MEHMED MEMDUH PAŞA

(1839-1925)

II. Abdülhamid dönemi Dahiliye nâzırı.

İstanbul’da doğdu. Asıl adı Mehmed’dir. Memuriyete başladığında kalemde Memduh, şiirlerinde Fâik mahlaslarını kullanmıştır. Literatürde ismi Mehmed Fâik Memduh olarak da zikredilmiştir. Babası, aslen Kandiyeli attar Molla Osman’ın oğlu olup Osmanlı bürokrasisinde uzun yıllar hizmet eden Mazlum Mustafa Fehmi Paşa’dır. Annesi, İzmir’de muhassıl ve rüsûmat eminliği görevlerinde bulunmuş olan Ömer Lutfi Efendi’nin kızıdır. İlk öğrenimini Beyazıt ve Vâlide rüşdiyelerinde tamamladıktan sonra


1853’te intisap ettiği Hariciye Nezâreti Mektûbî Kalemi’nde edindiği tecrübe ve bilgi yanında özel gayretiyle kendini yetiştirdi. Bu arada tercüme yapacak kadar Fransızca öğrendi.

1853-1861 yılları arasında Hariciye Nezâreti Mektûbî Kalemi’nde maaşsız stajyer memur olarak çalışan Mehmed Memduh rütbe-i sâliseye kadar yükseldi. Babası, Bahriye müsteşarlığından padişaha daha yakın olan Hazîne-i Hassa nâzırlığı ve vâlide sultanın kethüdâlığına getirilince muhtemelen onun da desteğiyle 1861’de 15.000 kuruş maaşla Mâbeyin Kitâbeti’ne tayin edildi. Bir süre sonra bu görevinden alınarak kardeşinin de çalıştığı Âmedî Kalemi’ne nakledildi. Bürokrasi diline hâkimiyetinden dolayı Encümen-i Mahsûs-ı Vükelâ kararlarını yazma işi de kendisine verildi. Eylül 1872’de Maarif Nezâreti mektupçusu oldu. 1875’te birinci sınıf bürokrat olarak (rütbe-i ûlâ sınıf-ı ûlâ) sadâret mektupçuluğuna getirildi. Bu görevdeyken devrinin pek çok siyasî ve sosyal olayına yakından şahit oldu. Ayrıca dönemin en önemli siyasî cinayeti olup 15 Haziran 1876’da Mithat Paşa’nın konağındaki Meclis-i Vükelâ toplantısı sırasında meydana gelen Çerkez Hasan Vak‘ası’nı bizzat yaşadı.

Mehmed Memduh’un, bürokraside istikrarlı bir şekilde yükselmesine rağmen dışarıda gelişen muhalefetten de uzak kalmadığı, Yeni Osmanlılar’ın Veliefendi’deki ilk toplantılarına bile katıldığı bilinmektedir. Abdülaziz’in tahttan indirilmesinin ardından ölümü etrafındaki muhtelif rivayetlerden Yeni Osmanlılar’ın çoğunluğunun benimsediği Abdülaziz’in intihar ettiği fikrini kabulü de muhalefetle olan yakınlığına bir delildir.

1876’da Maliye Nezâreti mektupçuluğuna getirilen Mehmed Memduh bu görevde ancak on dört ay kalabildi. II. Abdülhamid ile veliahtlığından itibaren yakınlık kurmuş olmasına rağmen maliyede yapılan bazı düzenlemeler sırasında görevlerine son verilen memurlar arasına girmekten kurtulamadı. Bir süre mâzuliyet maaşı ile geçinmek zorunda kaldı ve 20 Ekim 1881’de Şûrâ-yı Umûr-i Mâliyye memurluğuna getirildi. 13 Kasım 1882’de Şûrâ-yı Devlet üyeliğine tayin edildi. Bu arada Askerî Ceza Kanunu’nun tedkiki için oluşturulan komisyon üyeliğiyle Şûrâ-yı Devlet İstînaf ve Temyiz mahkemeleri üyeliklerinde bulundu. Ayrıca II. Abdülhamid döneminde bürokrasiyi yeniden şekillendirmek ve memur alımlarını bir standarda bağlamak için oluşturulan Me’mûrîn-i Mülkiyye Komisyonu üyeliği yaptı.

