MÜDLİC (Benî Müdlic)

(بنو مدلج)

Adnânîler’e mensup bir Arap kabilesi.

Kinâne’ye bağlı Abdümenât’ın kollarındandır. Adını aldığı Müdlic’in nesebi Mürre b. Abdümenât b. Kinâne b. Huzeyme yoluyla Adnân’a ulaşır. Damre, Müzeyne ve Cüheyne kabileleriyle komşu olan Benî Müdlic, İslâm’ın zuhurunda Medine’nin batısındaki Yenbûunnahl civarında yaşıyordu. Benî Müdlic Câhiliye devrinde iz sürme, insanların ayak izlerine bakarak haklarında bilgi verme (iyâfe) ve fizikî yapılarından, organlarından hareketle nesepleri, ahlâk ve karakterleri hakkında tahmin yürütme (kıyâfe) alanlarında meşhur olmuş kişileriyle tanınıyordu. Bunlardan Mücezziz b. A‘ver’in Üsâme’nin ayaklarına bakarak Zeyd’in oğlu olduğunu söylemesi Hz. Peygamber’i çok memnun etmiştir (Buhârî, “Ferâǿiż”, 31; Müslim, “RađâǾ”, 40). Müdlicoğulları, İslâmiyet’ten önce Kureyş ve müttefiklerinden oluşan dinî-iktisadî imtiyazlara sahip kabileler (Hums) arasında yer alıyordu; ayrıca Mustaliķ, Huzâa ve Damre kabilelerinin müttefikiydi. Rivayete göre bazı durumlarda dişi deveden faydalanmanın günah sayılması âdeti (bk. BAHÎRE) Müdlicoğulları tarafından başlatılmıştır. Müberred de haram ayların yerlerini değiştirme yetkisinin Benî Müdlic’in elinde bulunduğunu bildiren bir rivayet aktarmıştır (el-Kâmil, II, 577); ancak aslında bu yetkinin Kinâne’nin kollarından Benî Fukaym’a ait olduğu bilinmektedir.

Benî Müdlic’in reisi Sürâka b. Mâlik, Mekkeliler’in vaad ettiği ödülü almak amacıyla hicret yolculuğu sırasında Hz. Peygamber’in peşine düşmüş, fakat ona yetiştiği sırada atının tökezlemesi üzerine onun mânevî güçler tarafından korunduğunu anlayıp kendisinden özür dilemiş ve ileride kullanmak için yazılı bir emannâme almıştı. Hicretten sonra Resûl-i Ekrem ile Benî Müdlic arasındaki ilişkiler olumlu yönde gelişti. Kabile, 2. yılın ortalarında (623 sonları) bir Kureyş kervanını takip maksadıyla yola çıkarak kendilerine ait Uşeyre’ye kadar gelen Hz. Peygamber ile müttefiki Benî Damre’nin de katıldığı bir antlaşma imzalamış ve onunla askerlerini çok iyi bir şekilde ağırlamıştı; hatta bu ağırlamanın Kureyş kervanının kaçmasına sebep olduğu söylenir (bk. UŞEYRE GAZVESİ).

Müdlicoğulları’ndan Ebû Abdullah Harmele b. Cü‘şüm’ün Resûl-i Ekrem’e gelerek İslâm’ı kabul ettiği, ancak hicret etmeyip kendi yurdunda kalmak için ondan izin aldığı kaydedilmektedir (İbn Abdülber, I, 362). Mekke’nin fethinden önce Hz. Peygamber’in müttefiki Benî Huzâa’ya saldıran akrabaları Benî Bekir’i desteklemekten kaçınan Müdlicoğulları’ndan bir kısmının bu sırada İslâmiyet’e girdiği anlaşılmaktadır. Nitekim bu kabileden Vakkās b. Mücezziz 6 (627) yılında Gābe Gazvesi’nde şehid düşmüştür. Mekke’nin fethine katılan Müdlic’e mensup askerlerin fethin ardından Hâlid b. Velîd’in emrinde Cezîme kabilesine gönderilen birlikte yer aldıkları bilinmektedir. Sürâka b. Mâlik 8 (629) yılında Huneyn ganimetlerinin dağıtıldığı sırada Ci‘râne’ye gelerek müslüman olmuş, fakat kabilesinin önemli bir kısmı, Hz. Peygamber’in müşriklerle imzaladığı antlaşmaları lağvettiği 9. yılın hac mevsimine kadar (Mart 631) eski dinine sadık kalmıştır. Kaynaklarda Benî Müdlic ile Huzâa, Tevbe sûresinin ilk âyetinde kendileriyle bir zaman sınırlaması konmaksızın antlaşma yapıldığı bildirilen veya 4. âyette antlaşmalarına sadık kaldıkları belirtilen müşrik kabileler arasında gösterilmektedir.

Hz. Peygamber, 9 (630) yılında düzenlediği ilk deniz seferinin kumandanlığına


Müdlicoğulları’ndan Alkame b. Mücezziz’i tayin etmişti. Mısır fetihlerine katılan Benî Müdlic askerlerinden bir kısmı, Hz. Osman’ın öldürülmesinin ardından bir müddet Yezîd b. Hâris el-Müdlicî’nin liderliğinde Hiribtâ’da üslenen Hz. Osman taraftarlarının içinde yer almış ve Hz. Ali’nin valisine biat etmemiştir. Daha sonraları olaylarda adına rastlanmayan Benî Müdlic’den bazıları Dimyat ve çevresine yerleşmiştir. Önemli râvilerden Abdurrahman b. Mâlik b. Cü‘şüm ile Sahr b. Abdullah b. Harmele, Mısır kadısı Ebû Nadle Hibbân b. Hâlid ve Şâfiî fakihi Kemâleddin Ahmed b. Amr Benî Müdlic’e mensup meşhur kişilerdir.

BİBLİYOGRAFYA:

Buhârî, “Ferâǿiż”, 31; Müslim, “RađâǾ”, 40; Vâkıdî, el-Meġāzî, I, 404; II, 783; III, 945; İbn Hişâm, es-Sîre2, I, 489-490, 599; II, 429; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, I, 10, 63; Belâzürî, Ensâb (nşr. Mahmûd Firdevs el-Azm), Dımaşk 1997-2000, I, 305, 336; X, 62-65; Müberred, el-Kâmil (nşr. M. Ahmed ed-Dâlî), Beyrut 1406/1986, II, 577; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), II, 406, 408; III, 66; IV, 549; İbn Düreyd, el-İştiķāķ, s. 195; İbn Hazm, Cemhere, s. 187; İbn Abdülber, el-İstîǾâb, I, 362; Sem‘ânî, el-Ensâb (Bârûdî), V, 232-233; İbnü’l-Esîr, el- Kâmil, II, 112, 344, 374; III, 26, 269; Makrîzî, İmtâǾu’l-esmâǾ (nşr. Mahmûd M. Şâkir), Kahire 1941, I, 42, 55; İbn Hacer, el-İśâbe, I, 321, 408; Cevâd Ali, el-Mufaśśal, I, 400, 515; IV, 267, 312, 532; VI, 204; Muhammed Hamîdullah, el-Veŝâǿiķu’s-siyâsiyye, Beyrut 1987, s. 266; Köksal, İslâm Tarihi (Mekke), s. 418-421; Ömer Rızâ Kehhâle, MuǾcemü ķabâǿili’l-ǾArab, Beyrut 1991, III, 1061; Abd Avn er-Ravzân, MevsûǾatü’l-ķabâǿili’l-ǾArabiyye, Amman 2002, I, 518.

İbrahim Sarıçam