MÜBHEM

(المبهم)

İsnadında veya metninde adı açıkça zikredilmeyen bir râvinin bulunduğu hadis.

Sözlükte “gizli ve kapalı olmak” anlamındaki ibhâm masdarından türeyen mübhem kelimesi hadis terimi olarak senedinde veya metninde adı açıkça belirtilmeksizin “recül, imrae, şeyh, fülân, aħ, uht, zevc, zevce, amm, amme, ibnü fülân, fülân, ba‘đu’n-nâs, sika” gibi cins isimleriyle işaret edilen şahıs veya böyle bir şahsın bulunduğu hadis için kullanılır. Bu isimlerin en çok belirsizlik ifade edenleri “recül” ve “imrae” olup bir hadiste kişilerin açık adları yerine bu tür kelimelerin kullanılmasına da “ibham” denir. Mübhem kavramı hadis ilminde “müfesser cerhin karşıtı” anlamında “mübhem cerh”, belli bir şahsa verilen icâzetin aksine “mübhem şahsa verilen icâzet” (Kādî İyâz, s. 101) mânasında da kullanılmaktadır.

Mübhemlik, râvinin hadis aldığı hocasının adını açıkça belirtmemesi şeklinde isnadda bulunabileceği gibi hadisin metninde geçen bir kimse de olabilir. Meselâ Amr b. Mürre’nin “an recül an Cübeyr b. Mut‘im an ebîh” senediyle naklettiği hadis (Ebû Dâvûd, “Śalât”, 120) mübhemü’l-isnâd hadise; İbn Abbas’tan rivayet edilen, “Adamın biri: Yâ Resûlellah! Her yıl haccetmek gerekir mi?” hadis de (Müsned, I, 301) mübhemü’l-metn hadise örnektir. Hadisin sıhhatini ilgilendiren mübhemlik, mübhem râvinin güvenilir olup olmadığının tesbit edilememesi yüzünden isnaddaki mübhemliktir. Dolayısıyla mübhem râvi, kimliğinin bilinememesi açısından mechûlü’l-ayn râvi gibidir. Metindeki mübhemlik ise hadisin anlaşılmasıyla ilgili olup sıhhatiyle ilgili değildir.

Hadisteki mübhemlik, genellikle râvinin hocasının adını bilmemesinden kaynaklanmakla birlikte bildiği halde ihtisar etmesinden, adını söylemeye gerek duymamasından, adında şüphe etmesinden, kişiyi yüceltme veya aşağılama düşüncesinden, zayıf bir râvi ya da kötü bir kimse olduğunun anlaşılması endişesinden meydana gelebilir. Ayrıca metinde taktî‘ yapmak veya eğitim amacıyla öğrenciyi mübhem şahsı araştırmaya yöneltmek gibi sebepler de buna yol açabilir.

Bir hadisteki mübhem şahsın belirlenmesi hadisin türünü, dolayısıyla hükmünü bilmek ve metnini doğru anlamak için son derece önemlidir. Bu da aynı hadisin başka rivayetlerinden yahut siyer ve megāzî âlimlerinin açıklamalarından ya da mübhem şahsa isnad edilen olayın hangi şahsa isnad edildiğini gösteren başka bir rivayetten anlaşılabilir. Ancak bu durumda aynı olayın birden fazla kimse hakkında tekerrür edebileceği ihtimalini dikkate almak gerekir.

İsnadında mübhem râvi bulunan hadisin hükmü, hadisin türüyle ve râvinin hocasını ibham ederken kullandığı ifade ile yakından ilgilidir. Hadis âlimlerinin çoğu ve bazı fıkıhçılar, mübhem hadisi isnadında adı açıklanmamış (mechûlü’l-ayn) râvi bulunan muttasıl hadis sayarken (Alâî, s. 96) bir kısım hadisçilerle fıkıh ve usul âlimlerinin çoğu, mübhem râviyi dikkate almayarak münkatı‘ ve mu‘dal hadisi de kapsayan anlamıyla mürsel hadis olarak değerlendirmiştir. Fakat her iki durumda da böyle bir hadis dinî delil kabul edilmemiştir. İsnadında mübhem râvinin sahâbî olduğu anlaşılan bir hadis sahâbe nesli âdil sayıldığı için makbuldür. Seneddeki mübhem râvinin sahâbî olmaması onun kimlik veya kişilik bakımından meçhul kalması demektir. Bu durumda meçhul râvi ile ilgili kurallar geçerli olur; yaygın görüşe göre râvinin mübhemliği ortadan kalkıp rivayete ehil olduğu anlaşılmadıkça rivayeti kabul edilmez.

