MİNNET

(المنّة)

Sözlükte “birine iyilik etmek, ihsan ve ikramda bulunmak” anlamındaki menn masdarından isim olup biri Allah’a, diğeri insana nisbet edilmek üzere iki bağlamda kullanılmaktadır. Men ve minnet Allah’a izâfe edildiğinde O’nun bütün varlıklara olan lutuf ve keremini, in‘am ve ihsanını; insana nisbet edildiğinde ise başkasına yaptığı iyiliği başa kakması, karşılık beklemesi gibi olumsuz tutumları ifade eder (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “menn” md.). Ayrıca men kelimesi, Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın İsrâiloğulları’na lutfettiği bir tür yiyeceğin adı olarak da geçmektedir (el-Bakara 2/57; el-A‘râf, 7/160; Tâhâ 20/80; bk. MEN ve SELVÂ). Aynı kökten gelen mennân hadislerde “çok lutufkâr, ihsanı bol olan, verdiğini karşılıksız veren” anlamında Allah’ın isimlerinden biri olarak geçtiği gibi (İbn Mâce, “DuǾâǿ”, 10) “yaptığı iyiliği sayıp döken, başa kakan” mânasında insan için de kullanılmaktadır (Müslim, “Îmân”, 171; Tirmizî, “Birr”, 41). İbnü’l-Esîr, Arapça’da men kökünün “karşılık beklemeden iyilik etme” mânasını ifade ettiğini, Allah’ın mennân isminin de bu kökten geldiğini, insan için kullanılıp kınama ve eleştiri anlamı içeren mennân isminin ise minnetten geldiğini belirtir (en-Nihâye, IV, 118).

Kur’ân-ı Kerîm’de minnet kelimesi yer almamakla birlikte aynı kökten türeyen farklı kelimeler yirmi yedi yerde geçmektedir. Bu âyetlerde genellikle iki anlamın söz konusu olduğu görülür. a) Allah’ın insanlara maddî ve mânevî nimetler ihsan etmesi. Bu âyetlere göre Allah’ın insanları hidayete erdirmesi (el-Hucurât 49/17), peygamberler göndermesi (Âl-i İmrân 3/164), dilediği kullarına peygamberlik ve mûcizeler vermesi (İbrâhim 14/11), sapkınlıktan ve onun doğurduğu belâlardan (el-Kasas 28/82), günahlardan (en-Nisâ 4/94), cehennem azabından (et-Tûr 52/27) koruması, kuluna istediğini vermesi (Tâhâ 20/36-37), mazlumları zorbaların elinden kurtarması (el-Kasas 28/5) O’nun insanlara olan sayısız lutuflarından bazılarıdır. En‘âm sûresinin 53. âyetinde insanların soy sop, makam ve mal gibi fâni ve aldatıcı şeylere göre değer taşıdığını zanneden Mekke’nin inkârcı ileri gelenlerinin yoksul ve kimsesiz müslümanları kastederek, “Aramızda Allah’ın kendilerine lutufta bulunduğu kimseler bunlar mı?” diyerek onları küçümsedikleri bildirilmekte ve bu tutumları ile Allah tarafından tâbi tutuldukları imtihanı kaybettikleri belirtilmektedir. Minnet kavramı hadislerde de Allah’a nisbet edildiğinde “O’nun kullarına lutufkârlığı” mânasında kullanılmıştır. Nitekim Hz. Ömer, Resûlullah’ın ve Ebû Bekir’in kendisinden hoşnut olmalarını Allah’ın kendisine bir lutfu olarak değerlendirirken minnet kavramına yer vermiştir (Buhârî, “Feżâǿilü aśĥâbi’n-nebî”, 6). Bazı hadislerde minnet “lutufkârlık, ihsan ve ikram” şeklindeki olumlu anlamıyla Hz. Peygamber’e de nisbet edilmiştir (meselâ bk. Müsned, II, 482; Buhârî, “Ħumus”, 16, 19, “Meġāzî”, 14). b) Bir kimsenin yaptığı iyiliği önemsemesi, başa kakması ve iyilik ettiği kimseden minnettarlık beklemesi. Bu bağlamdaki âyetlerde, insanın yaptığı iyiliği çok görüp iyilik ettiği kimseden minnettarlık beklemesi veya yaptığından daha fazla karşılık umarak iyilik etmesi yasaklanmaktadır (el-Müddessir 74/6; krş. Şevkânî, V, 375). Müminler, iyilik yaptıkları kimseleri kendilerine karşı minnet altında kalmış görerek hayırlarını boşa çıkarmaktan kaçınmaya davet edilmekte, bu davete uyanlara âhirette verilecek büyük mükâfat anlatılmaktadır (el-Bakara 2/262, 264). Müslüman olmalarını Hz. Peygamber’in başına kakıp ondan minnet bekleyenler eleştirilmekte ve Allah’ın onları imana erdirmesiyle gerçekte lutufta bulunanın Allah olduğu, dolayısıyla asıl kendilerinin O’na minnettar olmaları gerektiği belirtilmektedir (el-Hucurât 49/17; krş. Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, III, 369). İbn Kesîr bu âyetin tefsiri münasebetiyle şu olayı zikretmektedir: Huneyn zaferinden elde edilen ganimetlerin taksiminden memnun kalmayan bazı Medineli müslümanlara hitaben Hz. Peygamber, “Ey ensâr topluluğu! Daha önce ben sizleri sapıklık içinde bir topluluk olarak bulmuşken Allah sizi hidayete erdirmedi mi? Bölünüp parçalanmışken sizi benim aracılığımla uzlaştırıp kaynaştırmadı mı? Yoksul olduğunuz bir zamanda yine benim vasıtamla sizi varlıklı kılmadı mı?” demiş, onlar da her soruya, “Allah ve Resulü en büyük lutufkârdır” şeklinde cevap vermişlerdi (Müsned, III, 76; Buhârî, “Meġāzî”, 56).