15 Temmuz 1887’de Konya valisi oldu. Görevi sırasında Konya ve civarındaki kıtlıkla mücadelede başarılı sonuçlar aldı. Doğu Anadolu’da Ermeniler’in teşkilâtlanmaya başladığı dönemde 9 Nisan 1889’da Sivas valiliğine tayin edildi. Aldığı tedbirlerden rahatsız olan Ermeniler kendisi hakkında hükümete şikâyette bulundular. Şikâyetlerin asılsızlığına rağmen gerek bölgede gerginliğin artmaması, gerekse o sıralarda benzeri problemlerle çalkalanan Ankara’da dirayetli bir valiye ihtiyaç duyulmasından dolayı 13 Aralık 1893’te Ankara valiliğine nakledildi. Burada da Sivas’takine benzer hadiselerle uğraştı. Özellikle Yozgat’ta çıkan ve Ankara’yı da etkisi altına alan olayları durdurmakta başarılı oldu. Nitekim bundan dolayı 1894’te vezâret rütbesiyle ödüllendirildi. Valilikleri sırasında birçok defa yolsuzluk ve rüşvetle suçlanmasına rağmen bu ithamlar hükümet nezdinde doğrulanmadı.

Mehmed Memduh Paşa, Said Paşa’nın dördüncü sadâretinden azledilerek yerine gelen Kıbrıslı Kâmil Paşa’nın sadâreti zamanında 31 Ekim 1895’te Dahiliye nâzırı olarak kabineye girdi. Bu tayinde Abdülhamid ile geçmişten gelen yakınlığının etkili olduğu söylenir. Ancak o sırada kabine değişikliğine Ermeni meselesiyle ilgili devletlerin baskılarının sebep olduğu dikkate alındığında bu konuda tecrübe sahibi biri olarak Dahiliye nâzırı seçilmiş olması da muhtemeldir. Bâbiâli’nin nüfuzunun azalıp kontrolün Yıldız Sarayı’nda olduğu yıllar boyunca sadâret değişikliklerine rağmen on üç yıl görevde kalabilmesi onun II. Abdülhamid’le uyum içinde bulunduğunu gösterir. Nitekim bu devrede Kâmil Paşa, Halil Rifat Paşa, Mehmed Said Paşa ve Mehmed Ferid Paşa kabinelerinde görev almıştır. Dahiliye nâzırlığı sırasında kendi görev alanıyla ilgili çalışmalar dışında ülkenin imar ve kalkınması için oluşturulan çeşitli komisyonlarda bulundu, Evkaf ve Maarif nâzırlarıyla birlikte çalıştı. Anadolu ıslahat müfettişi Şâkir Paşa ile kendi vazife alanına giren konularda uyumlu bir çalışma sergiledi, “vilâyât-ı sitte”de girişilen ıslahata destek verdi. Bu maksatla vilâyetlerde polis, jandarma ve nizâmiye memurlarının görev ve yetkilerini belirleyen nizamnâmenin hazırlanıp hayata geçirilmesi, vergi tahsiliyle ilgili düzenlemelerin yapılması için oluşturulan komisyonlarda vazife aldı. Bazı dış işlerin ve Balkan meselesi gibi siyasî konuların müzakere edildiği komisyonlarda II. Abdülhamid’in âdeta temsilcisi olarak bulundu.