İsnadı mübhem olan hadisin hükmü konusunda tartışılan hususlardan biri de ibhamda kullanılan ifadelerdir. Hadis ve fıkıh usulcülerinin çoğuna göre kendisi adl olan bir râvinin, “Bana sika biri rivayet etti” veya, “Bence müttehem olmayan biri bana haber verdi” gibi ifadelerle birinden rivayette bulunması o râviyi ta‘dîl anlamına gelmez. Çünkü ona göre sika olan bir râvi başkasına göre mecrûh olabilir. Ancak Ebû Hanîfe mürsel hadisle ihticâc deliline dayanarak, “Bana sika olan biri rivayet etti” diyen râvinin sika olmasının hadis aldığı hocasını ta‘dîl anlamına geldiği görüşünü benimser. Bir diğer görüşe göre Ebû Hanîfe, Mâlik, Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel gibi imamların, yalnızca mezheplerine muvafakat eden müntesipleri için mübhem şeyhi tevsik ederek ondan rivayette bulunmaları ta‘dîl anlamına gelir. İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî ve Râfiî gibi usulcülerle bir kısım muhakkik âlimlerin benimsediği bu görüşü bazı kayıtlarla sınırlandıranlar da olmuştur. Buna göre böyle bir kimsenin rivayetinin ta‘dîl anlamına gelebilmesi için âdil olanlar dışında kimseden rivayette bulunmaması veya, “Adını zikretmeksizin kendisinden size hadis rivayet ettiğim herkes âdildir” demesi şarttır. Metindeki mübhemlik ise sıhhat şartlarını taşıdığı sürece hadisin delil olmasına engel teşkil etmez.

Mübhem kavramı ilk dönem hadis usulü kaynaklarında mürsel ve meçhul gibi konularla birlikte ele alınırken daha sonraki devirlere ait usul kitaplarında genellikle “mübhemât” başlığı altında incelenmiştir. Kökleri Hz. Peygamber dönemine kadar uzanan mübhem isimlerin tesbiti çabaları, sahâbe devrinden itibaren hadislerdeki mübhem şahısların açıklamasına dair çalışmalarla önem kazanmıştır. Abdullah b. Abbas’ın bir âyet-i kerîmede geçen “Allah’a ve resulüne hicret etmek niyetiyle evinden çıkan kimse” (en-Nisâ 4/100) ifadesinde geçen “kimse” sözüyle kimin kasdedildiğini öğreninceye kadar on dört yıl uğraşması, “Eğer sizin ikiniz Allah’a yönelirse” (et-Tahrîm 66/4) âyetinde geçen iki kadının kimliğini uzun müddet sonra Hz. Ömer’den öğrenmesi bu ilmî gayretin sahâbe devrindeki ilk örneklerindendir. Tâbiîn dönemi âlimlerinden İbn Cüreyc, kendisinden sonra bu alanda


