MUHAMMEDİYYE

(محمّديّه)

Yazıcıoğlu Mehmed’in (ö. 855/1451) Osmanlı dinî-tasavvufî kültürünün oluşmasına katkıda bulunan manzum eseri.

Yazıcıoğlu Mehmed (Muhammed), kardeşi Ahmed Bîcan’ın teşvikiyle Arapça kaleme aldığı Meġāribü’z-zamân li-ġurûbi’l-eşyâǿ fi’l-Ǿayn ve’l-Ǿıyân adlı eserini Türkçe’ye çevirmesini ondan istemiş, Ahmed Bîcan’ın bu eserden hareketle Envârü’l-âşıkīn’i ortaya koymasından bir müddet sonra bu defa kendisi, Meġāribü’z-zamân’ın özellikle Hz. Peygamber ve ashabıyla ilgili kısımlarını Türkçe olarak yeniden yazmış ve eserine Kitâbü Muhammediyye fî na‘ti seyyidi’l-âlemîn habîbillâhi’l-a‘zam Ebi’l-Kāsım Muhammedeni’l-Mustafâ adını vermiştir. Müellif Resûl-i Ekrem’in diliyle aktardığı, “Yenile mevlidim çıksın cihâna / Eğerçi söylenir dehren-fedehrâ” beytiyle, na‘t diye nitelendirdiği eserinin aynı zamanda mevlid özelliği taşıdığına işaret etmektedir. Mevlidlerde yer alan bütün bölümleri içeren ve dinî törenlerde mevlid gibi okunduğu bilinen eser siyermevlidler arasına girecek dinî-destanî bir muhteva taşımaktadır. Yazıcıoğlu, çilehânesinde zikir ve ibadetle meşgul olduğu sırada bazı yakınlarının kendisinden Hz. Peygamber hakkında bir kitap kaleme almasını istediklerini, daha önce birçok siyer ve mevlidin yazılmış olduğunu söyleyerek bu teklifi kabul etmediğini, ancak rüyasında Resûlullah’ı görüp ondan, “İçir hikmet şarâbın ümmetime / Sözümü söyle halka âşikârâ” emrini alınca eseri yazmaya başladığını belirtir. Muhammediyye 853 Cemâziyelâhirinde (Ağustos 1449) Gelibolu’da tamamlanmıştır.

Değişik konulardaki manzumelerden oluşan Muhammediyye üç bölümde incelenebilir. 1. Yaratılışla ilgili kısım (1-1413. beyitler). Mülemma bir tevhidin ardından bir na‘t ile başlayan bu bölüm Hulefâ-yi Râşidîn’in övgüsü, sebeb-i te’lif ve içinde bir tevhidin yer aldığı “iftitâhu’l-kitâb” ile devam eder. Devriyye-i arşiyye tarzında kaleme alınan bu kısım önce Hz. Muhammed’in nurunun, daha sonra kâinatın onun şanına yaratılması anlayışı üzerine kurulmuştur. Cennetin, cehennemin, yerlerin, göklerin, meleklerin, cinlerin, şeytanların, diğer mahlûkatın, Âdem ve Havvâ’nın yaratılışı, bu ikisinin cennetten yeryüzüne inmesi, Arafat’ta buluşmaları da aynı bölümde işlenen başlıca konulardır. 2. Siyer-mevlid bölümü (1414-4756. beyitler). Burada Hz. Âdem’den itibaren bütün peygamberlerin bazı özellikleriyle tanıtılmasından sonra Hz. Muhammed’in doğumu, hayatı, savaşları, mûcizeleri, Ehl-i beyt’i ve halifeleri anlatılır. 285 beyitlik bir mi‘râciyyeyi de içeren bu kısımda ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’in hususiyetleri, Fâtiha, İhlâs gibi sûrelerin tefsiri, hadis şerhleri, Resûlullah’ın nasihatleri, salavat getirmenin faziletleri, ibadetlere ve cihada teşvik gibi konular yer almaktadır. Muhammediyye’nin halk üzerinde en etkili kısmı olan “Vefât-ı Muhammed” bahsi de buradadır. Bu bölüm Hz. Fâtıma’nın, Hulefâ-yi Râşidîn’in, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in vefatlarıyla ilgili mersiyelerle aşere-i mübeşşere ve ashâb-ı Suffe’nin tavsifinin ardından bir münâcâtla sona erer. İfrat ve tefritten uzak bir yaklaşımla kaleme alınan “Vefâtü’l-Hasan ve’l-Hüseyn” başlıklı elli dört beyitlik Kerbelâ mersiyesi muharrem törenlerinde asırlarca okunmuştur. Mersiyenin Zâkirî Hasan Efendi tarafından nühüft makamında yapılan bestesi Türk dinî mûsikisinde türün en çok rağbet gören örneklerinden biri sayılır. 3. “Fasl fî eşrâti’s-sâa” başlığından itibaren gelişen kısım (4757-8765. beyitler). Burada kıyamet alâmetleri, deccâlin çıkışı, nüzûl-i Îsâ, Ye’cûc ve Me’cûc, dâbbetü’l-arz, güneşin batıdan doğuşu, tövbe gibi konular işlenmiştir. Kıyametin kopması, sûr-ı İsrâfîl, haşr, havz-ı kevser, livâü’l-hamd, şefaat, hesap ve kitap, sırat, cennet ve cehennem hakkında bilgilerin ardından hâtime kısmı gelir. Bu kısımda müellif ayrıca eserin telif sebebini, Hz. Peygamber’i ve Hacı Bayrâm-ı Velî’yi rüyasında görmesini anlatır. Mahmud Paşa, Ahmed-i Hâs, Derviş Bayezid, hocaları Zeyne’l-Arab ile Haydar-ı Hafî’ye dair mâlûmat verir. “Eğer Rûm’un revânında görürsem ben dilârâyı / Revânına revân edem Semerkand u Buhârâ’yı” matla‘lı meşhur na‘tın ardından eser bir dua ve münâcâtla son bulur. Yazıcıoğlu, Muhammediyye’yi yazarken Fahreddin er-Râzî, Zemahşerî, Gazzâlî, Mücâhid b. Cebr, Nevevî, Kādî İyâz, Tahâvî, Mâtürîdî, Molla Câmî gibi âlimlerin eserlerinden istifade etmiş, ayrıca kaynaklarındaki İsrâiliyat’a ve mevzû rivayetlere de yer vermiştir.

