MESNEVİ

(مثنوي)

Fars, Türk ve Urdu edebiyatlarında birbiriyle kafiyeli ikişerli mısralardan oluşan nazım şekli.

Sözlükte “ikişer ikişer” anlamındaki mesnâ kelimesinin nisbet eki almış biçimi olan mesnevî edebiyat terimi ve nazım şekli olarak ilk defa Fars edebiyatında kullanılmıştır. Arap edebiyatında müzdevic veya recez bahriyle nazmedildiği için urcûze adıyla anılan şiirler mesnevinin ilkel biçimi olarak kabul edilebilirse de (bk. İA, VIII, 128-129) bu nazım şeklinin günümüzde ifade ettiği anlama uygun ilk örnekleri Fars edebiyatında ortaya çıkmıştır. Fars şiirinin kaside ve gazelle birlikte üç temel nazım şeklinden biri olan mesnevi iki beyitlik şiirlerden binlerce beyitlik müstakil kitaplara kadar değişik uzunluklarda kaleme alınmıştır. Mesnevilerin her beytinin kendi arasında kafiyeli oluşu (aa / bb / cc ...) ve genellikle aruzun kısa kalıplarıyla yazılmış olması konu bütünlüğünü sağlama ve anlatım açısından şairlere büyük kolaylıklar sağlamıştır. Yaygın görüşe göre mesnevi yazımında yedi vezin (hezec-i müseddesten mefâîlün / mefâîlün / feûlün ile mef‘ûlü / mefâilün / feûlün; remel-i müseddes bahrinden fâilâtün / fâilâtün / fâilün ile feilâtün / feilâtün / feilün; hafif bahrinden feilâtün / mefâîlün / feilün; serî bahrinden müfteilün / müfteilün / fâilün ve mütekārib bahrinden feûlün / feûlün / feûlün / feûl) kullanılmıştır.

Genellikle dinî, tasavvufî, destanî, menkıbevî, tarihî, ilmî, mizahî ve öğretici konuların anlatılmasında, çeşitli aşk hikâyelerinin nazma çekilmesinde, şairlerin yaşadıklarının dile getirilmesinde kullanılan bir nazım şekli olan mesnevinin üç temel özelliği vardır. Bunların ilki vezin birliğidir. Bütün mesneviler tek bir vezinde söylenir. Senâî’nin Ĥadîķatü’l-ĥaķīķa’sı, Sa‘dî-i Şîrâzî’nin Bostân’ı, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Meŝnevî’si gibi içinde kısa mesneviler bulunan eserlerle Firdevsî’nin Şâhnâme’si, Esedî-i Tûsî’nin Gerşâspnâme’si ve Nizâmî-i Gencevî’nin Ħüsrev ü Şîrîn’i gibi uzun mesnevilerin hepsi tek bir vezinle yazılmıştır. Fars edebiyatında bir mesnevide iki veznin kullanıldığı görülmemiştir. İkinci özellik vezinlerin mesnevinin anlam ve muhtevasına göre seçilmesidir. Uzun mesnevilerin bütün hikâye boyunca tek olan vezni eserin içerdiği anlama göre seçilir. Meselâ hamâsî konularda daha çok mütekārib bahri (feûlün / feûlün / feûlün / feûl) tercih edilmiştir. Dakīkī’nin Güştâsbnâme’si, Firdevsî’nin Şâhnâme’si, Esedî’nin Gerşâspnâme’si, Nizâmî-i Gencevî’nin İskendernâme’si, Sabâ’nın Şehinşâhnâme’si gibi mesneviler bu vezindedir. Nizâmî-i Gencevî’nin Maħzenü’l-esrâr’ının vezni olan serî-i matvî-i mevkūf bahrinde yetmiş sekiz mesnevi yazılmıştır. Remel ve hafîf bahirleri ise irfanî ve âşıkane mesnevilerde kullanılan vezinlerdir. Mesnevilerin üçüncü özelliği içinde gazel ve kaside gibi başka şiir kalıplarına yer verilmemesidir. Mesnevilerdeki konu çeşitliliği vezni değiştirmez. Sa‘dî-i Şîrâzî’nin Bostân’ında çeşitli konu başlıkları olsa da hepsinin vezni aynıdır. Firdevsî’nin Şâhnâme’sinde konu gerek hamâsî gerekse lirik olsun manzumenin tamamında tek bir vezin söz konusudur. Ancak bazı mesnevilerde mesnevinin içine kaside ve gazel dahil edilmiş veya tek bir vezinle yazma kuralına uyulmamıştır. Bu tür uygulamanın ilk örneği Ayyûkī’nin aralara on gazelin yerleştirildiği Varaķa vü Gülşâh adlı mesnevisidir.

Ayyûkī’nin gerçekleştirdiği bu yenilik VII. (XIII.) yüzyıl şairlerinden Emîr Hüsrev-i Dihlevî’nin dikkatini çekmiş, Ķırânü’s-saǾdeyn adlı mesnevisinde onun yaptığına ek olarak gazelin yanında kasideye de yer vermiştir. Emîr Hüsrev ayrıca bu tarzda ve sekiz fasıldan oluşan Nüh Sipihr adlı mesnevisinin her faslını farklı bir vezinle yazmıştır. Emîr Hüsrev’den sonra Ubeyd-i Zâkānî ǾUşşâķnâme adlı mesnevisinin içine gazel yerleştirmiştir. Hümâm’a ait bu gazeller mesneviyle aynı vezindedir.

Fars edebiyatında mesnevi nazım şeklinde görülen yeniliklerin biri de “zû-bahreyn”


veya “mülevven” mesnevilerin yazılmasıdır. Şiirdeki kelimeler değiştirilmeden iki veya daha fazla aruz vezniyle okunabilen mesneviler bu türe girer. Ahmed-i Menşûrî’nin Hurşîdî tarafından şerhedilen Kenzü’l-ġarâǿib adlı kısa mesnevisinin bütün beyitleri bu şekilde olup eserdeki bir beyit otuz küsur vezinde okunabilmektedir. Abdülvâsi-i Cebelî ve İmâmî-i Herevî’nin de bu tarz manzumeleri bulunmaktadır. Timurlular dönemi şairlerinden Şemseddin Kâtibî MecmaǾu’l-baĥreyn mesnevisini iki vezinle yazmıştır. Ehlî-i Şîrâzî Siĥr-i Ĥelâl adlı mesnevisini yazarken Kâtibî’nin eserini örnek almış, ayrıca her beyitte üç sanatı (mülevven zü’l-bahreyn, zü’l-kāfiyeteyn ve zü’l-cinâseyn) kullanmıştır.

Bazı istisnaları bulunmakla birlikte mesneviler genellikle giriş, konu ve bitiş olmak üzere üç ana bölümden meydana gelir. Girişte sıkça karşılaşılan başlıklar genellikle besmele, tahmîd, tevhid, münâcât, na‘t, mi‘rac, mu‘cizât, medh-i çehâryâr (bu başlık şairin veya eserin sunulduğu kişinin mezhep ve meşrebine göre değişmekte ya da hiç bulunmamaktadır), methiye, sebeb-i te’lîf adlarıyla sıralanır. Bazı mesnevilerde besmele ve tahmîd ayrı başlıklar altında verilirken bazılarında bunların birleştirildiği, hatta tevhid veya münâcâta dahil edildiği görülmektedir. Na‘t, mi‘rac ve mu‘cizâtın ayrı başlıklarla yazıldığı mesneviler yanında her üç konunun sadece na‘t başlığı altında toplandığı eserler de vardır. Methiyede çok defa eserin sunulacağı kişiye ait övgü yer alır. Sebeb-i te’lîf şair ve eser hakkında, ayrıca mesnevinin niçin, kimin isteğiyle yazıldığı veya çevrildiği konusunda bilgilerin bulunduğu bölümdür. Türk edebiyatındaki mesnevilerin giriş bölümünde ayrıca kaside, terciibend, kıta, rubâî nazım şekilleriyle yazılmış parçalar da görülür.

