeki evlerin yanı sıra Yeşilyurt ve Balaban ilçelerindeki evler de önemlidir.

BİBLİYOGRAFYA:

F. Grenard, Asie accidentale, Paris 1929, s. 100-111; Gabriel, Voyages, I, 263-275; Aptullah Kuran, Anadolu Medreseleri, Ankara 1969, s. 109-110; Rahmi Hüseyin Ünal, “Notes sur l’ancien reseau routier entre Malatya ve Diyarbakır”, V. Uluslararası Türk Sanatları Kongresi, Budapest 1975, s. 881-889; a.mlf., “Doğu Anadolu’da Bilinmeyen Üç Selçuklu Hanı”, Arkeoloji-Sanat Tarihi Dergisi, sy. 2, İzmir 1983, s. 106-118; Nejat Göyünç, Malatya’dan Görüş, İstanbul 1985; a.mlf., “Eski Malatya’da Silahtar Mustafa Paşa Hanı”, TED, sy. 1 (1970), s. 63-92; Hüseyin Yurttaş, “Sivas-Malatya Kervan Yolu”, II. Battalgazi ve Malatya Çevresi Halk Kültürü Sempozyumu, Tebliğler, İstanbul 1988, s. 243-247; Bekir Eskici, Eski Malatya’daki Türk-İslam Eserleri (yüksek lisans tezi, 1993), AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; İsmail Aytaç, “Malatya-Elbistan Kervanyolu Güzergâhı ve Kurttepe Hanı”, VI. Millî Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri Bildirileri, Konya 1997, s. 35-47; a.mlf., Malatya ve Yöresindeki Türk-İslam Dönemi Yapıları (doktora tezi, 1998), SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; a.mlf., “Malatya-Harput Kervan Yolu Güzergâhı ve Kervansarayları”, Dünü ve Bugünüyle Harput Sempozyumu Bildirileri, Elazığ 1999, I, 225-247; a.mlf., “Selçuklu Döneminde Malatya-Kahta Kervan Yolu ve Kervansarayları”, 1. Uluslararası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Kongresi Bildirileri, Konya 2001, I, 49-60; a.mlf., “Malatya Yeni Camii”, Tarla, sy. 97/7, İstanbul 1997, s. 54-57; Hülya Turgut, “Geleneksel Malatya Evleri”, 17. Türk Evleri Haftası (Seminerler), İstanbul 1999, s. 10-20; Zeki Oral, “Malatya Kitabeleri ve Tarihi”, TTK Bildiriler, III (1948), s. 434-439; Erol Özbilgen, “Eski Malatya’da Silahtar Mustafa Paşa Hanının Restitüsyonu Hakkında”, TED, sy. 1 (1970), s. 93-102; Bekir Deniz, “Malatya Türk Ev Mimarisinin Ana Hatları”, Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Enstitüsü Bülteni, sy. 11-12, İstanbul 1980, s. 19-23; Bozkurt Ersoy, “Eski Malatya (Battalgazi) Türk-İslam Eserleri”, Kültür ve Sanat, sy. 16, Ankara 1992, s. 11-15; Celal Yalvaç, “Yusuf Ziya Paşa Camisi ve Maraşlı Müşir Süleyman Paşa”, Malatya Kültür, sy. 1, Malatya 1994, s. 26-30; Mehmet Külahcı - Hüseyin Temiz, “Yeşilyurt Yöresel Mimari Örnekleri”, Mimarlık, sy. 254, İstanbul 1997, s. 18-21.

İsmail Aytaç