METÂ

(المتاع)

Dünyada insanların istifade etmesine elverişli nimet ve imkânlar için kullanılan bir Kur’an tabiri.

Sözlükte “gelişme, en iyi duruma gelme, uzama, büyüme” gibi anlamlara gelen mütû‘ masdarından isim olan metâ‘ kelimesi (çoğulu emtia), “insanın elde edip yararlanmak istediği her türlü maddî değer ve ihtiyaç maddesi demektir. Daha dar anlamda özellikle hububat nevi saklanabilir gıda maddeleri ve giyim kuşam gibi orta ömürlü, kap kacak, alet edevat ve mefruşat türü uzun ömürlü kullanım değerine sahip dayanıklı şeyler için kullanılır. Metâ ve aynı kökten müt‘a kelimeleri, erkeğin eşinin geçimini sağlamak üzere ona vermekle yükümlü olduğu maddî değeri ve özellikle hanımını boşaması halinde ona ödeyeceği nafakayı ifade etmekte, ayrıca “mehir” mânasına da gelmektedir. Kadınla erkeğin belirli maddî menfaat karşılığında gerçekleştirdiği sınırlı süreli evliliğe “müt‘a nikâhı”, aynı yılın hac ayları içinde umreyi ve haccı ayrı ayrı niyet ve ihramla yapmak suretiyle eda edilen hacca da “temettu‘ haccı” denilmektedir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “mtǾa” md.; İbnü’l-Esîr, IV, 292-293; Lisânü’l-ǾArab, “mtǾa” md.; Tehânevî, II, 1334).

Metâ kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de biri çoğul şeklinde olmak üzere otuz beş âyette geçmekte, ayrıca otuz beş âyette aynı kökten çeşitli isim ve fiiller yer almaktadır. Hadislerde de benzer kullanımlara sıkça rastlanır (Wensinck, el-MuǾcem, “mtǾa” md.). Bazı âyetlerde ve ilgili hadislerin çoğunda metâ, herhangi bir değer yüklenmeksizin dünya hayatının normal ihtiyaç maddeleri için kullanılmıştır. Meselâ Hz. Âdem ve eşi şeytan tarafından aldatıldıktan sonra bulundukları yerden çıkarılıp arza indirilmiş ve orada kendileri için “yerleşecek bir yer ve ihtiyaç maddeleri” (metâ) bulunduğu bildirilmiştir (el-Bakara 2/36). Yine, boşanmış kadınlara faydalanacakları uygun şeyler verilmesini emreden âyette de (el-Bakara 2/241) kelime bu anlamda geçmektedir (ayrıca bk. el-A‘râf 7/24; en-Nûr 24/29; el-Ahzâb 33/53). Bir âyette, Allah’tan af dileyip tövbe edenlere ödül olarak verilecek maddî nimetlerin “güzel bir metâ” nitelemesiyle anıldığı görülür (Hûd 11/3). Hz. Peygamber de en hayırlı dünya metâının faziletli bir zevce olduğunu belirtmiştir (Müslim, “RađâǾ”, 59; İbn Mâce, “Nikâĥ”, 5).

İslâm’ın başlangıcından itibaren Hz. Peygamber’e ve dine karşı cephe alanların başında müreffeh bir hayat süren, kendilerini soylu ve üstün kabul eden zengin aristokrat kesimler yer alıyor, bunlar büyük ölçüde yoksul ve mazlum kişilerden oluşan müslümanları küçümsüyorlardı. Bu sebeple metâ kelimesinin yer aldığı âyetlerin çoğunda kelimenin putperest dünya görüşünün en önemli ahlâkî problemlerinden olan maddeperestlik bağlamında kullanıldığı görülmekte, insanın söz konusu değerlerin cazibesine kapılıp hayatını sadece bunları elde etme uğruna tüketmek yerine kendisine âhiret mutluluğunu ve nimetlerini kazandıracak işlere yönelmesi gerektiği bildirilmektedir. Buna göre, “Dünya hayatı aldatıcı bir metâdır” (Âl-i İmrân 3/185; el-Hadîd 57/20); “Dünyanın metâı azdır, Allah’a karşı saygısı olanlar için âhiret daha hayırlıdır” (en-Nisâ 4/77; ayrıca bk. et-Tevbe 9/38; er-Ra‘d 13/26). Âl-i İmrân sûresinin 14. âyetinde nefsânî arzulara ve özellikle kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, özel yetiştirilmiş soylu atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere düşkünlüğün çekici kılındığı belirtildikten sonra bütün bunların dünya hayatının metâı olduğu, halbuki insanın Allah katındaki güzel yeri ve üstün mertebeyi hedeflemesi gerektiği bildirilmekte, böylece hem metâ kavramının içeriğine ışık tutulmakta hem de maddî değerler karşısında takınılacak tavrın ölçüsüne işaret edilmektedir. Kur’an bir yandan, kendilerini dünyanın geçici menfaatlerinin cazibesine kaptırarak bunların ötesinde değer tanımayanların kapıldıkları derin yanılgıya dikkat çekmek, diğer yandan da toplumda dinî ve insanî sorumluluk bilincini geliştirmek, ayrıca maddî sıkıntı içinde yaşayan ve bundan dolayı aşağılanan müslümanları teselli edip asıl saygınlığın âhiret kurtuluşuna ulaşmak amacıyla çaba harcamak olduğunu, her kişinin ölümü tadacağını ve Allah katında herkesin yaptığının karşılığını eksiksiz bulacağını, kendilerini ateşten koruyacak işler yapanların büyük kurtuluşa ereceklerini hatırlatmakta ve dünya hayatının aldatıcı bir metâdan ibaret bulunduğunu bildirmektedir (Âl-i İmrân 3/185). Pek çok kaynakta yer alan bir hadiste (meselâ bk. Müsned, II, 303, 334, 372; Müslim, “Birr”, 60), dünyada iken bazı hayırlı ameller işlemekle birlikte başkalarının haklarını gasbettiği için âhirette tam bir ziyana uğrayacak olanlar “ellerinde parası ve metâı kalmamış müflisler” diye nitelenmiştir.