Konu mesnevinin asıl bölümüdür. Bu kısma konuya uygun olarak öğretici amaçla yazılmış mesnevilerde “âgāz-ı kitâb, matla‘-ı kitâb, bâb-ı evvel, makāle-i ûlâ”, tahkiyeye dayalı mesnevilerde ise “âgāz-ı dâstân, matla‘-ı dâstân, âgāz-ı kıssa” gibi başlıklarla girildiği görülmektedir. Türkçe mesnevilerde başlıklar genellikle Farsça’dır. Dinî, ahlâkî ve tasavvufî konularda yazılmış bazı mesnevilerde Arapça başlıklara da rastlanır.

İşledikleri konulara göre mesneviler dinî ve tasavvufî, ahlâkî, mizahî, öğretici olanlar, aşk, savaş ve kahramanlık temasını işleyenler, bir şehri ve güzellerini anlatanlar olmak üzere gruplandırılabilir. Şairin mesnevide işlediği konudan daha çok bu konuya hangi maksatla eğildiğini göz önünde bulundurarak da sınıflandırma yapılabilir. Buna göre mesneviler okuyucuya bilgi vermek, onu eğitmek amacıyla yazılmış mesneviler; kahramanlık duygusunu öne çıkaran mesneviler; okuyucunun edebî zevkine hitap eden, ana çizgisi aşk ve macera olan mesneviler; şairlerin başından geçen, gördükleri olayları anlatan ya da toplum hayatından kesitler veren eserler şeklinde gruplandırılabilir.

Mesnevilerde konunun işlendiği bölüm için giriştekine benzer bir plan vermek mümkün değildir. Aynı konuyu ele alan, hatta aynı adı taşıyan mesnevilerde bile başlıklardan muhtevaya kadar önemli farklar görülebilir. Bu bölümde şair gazel, murabba, tardiyye gibi manzumelere de yer vererek hem sanat gücünü gösterir hem de konuyu monotonluktan çıkararak hareketli bir anlatım ortaya koyar.

Mesnevilerin bitiş bölümü (hâtime) giriş gibi belli bir plan içinde düzenlenir. Buna göre şairler konunun işlendiği bölümün sonunda bitişe geçişi mutlaka bir başlıkla bildirirler. Bu bölüme çoğunlukla içinde “hatm, hitâm, tamâm” ifadelerinden birinin yer aldığı bir başlıkla girilir. Bazı mesnevilerde konunun işlenişi tamamlandıktan sonra görülen münâcât, mev‘ize, temsil, fahriyye gibi başlıkların da bitiş içinde sayılması gerekir. Bitiş bölümünde şairler genellikle eserin tamamlanması dolayısıyla Allah’a hamdü senâda bulunur, sultanın veya eserin sunulduğu kişinin ömrünün ve devletinin devamına dua eder, şiiri ve şairliğiyle övünür, tanınmış mesnevi şairlerini ve eserlerini zikreder, eserine koyduğu adı belirtir, hasetçilerin, acemi ve cahil müstensihlerin esere verecekleri zarardan Allah’a sığınır, eserin toplam beyit sayısını, yazılış zamanını veya bitiş tarihini zikredip okuyucudan hayır dua isterler.

Yeni Farsça’nın ilk örneklerinin görüldüğü Saffârîler ve Tâhirîler döneminden günümüze ulaşan şiirler arasında mesnevi nazım şekliyle yazılanlara rastlanmamaktadır. Sâmânîler devrindeki ilk mesnevi Mes‘ûdî-i Mervezî’nin Şâhnâme’sidir. Rûdekî’nin Kelîle ve Dimne, Arâyisü’n-nefâǿis, Sindbâdnâme ve Devrân-ı Âfitâb mesnevileri, Ebû Şekûr-i Belhî’nin Sâmânî Emîri Nûh b. Nasr adına kaleme aldığı Âferînnâme’si, Ebü’l-Müeyyed-i Belhî, Şehîd-i Belhî ve Ebü’l-Mesel-i Buhârâî gibi şairlerin mesnevileri bu döneme ait olup bunların çok azı zamanımaza kadar gelebilmiştir.

Gazneliler devrinde Dakīkī’nin Güştâsbnâme’si, Firdevsî’nin Şâhnâme’si, Unsûrî’nin Vâmıķ u ǾAźrâ, ǾAynü’l-ĥayât, Şâd Mihr, Ħing Büt Surħ Büt’ü, Ayyûkī’nin Varaķa vü Gülşâh’ı, Bedâyiî-i Belhî’nin Râĥatü’l-insân’ı (Pendnâme-i Enûşirvân) öne çıkan mesnevilerdir. Lebîbî, Şâkir-i Buhârî, Ferruhî-i Sîstânî, Behrâmî-i Serahsî, Muzafferî, Yezdânî, Hüsrevî-i Serahsî, Kisâî-i Mervezî ve Fasîhî-i Cürcânî’nin dağınık olarak günümüze ulaşabilen mesnevileri de bu döneme aittir.

Büyük Selçuklular devrinde yazılan mesnevilerde daha çok hamâset, aşk, hikmet, öğüt, tasavvuf gibi konuların işlendiği görülmektedir. Bunlar arasında Esedî-i Tûsî’nin Gerşâspnâme’si, Hakîm Îrânşah’ın Behmennâme’si, Atâî-i Râzî’nin Berzûnâme ve Bîjennâme’si, Muhtârî’nin Şehriyârnâme’si ile müellifi meçhul Ferâmerznâme, Kûşnâme, Bânû Guşespnâme, Âzerberzînnâme adlı eserler anılabilir. Yine müellifi meçhul ǾAlînâme de konusunu İslâm tarihinden almıştır. Fahreddin Es‘ad-ı Gürgânî’nin bir Pehlevî metnine dayanan aşk mesnevisi Vîs ü Râmîn’i ve Ezrâkī-i Herevî’nin hikemiyat konulu Sindbâdnâme’si, Nâsır-ı Hüsrev’e ait hikmet ve öğüt muhtevalı SaǾâdetnâme, Rûşenâǿînâme ve Zâdü’l-müsâfirîn gibi kısa mesneviler de bu dönemde yazılmıştır. Aynı devirde Senâî’nin Ŧarîķu’t-taĥķīķ, Seyrü’l-Ǿibâd ile’l-meǾâd, ǾAşķnâme, ǾAķlnâme, Taĥrîmetü’l-ķalem adlı kısa mesnevilerinin yanında Ĥadîķatü’l-ĥaķīķa’sı tasavvufî mesnevilerin ilk örnekleri sayılabilir. Hiciv konulu mesneviler arasında Senâî’nin Kârnâme-i Belĥ ve Mes‘ûd-i Sa’d-i Selmân’ın divanının sonunda bulunan mesnevi zikredilebilir. Mes‘ûd-i Gaznevî’nin Elfiyye’si ile Ezrâkī-i Herevî’nin Elfiyye vü Şelfiyye mesnevilerinde müstehcen konulara yer verilmiştir.

