MUGĀRESE

(المغارسة)

Boş araziye fidan dikmek üzere kurulan emektarla ortaklığı mânasında fıkıh terimi.

Sözlükte “fidan dikmek” anlamındaki gars kökünden türeyen mugārese, fıkıh terimi olarak arazi ve emek sahibinin (âmil) yetişecek ağaçların ortak olması şartıyla boş araziye fidan dikmek üzere yaptıkları akdi ifade eder. Suriye yöresindeki yaygın kullanımın etkisiyle özellikle bazı Hanefî ve Şâfiî kaynaklarında bu ortaklık müşâtara ve münâsabe şeklinde anılır (İbn Hazm, VIII, 228; Şirbînî, II, 324; İbn Âbidîn, VI, 289; Vehbe ez-Zühaylî, V, 651). Bunlardan ilki ürünün paylaşılmasıyla, diğeri de bölgede fidana verilen adla (nasab) ilişkilidir. Yine bir kısım Hanefî ve Hanbelî kaynaklarında mugārese müsâkātın bir türü olarak ele alınır (Suğdî, II, 548-549; Buhûtî, III, 352). Zeydî âlimi İbnü’l-Murtazâ el-Mehdî-Lidînillâh ve Şevkânî ise mugāreseyi icâre diye niteler (Şevkânî, III, 223; ayrıca bk. MÜSÂKĀT; MÜZÂRAA).

Fıkıh kitaplarındaki mugārese tariflerinden tarafların sadece yetişen ağaçta pay sahibi olabilecekleri izlenimi edinilmekle birlikte bu akdin hükmüne dair ihtilâflardan -cevazı fakihler arasında tartışmalı olsa da- değişik mugārese uygulamalarının bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunları üç grupta toplamak mümkündür. 1. Âmilin ağacın yanı sıra tarladan ve ağacın verdiği meyveden hisse alması. 2. Âmilin hissesinin sadece meyve ile sınırlı olması. Bu tür mugārese ile müsâkāt arasındaki fark şudur: Müsâkātta âmil meyve veren ağaçların bakımını yaparak meyvede hak sahibi olur, mugāresede ise tarla sahibinin verdiği boş araziye fidan dikip bunların bakımını yapar ve emeğinin karşılığında meyveden hisse alır. 3. Tarafların ağaçta ve meyvede ortak olmaları. Şâfiîler’e göre bu türlerden hiçbiri câiz değildir. Çünkü böyle bir muameleye ihtiyaç olmayıp bundan beklenen sonucu kira veya hizmet akdiyle sağlamak mümkündür (Şirbînî, II, 324). Hanefîler’e göre bunlardan sadece üçüncü, Mâlikîler’e göre yalnız birinci, Hanbelîler’e göre ise sadece ikinci şekildeki mugārese câizdir (Kādîhan, II, 201-202; İbn Kudâme, V, 579-580; Karâfî, VI, 138-139; Osman b. Ali ez-Zeylâî, V, 286).

Belirtilen şekillerde mugāreseyi câiz görenler emeğin âmile ait olması, fidan verecek tarafın, paylaşım oranlarının ve çoğunluğa göre sürenin belirlenmesi gibi müzâraa ve müsâkātta aranan şartların mugāresenin sıhhati için de gerekli sayıldığını belirtirler. Mugārese konusunda en ayrıntılı bilgiye Mâlikî kaynaklarıyla İbn Hazm’ın eserinde rastlanır. Mâlikîler mugāresenin cevazı için şu şartları ileri sürerler: 1. Âmil tarlaya ekin ve sebze gibi geçici bitkiler değil hurma ve zeytin gibi kalıcı ağaçlar dikmeli; 2. Ağaçlar aynı veya yakın cinsten olmalı; 3. Ortaklık müddeti meyve alınabilecek süreden az ve örfen çok uzun sayılmayacak şekilde belirlenmeli; 4. Âmile sadece ağaç veya tarladan değil ikisinden de pay verilmeli; 5. Mugārese vakıf arazisinde olmamalıdır. İmam Mâlik’ten gelen rivayetten, âmilin toprağın rakabesinden pay sahibi olmaya hak kazanmasının ağaçların yetişmesi şartına bağlı olduğu anlaşılmaktadır (İbn Hazm, VIII, 228; İbn Abdülber, II, 762; İbn Cüzey, s. 281). İbn Hazm, dikilecek fidan ve gerekli malzemenin tarla sahibi ve âmil


tarafından sağlanması durumlarını farklı değerlendirir. Birincisinde icâre yönü ağır bastığından süre tayin edilmelidir. Âmilin emeğine karşılık muayyen bir ücret takdir edilebileceği gibi tarlanın belirli bir bölümü veya belirli bir hissesi şart koşulabilir. Fidan ve diğer malzemenin âmil tarafından sağlanması durumunda ise ortaklık niteliği baskın olduğu için süre sınırlaması yapılamaz; ortaklık fidanlar yetişinceye kadar devam ederse her iki taraf başlangıçta kararlaştırılan paylara hak kazanır, fakat âmil arazi üzerinde asla hak sahibi olamaz (el-Muĥallâ, VIII, 227). Şevkânî’ye göre mugāresede âmilin ücreti belirli miktarda para, herhangi bir mal veya dikilen ağaçların bir kısmı ya da yetişecek meyvenin bir bölümü olabilir. Ancak âmilin hissesinin meyveden verilmesi şart koşulmuşsa meyvenin yetişmiş olması gerekir (es-Seylü’l-cerrâr, III, 223).

Bu konuda kaynaklarda yer alan bilgi ve tartışmalardan fakihlerin kendi çevrelerindeki uygulamaları dikkate alarak belirsizliği, haksız kazancı ve ihtilâfı önleyecek tedbirler almaya çalıştıkları ve özellikle Mâlikîler’in mugāreseyi kalıcı bir ortaklık biçiminde tasavvur ettikleri anlaşılmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Hazm, el-Muĥallâ, VIII, 227-228; Suğdî, en-Nutef fi’l-fetâvâ (nşr. Selâhaddin en-Nâhî), Bağdad 1976, II, 548-549; İbn Abdülber en-Nemerî, el-Kâfî fî fıķhi ehli’l-Medîneti’l-Mâlikî (nşr. M. M. Uhayd el-Morîtânî), Riyad 1400/1980, II, 762; Kādîhan, el-Fetâvâ, II, 201-202; İbn Kudâme, el-Muġnî, Beyrut 1984, V, 579-580; Karâfî, eź-Źaħîre (nşr. Muhammed Haccî - Saîd Ahmed A‘râb), Beyrut 1994, VI, 137-145; İbn Cüzey, el-Ķavânînü’l-fıķhiyye, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), s. 281; Osman b. Ali ez-Zeylaî, Tebyînü’l-ĥaķāǿiķ, Bulak 1315, V, 286; Şirbînî, Muġni’l-muĥtâc, II, 324; Buhûtî, Keşşâfü’l-ķınâǾ, III, 352; Şevkânî, es-Seylü’l-cerrâr (nşr. M. İbrâhim Zâyed), Beyrut 1405/1985, III, 223; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr, VI, 289; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıķhü’l-İslâmî ve edilletüh, Dımaşk 1989, V, 651.

Hüseyin Kayapınar