MERİYE

(المرية)

Endülüs’te müslümanlar tarafından kurulan bir şehir.

Günümüzde Almería adıyla anılmakta olup İspanya’nın güneydoğusunda, aynı ismi taşıyan körfeze hâkim bir tepenin yamaçlarından kıyıya doğru inen eğimli bir yüzey üzerinde kurulmuştur. Endülüs’ün doğusu fethedildiğinde (714-716) Meriye’nin üzerinde bulunduğu topraklarda önemli bir yerleşim merkezi mevcut değildi. Fetih ordusunda yer alan Araplar’dan bölgeye ilk defa Yemen kökenli Benî Sirâc kabilesi yerleşti. Bunlar Beccâne (Pechina) şehrini kurdular ve şehri korumak için Beccâne nehrinin denize döküldüğü yere yakın ve körfeze hâkim bir tepe üzerine Meriyyetü Beccâne denilen bir gözetleme kulesi diktiler. İlbîre (Elvira) Arapları ile Akdeniz’deki korsanların ve hıristiyan güçlerin dikkatlerini Beccâne’ye çevirmeleri, Fâtımîler’in de Endülüs’ü güneyden tehdit eder hale gelmeleri üzerine III. Abdurrahman 344 (955) yılında kulenin yerine bugün Alcazaba (el-Kasaba) denilen kaleyi yaptırdı; böylece kalenin etrafında zamanla gelişen Meriye şehrinin temelleri atılmış oldu. III. Abdurrahman ayrıca körfezde büyük bir tersane inşa ettirdi. X. yüzyılda Magrib-i Aksâ ve Endülüs’ü hâkimiyetleri altına almaya teşebbüs eden Fâtımîler’in geri püskürtülmesinde ve Normanlar’ın (Vikingler) sahillerden uzaklaştırılmasında Meriye Limanı ve donanması önemli rol oynamıştır..

399’da (1009) Âmirî ailesi iktidardan uzaklaştırılırken Kurtuba’dan kaçan Slav asıllı kumandanlardan Hayrân el-Âmirî ve ardından Züheyr’in Meriye’nin yönetimini ele geçirmelerinden sonra şehir büyümeye başladı. Züheyr’in Gırnata’yı zaptetmeye çalışırken ölmesi üzerine Meriyeliler, Belensiye’de (Valencia) hüküm süren Âmirî Hâcib Abdurrahman b. Ebû Âmir’in oğlu Abdülazîz’e bağlılıklarını bildirdiler. Abdülazîz’in Meriye’ye vali tayin ettiği Maan b. Sumâdıh et-Tücîbî kısa süre içinde bağımsızlığını ilân etti (433/1042) ve Lûrka (Lorca), Beyyâse (Baeza), Ceyyân’ı (Cáen) Meriye’ye bağladı. Böylece Meriye’de mülûkü’t-tavâiften Tücîbîler’in bir kolu olan Benî Sumâdıh dönemi (1042-1091) başlamış oldu.

Benî Sumâdıh devrinde Meriye mimari, ticaret, bilim ve kültür alanlarında en parlak günlerini yaşadı. Donanma üssü niteliğini sürdürmesinin yanında Endülüs’ün en işlek ticarî limanı olarak zenginleşen şehirde önemli imar faaliyetleri gerçekleştirildi. Benî Sumâdıh sarayı İbnü’l-Haddâd el-Vâdîâşî, İbn Ubâde ve İbn Şüheyd gibi Endülüs’ün âlim, şair ve ediplerinin akınına uğradı. Buna karşılık Benî Sumâdıh siyasî alanda fazla başarılı olamadı. Murâbıtlar Gırnata’yı aldıktan sonra Meriye’yi kuşattılar. Uzun süren kuşatma sırasında halkın bir bölümü şehri terketti. Benî Sumâdıh’tan Muizzüddevle bir süre el-Kasaba’da direndiyse de nihayet ailesiyle birlikte Akdeniz’deki Benî Mezğannâ adasına yerleşmek üzere şehirden ayrıldı; ayrılırken takip edilmesini önlemek için körfezdeki donanmayı ateşe verdi.