Nizâmî-i Gencevî, Fars edebiyatında mesnevinin her türünde gerek şairlik gerekse hikâyecilik bakımından büyük başarı göstererek bu türe son şeklini vermiş, tam bir mesnevide bulunması gereken bölümler onun Ħamse’sine bakılarak tesbit edilmiştir. Ħamse’de Maħzenü’l-esrâr, Ħüsrev ü Şîrîn, Leylî vü Mecnûn, Heft Peyker ve İskendernâme yer alır. Bu mesnevilerde kullanılan


vezinler daha sonraları konularına en uygun vezinler kabul edilmiş, gerek Ħamse’ye nazîre yazanlar gerekse ondaki konuları ele alan şairler bu vezinleri kullanmıştır. Aynı dönemde Hâkānî-i Şirvânî’nin Fars edebiyatının ilk manzum seyahatnâmesi sayılan Tuĥfetü’l-ǾIrâķeyn adlı mesnevisiyle Ferîdüddin Attâr’ın Esrârnâme, Manŧıķu’ŧ-ŧayr, İlâhînâme, Muśîbetnâme ve kendisine nisbet edilen Pendnâme gibi tasavvufî mesneviler de zikredilmelidir.

Moğol döneminde İran’da meydana gelen karışıklıklardan dolayı birçok şairin daha güvenli bölgelere gitmesi Fars edebiyatı örneklerinin değişik coğrafyalarda yayılmasını sağlamıştır. Bunlardan en önemlisi, sadece Fars edebiyatının değil dünya edebiyatının eşsiz örneklerinden sayılan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Meŝnevî’sidir. Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled’in de İbtidânâme (Velednâme), İntihânâme ve Rebabnâme adlı mesnevileri, Fahreddîn-i Irâkī’nin irfanî konulara dair ǾUşşâķnâme’si (Deh Faśıl) ve Sa‘dî-i Şîrâzî’nin Bostân’ını da özellikle anmak gerekir.

Emîr Hüsrev-i Dihlevî’nin Ķırânü’s-saǾdeyn (MecmaǾu’l-evśâf), Miftâĥu’l-fütûĥ, ǾAşîķa (Düvelrânî Ħıżır Ħân), Nüh Sipihr ve Tuġluķnâme’siyle Ħamse’si bu dönemde Hindistan sahasında yazılmış önemli mesnevilerdendir. Hâcû-yi Kirmânî’nin Hümâ vü Hümâyûn’u, Muhammed b. Muhammed el-Ârifî el-Erdebîlî’nin Ferhâdnâme’si ve Assâr-ı Tebrîzî’nin Mihr ü Müşterî’si de aynı devre ait diğer mesnevilerdir.

Moğollar ve Timurlular döneminde mesnevilerde destanî konular işlenmemiş, Hamdullah Müstevfî’nin başlangıçtan kendi zamanına kadarki İslâm tarihini anlatan Žafernâme’si, Ahmed-i Tebrîzî’nin Moğol tarihine dair Şehinşâhnâme’si, daha sonraki devirden Şerefeddin Ali Yezdî’nin Timur ve Halil Sultan’ın tarihlerini ihtiva eden Žafernâme’si gibi edebî değeri yüksek olmayan mesneviler kaleme alınmıştır.

Diğer şiir türleri gibi mesnevilerin de gerilemeye yüz tuttuğu, IX ve X. (XV-XVI.) yüzyıllardan Kāsım-ı Envâr’ın Enîsü’l-Ǿârifîn, Şemseddin Kâtibî’nin Kitâb-ı Deh Bâb, Nâžır u Manžûr (MecmaǾu’l-baĥreyn), Behrâm u Gülendâm, Muĥibb ü Maĥbûb ve Kitâb-ı Dilrubây; Fettâhî’nin Ĥüsn ü Dil (Destûr-i ǾUşşâķ), Şebistân-ı Ħayâl ve Abdurrahman-ı Câmî’nin Heft Evreng adlı eseri zikredilebilir. Yedi mesneviden oluşan Heft Evreng bu dönemde yazılan en önemli mesnevilerdendir. Mektebî-i Şîrâzî’nin Leylâ vü Mecnûn’u, Ârifî-i Herevî’nin Ĥâlnâme’si (Gûy u Çevgân), Hâtifî’nin Nizâmî’nin eserine nazîre olarak kaleme aldığı Şîrîn ü Ħüsrev, Leylâ vü Mecnûn ve Heft Manžar mesnevileri, Ehlî-i Şîrâzî’nin Siĥr-i Ĥelâl ve ŞemǾ u Pervâne’si, İbrâhim Gülşenî’nin Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Meŝnevî’sine nazîre olarak yazdığı MaǾnevî’si, Mirza Kāsım Kāsımî-i Gunâbâdî’nin Şîrîn u Ħüsrev, Leylâ vü Mecnûn ve ǾÂşıķ u MaǾşûķ mesnevileri bu devirde yazılan eserlerden bazılarıdır.

Safevîler devrinde İran, Anadolu ve Hindistan’daki din ve devlet büyüklerini konu alan mesnevi yazımı yaygınlaşmıştır. Kāsımî-i Gunâbâdî’nin Şâhruh’la ilgili manzumesiyle aynı şairin Şah İsmâil dönemini anlattığı Şâhnâme-i Mâżî ve Şah Tahmasb’a dair Şâhnâme-i Nevvâb-ı ǾÂlî, Hüseyin Ali Şâh-ı Fürsî’nin Kutubşâhîler hakkındaki Nesebnâme-i Şehriyârî’si, Hümâyun’la ilgili Hümâyûnnâme, Kanûnî Sultan Süleyman’ın savaşlarının anlatıldığı Sefernâme-i Baġdâd adlı mesnevi, Şah Cihan hakkındaki Şâhcihânnâme, Kemâlî-i Sebzevârî’nin Şâhnâme-i ǾAbbâsî’si, Molla Muhammed Refî‘in Rezmnâme-i Şâh İsmâǾîl bâ Şeybek Ħân’ı ve Nâdir Şah’ı anlatan Manžûme-i Nâdirî’si zikredilebilir.

Bu dönemde hikâyelerin konu edildiği mesneviler de çokça yazılmıştır. Zamîrî-i İsfahânî’nin Nâz u Niyâz, Vâmıķ u ǾAźrâ, Leylî vü Mecnûn, İskendernâme ve Bahâr u Ħazân mesnevileri, Bedrî-i Keşmîrî’nin Źülķarneyn, Muhammed Kāsım-ı Mûcî’nin Yûsuf u Züleyħâ ve Leylî vü Mecnûn, Abdî-i Şîrâzî’nin Defter-i Derd, Câm-ı Cemşîdî, Mecnûn u Leylî, Ħazâǿinü’l-mülûk, Heft Aħter, Envâr-ı Tecellî, Âǿîn-i İskenderî ve Firdevsü’l-Ǿârifîn, Vahşî-i Bâfkī’nin Ferhâd u Şîrîn ve Nâžır u Manžûr adlı eserleri gibi birçok manzume bunlar arasında zikredilebilir.

