MİSLÎ

(المثلي)

Aynı türe ait olup fiyatı etkileyecek bir fark olmadan birbirinin yerine geçebilen mallar anlamında fıkıh terimi.

Sözlükte “birbirine benzeyen, birbirinin yerine geçebilen şeyler” anlamındaki misl kelimesinden türetilen mislî, fıkıh terimi olarak fiyatı etkileyecek bir fark olmadan birbirinin yerine geçebilen, görünüm, iç yapı ve ekonomik fayda bakımından eş özelliklere sahip aynı türe ait malları ifade eder. Mecelle mislî malı, “Çarşı ve pazarda mu‘teddün bih, yani bahânın ihtilâfını mûcip bir tefâvütsüz misli bulunan şeydir” şeklinde tanımlamıştır (md. 145). Mislî mal kendi türü altındaki diğer mallarla ortak özelliklere sahiptir. Aynı türe ait mallar arasında sadece miktar olarak fark bulunduğu için miktarları eşitlendiğinde bu mallar aynı değeri taşıyan ve birbirinin yerine geçebilen mallar haline gelir. Mislî olmayan mallara kıyemî denir.

Mislî mallar miktarlarının belirlenme şekline göre dört gruba ayrılır. 1. Un gibi miktarı ağırlık ölçüsüyle belirlenenler (veznî, mevzûn / mevzûnât). 2. Buğday gibi miktarı hacim ölçüsüyle tesbit edilenler (keylî, mekîl / mekîlât). 3. Aynı cins kumaş gibi miktarı uzunluk ölçüsüyle belirlenenler (zer‘î, mezrû‘ / mezrûât). 4. Yumurta gibi miktarı sayma yoluyla tesbit edilip büyüklükleri ve değeri birbirine yakın olanlar (adediyyât-ı mütekāribe; bk. Mecelle, md. 132-136, 145, 147). Ticarî örfle ilişkili olduğundan bu sınıflar içerisindeki mallar örfe göre yer değiştirebilir. Aynı şekilde zamanla kıyemî mallar mislî, mislî mallar kıyemî mala dönüşebilir. Yine benzerlerinden farklılaşacak ve değeri düşecek şekilde ayıplı hale gelen, birbirinden ayırt edilemeyecek şekilde başka cins malla karışan veya kullanılan mislî bir mal da kıyemî hale gelir. Kural olarak standart ve fabrikasyon üretilen mallar mislî, her biri özel bir ustalıkla yapılmış el ürünü mallar ise kıyemîdir. Bu bakımdan sanayi öncesi dönemde birleşik (mürekkep) mallar el ürünü olduğundan bu mallar arasında mislîlik niteliği nâdiren bulunabilir. Mislî mallar kural olarak icâre, âriyet gibi kullandırma amacına yönelik akidlere konu olmaya elverişli değildir. Buna karşılık karz ancak mislî mallar üzerinden gerçekleşebilecek bir akiddir. Hanefîler’in ribâ anlayışına göre ağırlık ve hacim ölçüsüyle işlem gören bütün mislî mallar ribevî sayıldığı için bunların birbiriyle mübâdelesinde ribâ yasaklarına riayet edilmesi gerekir, aksi takdirde yapılan akid fâsid olur. Mislî malın kıyemî malla veya kıyemî mala bağlı bir menfaatle mübâdelesinde ise mislî mal semen veya kira bedeli mesabesinde kalacağından ribâ cereyan etmez, ancak gabn söz konusu olabilir.

Mislî mallara hukukun birçok dalında kıyemî mallardan farklı hükümler bağlanmasının temelinde, bunların zimmette deyn şeklinde sabit olmaya tabii olarak elverişli bulunması ve yerine kendi türünden bir başka malın geçebilmesi yatar. Ayrıca bu hüküm farklılıklarının çoğu akidlerle ilgili bulunduğundan gerçekte bunlar mislî-kıyemî mal ayırımıyla doğrudan ilişkili olan ayn-deyn ayırımıyla da bağlantılıdır. Mislî-kıyemî ayırımı eşyanın objektif nitelikleri ve örf dikkate alınarak yapılırken ayn-deyn ayırımı, bir borç ilişkisinde tarafların karşılıklı edimleri belirleme şekilleriyle alâkalı olup ancak ortada bir borç ilişkisi varsa gündeme gelir. Meselâ gasba konu olan bir mal, ister mislî ister kıyemî olsun kısmen veya tamamen itlâf edilmediği sürece iade borcuna konu olur ve iadeye konu olan malın mislî de olsa deyn kavramıyla ifade edilmesi doğru değildir. Mal itlâf edildiğinde ise deyn kavramı devreye girer. Çünkü bu durumda ortada artık haksız fiilden kaynaklanan bir borç ilişkisi bulunmakta, yani aynî hak nitelik değiştirip şahsî hakka dönüşmektedir.