Murâbıtlar Meriye’yi idarî yönden Gırnata’ya bağladılar. Bununla birlikte şehir askerî ve ticarî liman olarak önemini korudu. Muizzüddevle tarafından yakılan gemilerin yerine çok güçlü yeni bir donanma inşa edildi. İdrîsî bu dönemde Şam’dan, İskenderiye’den ve başka birçok yerden ticaret gemilerinin Meriye’ye uğradığını, halkının zenginleştiğini, şehrin çok büyüdüğünü ve mâmur olduğunu belirtmektedir. Endülüs’teki en değerli kumaşların


imal edildiği iki şehirden biri Mâleka (Malaga), diğeri Meriye idi. Ayrıca bilim ve kültür hayatında büyük bir canlılık görüldü; burada Endülüs’te sûfî düşüncenin öncülerinden Ebü’l-Abbas İbnü’l-Arîf gibi şahsiyetler yetişti.

Meriye Murâbıtlar’ın ardından Muvahhidler’in hâkimiyetine geçti. 542’de (1147) müslümanların iç çatışmalarını fırsat bilen Kastilya Kralı VII. Alfonso şehri işgal ettiyse de Muvahhidler tarafından bir süre sonra geri alındı (552/1157). Arkasından önce Hûdîler’in (625/1228), daha sonra Nasrîler’in eline geçti (643/1245). Meriye, Nasrîler döneminde denizden gelmesi muhtemel saldırılara karşı Mâleka’dan sonra en önemli savunma merkezi ve donanma üssü idi. Aynı yıllardan itibaren hıristiyan hâkimiyeti altına giren Endülüs topraklarından göç edilen bir şehir haline geldi, buna bağlı olarak nüfusunda önemli bir artış görüldü. Bu arada korsanların ve merkezî yönetim muhaliflerinin burayı zaman zaman bir isyan merkezine dönüştürmesi, ticaret dahil olmak üzere şehrin genel hayatı üzerinde olumsuz etkiler meydana getirdi. 709 (1309) yılında Aragon Kralı VIII. Jaime’nin şehri işgal teşebbüsü sonuçsuz kaldı.

XV. yüzyılın sonlarına doğru Nasrî topraklarını istilâya başlayan Kastilya ordusu Şubat 1490’da Meriye’ye girdi. Şehrin teslimi için yapılan anlaşmada Meriyeliler’e canlarına, mallarına ve dinlerine dokunulmayacağı taahhüt edilmekle birlikte işgalin hemen ardından başta Ulucami olmak üzere şehirdeki bütün mescidler kiliseye çevrildi. Hıristiyan işgalleri sırasında genelde yapıldığı üzere müslüman halk şehirden çıkarılarak civardaki küçük köy ve kasabalara yerleştirildi. 1499’da Kardinal Cisneros tarafından Gırnata’da başlatılan zorla hıristiyanlaştırma faaliyeti ertesi yıldan itibaren Meriye müslümanlarını da içine aldı. 1568 Gırnata isyanına destek veren Meriye Moriskoları isyan bastırıldığında (1570) Gırnatalılar’la birlikte kuzeydeki Kastilya topraklarına sürüldü.

