MEVLÂNÂ KÜLLİYESİ

Konya’da Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin türbesi etrafında oluşan bir tarikat külliyesi.

Şehrin merkezinde Karatay ilçesinde Sultan Selim Camii’nin doğusunda yer alır. Geniş bir bahçe duvarı içerisindeki yapıların çekirdeğini Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin türbesi oluşturmakta; semâhâne, mescid, matbah-ı şerif, meydân-ı şerif, derviş hücreleri, avlu ve hazîredeki binalar büyük bir külliye meydana getirmektedir. Kuruluşundan Cumhuriyet’e kadar geçen sürede buranın geliştirilmesi, bakımı, onarımı, dergâhtaki tarikat hizmetlerinin yürütülmesi için yapılan vakıflar bizzat sultanlar tarafından desteklenmiş, Evkāf-ı Celâliyye istisnaî vakıflar arasında yer almıştır. Ayrıca hazîre duvarlarının dışındaki II. Selim İmareti, Türbeönü Hamamı, çelebi konaklarıyla etrafında bir mahalle kurulmuş ve dergâh âdeta küçük bir şehrin ortasında kalmıştır.

Dergâhın yakın çevresinde vaktiyle yer alan tarihî yapılardan, dışarıdan derviş hücrelerine bitişik olan kuzeybatıdaki Sultan Veled Medresesi yıkılınca yerine 1306 (1888-89) yılında postnişin Vâhid Çelebi tarafından Sultan Veled Mektebi inşa edilmiştir. Bina 1913’te yandığında iki katlı olarak yeniden yapılmış, 1955’te meydan açılırken Sultan Selim Camii’nin batı duvarına bitişik Yûsuf Ağa Kütüphanesi ile (1210/1795-96) muvakkithâne (1290/1873) XIV. yüzyıla ait Türbeönü Hamamı ile birlikte tamamen ortadan kaldırılmıştır. Bu çifte hamamın her iki bölümü dört eyvanlı ve köşe hücreli olup dergâhta ikamet eden dervişler yanında halka da hizmet verdiği ve keçeliğinde Mevlevî sikkelerinin yapıldığı bilinmektedir.

Sultan II. Selim tarafından XVI. yüzyılın ikinci yarısında yaptırılan, dergâha gelen ziyaretçiler, yolcular ve bir kısım fakirlerin misafir edildiği Selimiye İmareti aşevi, menzilhâne, ahır ve tabhânelerden oluşuyordu. Dergâhın kuzey ve doğu tarafından çelebi konaklarıyla, güneyden Üçler Mezarlığı ile çevrili olduğu eski fotoğraflardan anlaşılmaktadır. Günümüze ulaşan eski mutfak külliyenin kuzeybatı köşesinde yer almakta olup XVI. yüzyıla tarihlenen tek katlı bir yapıdır. Bir müddet çamaşırhane, ardından Etnografya Müzesi olarak kullanılan binanın içi tâdil edilerek bugün de yemekhane olarak hizmet vermektedir. Çelebi dairesi XIX. yüzyıl sonlarında yapılmış iç sofalı planda bir evdir. Sofa tavanlarında meydân-ı şerif tavanında olduğu gibi hayalî manzara resimleri bulunmaktadır. Buradaki eski çamaşırhane ve helâlar yıkılmış, yerlerine yeni helâ yapılmıştır. Yıkılan çelebi konaklarının yeri gül bahçesi haline getirilmiş, içerisindeki XIV. yüzyıla tarihlenen eyvan tipli Eflâkî Türbesi ile (mezar taşı 761/1360 tarihlidir) Tuzcu Baba Türbesi (1233/1817-18) ve civar çeşmesinin etrafı (1327/1909) Hüsnü Yûsuf Bey’in Mevlânâ Külliyesi’ni gösteren tablosundan esinlenerek


yüksek taş parmaklıklı bir duvarla çevrilmiştir.