Mesnevi yazıcılığı Kaçarlar devrinde de yaygın olarak devam etmiştir. Ünlü şair Meliküşşuarâ Sabâ’nın Feth Ali Şah’ın padişahlığı ve Ağa Muhammed Han Kaçar ve babasının dönemiyle Abbas Mirza’nın Ruslar’la olan savaşları ve fetihlerini konu alan Şehinşâhnâme, Hz. Peygamber’in mûcizelerini ve Hz. Ali’nin cenklerini anlatan Ħudâvendnâme, Hâkānî-i Şirvânî’nin Tuĥfetü’l-ǾIrâkeyn’ini taklit ederek yazdığı Ǿİbretnâme ve oğluna öğüt amacıyla Sa‘dî’nin üslûbuna benzeterek kaleme aldığı Gülşen-i Śabâ adlı mesnevileri bu dönemin önemli eserleridir. Bunlardan başka Mücmir-i İsfahânî’nin, Hâkānî’nin Tuĥfetü’l-ǾIrâķeyn’i tarzında kaleme aldığı mesnevisi, Visâl-i Şîrâzî’nin Bezm-i Viśâl ve Ferhâd u Şîrîn mesnevileri, Sürûş-i İsfahânî’nin Ürdîbihiştnâme, Sâķīnâme, İlâhînâme ve Kerbelâ Vak‘ası’nı anlatan Ravżatü’l-esrâr mesnevileriyle Yağmâ-i Cendekī’nin Ħulâśatü’l-iftiżâĥ, Zübdetü’l-esrâr ve Ravzahan Seyyid Kanber’i hicvettiği Śukûkü’d-delîl’i de zikretmek gerekir.

Meşrutiyet’ten sonraki dönemde Edîb-i Pîşâverî I. Dünya Savaşı’nı konu alan 14.000 beyitlik Ķayśernâme’yi, Mehdî Kulı Hidâyet Tuĥfe-i Muħbirî’yi, Îrec Mirza ǾÂrifnâme ve Zühre vü Minûçihr’i, Vasfî Ali Şah Kur’an tefsirini kaleme almışlardır. Daha sonra Hüseyn-i Mesrûr, Pervîz Nâtel Hanlerî ve Mehdî Hamîdî gibi şairler de mesneviler yazmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Safâ, Edebiyyât, III/1, s. 323-338; IV, 189-195; V/1, s. 575-602; a.mlf., Ĥamâseserâyî der Îrân, Tahran 1363, tür.yer.; İhsan Yarşâtır, ŞiǾr-i Fârsî der ǾAhd-i Şâhruħ, Tahran 1334, s. 176-195; M. Ca‘fer Mahcûb, Sebk-i Ħorâsânî der ŞiǾr-i Fârsî, Tahran, ts. (İntişârât-ı Firdevs); a.mlf., “Meşnevîserâyî der Zebân-ı Fârsî tâ Pâyân-ı Ķarn-ı Pencüm-i Hicrî”, Neşriyye-i Dânişgede-i Edebiyyât-ı Tebrîz, XV/2, Tebriz 1342, s. 182-213; XV/3 (1342), s. 261-285; Yahyâ Âryânpûr, Ez Śabâ tâ Nîmâ, Tahran 1351 hş., I, 20-28, 40-44; II, 317-322; Celâleddin Hümâî, Fünûn-ı Belâġat ve ŚanâǾat-i Edebî, Tahran 1354, s. 156-172; M. Ali Terbiyet, Maķālât-ı Terbiyet, Tahran 2535, s. 215-318; Sâid Bâkırî - M. Rızâ Muhammedî-yi Nîkû, ŞiǾr-i İmrûz, Tahran 1372, s. 123-218; Mansûr Restgâr-ı Fesâî, EnvâǾ-ı ŞiǾr-i Fârsî, Şîraz 1373, s. 428-476; Ahmed Ateş, “Mesnevî”, İA, VIII, 127-133; Abbâspûr, “Meşnevî”, Ferhengnâme-i Edeb-i Fârsî (nşr. Hasan Enûşe), Tahran 1381 hş., II, 1223-1224.

Mustafa Çiçekler




TÜRK EDEBİYATI. Fars ve Türk edebiyatlarındaki mesneviler arasında tertip, konu ve muhteva bakımından büyük ölçüde benzerlikler görülmektedir. Bu, mesnevi nazım şeklinin önce Fars edebiyatında ortaya çıkması ve Türk edebiyatındaki ilk örneklerin bundan büyük ölçüde etkilenmesinin tabii bir sonucudur. Türk şairleri, Fars edebiyatından daha çok tasavvufî konulu eserlerle İslâm âlemindeki ortak konuları işleyen bazı mesnevilerden etkilenmişlerdir. Buna karşılık bazı ortak yönleri olmakla beraber kırk hadis ve yüz hadis çeviri ve şerhleri,


menâkıbnâmeler, gazavatnâmeler, fetihnâmeler, zafernâmelerle şehrengizler, sûrnâmeler, sergüzeşt, hasbihal, ta‘rîfat gibi eserler özellikle muhtevaları bakımından Fars edebiyatı etkisi dışında kalmıştır; mevlid, mi‘râciyye ve hilye gibi dinî türler ise tamamen Türk edebiyatına ait orijinal mesnevilerdir.

Türk edebiyatında mesneviler için kullanılan “tercüme, nazîre, cevap” sözleri bilinenden farklı anlamlar taşımaktadır. Özellikle bazı Türk şairlerinin eserleri için kullanılan tercüme kelimesi her zaman kelimenin sözlük anlamını ifade etmemektedir. Meselâ Nahîfî’nin Mesnevî-i Şerîf Tercümesi için “çeviri” mânasında kullanılan bu söz, Ahmedî’nin İskendernâme’si için konuyu Nizâmî-i Gencevî’den aldığı veya ondan yararlandığı şeklinde değerlendirilir. Çünkü eski kaynaklarda ve özellikle şuarâ tezkirelerinde tercüme sözü “doğrudan çeviri, serbest çeviri, eserin konusunu alma veya yararlanma” anlamlarına gelebilecek şekilde genişlemiştir (Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 80). Nazîre terimi bütün nazım şekilleri için geçerli olduğu halde cevap özellikle mesnevi ile aynı şairin beş mesnevisinden oluşan hamse için kullanılan bir terimdir. Şuarâ tezkirelerinde cevap kelimesine kaside, gazel gibi nazım şekilleri için yer verilmiş olması, buna karşılık mesneviler ve hamselerden söz edilirken, “Hamseye cevabı vardır” şeklindeki ifadelerin bulunması bu iki terimin kullanılışı hakkında fikir vermektedir.

Türk şairleri tasavvufî mesnevilerde Senâî’nin, Ferîdüddin Attâr’ın, Nizâmî-i Gencevî’nin, Emîr Hüsrev-i Dihlevî’nin, Molla Câmî’nin mesnevilerinden ve özellikle tasavvuf edebiyatının en önemli şairi Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Meŝnevî’sinden etkilenmişlerdir. Mesnevi Türk şairlerine sadece tasavvufî açıdan değil Farsça’yı şiir yazacak kadar ilerletmeleri, edebî bilgi ve zevklerinin gelişmesi açısından da tesir etmiş, üzerlerinde her yönüyle eğitici bir rol oynamıştır.

