MÎKÂLÎLER

(آل ميكال)

IX-XI. yüzyıllar arasında Horasan’ın idarî ve ilmî hayatında önemli rol oynayan bir aile.

Bazı kaynaklarda, aslen Mâverâünnehir’e mensup olan ve atalarının İslâm öncesi dönemde Soğd bölgesinde güç sahibi olduğu bilinen ailenin kökeni Sâsânî Hükümdarı Behrâm-ı Gûr’a kadar indirilmektedir. 99 (718) yılında Soğdca-Arapça olarak kaleme alınan ve Rus araştırmacısı A. A. Freiman tarafından 1933’te bulunan bir belgeye göre aileden İslâm’a giren ilk kişi, İslâm fetihleri sırasında Pencikent bölgesinde hüküm süren Şûr Dîvâstî’dir (Soğdca Dîvâştîç). İslâm kaynaklarında ise Semerkant bölgesinin hâkimi olduğu söylenen Dîvâstî’nin 104’te (722)


Fergana’ya yönelik fetihlerde bulunan Horasan hâkimi Saîd b. Amr ile savaştığı ve yenilerek öldürüldüğü kayıtlıdır (Taberî, VII, 11, 15). Aile hakkında daha sonrasına ait uzunca bir süre için bilgi yoktur; ancak Soğd bölgesinde durumun değişmesi üzerine Nîşâbur şehrine göç ettiği anlaşılmaktadır.

Aileye adını veren Mîkâl b. Abdülvâhid’in hayatına dair bilgiye rastlanmasa da onun oğulları Muhammed (ö. 250/864) ve Şâh’ın (ö. 302/914) Tâhirîler’in hizmetine girerek Horasan ve Irak’ta başarılı askerî faaliyetler yürüttükleri ve bunlardan Muhammed’in oğlu Abdullah’ın da (ö. 308/920) önce Saffârîler’e bağlanıp Sîstan’da önemli görevlerde bulunduğu (Târîħ-i Sîstân, s. 237), ardından Abbâsîler adına merkezi Ahvaz olan Hûzistan ile Fars eyaletlerinde valilik yaptığı (Yâkūt, VII, 6, 8, 10) bilinmektedir. Mîkâlîler’in Horasan’da güç kazanmasında Abdullah’ın oğlu Ebü’l-Abbas İsmâil’in (ö. 362/973) rolü büyüktür. Nîşâbur’da dünyaya gelen, hadis ve dinî ilimler eğitimi alan, bunun yanı sıra şiir ve edebiyatla da ilgilenen İsmâil, babasının ölümünden sonra Abbâsî Halifesi Muktedir-Billâh tarafından babası gibi Hûzistan ve Fars’ın idaresiyle görevlendirildi; ancak İsmâil bu görevi kabul etmeyerek Nîşâbur’a döndü. Ardından Sâmânîler’in hizmetine girdi ve Dîvânü’r-resâil’in başına getirildi. Aynı zamanda Nîşâbur şehrinin reisi olan Ebü’l-Abbas İsmâil, ailenin burada uzun süre devam edecek olan güç ve nüfuzunun gerçek anlamdaki ilk kurucusu olmuştur.

X. yüzyılın ikinci yarısı ile XI. yüzyılın ilk çeyreğinde Mîkâlîler’in Horasan’daki nüfuzlarının iyice pekiştiği görülür. İsmâil’in fıkıh, edebiyat ve şiir eğitimi alan büyük oğlu Ebû Muhammed Abdullah, kendisine önerilen Dîvânü’r-resâil reisliği ve vezirlik görevlerini kabul etmeyerek Nîşâbur’un yöneticiliğini üstlendi; 379 (990) yılında çıktığı ikinci hac seyahatinde Mekke’de vefat etti. İsmâil’in diğer oğlu Ebü’l-Kāsım Ali Nîşâbur, Bağdat ve Basra’da hadis ve dinî ilimler eğitimi aldıktan sonra Horasan’da bulunan Ferâve’ye yerleşti ve Ebîverd yakınlarında bir ribât kurarak vefatına kadar (376/986) buranın imarı ile uğraştı. Abdullah’ın oğlu Ebû Ca‘fer Muhammed de (ö. 388/998) iyi bir eğitim gördü ve babasından sonra Nîşâbur valiliğine getirildi. Onun yerini amcazadesi Ebû Nasr Ahmed b. Ebü’l-Kāsım Ali aldı (ö. 416/1025). Mahmûd-ı Gaznevî’nin çağdaşı olan Ahmed, sultanı öven pek çok şiir yazmıştır.