Dergâhın esas avlusuna hazîre duvarları içerisindeki dört kapı ile girilmektedir. Cümle kapısı batıdaki Dervişan Kapısı’dır. Doğu tarafında Pîr Kapısı, kuzeyde Çelebiyan Kapısı, güneyde Hâmûşân Kapısı vardır. Dervişan Kapısı’ndan avluya girilince sağda Şeb-i Arûs Havuzu, ortada şadırvan, kuzeyde selsebil bulunur. Dergâh 1927’de müze haline getirilirken avludaki mezarlık kaldırılmış, etrafı çevrilerek günümüzde çiçek bahçesi yapılmış ve taşları dergâhın doğu tarafına yığılmıştır. Aynı şekilde dergâhın kuzeyindeki Vâlideler Mezarlığı ile güneyindeki Hadîkatü’l-ervâh’ta bulunan kabirler de kaldırılmış, sadece sekizgen bir havuzla Mehmed Bey Türbesi bırakılmıştır. Hadîkatü’l-ervâh içerisine 1965 yılında Türk şairi Nef‘î ile Pakistanlı ünlü şair Muhammed İkbal için iki makam mezar taşı konulmuştur.

Mevlânâ Türbesi (Kubbe-i Hadrâ). Kaynaklar, türbenin bulunduğu mahallin sultanın bahçesi iken Mevlânâ’nın babası Sultânülulemâ Bahâeddin Veled’e bağışlanmış olduğunu ve kendisi 628’de (1231) vefat edince buraya gömüldüğünü bildirmektedir. Mevlânâ da 672’de (1273) babasının yanına defnedilmiş, üstüne 673 (1274) yılında Muînüddin Süleyman Pervâne ve eşi Gürcü Hatun ile Alemüddin Kayser tarafından mimar Bedreddîn-i Tebrîzî’ye bir türbe yaptırılmış, böylece külliyenin temelleri atılmıştır. Bu ilk yapının cenazelik katı üzerinde dört ayaklı ve sandukanın bozulmaması için güneyi duvarla kapatılmış bir baldaken türbe olduğu kabul edilmektedir. Mevlânâ’nın şimdi babasının kabri üstünde duran ceviz sandukasının tasarımcısı Abdülvâhid b. Selîm, uygulayıcısı Konyalı Genak oğlu Hümâmüddin Muhammed’dir. Şikârî tarihinde anlatıldığına göre Silifke kıyılarındaki küçük Körkes (Korikos) seferinde alınan ganimetler sayesinde Karamanoğlu Alâeddin Bey zamanında (1361-1398) türbe bugünkü şeklini almıştır. Türbenin ayakları takviye edilmiş ve üstüne yıldız tonozlu bir kubbe, kubbenin üzerine de on altı dilimli bir yüksek gövde ile konik külâh yerleştirilmiştir. Bir gövde üzerine ikinci bir gövde şeklindeki bu türbenin mimarının Akşehir’deki Seyyid Mahmud Hayrânî Türbesi’ni de inşa eden Ahmed b. Abdullah b. Aslî olduğu kabul edilir. Mevlânâ’nın türbesinin içindeki kalın ayaklar ve bunları birbirine bağlayan sivri kemerlerle güney duvarı ve yıldız tonoz örtüde zengin kalem işi süslemeler, sülüs ve kûfî yazı kuşakları vardır. Bazı dar alanlarda yazı kompozisyonlarının yanında sarı, kırmızı ve mavi renklerin kullanıldığı kalem işlerinde iri hançer yaprakları arasında palmetler ve hatâyî çiçeklere yer verilmiş, güney duvarının üstündeki pencere boşluğunun sağında ve solunda servi, hurma ağaçları ve sarmaşıklardan oluşan kompozisyonlar yerleştirilmiştir. Bu tasvirler XVIII. yüzyıla, diğer kısımlardaki nakışlar ise XVI. yüzyıla tarihlenmektedir. Türbenin güney duvarındaki kitâbeden yapının II. Bayezid döneminde (1481-1512) nakkaş Halepli Mehmed oğlu Abdurrahman tarafından tezyin edildiği anlaşılmaktadır. Türbe restorasyonlarında XVI. yüzyıl nakışları değiştirilmemiş, bozulan yerleri aslına sadık kalınarak tamamlanmıştır. 1983-1986 yılları arasında nakkaş Mustafa Baytal tarafından yapılan onarımlar sırasında Kubbe-i Hadrâ’nın nakışlarına dokunulmamıştır. Türbenin çini kaplı dilimli gövdesi ve külâhı 1060 (1650), 1110 (1698), 1205 (1790, büyük onarımı), 1212 (1798), 1252 (1836) ve 1912 yılında (V. Mehmed zamanında Kubbe-i Hadrâ çinileri yenilenmesi) tamir görmüştür. Bugünkü fîrûze mavisi çiniler ve Âyetü’l-kürsî yazı kuşağı 1962’deki onarımdan kalmıştır.