Nizâmî’nin Ħamse’sinin ilk mesnevisi olan Maħzenü’l-esrâr tasavvufî ve ahlâkî konusuyla hem Fars hem Türk şairlerini etkilemiştir. Türk edebiyatında Ali Şîr Nevâî’nin Hayretü’l-ebrâr’ı, Mîr Haydar’ın Mahzenü’l-esrâr’ı, Ahmed Rıdvan’ın Mahzenü’l-esrâr’ı, Âzerî İbrâhim Çelebi’nin Nakş-ı Hayâl’i, Cinânî’nin Riyâzü’l-cinân’ı, Nev‘îzâde Atâî’nin Nefhatü’l-ezhâr’ı, Taşlıcalı Yahyâ’nın Gülşen-i Envâr’ı Maĥzenü’l-esrâr örnek alınarak yazılmış mesnevilerdir. Molla Câmî’nin Śubĥatü’l-ebrâr’ı plan ve teknik olarak farklı olmakla birlikte konusu bakımından Maĥzenü’l-esrâr’a benzer. Atâî’nin Sohbetü’l-ebkâr’ı ve Taşlıcalı Yahyâ’nın Gencîne-i Râz’ı bu mesneviye nazîredir. Bunun dışında Elvân-ı Şîrâzî’nin Mahmûd-ı Şebüsterî’den çevirdiği Tercüme-i Gülşen-i Râz, Attâr’ın Pendnâme’sinin çevirisi olarak veya onun etkisiyle yazılmış Güvâhî ve Edirneli Nazmî’nin Pendnâme’leri, aynı şairin Manŧıķu’ŧ-ŧayr’ına Ali Şîr Nevâî’nin Lisânü’t-tayr adıyla yazdığı cevapla Gülşehrî’nin, Karatovalı Zaîfî ve Mevlevî Fedâî Dede’nin Mantıku’t-tayr tercümeleri, Türk şairleri üzerindeki Fars edebiyatı etkisini gösteren mesnevilerin önde gelen örnekleridir.

Nizâmî-i Gencevî’nin Ħamse’sinin son iki mesnevisi olan Şerefnâme ve İķbâlnâme, İskender’in tarihî ve efsanevî yönlerini işlediği için sadece İskendernâme adıyla da anılır. Türk edebiyatında Ahmedî ve Ahmed Rıdvan’ın İskendernâme adlı mesnevileri işlenişleri farklı olmakla birlikte Firdevsî’nin Şâhnâme’sinden ve Nizâmî’nin adı geçen eserlerinden etkilenmiştir.

Nizâmî-i Gencevî’nin Leylâ vü Mecnûn’u Arap kökenli olan bu aşk hikâyesini mesnevi şekliyle işleyen ilk eserdir (bk. LEYLÂ ve MECNÛN). Türk edebiyatında da çok işlenen bu konudaki en başarılı örnek Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn’udur. Nizâmî-i Gencevî’nin Penc Genc’inin ikinci mesnevisi Ħüsrev ü Şîrîn’dir. Türk edebiyatında Kutb, Fahrî, Şeyhî, Ahmed Rıdvan ve Celîlî, Nizâmî-i Gencevî’nin eserinden ve Firdevsî’deki rivayetlerden yararlanarak Hüsrev ü Şîrîn’ler yazmışlardır. Aynı hikâye, kahramanların rolleri değiştirilerek Ferhâd ü Şîrîn adıyla Ali Şîr Nevâî ve Lâmiî Çelebi tarafından da kaleme alınmıştır. Nizâmî-i Gencevî’nin Heft Peyker’i diğerleri kadar olmasa da Türk şairlerinin ilgisini çekmiş, Aşkî ve Ahmed Rıdvan tarafından aynı adla Türkçe’ye çevrilmiştir. Lâmiî’nin de Heft Peyker’i vardır.

Türk edebiyatında ilk mesnevi Yûsuf Has Hâcib’in (ö. 1077) Kutadgu Bilig adlı eseridir. XIII. yüzyılda Sulî Fakih’in Yûsuf u Züleyhâ adlı mesnevisi kadar Ahmed Fakih’in Kitâbü Evsâfı Mesâcidi’ş-şerîfe’si de önemlidir. XIV. yüzyılda Yûnus Emre’nin Risâletü’n-nushiyye’si, Şeyyad Hamza’nın Yûsuf u Züleyhâ’sı ile Altın Orda sahasında Kutb’un Hüsrev ü Şîrîn’i, Gülşehrî’nin Mantıku’t-tayr çevirisi, Âşık Paşa’nın Garibnâme’si, Hoca Mesud’un Süheyl ü Nevbahâr’ı, Yûsuf Meddah’ın Varka vü Gülşâh’ı, Şeyhoğlu Mustafa’nın Hurşîdnâme’si, Ahmedî’nin İskendernâme’si ile Cemşîd ü Hurşîd’i ve Muhammed’in Işknâme’si değerli örneklerdir. Bu yüzyılda yazarı bilinmeyen pek çok mesnevi bulunmaktadır (Çelebioğlu, bk. bibl.).

Mesnevinin XV. yüzyılda Türk edebiyatında gelişme gösterdiği görülmektedir. Ahmed-i Dâî’nin Çengnâme’si, Süleyman Çelebi’nin Mevlid olarak bilinen Vesîletü’n-necât’ı, Şeyhî’nin Hüsrev ü Şîrîn’i ile Harnâme’si, Cem Sultan’ın Cemşîd ü Hurşîd’i, Hamdullah Hamdi’nin Hamse’si ve bilhassa Yûsuf u Züleyhâ’sı, Çağatay sahasında Ali Şîr Nevâî’nin Hamse’si bu yüzyılın önemli mesnevileri arasındadır.

XVI. yüzyılda Lâmiî Çelebi ve Taşlıcalı Yahyâ gibi hamse sahibi şairler yetişmiş, Mesîhî’nin Şehrengîz’i, Câfer Çelebi’nin Hevesnâme’si, Revânî Çelebi’nin İşretnâme’si, Kemalpaşazâde’nin Yûsuf ile Züleyhâ’sı, Zâtî’nin Şem‘ ü Pervâne’si, Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn’u ile Beng ü Bâde’si, Kara Fazlî’nin Gül ü Bülbül’ü ve Hâkānî Mehmed Bey’in Hilye’si gibi müstakil mesneviler kaleme alınmıştır.

Ganîzâde Mehmed Nâdirî ve Nev‘îzâde Atâî XVII. yüzyılda Hamse’leriyle tanınmışlardır. Edirneli Güftî’nin Teşrîfâtü’ş-şuarâ adlı manzum tezkiresi, Nâbî’nin Hayriyye’si ve Sâbit’in Edhem ü Hümâ’sı da bu yüzyılın önemli mesnevilerindendir.

Mesnevi yazımının azaldığı XVIII. yüzyılda Şeyh Galib türün Türk edebiyatındaki en muhteşem örneği Hüsn ü Aşk’ı kaleme almıştır. Nahîfî’nin Mesnevî-i Şerîf Tercümesi ve Sünbülzâde Vehbî’nin Lutfiyye’si diğer mesnevilerdir.

XIX. yüzyılda mahallî hayata ait bilgilerle mesnevi şekline Türk edebiyatına has bir mahiyet kazandırmış olan Enderunlu Fâzıl’ın Hûbannâme ve Zenannâme’si, İzzet Molla’nın Mihnetkeşân ve Gülşen-i Aşk’ı ile Tanzimat döneminde Ziyâ Paşa’nın Harâbât’ı önemlidir. Mesnevilerin son örnekleri Abdülhak Hâmid’in (Tarhan) manzum tiyatrolarında görülür.