Eserde başta hezec olmak üzere aruzun çeşitli bahirleri kullanılmış, uzun kalıpların ardından kısa kalıpların seçilmesi eserin daha başarılı ve etkileyici olmasını


sağlamıştır. Muhammediyye’de tahkiye kısımlarının dışında tevhid, na‘t, münâcât, mi‘râciyye, devriye, şemâil ve methiye türünde manzumeler mevcuttur. “Kasîde ilâhiyye” başlıklı manzume, Türk edebiyatında daha sonra “ilâhi” adıyla gelişecek müstakil bir türün başlangıcıdır. Eserde yirmi dört terciibend, bir terkibibend, birkaç müstakil kaside (Vedâ haccı) ve mesnevi (hâtimetü’l-kitâb), biri Arapça altı adet kıta bulunmakta, ayrıca Arapça-Farsça mülemma beyitler yer almaktadır. Müellifin kafiye, redif ve diğer âhenk unsurlarına dikkat etmesi, Muhammediyye’nin ezberlenmesini ve dinî toplantılarda okunup dinlenmesini kolaylaştırmıştır. Nitekim Evliya Çelebi Gelibolu, Ankara ve Amasya halkının Muhammediyye’yi ezbere okumakla tanındığını kaydeder. Eser Anadolu ve Rumeli’nin yanı sıra Kırım’da, Kazan’da ve Başkurt Türkleri arasında da tanınmıştır.

Muhammediyye sade ve samimi ifadesi, akıcı üslûbu ve halk dilinden tabirleriyle asırlardan beri geniş halk kitleleri üzerinde etkili olmuştur. Medrese, tekke ve camiler yanında, köy odalarında da muhafaza edilmiş, okunup dinlenmiş, bu suretle yaygın din eğitiminin dayandığı en mühim eserlerden biri kabul edilmiştir. Elde bestesi bulunmamasına rağmen mûsiki araştırmacıları eserin XV. yüzyılda bestelenmiş olduğu kanaatine sahiptirler. XVII. yüzyıldan itibaren bazı sanatkârların “muhammediyehan” diye kayıtlara geçmesi eserin mevlid gibi irticâlen ve beste ile okunduğunu göstermektedir. Bu hususta meşhur isimlerden biri Halvetî şeyhi Müstakim Efendi’dir. XVIII. yüzyılda muhammediyehan olarak tanınmış en önemli isimler arasında Akbaba imamı bestekâr Mehmed Zaîfî ve İstanbullu Hâfız Şühûdî Mehmed Efendi gibi üstatlar da bulunmaktadır. İsmâil Hakkı Bursevî, Akbaba imamının Sultan Selim Camii’ne muhammediyehan tayin edilmesinin şehirde büyük bir sevinçle karşılandığını, onun başarılı icrasıyla hatim meclislerinin sonunda eserin bazı bölümlerinin okunmasının bir âdet haline geldiğini yazmaktadır (Ferahu’r-rûh, I, 2-3).