Dâhil-i Uşşâk, Post Kubbesi ve Kıbâbü’l-aktâb. Karamanoğlu Beyliği döneminde türbenin doğusuna bir, batısına iki kubbeli bölüm ilâve edilmiş, kuzeyine de kubbeli birimler yerleştirilmiş, böylece günümüzdeki şekli ortaya çıkmıştır. Bunlardan sadece Kubbe-i Hadrâ’nın kuzeyinde yer alan birim mukarnaslı bir tonozla örtülmüş olup ortasında bir aydınlık feneri vardır. Batıdaki tilâvet odasından gümüş kapı ile Dâhil-i Uşşâk (kademât-ı pîr) denilen üç kubbeli bölüme girilir. Buranın kuzeyindeki sekiler üzerinde Horasan erlerinin sandukaları yer almıştır. Türbenin kuzeyinde mevcut semâhânede mukabele yapılırken postnişin çelebi, tarikatçı dede ve mesnevîhana ait üç post serildiği için burası “post kubbesi” (huzûr-ı pîr) ismiyle anılmıştır. Post kubbesinin ayaklarında ve tonoz başlangıcında XVI ve XVIII-XIX. yüzyıllara ait kalem işi süslemeler bulunmaktadır. Türbenin cenazelik kapısının güneyinde Maraş Mîrimîrânı Mahmud Paşa tarafından İlyas


adlı bir sanatçıya yaptırılmış gümüş kafes ve kapı yer almaktadır. Buradaki otuz iki beyitlik şiir şair Mâni’ye ait olup Mirza Ali tarafından yazılmıştır. Kubbe-i Hadrâ’nın doğusunda ve batısında Mevlânâ’nın yakınları olan çelebilere ait kitâbeli-kitâbesiz altmış beş erkek ve kadın sandukasının bulunduğu seki Kıbâbü’l-aktâb adıyla anılmaktadır. Son onarımlarda bu bölümün duvarlarında ve pencere kenarlarındaki XIX. yüzyıla ait siyah, mavi, sarı renkli gül çelenklerini ihtiva eden Türk empire üslûbundaki nakışlar kaldırılmıştır. Bu nakışların altından çıkan kırmızı, siyah renkte celî yazılarla hurma ağacı, vazolu ve vazosuz lâle, gül, karanfil, sümbül demetlerinin oluşturduğu kompozisyonlar tamamlanarak ihya edilmiştir. Bu yazı ve nakışları Naci Bakırcı XVI. yüzyılın başlarına tarihlemektedir. Yılmaz Önge ise XVIII. yüzyılda yapılmış olduklarını ileri sürer. Anlaşıldığı kadarıyla aslı XVI. yüzyıla ait hatlar XVIII. yüzyılda elden geçirilmiştir. Aynı şekilde bu bölümün kubbe ve pandantif yazıları da yenilenmiştir. Son restorasyonda Fevzi Günüç ile Hüseyin Kutlu’nun hazırladığı yazı taslaklarını nakkaş ve kalemkâr Mustafa Baytal uygulamıştır. Mevlânâ Dergâhı’nın Karaman döneminde bir bütün oluşturan bu sekiz kubbeli bölümden ibaret olmadığı, semâhâne, derviş hücreleri ve diğer bölümlere de sahip bulunduğu tahmin edilmektedir. Ancak bu mekânlar günümüzdeki yapıların altında kalmıştır. 1997 yılında semâhânenin taban tahtalarını yenileme çalışmaları sırasında küçük bir temizlik kazısı yapılmış, zeminde Selçuklu-Karaman dönemine ait bir yapı kalıntısı ve birkaç mezar bulunmuştur. Ayrıca XVI. yüzyıla ait fil ayaklarının oturduğu kirişlerin çürüyenleri de değiştirilmiş, bu esnada ahşap kısımların deontrokronolojik (ağaç halkaları) tarihlemeleri yapılarak 1571 yılında kesildikleri belirlenmiştir.