Mesnevi şeklinin Türk edebiyatına has bir özelliği de eserlerdeki kahramanların ağzından yazılmış gazellerin vezin ve şekil bakımından divanlardaki gazellerle aynı özelliği taşımasıdır. Bazı mesnevilerde ise farklı vezinde murabbalar da bulunmaktadır.


Türk edebiyatında mesnevilerin halk edebiyatına yönelik örnekleri de bulunmaktadır. Pek çoğunun müellif veya musannifi bilinmeyen bu tür mesneviler için genellikle mevlidlerin sonunda yer alan Dâstân-ı Kesikbaş, Dâstân-ı Geyik, Dâstân-ı Güvercin, Dâstân-ı İbrâhim Edhem, Hikâyet-i Kız ve Cehûd, Kadı ve Uğru Destanı, Cenâdil Kalesi, Hatun Destanı, Kıssa-i Kahkaha, Kıssa-i Mukaffa‘ gibi eserler örnek verilebilir. Türk edebiyatında mesnevi hemen her dönemde gazel ve kasideden geride kalmış, hatta yalnızca mesnevi yazan şairler küçümsenmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Attâr, Mantık al-Tayr (trc. Abdülbaki Gölpınarlı), İstanbul 1962, tercüme edenin önsözü, I, s. XI-XVI; a.mlf., Manŧıķu’ŧ-ŧayr (trc. Bedî‘ M. Cum‘a), Beyrut 1416/1996, s. 9-48; Ahmed Fakih, Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-şerîfe (nşr. Hasibe Mazıoğlu), Ankara 1974, neşredenin girişi, s. 7-13; Gülşehrî, Mantıku’t-tayr (nşr. Agâh Sırrı Levend), Ankara 1957, neşredenin önsözü, s. 15-28; Şeyyad Hamza, Yusuf ve Zeliha (nşr. Dehri Dilçin), İstanbul 1946, neşredenin önsözü, s. 11-21; Hoca Mesud, Süheyl ü Nevbahâr: Suheil und Nevbehâr (nşr. J. H. Mordtman), Hannover 1925, neşredenin girişi, s. 5-13; Ahmedî, İskendernâme (nşr. İsmail Ünver), Ankara 1983, neşredenin girişi, s. 5-25; Şeyhî’nin Harnâme’si (haz. Faruk Kadri Timurtaş), İstanbul 1971, neşredenin girişi, s. 2-15; Şeyhî’nin Husrev ü Şîrin’i (haz. Faruk Kadri Timurtaş), İstanbul 1968, neşredenin girişi, s. 37-47; Şeyh Gālib, Hüsn ü Aşk (nşr. Abdülbaki Gölpınarlı), İstanbul 1968, neşredenin önsözü, s. 29-46; Mehmed, Işknâme: İnceleme-Metin (nşr. Sedit Yüksel), Ankara 1965, neşredenin girişi, s. 1-13; Agâh Sırrı Levend, Arap, Fars ve Türk Edebiyatlarında Leyla ve Mecnûn Hikâyesi, Ankara 1959, s. 1-8; a.mlf., Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara 1973, s. 80, 110, 226; Külliyyât-ı Ħamse-i Ĥakîm Nižâmî-yi Gencevî (nşr. M. Dervîş), Tahran 1351 hş., tür.yer.; Hüseyin Ayan, “XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatında Büyük Mesnevi”, Birinci Millî Türkoloji Kongresi: 6-9 Şubat 1978, İstanbul 1980, s. 83-89; Cem Dilçin, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara 1983, s. 167-202; Zeynelâbidîn Mü’temen, Taĥavvül-i ŞiǾr-i Fârsî, Tahran 1371 hş., s. 105-110; İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, İstanbul 1999, s. 273-274; Amil Çelebioğlu, Türk Edebiyatında Mesnevi, İstanbul 1999, s. 47-67, 99-108; Faruk Kadri Timurtaş, “Türk Edebiyatında Hüsrev ü Şirin ve Ferhad ü Şirin Hikâyesi”, TDED, IX (1959), s. 65-88; Cahit Kavcar, “Kemâl Paşazade’nin Şairliği ve Yusuf u Züleyhâsı”, TDAY Belleten (1969), s. 227-249; Harun Tolasa, “15. yy. Türk Edebiyatı Anadolu Sahası Mesnevileri”, TDEAD, sy. 1 (1982), s. 1-13; Meliha Anbarcıoğlu, “Türk ve İran Edebiyatlarında Mihr ü Mâh ve Mihr ü Müşterî Mesnevîleri”, TTK Belleten, XLVII/188 (1984), s. 1151-1189; İsmail Ünver, “Mesnevi”, TDl., Türk şiiri özel sayısı II: Divan Şiiri, LII/415-417 (1986), s. 415-417; Erdoğan Uludağ, “Mesnevi Araştırmaları Bibliyografyası”, Müteferrika, sy. 7, İstanbul 1995, s. 55-80; Fatma S. Kutlar, “Mesnevi Nazım Şekline Genel Bir Bakış ve Türk Edebiyatında Mesnevi Araştırmalarıyla İlgili Bir Kaynakça Denemesi”, Türkbilig: Türkoloji Araştırmaları, sy. 1, Ankara 2000, s. 102-157; Ahmet Kartal, “Türkçe Mesnevilerin Tertip Özellikleri”, Bilig, sy. 19, Ankara 2001, s. 69-117; Selami Ece, “Modern Öyküleme Teorileri Açısından Mesnevî”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, sy. 20, Erzurum 2002, s. 99-105; Ahmet Ateş, “Mesnevî”, İA, VIII, 127-133; M. Bencheneb, “Müzdevic”, a.e., VIII, 869-870; J. T. P. de Brujin, “Maґћnawī”, EI² (İng.), VI, 833-835; Barbara Flemming, “Maґћnawī”, a.e., VI, 835-837.

İsmail Ünver




URDU EDEBİYATI. Urdu edebiyatında mesnevinin ilk örneklerinin nerede ve ne zaman yazıldığı konusunda değişik görüşler bulunmaktadır. Bazı araştırmacılar mesnevinin ortaya çıktığı bölgeyi Kuzey Hindistan, bazıları ise Hindistan’ın güneyi yani Dekken olarak gösterir. Urduca mesnevinin ilk olarak Kuzey Hindistan’da yazıldığını ileri sürenlere göre Fars ve Pencap dillerinde de şiirleri bulunan Çiştî sûfî Ferîdüddin Mes‘ûd’un (ö. 664/1265) günümüze ulaşmayan tasavvufî bir eserindeki beyitler mesnevinin Urdu edebiyatındaki ilk örneğidir. Ancak bu beyitlerin tamamlanmış bir mesnevinin parçası olup olmadığı kesin biçimde ortaya konulamamıştır. Bazı araştırmacıların bu beyitlerin ilk örnek oluşu konusundaki şüpheleri dikkatlerin Urdu edebiyatının ilk merkezi kabul edilen Dekken’e yönelmesine sebep olmuştur.