Metâ kavramı maddî ve geçici nimet ve imkânları içerdiğinden İslâmî kaynaklarda konunun ahlâkla münasebeti, bu nimet ve imkânlar karşısında takınılması gereken tutumun ölçüsüyle ilgili görüşler genellikle dünya kelimesi çerçevesinde ortaya konmuş, başta Gazzâlî olmak üzere bilhassa mutasavvıflar tarafından bu hususta zengin bir literatür oluşturulmuştur (geniş bilgi için bk. DÜNYA).

Fıkıh literatüründe metâ özellikle giyim kuşam, mefruşat ve süs eşyaları gibi insanların ihtiyaçlarını doğrudan gideren dayanıklı malları ifade eder. Dolayısıyla kullanılarak tüketilen dayanıksız şeyler kelimenin kapsamına girmez. Fertlerin ağırlıklı olarak kendileri için üretim yaptığı tabii geçimlik ekonomilerden piyasa


ekonomilerine geçişle birlikte metâ kavramı mübâdele değeri olan ticaret mallarını belirtecek şekilde bir anlam genişlemesine uğramıştır. “Urûz”, “ayn” ve “sil‘a” kelimeleriyle aynı anlamda kullanılan metâ özellikle nakit mefhumunu dışlamaktadır; ancak mübâdelelerde para yerine kullanılması durumunda “metâ nakit” (günümüzde “mal para”) şeklinde adlandırılmaktadır. İslâm hukuku kaynaklarında hac, zekât, nikâh, alım satım, iflâs, şirket, mudârebe, yeminler gibi bölümlerde genellikle “insanların ihtiyaçlarını doğrudan gideren dayanıklı eşya” anlamında yer alan metâ kavramının içeriği, talâk bahislerinde boşanan kadına müt‘a olarak verilecek şeylerin mahiyeti tartışılırken bazı fakihlerce hizmetçiyi ve bineği de kapsayacak şekilde genişletilmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “mtǾa” md.; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, IV, 292-293; Lisânü’l-ǾArab, “mtǾa” md.; Tehânevî, Keşşâf, II, 1334; Wensinck, el-MuǾcem, “mtǾa” md.; M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “mtǾa” md.; Müsned, II, 303, 334, 372; Müslim, “Birr”, 60, “RađâǾ”, 59; İbn Mâce, “Nikâĥ”, 5; Hîrî, Vücûhü’l-Ķurǿâni’l-Kerîm (nşr. Fâtıma Yûsuf el-Hıyemî), Dımaşk 1996, s. 305; Ebû Abdullah Hüseyin b. Muhamed ed-Dâmegānî, Ķāmûsü’l-Ķurǿân ev Iślâĥu’l-vücûh ve’n-nežâǿir (nşr. Abdülazîz Seyyidü’l-Ehl), Beyrut 1983, s. 427-428; İbnü’l-Cevzî, Nüzhetü’l-aǾyün, s. 558-560; Kāsım el-Konevî, Enîsü’l-fuķahâǿ fî taǾrîfâti’l-elfâži’l-mütedâvile beyne’l-fuķahâǿ (nşr. Ahmed b. Abdürrezzâk el-Kübeysî), Cidde 1407/1987, s. 141; Muhyiddin Atıyye, el-Keşşâfü’l-iķtiśâdî li-âyâti’l-Ķurǿâni’l-Kerîm, Herndon 1412/1991, s. 490-497; M. Revvâs Kal‘acî, el-MevsûǾatü’l-fıķhiyyetü’l-müyessere, Beyrut 1421/2000, II, 1726-1727.

Mustafa Çağrıcı