Semâhâne. Post kubbesinin kuzeyinde yer alan kare planlı bu mekânın zemininde bulunan yapının Karamanoğulları dönemine ait semâhâne olduğu ileri sürülmüştür. Mevcut semâhânenin köşelerindeki dört fil ayağı ve bunların kenar ortalarında bulunan pâyeler sivri kemerlerle birbirine bağlanmıştır. Üzerlerine pandantifler yardımıyla sekizgen kasnaklı kubbe oturmaktadır. Barihüda Tanrıkorur, semâhâne ile bitişiğindeki mescidin Yavuz Sultan Selim zamanında (1512-1520) yapılmış olması ihtimalini ileri sürerse de bu iki mekânın Kanûnî Sultan Süleyman döneminin sonunda inşa edildiğini kabul etmek daha doğru olur. Semâhâne ahşap bir kafesle Kıbâbü’l-aktâb’dan ve demir bir parmaklıkla mescidden ayrılmıştır. Semâhânenin kuzey ve doğu kesimine XVIII. yüzyılda mahfiller ilâve edilmiştir. Mutriban mahfili erkeklere tahsis edilmiş alt katın kuzeybatı köşesinde olup üst katlar kadınlara ayrılmıştır. Güneyde ortadaki ayak önünde ahşap na‘t kürsüsü yer alır. Semâhâne XVIII. yüzyılda genişletilerek dışarıdan kuzeyde mescidle, doğudan Kıbâbü’l-aktâb’la birleştiği köşelerden kalın payandalarla desteklenmiştir. Bu esnada türbenin güney duvarına ortadan bir payanda duvarı yapılmıştır. Semâhânenin günümüze gelen nakışları birkaç safha göstermektedir. Restorasyonlar sırasında pandantifler, kubbe eteği ve pencere kenarları ile esas kubbe üzerinde yapılan raspalar sonucunda pandantiflerde sarı kıvrım dallı, yeşil dolgulu rûmîler içerisinde celî yazılar ortaya çıkmıştır. Yılmaz Önge’nin tesbitlerine göre kubbe eteğindeki kırmızı zemin üzerine beyaz kûfî yazılar ve pencere kenarlarındaki hatâyî motiflerden oluşan çerçeveler XVIII. yüzyıla aittir. Kubbe ortasındaki altı köşeli yıldız kompozisyonu etrafında gelişen, radyal olarak dizilmiş rozet ve şemselerden ibaret tezyinat ise XVI. yüzyıla tarihlenmektedir. 1305 (1887-88) tarihli nakışları Konyalı Mahbûb b. Hamdî Mustafa’ya aittir. Semâhânenin dört cephesindeki kemerlerin üstünde yer alan, ortada dikdörtgen kubbeli ve ayaklı, yanlarda ve altta daire biçimli çelenk panolar içindeki yazılar korunmuştur.