Akid yapıldığı sırada taraflar akde konu edilen malı tayin etmişlerse mislî veya kıyemî olduğuna bakılmaksızın o mal borcun konusu olarak taayyün eder. Bu takdirde malın mislî olması borçluya onun yerine aynı niteliklere sahip bir başka malı verme hakkını bahşetmez. Zira belirleme işlemiyle akde konu olan mal dış âlemde somutlaştırıldığından alacaklının hakkı borçlunun zimmetinde değil doğrudan o ayn üzerinde kurulur. Akdin konusunun mislî bir mal olması onun ayn sayılmasına engel teşkil etmediği gibi kıyemî bir mal da sınırlı bazı işlemlerde fert olarak değil birtakım nitelikleri belirlenerek deyn niteliğinde bir borca konu yapılabilir. Bu durumda kıyemî malın mislî mal hükmünü aldığından söz edilebilir (Serahsî, XII, 133; Kâsânî, II, 283; İbn Nüceym, III, 171). Deyn niteliğindeki borçlarda ise alacaklının hakkı dış dünyada somut bir nesneye değil borçlunun zimmetine taalluk eder. Mislî-kıyemî mal ayırımıyla bağlantılı bu iki ayrı borç türü (ayn-deyn) birbirinden farklı niteliklere sahip olduğu gibi bunlardan doğan hakkın mahiyeti de farklıdır. Terim olarak her iki hak çoğunluk tarafından milk kelimesiyle ifade edilse de ayn üzerindeki hak aynî hak terimine, deyn üzerindeki hak da alacak hakkı terimine yakınlaşmaktadır (Hacak, s. 274-275, 281, 284).

Mislî malların prototipi olan para özel bazı hükümler taşır. Fıkıh doktrininde altın ve gümüş tabiatı gereği tedavül aracı yani para olarak kabul edilir. Bu sebeple Hanefî ve Mâlikî doktrinlerinde muâvaza karakterli akidlere konu yapılacak para diğer mislî mallardan farklı şekilde fert olarak belirlense bile taayyün etmez, deyn niteliğinde kalır (Alâeddin es-Semerkandî, II, 38; Mecelle, md. 243). Yine bu özelliğinden dolayı sarf akdinin kuruluşu tarafların irade beyanları yanında karşılıklı bedellerin kabzıyla gerçekleşir. Altın veya gümüş katkılı paralarla bakır, nikel ve kâğıt paralar mislî mal olmalarına rağmen tedavül yeteneğini yitirdiğinde ya da piyasada bulunamaz hale geldiğinde kıyemî mala dönüşür. Bu tür paraların, aşırı değer kaybı ya da kazanımı durumlarında mislî niteliğini sürdürmesi konusu ihtilâflıdır (İbn Âbidîn, IV, 533-534; Ali Muhyiddin el-Karadâğî, s. 210-212; ayrıca bk. NAKİT; PARA; SARF).

BİBLİYOGRAFYA:

Serahsî, el-Mebsûŧ, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), XII, 131-133; Alâeddin es-Semerkandî, Tuĥfetü’l-fuķahâǿ, Beyrut 1405/1984, II, 38; Kâsânî, BedâǿîǾu’ś-śanâǿiǾ, Beyrut 1986, II, 283; İzzeddin İbn Abdüsselâm, ĶavâǾidü’l-aĥkâm, Beyrut 1980, II, 196; Karâfî, el-Furûķ (nşr. Halîl Mansûr), Beyrut 1998, IV, 32; Zerkeşî, el-Menŝûr fi’l-ķavâǾid (nşr. Teysîr Fâik Ahmed Mahmûd), Küveyt 1402/1982, II, 160-161; Süyûtî, el-Eşbâh ve’n-nežâǿir, Beyrut 1983, s. 357; İbn Nüceym, el-Baĥrü’r-râǿiķ, III, 171; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr (Kahire), IV, 533-534; V, 152, 161-162; VI, 182-183, 185, 254; Mecelle, md. 132-136, 145-148, 243, 891, 1117-1119; Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, İstanbul 1330, I, 231, 236; III, 335-336, 339-342; Subhî Mahmesânî, en-Nažariyyetü’l-Ǿâmme li’l-mûcebât ve’l-Ǿuķūd, Beyrut 1948, I, 15, 18; Abdürrezzâk Ahmed es-Senhûrî, Meśâdirü’l-ĥaķ fi’l-fıķhi’l-İslâmî, Beyrut, ts. (el-Mecmau’l-ilmiyyü’l-Arabiyyü’l-İslâmî), I, 12-13; Mustafa Ahmet ez-Zerkā, el-Fıķhü’l-İslâmî fî ŝevbihi’l-cedîd, Dımaşk 1968, III, 130-143,


167-173; M. Kemal Oğuzman - Özer Seliçi, Türk Eşya Hukuku, İstanbul 1988, s. 12-13; Bilal Aybakan, İslam Hukukunda Borçların İfası, İstanbul 1988, s. 26-28, 49-51; Ali Muhyiddin el-Karadâğî, ĶāǾidetü’l-miŝlî ve’l-ķıyemî fi’l-fıķhi’l-İslâmî, Kahire 1413/1993, s. 13, 50, 88, 124, 143, 187, 203, 204, 210-214; Selâhattin Sulhi Tekinay, Borçlar Hukuku (haz. Sermet Akman v.dğr.), İstanbul 1993, s. 12; Hasan Hacak, İslam Hukukunun Klasik Kaynaklarında Hak Kavramının Analizi (doktora tezi, 2000), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 274-275, 281-284.

Hasan Hacak