yapılan çalışmaların kaynağı durumundadır. Zübeyr b. Bekkâr, İbn İshak, Vâkıdî ve Mûsâ b. Ukbe gibi tarihçiler ve siyer âlimleri de özellikle tarihî rivayetlerdeki mübhem şahısları açıklamaya çalışan ilk dönem âlimlerindendir. Ardından birçok âlim bu konuya dair müstakil eserler telif etmiştir. Bunların başında Abdülganî el-Ezdî’nin Kitâbü’l-Ġavâmiż ve’l-mübhemât adlı kitabı zikredilir (Millet Ktp., Feyzullah Efendi, nr. 261/1; Bağdat Evkaf Ktp., nr. 2886/1). Hatîb el-Bağdâdî’nin şahısları adlarına göre alfabetik olarak sıraladığı el-Esmâǿü’l-mübheme fi’l-enbâǿi’l-muĥkeme adlı eseri daha sonraki nesiller için önemli bir kaynak niteliği taşır (nşr. İzzeddin Ali Seyyid, Kahire 1405/1984). İbnü’l-Kayserânî’nin Îżâĥu’l-işkâl fî men übhime ismühû mine’n-nisâǿ ve’r-ricâl’i (nşr. Bâsim Faysal el-Cevâbire, Küveyt 1408/1988), İbn Beşküvâl’in Kitâbü Ġavâmiżi’l-esmâǿi’l-mübheme’si (bk. İBN BEŞKÜVÂL), Nevevî’nin, Hatîb el-Bağdadî’nin el-Esmâǿü’l-mübheme’sini ihtisar edip müphem ismin bulunduğu hadisin sahâbî râvisinin adına göre alfabetik olarak yeniden tertip ettiği Kitâbü’l-İşârât ilâ beyâni’l-esmâǿi’l-mübhemât’ı (Lahor 1340/1921; nşr. İzzeddin Ali es-Seyyid, Kahire 1405/1984), Muhammed b. Ahmed el-Kastallânî’nin yine alfabetik olan el-İfśâĥ Ǿani’l-muǾcem mine’l-ġāmiż ve’l-mübhem’i bu türün önemli eserlerindendir. İbnü’l-Irâkī’nin konularına göre sıraladığı mübhem hadislerle ilgili el-Müstefâd min mübhemâti’l-metn ve’l-isnâd’ı ise türünün en kapsamlı çalışmasıdır (DİA, XXI, 90-91). Abdurrahman b. Ömer el-Bulkīnî’nin el-İfhâm limâ fi’l-Buħârî mine’l-ibhâm’ı (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 679), İbn Hacer el-Askalânî’nin Buhârî’nin el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’indeki mübhem isimler için yazdığı Tertîbü’l-mübhemât Ǿale’l-ebvâb’ı (el-Ecvibetü’l-vâride Ǿani’l-esǿileti’l-vâfide min Ĥaleb) (DİA, XIX, 529), Fetĥu’l-bârî’nin mukaddimesi Hedyü’s-sârî, Telħîśü’l-ĥabîr ve el-İśâbe gibi eserlerinin bazı kısımları mübhem isimler konusunda öne çıkan çalışmalardır.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-Arab, “bhm” md.; Müsned, I, 301; Müslim, “Muķaddime”, 5, 6; Ebû Dâvûd, “Śalât”, 120; Hâkim en-Nîsâbûrî, MaǾrifetü Ǿulûmi’l-ĥadîŝ, Medine-Beyrut 1397/1977, s. 27-28; Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye (nşr. Ebû Abdullah es-Sevrakī - İbrâhim Hamdî el-Medenî), Medine, ts. (el-Mektebetü’l-ilmiyye), s. 89-91, 373-374, 384, 388, 415; Kādî İyâz, el-İlmâǾ (nşr. Seyyid Ahmed Sakr), Kahire 1389/1970, s. 101; İbn Beşküvâl, Ġavâmiżü’l-esmâǿi’l-mübheme (nşr. İzzeddin Ali es-Seyyid - M. Kemâleddin İzzeddin), Beyrut 1407/1987, neşredenin girişi, I, 11-13; İbnü’s-Salah, ǾUlûmü’l-ĥadîŝ, Kahire, ts. (Mektebetü’l-Mütenebbî), s. 25, 52, 188; Alâî, CâmiǾu’t-taĥśîl fî aĥkâmi’l-merâsîl (nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî), Beyrut 1397/1978, s. 25 vd., 35-36, 96; Zeynüddin el-Irâkī, et-Taķyîd ve’l-îżâĥ (nşr. Abdurrahman M. Osman), Beyrut 1401/1981, s. 73-74; İbnü’l-Irâkī, el-Müstefâd min mübhemâti’l-metn ve’l-isnâd (nşr. Abdurrahman Abdülhamîd el-Ber), Cidde 1414/1994, neşredenin girişi, I, 19, 31, 32; İbn Hacer el-Askalânî, Nüzhetü’n-nažar fî tavżîĥi Nuħbeti’l-fiker (nşr. Nûreddin Itr), Kahire 1409/1989, s. 45, 46; Şemseddin es-Sehâvî, Fetĥu’l-muġīŝ, Beyrut 1403/1983, I, 145, 146, 154, 311, 315-316; II, 307; III, 301; Süyûtî, Tedrîbü’r-râvî (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Beyrut 1399/1979, I, 197; II, 342; Kettânî, er-Risâletü’l-müsteŧrafe, s. 122-124; Zafer Ahmed et-Tehânevî, KavâǾid fî Ǿulûmi’l-ĥadîŝ (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Beyrut 1392/1972, s. 203, 215; Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1985, s. 243-246; Emin Âşıkkutlu, Hadiste Ricâl Tenkidi, İstanbul 1997, s. 127, 146-151; Murtaza ez-Zeyn Ahmed, Menâhicü’l-muĥaddiŝîn fî taķviyeti’l-eĥâdîŝi’l-ĥasene ve’ż-żaǾîfe, Riyad 1415/1994, s. 355-367; M. Yaşar Kandemir, “İbn Hacer el-Askalânî”, DİA, XIX, 529; a.mlf., “İbnü’l-Irâkī”, a.e., XXI, 90-91.

Emin Âşıkkutlu