Mescid. Semâhânenin batısında kare şeklinde bir mekân olup asıl kapısı batıdandır. Mermer söveler üzerinde mukarnaslı kavsarası vardır. Mescid Çerağ Kapısı ile Dâhil-i Uşşâk, kuzeydoğusundan da küçük bir kapı açılarak semâhâne ile irtibatlandırılmıştır. Mescidin zemini yerden bir kademe yükseltilmiştir. Güney tarafında ortadaki ayak içerisine mermer mihrap yerleştirilmiştir. Bursa kemerleriyle birbirine bağlı taş ayaklar üzerinde kuzey duvarına bitişik ahşap mahfil bulunur. Mahfilin altında ahşap konsolların arası XVI. yüzyıla ait klasik bitkisel motiflerle nakışlanmıştır. Batı duvarının güneybatı köşesindeki minareye üstünde nakışlı taş bir kürsü bulunan bir kapı ile çıkılır. Mescid ve minarenin semâhâne ile birlikte XVI. yüzyılda Kanûnî Sultan Süleyman devrinde yapıldığı kabul edilmektedir. Bu görüşü Matrakçı Nasuh’un Mevlânâ Türbesi tasviri de doğrulamaktadır. Pandantifler üzerinde dört halifenin isimleri, güneyindeki kemer boşlukları üzerinde “Allah” ve “Muhammed” yazıları vardır. Bunlarla birlikte kubbe eteğindeki kûfî yazılar ve diğer tezyinat XVIII. yüzyıla tarihlendirilmektedir. Kubbe eteğinde ayrıca kırmızı, beyaz kûfî hatlı bordür, pencere kenarlarında ve tepeliklerinde bitkisel motifler yer alır. Mahbûb-ı Konevî’nin 1305 (1887-88) tarihli kitâbesi bir çiçek vazosu üzerindedir. Mescidin batı tarafındaki üç bölümlü son cemaat mahallinin XVIII. yüzyılda tilâvet odası ile birlikte yapıldığı kabul edilmektedir. Orta kemer üzerinde 1307 (1889-90) ve minare kaidesindeki 1337 (1918-19) tarihlerinden büyük bir ihtimalle birincisi minare, ikincisi de son cemaat mahalli ve tilâvet odasının üstündeki ahşap saçağın onarımıyla alâkalıdır.

Tilâvet Odası. Dergâhın Dâhil-i Uşşâk bölümünün önünde Kur’ân-ı Kerîm ve Meŝnevî okunması için ayrılmış oda XVIII. yüzyılda yapılmış olup “bâb-ı şerif” denilen kapının yer aldığı giriş cephesi XIX. yüzyılda elden geçirilmiştir. Kündekârî tekniğinde bitkisel bezemeli ahşap kapı kanatlarının üst panolarında Sultan Veled’in, “Öğüdüme candan kulak ver ey tâlip, ver de doğruluğun eşiğine baş koy” anlamındaki Farsça beyti işlenmiştir. Mermer kapı lentosunun üzerinde Yusuf Akyurt’un 1927 tarihli kûfî “Konya Âsâr-ı Atîka Müzesi” yazısı, bunun üzerinde Molla Câmî’nin, “Bu makam âşıkların Kâbe’sidir, kim buraya noksan gelirse tamam olur” mânasındaki Farsça beyti, en üstte de hattat Mehmet Sâdık’ın 1291 (1874) tarihli “Yâ Hazret-i Mevlânâ” levhası bulunmaktadır. Bu kare planlı odanın güney duvarında içerisi kafes şeklinde oyulmuş mermer söveli bir pencere vardır. Tilâvet odasından türbeye mermer lentolu ve yuvarlak kemerli açıklığa sahip, kanatları gümüş kaplı bir kapıdan girilir. Kapı kemerinin kilit taşı üzerinde stilize bir hayat ağacı (palmet) kabartması yer alır. Üç panoya ayrılmış kanatlarının altında ve üstünde yazı panoları, ortada bitkisel motifli şemseler ve köşebentler bulunur. Bu kapı Sokullu Mehmed Paşa’nın oğlu Hasan Paşa tarafından 1008 (1599-1600) yılında yaptırılmıştır.

Derviş (Dedegân) Hücreleri. Avlunun batısını ve kuzeyini “L” şeklinde çevreleyen bu hücreler kubbeli bir oda ile önlerindeki revaktan meydana gelmektedir. Odaların hepsinde barok empire üslûbunda alçı yaşmaklı ocaklar, batıya ve doğudaki revaka açılan pencereler vardır. Bunlardan


Dervişan Kapısı’nın sağındakiler çelebi ve aşçı dede daireleri, soldakiler ise türbedar ve sertarik odası olarak kullanılmıştır. 1926 yılında odaların büyük bir kısmının arası açılıp birbirine bağlanmış ve önlerindeki revak kapatılıp sergi salonu haline getirilmiştir. Barihüda Tanrıkorur’a göre burası 973’te (1565) dergâhta büyük onarımlar yapılarak yeni tesisler eklendiğinde inşa edilmiş olmalıdır. 992 (1584) yılında III. Murad zamanında dedegân hücrelerinin yenilendiği, müzede mevcut bir kitâbeden öğrenilmektedir. XIX. yüzyıldaki restorasyonlar sırasında hücrelerin alçı ocakları dönemin üslûbuna uydurulmuştur.