Ailenin en meşhur siması, Sultan Mahmud’un “Hasenek” lakabıyla tanınan son veziri Ebû Ali Hasan b. Muhammed’dir. Ebû Ca‘fer Muhammed’in oğlu olan Ebû Ali Hasan, Gazneli Mahmud’un tahta çıkmasından (389/999) sonra Gazne sarayında hükümdarın nedimleri arasında yer aldı. Sultan Mahmud, bu sıralarda Kerrâmîler’in sebep olduğu karışıklıkları yatıştırması için onu Nîşâbur valiliğine tayin etti. Ebû Ali Hasan şehirde sükûneti sağladı ve arkasından imar faaliyetlerine yöneldi. Bu başarıları onun itibarını daha da arttırdı ve sultan tarafından yeniden Gazne’ye çağrılarak vezirliğe getirildi (416/1025). Fakat Gazneli Mahmud’un vefatının (421/1030) ardından büyük oğlu Muhammed’in tarafını tuttuğu için onun kısa iktidarında makamını koruduysa da Mahmud’un diğer oğlu Mes‘ûd’un tahtı ele geçirmesi üzerine hapse atıldı ve 28 Safer 422 (24 Şubat 1031) tarihinde idam edildi (Muhammed b. Hüseyin el-Beyhakī, s. 229-234). Ailenin önde gelen üyelerinden biri de Horasan’da Gazneliler’le Selçuklular arasındaki mücadelede önemli rol oynayan ve 451’de (1059) hayatta olduğu anlaşılan Reîsü’r-rüesâ Ebû Abdullah Hüseyin b. Ali’dir. Sultan Mes‘ûd tarafından Hâcib Begtogdı ile birlikte Selçuklular’la mücadeleye memur edilen Hüseyin 426’da (1035) Gazne ordusunun yenilmesi üzerine Selçuklular’a esir düştü (Gerdîzî, s. 429-430) ve uzun süre hapiste kaldı. Fakat 436 (1044) yılında Tuğrul Bey’in onu kısa bir süre için de olsa vezâret makamına getirmesi yavaş yavaş Selçuklular nezdinde de itibar kazandığını göstermektedir.

Mîkâlîler’e mensup pek çok kişi siyasî, idarî ve askerî faaliyetlerin yanı sıra kültür, ilim ve edebiyat alanında da önemli rol oynamıştır. Bunlar arasında Gazneli Mahmud ve oğlu Mes‘ûd zamanlarında çeşitli üst düzey görevlerde bulunan Hâce Ebü’l-Kāsım Ali b. Ebû Ca‘fer Muhammed ile oğlu Hâce Muzaffer, devrin meşhur şair, âlim ve muhaddislerinden Kitâbü’l-Münteħal’in müellifi Ebü’l-Fazl Ubeydullah b. Ahmed, âlim, şair ve muhaddis Ebû İbrâhim Nasr b. Ahmed, tabip ve aynı zamanda şair-edip olan Ebü’l-Kāsım Ali b. Ebü’l-Fazl Ubeydullah, muhaddis Ebû Mansûr Abdullah b. Tâhir, âlim, muhaddis ve hâfız Ebû Şücâ‘ Muzaffer b. Muhammed, muhaddis Emîr Ebû Ahmed Hasan b. Muhammed ve yine hadisle uğraşan Cemâa bint Ebü’l-Hasan Ahmed’in adları sayılabilir.