İslâm’da iyilik sadece Allah rızâsı için yapıldığından kişinin iyilik ettiği kimseden maddî veya mânevî bir karşılık beklemesi, iyiliği başına kakması ve onu sıkıntıya sokması câiz görülmemiştir. Resûl-i Ekrem, Cenâb-ı Hakk’ın âhirette böyle davrananların yüzüne bakmayacağını belirtmiş (Müslim, “Îmân”, 171; Tirmizî, “BüyûǾ”, 5) ve bu davranışı kişinin cennete girmesine engel olarak göstermiştir (Tirmizî, “Birr”, 41; Nesâî, “Eşribe”, 5). Bununla birlikte iyilik gören kimsenin iyilik edene minnet duyması, iyiliği teşekkürle karşılaması mümkünse iyiliğe iyilikle karşılık vermesi İslâm’da ahlâkın bir gereği olarak görülmüştür (Mâverdî, s. 205-206). Nitekim bir hadiste, “İnsanlara teşekkür etmeyen kimse Allah’a olan şükür borcunu da ödememiş olur” buyurulmuştur


(Ebû Dâvûd, “Edeb”, 11; Tirmizî, “Birr”, 35).

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “menn” md.; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, Kahire 1322, IV, 118; Müsned, II, 482; III, 76; Buhârî, “Ħumus”, 16, 19, “Feżǿâilü aśĥâbi’n-nebî”, 6, “Meġāzî”, 14, 56; Müslim, “Îmân”, 171; İbn Mâce, “DuǾâǿ”, 10; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 11; Tirmizî, “BüyûǾ”, 5, “Birr”, 35, 41; Nesâî, “Eşribe”, 5; Mâverdî, Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, Beyrut 1398/1978, s. 205-206; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, Muħtaśaru Tefsîri İbn Keŝîr (nşr. M. Ali es-Sâbûnî), Beyrut 1402/1981, III, 369; Şevkânî, Fetĥu’l-ķadîr, Beyrut 1412/1991, V, 374-375.

Mustafa Çağrıcı