Avludaki Türbeler. Dergâhın avlusunda ve güneyinde Osmanlı mimarisinin nâdir örneklerini teşkil eden önemli türbeler vardır. Hürrem Paşa Türbesi 934’te (1527-28) matbah-ı şerife doğudan bitişik olarak yapılmıştır. Sekizgen planlı tipik bir Osmanlı türbesi olup önünde iki sütunlu kubbeli bir revakı bulunur. Mehmed Bey Türbesi dergâhın güneydoğusunda Hadîkatü’l-ervâh içerisinde 941 (1534-35) yılında inşa edilmiş baldaken bir türbedir. Hasan Paşa Türbesi dergâh binasının güneybatı köşesine bitişik olarak 981’de (1573-74) yapılmıştır. Sonradan kütüphane haline getirilerek bilinmeyen bir tarihte bir kapı ile Kıbâbü’l-aktâb’a bağlanmıştır. Sekizgen planlı, kubbeli Sinan Paşa Türbesi de aynı tarihte inşa edilmiştir. Fatma Hatun Türbesi 994 (1586) tarihli olup sekizgen planlı tipik bir Osmanlı türbesidir ve XVIII. yüzyıldan itibaren dergâhın kütüphanesi olarak kullanılmıştır.

Meydân-ı Şerif. Mutfağa bitişik 6 × 10 m. boyutlarında inşa edilen bu dikdörtgen mekânın alçı tavanlarında XIX. yüzyıl manzara resimleri bulunmaktadır. Bugün müze müdürlüğü odası, geçmişte dergâhın kütüphanesi olarak kullanılan bu odada sabah namazından sonra dedeler murakabe yapar ve kahve içerlerdi.

Matbah-ı Şerif. Külliyenin güneydoğu köşesinde 1284 (1867-68) yılında yapılmıştır. Kuzeyde giriş kapısının solunda kazancıdede odası, sağında aşçıdede odası ile kahve ocağı bulunmaktadır. Yaklaşık kare bir mekân olan mutfak iki bölümlüdür. Güney bölümü bir kademe daha yüksektir ve kuzeybatı köşesinde birbirine bitişik iki ocak vardır. Giriş bölümünün kuzeydoğu köşesinde saka postu ile zemin kata inen kiler kapısı yer almaktadır. Üç basamaklı bir merdivenle çıkılan ve bir sütunla giriş bölümünden ayrılan güney bölümü somathâne (yemek bölümü) ve semâ (tâlim yeri) olarak ikiye ayrılmıştır. Doğu köşesindeki bir merdivenle üst kattaki çilekeşler odasına çıkılmaktadır. Mutfak tarikatın yemeklerinin pişirildiği, muhip olarak tarikata giren kişilere eğitimin verildiği, aşçı dede, kazancı dede ve halife dedenin nezâretinde 1001 günlük çilenin tamamlandığı yerdir. Yemek pişirilen ocakların hemen önündeki boşluğa “âteşbâz-ı velî makamı” denilir. Ocağın yanında bir çeşme ve bulaşıklık vardır.

Çelebi Dairesi (ihtisas kitaplığı). Barihüda Tanrıkorur’a göre 1337 (1918-19) yılında Kubbe-i Hadrâ’nın payandasına bitişik olarak yapılmış, Kıbâbü’l-aktâb’a açılan niyaz penceresini içine alacak şekilde girişi güneyden olan bir odadan meydana gelir.