XV. yüzyıl Anadolu Türkçesi için zengin bir dil malzemesine sahip olan Muhammediyye’nin müellif hattı harekeli nüshası Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşiv ve Neşriyat Müdürlüğü Kütüphanesi’ndedir (nr. 431/A). İstanbul’da otuz ikisi Süleymaniye Kütüphanesi’nde olmak üzere elli sekiz tam, yedi eksik nüshası tesbit edilmiştir. Bunların dışında Anadolu kütüphanelerinde otuzdan fazla, Kahire, Londra ve Vatikan kütüphanelerinde onu aşkın yazması bulunmaktadır (Muhammediye [haz. Âmil Çelebioğlu], I, 57-59). Eski harflerle yirminin üzerinde baskısının yapılmış olması (Özege, II, 898) eserin gördüğü rağbeti göstermektedir. Âmil Çelebioğlu, Muhammediyye üzerinde hazırladığı doktora çalışmasının (Erzurum 1971) metin kısmını günümüz Türkçe’sine yaklaştırarak müellif ve eser hakkında kısa bir giriş ve lugatçe ile birlikte yayımlamış (I-IV, İstanbul 1975), esas ilmî neşir daha sonra gerçekleştirilmiştir (I-II, İstanbul 1996). Eserin Agâh Güçlü (İstanbul 1969) ve Abdülkadir Akçiçek (İstanbul 1984) tarafından yapılmış Latin harfli baskıları da vardır.

İsmâil Hakkı Bursevî Muhammediyye’yi Ferahu’r-rûh adıyla şerhetmiş, İstanbul ve Kahire’de birçok defa basılan eseri (a.g.e., IV, 1652) Mustafa Utku sadeleştirerek yayımlamıştır (I-V, İstanbul 2000-2004). Hüseyin Yenice (İstanbul 1987) ve Murat Ali Karavelioğlu (İstanbul 1999) Ferahu’r-rûh’un I. cildi, Sunay Yılmaz ise II. cildi (İstanbul 1993) üzerinde bir yüksek lisans tezi hazırlamışlardır. Muhammediyye XVII. yüzyılda Esîrî Mehmed Yûsuf Efendi tarafından nesre çevrilmiştir (Nuruosmaniye Ktp., nr. 2581; Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 184).

Muhammediyye’nin bazı nüshaları hattatlar tarafından özellikle nesih hattıyla yazılmış ve tezhip edilerek ciltlenmiştir. Ayrıca matbu nüshaların bir kısmı Mustafa Râkım gibi tanınmış matbaa hattatlarınca yazılarak bastırılmıştır. İstanbul’daki İranlı yayıncılar eliyle yapılan kaçak baskılara okuyucuların dikkatini çekmek üzere bazı baskıların ilk sayfasına kayıtlar konması Türk yayıncılık tarihi bakımından eserin önemini arttırmaktadır. Bunun yanında cennet, cehennem, arş, kürsü, livâü’l-hamd, Mekke, Medine, Kâbe ve Mescid-i Nebevî ile ilgili şekil ve çizimlerin eklenmesi eseri dinî halk resimciliği açısından değerli kılmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediye (haz. Âmil Çelebioğlu), İstanbul 1996, I, 55-59, 81-85, 89-95, 119-125; II, tür.yer.; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, II, 341; V, 318; IX, 75; İsmâil Hakkı Bursevî, Ferahu’r-rûh, Bulak 1258, I, 2-3; Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Musikisi Antolojisi, İstanbul 1942, I, 12-13, 119, 125-126, 142-143; Malik Aksel, Türklerde Dini Resimler, İstanbul 1967, s. 147; Özege, Katalog, II, 898; IV, 1652; Ünver Günay, Erzurum ve Çevre Köylerinde Dini Hayat, İstanbul 1999, s. 252; Hatice Kelpetin Arpaguş, Osmanlı Halkının Geleneksel İslâm Anlayışı ve Kaynakları, İstanbul 2001, s. 24-28; Mustafa Kara, “XIV. ve XV. Yüzyıllarda Osmanlı Toplumunu Besleyen Türkçe Kitaplar”, UÜ İlâhiyat Fakültesi Dergisi, VIII/8, Bursa 1999, s. 45; Mustafa Uzun, “Muhammediye”, Osmanlı Ansiklopedisi, İstanbul 1993, II, 100-101; a.mlf., “Envârü’l-âşıkīn”, DİA, XI, 258-260; a.mlf., “İlâhi”, a.e., XXII, 67; Nuri Özcan, “Mersiye (Mûsikî)”, a.e., XXIX, 220.

Mustafa Uzun