XIV. yüzyılda Türk asıllı şair Emîr Hüsrev-i Dihlevî’nin Ħâliķ Bârî adlı eseri Kuzey Hindistan’da yazılıp günümüze ulaşan ilk mesnevidir. Bu eserin ona aidiyeti konusunda bazı şüpheler bulunmakla birlikte onun bu adla Urduca bir mesnevi kaleme aldığı kesin olarak bilinmektedir. Hüsrev’den sonra Kebîr Dâs’ın Hint vezinlerini kullanarak telif ettiği Bâra Mâsa ile Kutbân’ın Haryani ve Apbhranaş dillerine yakın bir dille yazdığı, Hindistan’da ilk romantik mesnevi sayılabilecek Margâvatî’si Urdu edebiyatının kuruluş dönemlerinde ortaya çıkmış mesnevilerdir. Kutbân’dan sonra Şeyh Hûb Muhammed Çiştî’nin Gucerât diliyle kaleme aldığını söylemesine rağmen bazı araştırmacıların Urduca mesneviler arasında kabul ettiği Ħûb Tereng adlı mesnevisi gelir. Muhammad Efdal Pânîpatî’nin Hindistan’a has iklim ve tabiat özelliklerini anlatan Bukat Kahânî adlı eseri Kuzey Hindistan’da yazılan mesnevilerin güzel bir örneğini oluşturur.

Urdu edebiyatında ilk dönemlerde Farsça mesneviler örnek alınmış, bir kısım mesneviler Farsça’dan tercüme yoluyla, bir kısmı da Farsça mesnevilerindeki hikâyelerin Dekenî diline uyarlanması sonucu ortaya çıkmıştır. Gucerât ve Dekken’de Urduca şiir söylenmeye başlandıktan hemen sonra XV. yüzyılın ortalarında Behmenîler döneminde Fahreddin Nizâmî, büyük kısmı günümüze ulaşan ve bazıları tarafından Urduca’nın ilk mesnevisi kabul edilen Ķadam Râo Padam Râo hikâyesini kaleme almıştır. Ahmednagarlı şair Seyyid Şah Eşref Biyâbânî’nin Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da çektiği sıkıntıları anlatan Nev Serhâr’ı da Urduca’nın erken dönem mesnevileri arasında zikredilebilir.

Âdilşâhîler devrinde mesnevi yazımı büyük hız kazanmıştır. Şah Mîrâncî Şemsüluşşâk’ın Hûşnâme, HûştaǾziye ve Şehâdetü’l-ĥaķīķat mesnevilerinden başlayarak sonraki dönemlerde de birçok mesnevi kaleme alınmıştır. Abdül’ün İbrâhîmnâme’si (İbrâhim Âdil Şah’ın manzum hayat hikâyesi), Mirza Muhammed Mukīmî’nin Çendar Beden u Mehyâr’ı, Muhammad b. Ahmed Âciz’in Leylâ vü Mecnûn ile Yûsuf u Züleyħâ mesnevileri, Emîn’in Behrâm u Ĥüsn Bânû’su, Kemal Han Rüstemî’nin Ħâvernâme’si, Melik Hûşnûd’un Heşt Bihişt’i ile Yûsuf-Züleyħâ’sı, San‘atî’nin Ķıśśa-i Benažîr’i, Muhammed Nusretî’nin Gülşen-i ǾIşķ’ı ile ǾAlînâme ve Târîħ-i Sikenderî’si, Seyyid Mîrân Hâşimî’nin Yûsuf-Züleyħâ’sı Âdilşâhî devrinin en önemli mesnevileri arasındadır.

Kutubşâhîler dönemi şairlerinden Molla Vechî’nin Muhammed Kulı Kutubşah’ın aşk hikâyesini anlattığı Ķuŧb u Müşterî adlı eseri, Gavvâsî’nin Seyfü’l-mülûk ve BedîǾu’l-cemâl’i ile Ziyâeddin Nahşebî’nin Sanskritçe’den Farsça’ya tercüme ettiği Ŧûŧînâme’sinin Urduca çevirisiyle Hasan Şevkī’nin mesnevisi Žafernâme-i Nižâm Şâh ve Mizbânînâme-i Sulŧân Muĥammed ǾÂdilşâh adlı eserleri de bulunmaktadır. Devrin şairlerinden Mazharüddin İbn Nişâtî’nin Phûlben’i hikâyesinin özgünlüğü, dilinin sadeliği ve üslûbunun güzelliğiyle takdir toplamıştır. Tab‘î’nin Behrâm u Gülendâm’ı, Fâiz’in Ķıśśa-i Rıđvân Şâh u Rûĥ-i Efzâ’sı, Latîf’in Žafernâme’si ve Gulâm Ali’nin Padmâvet’i de zikre değer mesnevilerdir.

Dekken’de Bâbürlüler döneminde de mesnevi yazıcılığı devam etmiştir. Bu devrin mesnevileri arasında Bahrî’nin Men Legen ve Bengâbnâme’si, Vecdî’nin Pençhî Bâçâ’sı, Velî Veylûrî’nin


Reten Pedem’i, Sirâc-ı Evrengâbâdî’nin Bustân-i Ħayâl’i ve Ârifüddin Âciz’in LaǾl u Gevher’i meşhurdur.

Kuzey Hindistan’da yazılan ilk Urduca mesnevi XVII. yüzyıl şairlerinden Emrûhavî’nin Vefâtnâme adlı eseridir. Aynı yüzyılda Sadreddin Muhammed Fâiz adlı bir şairin külliyatında mesnevi tarzı birkaç manzume bulunmaktadır. Kaynaklarda adları zikredilen Fezâil Ali Bîkayd’ın Ĥasb-i Ĥâl-i Ħod ve Âbrû’nun MevǾiža-i Ârâyiş-i MaǾşûķ mesnevileri de bu döneme aittir. Yine Zuhûrüddin Hâtim’in manzumeleri dışında Bezm-i Ǿİşret mesnevisi, Mîr Abdülhay Tâbân’ın Der Medĥ-i ǾUmdetü’l-mülk Emîr Ħân Encâm adlı eseri Kuzey Hindistan’da mesnevi yazıcılığının ilk örneklerinden sayılabilir.

XVIII. yüzyılda Kuzey Hindistan’da telif edilen ilk önemli mesnevi sûfî ve şair Hâce Mîr Derd’in kardeşi Mîr Eser’in Ħâb u Ħayâl’idir. Bu eserde Mîr Derd’in de 300 beyti yer almaktadır. Mîr Muhammed Takī ve Sevdâ-yı Dihlevî aynı yüzyılın diğer tanınmış mesnevi şairleridir. Mîr Muhammed Takī birçoğu çok kısa otuz üç mesnevi kaleme almıştır. Bunlardan ŞuǾle-i ǾIşķ, Deryâ-i ǾIşķ, MuǾâmelât-i ǾIşķ ve şairin kendi hayatından kesitleri yansıttığı Ħâb u Ħayâl ve Şikârnâme zikre değerdir. Sevdâ-yı Dihlevî’nin de bazıları hiciv türünde yirmi beş mesnevisi vardır. Delhi’nin önemli şairlerinden Mushafî de Baĥrü’l-beyân, Ceźbe-i ǾIşk ve Gülzâr-i Şehâdet adlı üç mesnevi kaleme almıştır. Urdu edebiyatının en meşhur mesnevisi, XVIII. yüzyılda Mîr Gulâm Hasan Dihlevî tarafından yazılan ve Bedr-i Münîr adı da verilen Siĥrü’l-beyân’dır. Eser C. W. Bowdler Bell (Kalküta 1871) ve Henry Court (Kalküta 1889) tarafından İngilizce’ye tercüme edilerek yayımlanmıştır. Ayrıca kaynaklarda Mîr Hasan’ın on beş mesnevisinin daha bulunduğu kaydedilmektedir.