Avludaki Su Yapıları. a) Şadırvan. 707 (1307) yılında Germiyanoğlu Yâkub Bey’in armağan ettiği havuz şadırvanın en eski bölümüdür. Yavuz Sultan Selim zamanında yenilenmiş ve son şeklini 1869’da almıştır. Havuz, revak ve onun üzerinde kubbeden oluşan şadırvan harap olduğundan 1931 yılında müze müdürü Mehmet Yusuf Akyurt tarafından kaldırılmış, 1990’da Yılmaz Önge’nin projeleriyle aslına uygun biçimde müze derneğince yeniden yaptırılmıştır. b) Şeb-i Arûs Havuzu. Matbah-ı şerifin önünde yer alan XIX. yüzyıla ait bu havuz altıgen planlı gök mermerden inşa edilmiş olup içerisine ejder başlı mermer bir oluktan su akmaktadır. c) Selsebil. Hemdem Said Çelebi’nin postnişinliği sırasında 1276 (1859-60) yılında yapılmış ve 1959’da bugünkü yerine taşınmıştır. Bu sırada selsebil iki yandan mermer ayaklarla desteklenmiş, bunun üstüne Yılmaz Önge’nin Ereğli’den getirildiğini söylediği Roma dönemine ait girlandlı friz ve üçgen bir alınlık yerleştirilmiştir.

1925 yılında tekke ve zâviyelerin kapatılmasından sonra mevcut yapıları müze haline getirilen Mevlânâ Dergâhı tarih boyunca “Türbeönü” olarak Konya’nın en gözde mekânı olmuş, Kubbe-i Hadrâ ise şehrin sembolü haline gelmiştir. İslâm âleminin bu çok önemli merkezinin bütün unsurlarının dikkatle korunmayıp bilhassa 1950’li yıllarda gereksiz imar çalışmaları yapmak amacıyla bazı parçaların yıktırılarak ortadan kaldırılması külliyenin bütünlüğüne zarar vermiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Cl. Huart, Konia: La ville des derviches tourneurs, Paris 1897; Mehmet Yusuf, Konya Asar-ı Atika Müzesi Rehberi, İstanbul 1930; Şehabettin Uzluk, Mevlânâ’nın Türbesi, Konya 1946; a.mlf., Mevlevîlikte Resim, Resimde Mevlevîler, Ankara 1957; a.mlf., “Mevlânâ’nın Ölümü ve Yeşil Kubbe”, 2. Millî Mevlânâ Kongresi (Tebliğler), Konya 1987, s. 57-60; Mehmet Önder, Mevlânâ Müzesi Şaheserlerinden Mevlânâ’nın Sandukası, Konya 1958; Konyalı, Konya Tarihi, tür.yer.; Ahmet Işık Doğan, Osmanlı Mimarisinde Tarîkat Yapıları, Tekkeler, Zaviyeler ve Benzer Nitelikteki Fütüvvet Yapıları, İstanbul 1977, s. 138-161; Hasan Özönder, “Mevlânâ Külliyesi’nin Mimari Teşekkülü”,