II. Meşrutiyet’in ilânı öncesinde bilhassa Selânik ve Manastır taraflarında meydana gelen olayların yatıştırılması için çalışan Mehmed Memduh Paşa bu konuda yapılan toplantıya Dahiliye nâzırı sıfatıyla katıldı ve muhtemelen padişahtan edindiği intibaa dayanarak Kānûn-ı Esâsî’nin yeniden ilânı doğrultusundaki görüşlere iştirak etti. II. Meşrutiyet’in ilânının ardından kurulan ilk hükümette de Dahiliye nâzırı sıfatıyla yer aldı (23 Temmuz 1908). Bu sırada umumi affın ilânı ve İttihat ve Terakkî Cemiyeti ile ilişkilerin sağlıklı zemine oturtulması için bazı girişimlerde bulundu. Ancak Said Paşa sadâretinde oluşturulan yeni hükümetin meşrutiyet hükümeti olarak nitelendirilmeyip kamuoyunda tepkilere sebep olması onun 1 Ağustos 1908’de kabineden istifasına yol açtı. Kānûn-ı Esâsî’nin ilânı ile birlikte baş gösteren hürriyet ortamından istifade etmek isteyen kesimlerin eski yönetimle ilgisi olanlar aleyhinde başlattıkları kampanya sonucu istifasından üç gün sonra tutuklandı. Diğer tutuklularla birlikte yaklaşık bir ay Zabtiye Nezâreti’nde zorunlu ikamete tâbi tutuldu. Ardından “Hükûmet-i Hamîdiyye Enkazı” diye nitelendirilen ve haiz oldukları rütbeleri “efendi”ye indirilen 106 kişilik listenin üçüncü sırasında yer alarak önce Büyükada’ya, oradan Sakız adasına sürüldü. İtalya’nın Trablusgarp’ı işgali üzerine sürgünlerin Sakız’dan ayrılmasına izin verilince İzmir’e yerleşti, hemen ardından çıkan afla İstanbul’a dönüp ölümüne kadar münzevi bir hayat yaşadı. Ömrünün son yıllarını büyük ölçüde sağlık sorunları ile geçirdi. 9 Nisan 1925’te İstanbul Kireçburnu’ndaki yalısında vefat etti ve vasiyeti gereği Fatih Çarşamba’da İsmet Efendi Dergâhı’ndaki hazîreye defnedildi.

Mehmed Memduh Paşa, Tanzimat dönemi devlet ricâlinin tipik bir örneği, güçlü merkezî idarenin gerekliliğine inanan ve bürokrasinin sağlıklı işletilmesini savunan bir devlet adamıdır. Dönemin Osmanlı nişanlarının en üst seviyesi olan birinci derece Murassa‘ Osmânî, Mecîdî ve İftihar nişanlarıyla Yunan Harbi, Hicaz demiryolu ve Liyâkat gibi madalyalarla ödüllendirilmiştir. Ayrıca İran, Almanya, Rusya ve Bulgaristan hükümetleri tarafından kendisine birinci dereceden nişanlar verilmiştir.