XIX. yüzyılda Bâbürlüler’in son dönemlerinde yetişen şairlerden Muhammed Mü’min Han’ın ikisi yarım kalmış sekiz mesnevisi vardır. Bunlardan Ķavl-i Ġamîn, Şikâyet-i Sitem ve Ķıśśa-i Ġam adlı mesnevileri önemlidir. Mü’min’in dışında Nevvâb Mirza Dâğ’ın Feryâd-i Dâġ, Huşyâr Ceng’in Ŧûfân-ı Muĥabbet, Emîr Mînâyî’nin din ve ahlâkî öğütleri içeren Ebr-i Kerem ve Nûr-i Tecellî mesnevileriyle Râmpûr nevvâbının oğlunun düğününü anlattığı Kârnâme-i Ǿİşret adlı eseri dönemin güzel örnekleri arasında sayılabilir.

Urdu edebiyatının Kuzey Hindistan’daki ikinci büyük merkezi Eved (Oudh) Devleti’nin başşehri Leknev’dir. Şehirde refah seviyesinin yüksek olması edebî alana da yansımıştır. Dekken’de Kulı Kutubşah’tan itibaren şairlerin çoğu mesnevi türünde eserler kaleme almışsa da mesnevi en üst noktasına XIX. yüzyılda Leknev’de ulaşmıştır. Leknevli şairlerden Cur’et’in mesnevileri arasında en hacimli olanları Dâstân-i Ülfet ve Ĥasan-Baħşî’dir. Bu sahada en tanınmış şair olan Diya Şankar Nesîm’in Gülzâr-i Nesîm adlı mesnevisi edebî sanatları, darbımesel ve deyimleri kullanışındaki ustalığı, sanatlı üslûbuyla Siĥrü’l-beyân kadar beğeni kazanmış, ancak daha sonraki dönemlerde hikâye kurgusunun karışıklığı ve düzensizliği sebebiyle eleştirilere uğramıştır. Hâce Esed Ali Kalak Leknevî’nin Ŧılsım-i Ülfet adlı mesnevisi de önemlidir. XIX. yüzyılda Leknev’in mesnevi sahasında en verimli şairi Tasadduk Hüseyin Şevk’tir. Şevk, meşhur mesnevisi Zehr-i ǾIşķ’ta kendi tutkularını canlı bir biçimde yansıtmıştır. Eser genel ahlâka aykırı olmakla suçlanarak yasaklanmıştır. Onun Ferîb-i ǾIşķ ve Bahâr-i ǾIşķ mesnevileri de Leknev’in açık kozmopolit kültürel yapısının aynası olduğu yönünde tenkitlere mâruz kalmıştır. Leknev ekolünün önde gelen şairlerinden Saâdet Yâr Han Rengîn Meŝnevî-yi Dilpeźîr (Mâhcibîn ü Nâzenîn) adlı eserini Siĥrü’l-beyân’a nazîre olarak yazmışsa da başarılı olamamıştır. Bunun dışında onun Şeş Cihet-i Rengîn ve Çâr Çemen-i Rengîn adlı mesnevileri de bulunmaktadır. Leknev’de mesneviyi ahlâkî amaçlarla kullanan ender şairlerden biri ve belki de en önemlisi olan Münîr Şükûhâbâdî, MiǾrâcü’l-meżâmîn adlı eserinde Hz. Peygamber’in mûcizeleriyle Şîa imamlarının kerametlerini anlatmış, Ĥicâb-i Zenân’da ise kadınlara ahlâkî öğütler vermeyi amaçlamıştır. Eved Devleti’nin şair olan son padişahı Vâcid Ali Şah Ahter’in Ħâķān-i Sürûr, Deryâ-yi TaǾaşşuķ ve Baĥr-i Ülfet adlı mesnevileri bulunmaktadır. Özellikle sürgündeki yıllarında yazdığı Ĥüzn-i Aħter yaşadığı sıkıntılı günlerin aynası gibidir.

Modern Urdu edebiyatında da mesnevi yazan şairler vardır. Muhammed Hüseyin Âzâd’ın Ĥubb-i Vaŧan, Şiblî Nu‘mânî’nin Śubĥ-i Ümmîd, Muhammed İkbal’in Sâķīnâme, Gûristân-i Şâhî, Vâlide-i Merhûme ki Yâd mêyn manzumeleri bu türün seçkin örnekleridir. İsmâil Merathî, Ekber Allahâbâdî, Sîmâb Ekberâbâdî, Şebbîr Hasan Han gibi isimler de modern dönemde mesnevi tarzı eser veren şairler arasında sayılabilir. Bu şairlerden Pakistan millî marşının yazarı Hafîz Câllendharî’nin Şâhnâme-i İslâm adlı eseri son dönemlerin en iyi tarihî mesnevisi olarak kabul edilebilir.

BİBLİYOGRAFYA:

A. Hamîd, Urdû ŞiǾr kî Dâstân, Lahor, ts., tür.yer.; T. G. Bailey, A History of Urdu Literature, Lahor, ts., bk. İndeks; Ram Babu Saksena, A History of Urdu Literature, Allahabad 1940, tür.yer.; Ebü’l-Leys Siddîkī, Urdû kî Edebî Târîħ kâ Ħâkâ, Karaçi 1962, tür.yer.; Muhammad Sadiq, A History of Urdu Literature, London 1964, bk. İndeks; Gulâm Hüseyin Zülfikār, Urdû ŞâǾirî kâ Siyâsî aôr Semâcî Pes-i Manžar, Lahor 1966, tür.yer.; Seyyid Abdullah, Urdû Edeb: 1857-1966, Lahor 1967, tür.yer.; Seyyid M. Akīl Rizvî, Urdû Meŝnevî kâ İrtiķā, Leknev 1983, tür.yer.; Cemîl Ahmed, Urdû ŞâǾirî par Eyk Nažar, Karaçi 1985, tür.yer.; Mahmûd Birîlvî, Muħtaśar Târîħ-i Edeb-i Urdû, Lahor 1985, tür.yer.; Ebü’l-İ‘câz Hafîz Siddîkī, Keşşâf-i Tenķīdî Iśŧılâĥât, İslâmâbâd 1985, tür.yer.; Selîm Ahter, Urdû Edeb kî Muħtaśar Terîn Târîħ, Lahor 1986, tür.yer.; Ekberüddin Sıddîkī, Dekenî Meŝneviyân, Dekenî Urdû (nşr. Abdüssettâr Delvî), Bombay 1987, s. 273-282; Cemîl Câlibî, Târîħ-i Edeb-i Urdû, Lahor 1987, I-II, tür.yer.; Enver Sedîd, Urdû Edeb kî Muħtaśar Târîħ, İslâmâbâd 1991, tür.yer.; Athar Raz, A Short History of Urdu Literature, London 1999, tür.yer.; Tebessüm Kâşmîrî, Urdû Edeb kî Târîħ İbtidâ sey 1857 tek, Lahor 2003, tür.yer.; Munibur Rahman, “Maґћnawī”, EI² (İng.), VI, 837-839.

Halil Toker