Meriye, XVI. yüzyılda Akdeniz’de faaliyette bulunan Türk ve Kuzey Afrika’ya yerleşmiş Endülüs kökenli denizcilerin hedefi haline geldi. Bu yüzyılda fazla bir varlık gösteremeyen şehir XVIII. yüzyılda yeniden canlanmaya başladı. XIX ve özellikle XX. yüzyıllarda maden işleme, balık konserveciliği, petrol, kükürt ve kimyasal madde üretimi gelişti; nüfusu XX. yüzyılın ilk çeyreğinde 50.000 kadar iken (1930’da 51.330) 2003 yılında tahminlere göre 167.000’e ulaşmıştır. Meriye, günümüzde özellikle üzüm ve narenciye ihraç eden bir liman şehri ve önemli bir turizm merkezidir. İslâmî dönemden bugüne kalan eserler surları ve içindeki saray duvarları, su sarnıcı ile birlikte el-Kasaba, diğer mahalleleri kuşatan şehir surlarından bazı bölümlerle kiliseye çevrilmiş ve büyük ölçüde değiştirilmiş Ulucami’den ibarettir; ayrıca şehir müzesinde bazı mezar taşı örnekleri ve seramik eşya bulunmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Hayyân, el-Muķtebes (nşr. P. Chalmeta v.dğr.), Madrid 1979, s. 65, 72, 185, 211-212, 218, 248, 308; Ebû Ubeyd el-Bekrî, Coġrâfiyyetü’l-Endelüs ve Ûrubbâ (nşr. Abdurrahman Ali el-Haccî), Beyrut 1387/1968, s. 124-125, 127-129; İbn Bessâm, eź-Źeħîra (nşr. İhsan Abbas), Libya-Tunus 1981, I/1, s. 629 vd., 656 vd., 691 vd.; II/1 s. 402-403; III/2, s. 809-810; Şerîf el-İdrîsî, Nüzhetü’l-müştâķ, Beyrut 1409/1989, II, 562-564; İbn Beşküvâl, eś-Śıla, Kahire 1966, I, 52-53, 60-61, 63-65, 67, 72, 74, 81, 94, 114, 130, 152, 171, 175, 191, 240, 274, 282, 287, 297, 317; II, 373, 393-394, 401, 403, 426, 470, 472, 495, 514; Dabbî, Buġyetü’l-mültemis, Kahire 1967, s. 53, 368, 385, 395; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, V, 119-120; Abdülvâhid el-Merrâküşî, el-MuǾcib fî telħîśi aħbâri’l-Maġrib (nşr. M. Saîd el-Uryân), Kahire 1383/1963, s. 200 vd.; Emîr Abdullah, et-Tibyân (nşr. E. Lévi-Provençal), Kahire 1955, s. 34-35, 44-46, 71-72; İbn Saîd el-Mağribî, el-Muġrib, II, 193 vd.; ayrıca bk. İndeks; İbn İzârî, el-Beyânü’l-muġrib, III, bk. İndeks; İbnü’l-Hatîb, el-İĥâŧa, bk. İndeks; Himyerî, Śıfatü cezîreti’l-Endelüs (nşr. E. Lévi-Provençal), Kahire, ts., s. 183-184; M. Abdullah İnân, Düvelü’ŧ-ŧavâǿif, Kahire 1969, s. 158-173; Seyyid Abdülaziz Sâlim, Târîħu’l-medîneti’l-Meriyyeti’l-İslâmiyye, İskenderiye 1984; N. Cabrillana, Almería morisca, Granada 1989; E. Molina, “Almería en la etapa Nasrí siglos (XIII al XV). Estado de la cuestión, balance y perspectivas”, Almería entre culturas, Almeria 1990, I, 15-65; M. Ahmed Ebü’l-Fazl, Târîħu’l-medîneti’l-Meriyyeti’l-İslâmiyye, İskenderiye 1996; L. Torres Balbás, “Almería Islámica”, al-Andalus, XXII (1957), s. 411-457; M. S. Martinez, “La cora de Ilbira (Granada y Almería) en los siglos X y XI según al-Udrî”, Cuadernos de historia del Islam, VII, Granada 1976, s. 5-82; C. F. Seybold, “Almeria”, İA, I, 379; J. B. Vilá, “al-Mariyya”, EI² (İng.), VI, 575-577; M. Rıza Nâcî, “el-Meriyye”, DMBİ, X, 87-89.

Mehmet Özdemir