MÂLÂYÂNİ

(مالايعني)

Kişinin dinî ve dünyevî hayatı bakımından fayda sağlamayan gereksiz söz ve davranışları ifade eden bir tabir.

Sözlükte “kişi için bir anlam ve değer taşımayan, onu ilgilendirmeyen” mânasındaki mâ lâya‘nî tabiri “insanın yapmaması halinde günah işlemiş olmayacağı, şahsının veya malının zarar görmeyeceği davranışlar” (krş. Gazzâlî, III, 113); “kişinin ihtiyaç duymadığı, kendisi için gerekli olmayan, fayda sağlamayan işler, fuzûlî sözler” (Teftâzânî, s. 57) olarak açıklanmıştır.

Kur’ân-ı Kerîm’de mâlâyâni tabiri geçmemekle birlikte abes (boş, amaçsız, gereksiz iş) (el-Mü’minûn 23/115), lağv (boş ve mânasız söz) (el-Mü’minûn 23/3; el-Kasas 28/55), lehv ve la‘b (oyun ve eğlence) kelimeleri mâlâyâniye yakın anlamlarda kullanılmıştır. Ayrıca insanların hayatlarını din ve dünyaları için hayırlı, yararlı işlerle zenginleştirmeleri gerektiğini ifade eden pek çok âyet vardır. Hadislerde ise mâlâyâni tabiri geçmektedir. Buhârî’nin el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’inde bir bab, çok soru sormanın ve kişinin kendisini ilgilendirmeyen (mâ lâya‘nî) işler yapmaya kalkışmasının mekruh olduğuna dair hadislere ayrılmıştır (“İǾtiśâm”, 3). Hz. Peygamber, İslâm ahlâk kültüründe mâlâyâninin terim halini almasına kaynaklık eden bir hadisinde, “Kişinin mâlâyâniyi terketmesi müslümanlığının güzelliğindendir” demiştir (Müsned, I, 201; İbn Mâce, “Fiten”, 12; Tirmizî, “Zühd”, 11). Bu hadis, başta kırk hadis literatürü olmak üzere daha çok ahlâka dair hadislerin toplandığı eserlerde “İslâm’ın merkezî ilkeleri” (medârü’l-İslâm), “ahlâkın temel prensipleri” (usûlü’l-edeb) ve “iyi davranış kurallarının özeti” (cimâu âdâbi’l-hayr) sayılan dört hadisten biri olarak gösterilmiştir (diğerleri şunlardır: “Allah’a ve âhiret gününe iman eden kişi ya hayır söz söylesin ya da sussun” [Buhârî, “Edeb”, 31, 85]; “Kendisine öğütte bulunmasını isteyen bir kişiye Resûl-i Ekrem, ‘Öfkene hâkim ol’ buyurmuştur” [Buhârî, “Edeb”, 76]; “Kişi kendisi için sevip istediği bir şeyi din kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz” [Buhârî, “Îmân”, 7]). Hz. Lokman’ın, ahlâk ve erdemde bulunduğu düzeye ulaşmasını doğru sözlü olmasına, emanete riayet etmesine ve mâlâyâniyi terketmesine borçlu olduğunu belirttiğine dair Mâlik b. Enes’in aktardığı rivayet (el-Muvaŧŧaǿ, “Kelâm”, 17), İslâm kültüründe bu davranışların evrensel ahlâk normları olarak tanındığını göstermektedir.

Kaynaklarda hadislerde geçen mâlâyâni tabiri, açıkça haram kılınmış veya haram olup olmadığı şüpheli söz ve davranışların yanında mekruhları, hatta yapanına göre gereksiz olan mubahları da kapsayacak şekilde açıklanmıştır. Hz. Peygamber’in mâlâyâniyi terketmeyi kişinin müslümanlığının güzelliğinden sayması, bir davranışın mâlâyâni olup olmadığının şahsî isteklere göre değil İslâmî ilkelere


ve bu ilkelerle uyuşan aklî ve örfî hükümlere göre belirlenmesi gerektiğini göstermektedir. Bu ilkelere ve hükümlere göre insanların dünya ve âhiretleri için yararlı olan söz ve davranışlara mâyâni (mâ ya‘nî = kişiyi ilgilendiren şey), faydasız olanlarına da mâlâyâni denilmiştir (İbn Receb, s. 105-107).

Birçok âyet ve hadise göre kişinin yakın ve uzak çevresine, topluma ve insanlığa yararlı olan sözleri ve davranışları aynı zamanda kendisine de sevap kazandırdığından bunlar onun için mâyâni, zararlı olanları ise kendisini günahkâr yaptığından mâlâyâni sayılır. Hatta genel olarak canlı ve cansız tabiata karşı sorumluluk doğuran davranışları da bu çerçevede düşünmek gerekir. Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde çeşitli örnekleri görülen emir ve yasaklar insanlarda hayatın oyun ve eğlenceden ibaret olan (el-En‘âm 6/32; el-Hadîd 57/20), bu sebeple de mâlâyâni kapsamına giren yönüne bilinçsizce kapılıp gitmek yerine gerek bizzat işleyeni gerekse başkaları için iyiliği ve yararı kalıcı olan, dolayısıyla Allah katında sahibine hayırlı karşılıklar kazandıracak olan (el-Kehf 18/46; Meryem 19/76) faaliyetlerle hayatı zenginleştirme sorumluluğunu geliştirmeyi amaçlamaktadır. Mâlâyâniyi terk tasavvufta daha da önem kazanıp mâsivâyı terk olarak anlaşılmış, dünya ile sırf dünyalık elde etmeye yönelik bir irtibat kurulması mâlâyâni ile uğraşma olarak kabul edilmiş ve kınanmıştır (bk. MÂSİVÂ).

Eğitim ve öğretimle ilgili klasik İslâmî eserlerde mâyâni ve mâlâyâni ölçüleri eğitime de uygulanmış, genel olarak kişilerin dinî hayatı ve uhrevî kurtuluşu için gerekli olan bilgilere öncelik verilmesi yanında eğitim ve öğretim sürecinde her öğrencinin yaşına, yeteneğine ve diğer özel durumlarına göre ilmî konular arasında onu ilgilendirenle ilgilendirmeyen, hemen ilgilendiren veya ileride ilgilendirecek olan yönleriyle bir öncelik sırasının izlenmesi gerektiği üzerinde önemle durulmuştur (meselâ bk. Gazzâlî, I, 16-55; İbn Haldûn, III, 1243-1248; Ahmed b. Abdullah eş-Şevkī, s. 8-15).

BİBLİYOGRAFYA:

el-Muvaŧŧaǿ, “Kelâm”, 17; Müsned, I, 201; Buhârî, “Îmân”, 7, “İǾtiśâm”, 3, “Edeb”, 31, 76, 85; İbn Mâce, “Fiten”, 12; Tirmizî, “Zühd”, 11; Gazzâlî, İĥyâǿ, I, 16-55; III, 112-114; Teftâzânî, Şerĥu Ĥadîŝi’l-erbaǾîn li’n-Nevevî, İstanbul 1316, s. 57-58; İbn Receb, CâmiǾu’l-Ǿulûm, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), s. 105-107; İbn Haldûn, Muķaddime, III, 1243-1248; Ahmed b. Abdullah eş-Şevkī, Şevķī Ǿale’l-Fenârî, İstanbul 1302, s. 8-15.

Mustafa Çağrıcı