Mîkâlî ailesi Tâhirîler, Saffârîler, Sâmânîler ve Gazneliler’den başka kuruluş dönemlerinde Selçuklular’da da önemli rol oynamıştır. Farklı hânedan ve devletlere rağmen ailenin çok uzun bir süre Horasan’daki seçkin yerini muhafaza etmiş olması, eski İran aristokrasisinin devamlılığı ve Ortaçağ İslâm devletlerinde meslek ve görevlerin nesilden nesile intikali prensibiyle ilgilidir. Ancak aile, XI. yüzyılın ortalarından itibaren Büyük Selçuklu Devleti’nin idare merkezinin Nîşâbur’dan Rey ve İsfahan gibi Orta İran şehirlerine kaymasıyla birlikte önemini yitirerek yavaş yavaş tarih sahnesinden çekilmiştir. Mîkâlîler’in himayesine giren Arap dili ve edebiyatı âlimi İbn Düreyd el-Cemhere adlı sözlüğünü Ebü’l-Abbas İsmâil’e ithaf ettiği gibi en güzel şiiri sayılan el-Maķśûre’yi de bu aile için yazmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), VI, 622; VII, 10, 11, 15; Hâkim en-Nîsâbûrî, Târîħ-i Nîşâbûr (trc. Muhammed b. Hüseyin Halîfe-i Nîşâbûrî, nşr. M. Rızâ Şefîî Kedkenî), Tahran 1375, s. 156, 164, 321; Muhammed b. Abdülcebbâr el-Utbî, Târîħ-i Yemînî (trc. Cerbezekânî, nşr. Ca‘fer-i Şiâr), Tahran 2537/1978, s. 253-254, 457-462; Seâlibî, Yetîmetü’d-dehr (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1377/1957, III, 357-382; Gerdîzî, Zeynü’l-aħbâr (nşr. Abdülhay Habîbî), Tahran 1366/1987, s. 424-425, 429-430; Târîħ-i Sîstân (nşr. Bahâr), Tahran 1366/1987, s. 237, 244, 247, 260, 273-275; Ali b. Hasan el-Bâharzî, Dümyetü’l-ķaśr (nşr. Sâmî Mekkî el-Ânî), Küveyt 1405/1985, II, 222-224; Muhammed b. Hüseyin el-Beyhakī, Târîħ (nşr. Alî Ekber Feyyâz), Meşhed 1375/1996, s. 41-43, 221-236, 380, 437, 571, 628-631; Abdülgāfir el-Fârisî, Târîħu Nîsâbûr: el-Münteħab mine’s-Siyâķ (nşr. M. Kâzım el-Mahmûdî), Kum 1403/1983, s. 259, 272, 417, 453, 685; Nizâmî-i Arûzî, Çehâr Maķāle (nşr. Muhammed Kazvînî), London 1910, s. 77; Sem‘ânî, el-Ensâb, XII, 527-535; Beyhakī, Târîħ (Behmenyâr), s. 117; Yâkūt, MuǾcemü’l-üdebâǿ, VII, 6, 8, 10; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil (trc. Abdülkerim Özaydın), İstanbul 1987, IX, 400; Abbas İkbâl, Vizârât der ǾAhd-i Selâŧîn-i Büzürg-i Selçûķī, Tahran 1338 hş./1959, s. 39-40; R. W. Bulliet, The Patricians of Nishapur, Cambridge 1972, s. 66, 67, 68; a.mlf., “Âle Mīkāl”, EIr., I, 764; C. E. Bosworth, The Ghaznavids, their Empire in Afghanistan and Eastern Iran: 994-1040, Beirut 1973, s. 179-185; a.mlf., “Mīkālīs”, EI² (İng.), VII, 25-26; J. S. Meisami, “Exemplary Lives, Exemplary Deaths: The Execution of Hasanak”, Actas XVI Congreso UEAI, Salamanca 1995, s. 357-364; Osman Aydınlı, Fethinden Samânilerin Yıkılışına Kadar (93-389/711-999) Semerkant Tarihi (doktora tezi, 2001), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; R. N. Frye, “Tarxūn-Türxūn and Central Asian History”, HJAS, XIV (1951), s. 105-129; H. Bowen, “Notes on Some Early Seljuqid Viziers”, BSOAS, XX (1957), s. 105-109; M. Nazım, “Hasenek”, İA, V/1, s. 339; B. Spuler, “Ĥasanak”, EI² (İng.), III, 255-256; Seyyid Alî Âl-i Dâvûd, “Âl-i Mîkâl”, DMBİ, II, 168-174.

Osman Gazi Özgüdenli