1. Millî Mevlânâ Kongresi (Tebliğler), Konya 1986, s. 395-400; a.mlf., Konya Mevlânâ Dergâhı, Ankara 1989; a.mlf., “Mevlânâ Türbe ve Külliyesinin Tamir ve İlaveler Kronolojisi”, Selçuklu Araştırmaları Merkezi Selçuk Dergisi, sy. 2, Konya 1988, s. 13-75; Yılmaz Önge, “Mevlânâ Türbesi’nin Çini Tezyinatı”, 1. Millî Mevlânâ Kongresi (Tebliğler), Konya 1986, s. 401-408; a.mlf., “Mevlânâ Dergâhı’nın Şadırvanı”, 2. Millî Mevlânâ Kongresi (Tebliğler), Konya 1987, s. 61-70; a.mlf., “Konya Mevlânâ Dergahında Yapılan Son Onarımlar Hakkında Bazı Düşünceler”, VII. Vakıf Haftası: 5-7 Aralık 1989 (Konuşmalar ve Tebliğler), Ankara 1990, s. 319-324; a.mlf., “Konya Mevlânâ Dergâhı’nın Kaybolan Bir Yapısı: Türbe Hamamı”, 5. Millî Mevlânâ Kongresi (Tebliğler), Konya 1992, s. 75-84; a.mlf., “Konya Mevlânâ Dergâhı’ndaki Selsebil”, Anıt, sy. 31, Konya 1964, s. 9-11; Ş. Bârihüda Tanrıkorur, “Bir Eğitimin Mimarisi: Mevlevî Matbah-ı Şerîfi”, 1. Milletlerarası Mevlânâ Kongresi (Tebliğler), Konya 1988, s. 271-297; a.mlf., Türkiye Mevlevihanelerinin Mimari Özellikleri (doktora tezi, 2000), SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 7-59; Fevzi Günüç, Mevlânâ Manzumesi Kubbe-i Hadra’nın Kalemişleri (yüksek lisans tezi, 1987), SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Orhan Cezmi Tuncer, Anadolu Kümbetleri III, Ankara 1991, s. 94-103; Erdoğan Erol, “Mevlânâ Gelince Babası Ayağa Kalktı mı?”, 5. Millî Mevlânâ Kongresi (Tebliğler), Konya 1992, s. 85-96; a.mlf., Mevlânâ’nın Hayatı, Eserleri ve Mevlânâ Müzesi, Konya 2004, tür.yer.; a.mlf., “Onarılarak Hizmete Sunulan Kültür Varlıklarımız, Mevlânâ Müzesi”, Eski Eserler ve Müzeler Bülteni, sy. 7, Ankara 1986, s. 20-25; Osman Nuri Dülgerler, Karamanoğulları Dönemi Mimarisi (doktora tezi, 1994), İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü; Naci Bakırcı, “1997 Yılı Konya İli Mevlânâ Müzesi Semahane Bölümü Kazı Çalışması”, IX. Müze Kurtarma Kazıları, Ankara 1999, s. 97-109; Haşim Karpuz, “Konya’da Selçuklu ve Osmanlı Tarikat Yapıları”, VI. Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazı Sonuçları ve Sanat Tarihi Sempozyumu, Kayseri 2002, s. 457-478; a.mlf., “Mevlânâ Dergâhı’nın Mimarisi”, Konya’dan Dünya’ya Mevlânâ ve Mevlevilik, İstanbul 2002, s. 221-228; Abdülkadir Erdoğan, “Konya’da Eski Tekyeler”, Konya, sy. 13, Konya 1937, s. 822-823; Haluk Karamağaralı, “Mevlânâ Türbesi”, TEt.D, sy. 7-8 (1966), s. 38; Mahmut Akok, “Konya’da Üç Tarihi ve Mimari Eser: Altınapa Kervansarayı, Hasbey Darülhüffazı ve Selim II İmareti”, Türk Arkeoloji Dergisi, XX/1, Ankara 1973, s. 9-11; Yusuf Oğuzoğlu - Selçuk Mülayim, “Konya Mevlânâ Türbesi’nin Restorasyonu ile İlgili H. 1109 (1698) Tarihli Üç Belge”, Arkeoloji-Sanat Tarihi Dergisi, sy. 3, İzmir 1984, s. 115-122; Bayram Ürekli, “Mevlânâ Türbesi ve Çelebi Efendi Konağı’na Dair Bir Tamir Kaydı”, SÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Edebiyat Dergisi, sy. 7-8, Konya 1993, s. 187-196; Yusuf Küçükdağ, “Les zaviyas mevlevites à Konya”, Osm.Ar., sy. 14 (1994), s. 117-128; a.mlf., “1251 H. / 1835 M. Tarihli Mevlânâ Türbesi ve Çelebi Efendi Konağı Tamir ve İnşası Defteri”, SÜ Türkiyat Araştırmaları Dergisi, sy. 2, Konya 1996, s. 181-206; H. Crane, “Badr-al-Dīn Tabrīzī”, EIr., III, 382; Abdülhüseyn Azereng, “Bedreddîn-i Tebrîzî”, Dânişnâme-i Cihân-ı İslâm, Tahran 1375/1997, II, 491.

Haşim Karpuz