Eserleri. Devlet adamlığının yanı sıra edebiyat sahasında da temayüz eden


Mehmed Memduh Paşa hem nazım hem nesirde dönemin önde gelenlerinden biriydi. Görevleri sırasında kaleme aldığı lâyihalardan başka genç yaşta şiir yazmaya başlamış ve babasının tavsiyesi üzerine şiirlerinde Fâik mahlasını kullanmıştır. Risâle tarzında birçok eser ve bazı tercümeler (Terceme-i Hikâye-i Jönevyo vd.) yayımlamıştır. Kitaplarının önemli bir bölümünü II. Meşrutiyet’in ardından İzmir ve İstanbul’daki ikameti sırasında bastırmıştır. Eserlerinde bizzat sorumlu olduğu devri kaleme almaktan kaçındığı, daha ziyade kendisini sıkıntıya sevketmeyecek olayları ve gözlemlerini dile getirdiği dikkati çeker. Risâle tarzındaki eserlerinin bir kısmını (Berg-i Sebz, Feverân-ı Ezmân vd.) daha sonraki bazı kitapların içinde tekrar neşrettiğinden literatürde eserlerinin listesi farklı verilmiştir. 1. Eser-i Memdûh (İstanbul 1289). Kastamonu Valisi Pertev Paşa’ya ithaf edilmiş olup edebî nitelikte bir çalışmadır. 2. Yemen Kıtası Hakkında Bazı Mütâlaâtım (İstanbul 1324). II. Abdülhamid ve II. Meşrutiyet yıllarını hayli meşgul eden Yemen meselesiyle ilgili görüşlerini ihtiva etmektedir. 3. Miftâh-ı Yemen (İstanbul 1327). Sakız’da iken kaleme aldığı bu eser esas itibariyle bir önceki eserin tekmilesi mahiyetindedir. 4. Tasvîr-i Ahvâl Tenvîr-i İstikbâl (İzmir 1328). II. Meşrutiyet’in ilk günlerindeki karışıklığı, tutuklanmasını ve Meşrutiyet’ten beklentilerini anlatan bir eserdir. 5. Mir’ât-ı Şuûnât (İzmir 1328). Sadâret mektupçuluğu sırasında kaleme alınmıştır. “Levha”, “Nevha”, “Karha” ve “Devha” olarak dört bölümde düzenlenen kitapta Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz dönemleriyle devletin bazı dış meseleleri hakkındaki bilgi ve gözlemlerini anlatmaktadır. 6. Esvât-ı Sudûr (İzmir 1328). Sultan Abdülmecid döneminden itibaren görev yapmış olan otuz bir sadrazamın kısa hal tercümesiyle dönemin bazı olaylarını ihtiva eder. 7. Serâir-i Siyâsiyye ve Tahavvülât-ı Esâsiyye (İstanbul 1328). Tutuklu iken 14 Ekim 1908’de Meclis-i Meb‘ûsan’a sunduğu, dönemi ve başına gelen olayları tahlil eden bir eserdir. 8. Hal’ler ve İclâslar (İstanbul 1329). Daha ziyade derleme olan ve kısmen gözlemlerine dayanan eserde I. Murad’dan itibaren Osmanlı saltanatında meydana gelen hal’ler ve cülûslar anlatılmaktadır. 9. Kuvvet-i İkbâl Alâmet-i Zevâl (İstanbul 1329). II. Meşrutiyet olaylarıyla saraya sunduğu bazı arîzalarını ihtiva eder. 10. Bedâyi-i Âsâr (İstanbul 1330). Mehmed Memduh Paşa’nın elinde bulunan bir kısım devlet adamlarının yazışmalarıyla bazı özel evraklarının neşridir. Bu kitap M. H. rumuzlu nâşir tarafından paşanın adına yayımlanmıştır. 11. Dîvân-ı Eş’âr (İstanbul 1332). Bazı şiir ve gazelleriyle şiire dair görüşlerinin yer aldığı, eski ile yeni şiirin karşılaştırıldığı bir çalışmasıdır.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, Sicill-i Ahvâl Defteri, I, 47-48; Memduh Paşa, Mir’ât-ı Şuûnât, İzmir 1328, tür.yer.; a.e.: Tanzimattan Meşrutiyete (s.nşr. Hayati Develi), İstanbul 1990, tür.yer.; a.mlf., Tasvîr-i Ahvâl Tenvîr-i İstikbâl, İzmir 1328, tür.yer.; Mir’ât-ı Hakîkat (Miroğlu), s. 129; Musavver Salnâme-i Servet-i Fünûn, İstanbul 1326, s. 132-135; Said Paşa, Hâtırat, İstanbul 1328, III, 446, 447, 457-458, 460; İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, s. 913-927; Tahsin Paşa, Abdülhamid’in Yıldız Hatıraları, İstanbul 1931, s. 88, 271; Gövsa, Türk Meşhurları, fas. 1, s. 252; Yılmaz Öztuna, Devletler ve Hanedanlar, Ankara 1969, II, 739; Ali Cevat, İkinci Meşrutiyet’in İlânı ve Otuzbir Mart Hadisesi (haz. Faik Reşid Unat), İstanbul 1985, s. 164-190; Ali Karaca, Anadolu Islahatı ve Ahmet Şakir Paşa, İstanbul 1993, s. 101, 154, 162; Salim Aslantaş, “Bir Osmanlı Bürokratı: Mehmet Memduh Paşa”, KÖK Araştırmalar, III/1, Ankara 2001, s. 185-202.

Zekeriya Kurşun