MUHARREM

(المحرّم)

Hicrî yılın ilk ayı.

Sözlükte “haram kılınan, yasaklanan; kutsal olan, saygı duyulan” anlamlarındaki muharrem savaşmanın haram kabul edildiği dört aydan birinin adıdır. Bu ayın İslâm’dan öncesi Arab-ı bâide (Âd ve Semûd) veya Arab-ı âribe döneminde mü’temir ve mûcib diye adlandırıldığı rivayet edilir. Bazı kaynaklarda muharremin Câhiliye devrinde “nâtık” şeklinde anıldığı belirtilmekteyse de (Mes‘ûdî, II, 207) nâtık ramazan ayının ismiydi (İbn Düreyd, III, 489; Lisânü’l-ǾArab, “emr” md.; Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ, s. 52). Muharremü’l-harâm şeklinde de bilinen bu ay Osmanlı belgelerinde (م) kısaltmasıyla gösterilmiştir.

Hicrî takvimde yer alan ay isimlerinin milâdî V. yüzyılın başlarında Hz. Peygamber’in baba tarafından beşinci dedesi Kilâb b. Mürre tarafından belirlendiği nakledilmektedir. İslâm’dan önce muharrem ayına “saferü’l-evvel” denirdi. Çünkü Araplar yılın ilk altı ayını her iki aya bir isim vermek suretiyle safer, rebî‘ ve cumâdâ diye adlandırmış, bunları birbirinden ayırmak için birincisine “evvel”, ikincisine “âhir” veya “sânî” sıfatlarını eklemişlerdi. İlk iki aya “saferân” ismi de verilmiş, birinci safer haram aylardan olduğu için “saferü’l-muharrem” şeklinde de anılmıştır. Önceleri sıfat olarak kullanılan muharrem kelimesi İslâmî dönemde veya İslâm’dan evvel bu ayın özel adı olmuş, ikinci safere de yalnız safer denilmiştir. İslâm öncesinde receb ayı için de muharrem kelimesinin kullanılması, bunun aslında bir isim değil sıfat olduğunu göstermektedir.

Câhiliye devrinde Araplar, haram aylardan üçünün (zilkade, zilhicce, muharrem) peş peşe gelmesini önlemek için “nesî’” uygulamasıyla seneyi iki veya üç yılda bir on üç aya çıkarıp muharrem ayını saferin yerine kaydırmak suretiyle safer ayını haram ay kabul ediyorlardı. Böylece muharremle kendisinden önceki diğer haram ayların arasına helâl bir ay ekleyerek üç haram ayı birbirinden ayırıyor ve muharrem ayında da savaşmakta sakınca görmüyorlardı. Nesî’ uygulaması Kur’ân-ı Kerîm’de kötülenmiş (et-Tevbe 9/37),


Hz. Peygamber, ayların kendi zaman dilimlerine döndüğü bir yıla (10/632) denk gelen haccı sırasında Mina’daki hutbesinde zamanın Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü durumuna döndüğünü ifade edip muharremin haram aylardan biri olduğunu belirtmiştir (Buhârî, “Bedǿü’l-ħalķ”, 2; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 67).

Kur’ân-ı Kerîm’de muharrem kelimesi ay ismi olarak geçmemekle birlikte saldırıya uğrama durumu hariç savaşın haram olduğu aylardan söz edilerek bu aylara saygı gösterilmesi emredilmiştir (el-Bakara 2/191, 194, 217; el-Mâide 5/2, 97; et-Tevbe 9/5, 36). Resûl-i Ekrem haram ayları zilkade, zilhicce, muharrem ve receb olarak açıklamıştır (Buhârî, “Meġāzî”, 77; “Tevĥîd”, 24; Müslim, “Ķasâme”, 29; ayrıca bk. HARAM AYLAR). İbn Abbas’tan, Fecr sûresinde üzerine yemin edilen “fecr”den (89/1) maksadın muharrem ayı olduğu şeklinde bir yorum rivayet edilmiştir. Aynı sûrede yine üzerine yemin edilen on gecenin (89/2) muharrem ayının ilk on gecesi kabul edildiği de belirtilmiştir (Taberî, XXX, 107). Resûl-i Ekrem, muharrem ayını “Allah’ın ayı” olarak nitelendirip ramazandan sonraki en faziletli orucun bu ayda tutulan oruç olduğunu ifade etmiştir (Müslim, “Śıyâm”, 202-203; Nesâî, “Ķıyâmü’l-leyl”, 6).

Muharrem ayının onuncu günü “âşûrâ” diye adlandırılır. Sâmî dinlerde özel bir yere sahip bulunan âşûrâ gününde Câhiliye Arapları da oruç tutardı. Hz. Peygamber risâletten önce ve Medine’ye hicretinden sonra bu günde birkaç defa oruç tutmuş, müslümanlara da tutmalarını emretmiş, ramazan orucunun farz kılınmasıyla birlikte bu orucu isteğe bırakmıştır. Resûl-i Ekrem muharremin sadece onunda değil dokuz ve on birinci günlerinde de oruç tutulmasını tavsiye etmiştir (Buhârî, “Śavm”, 69). Hanefî ve Mâlikî mezheplerinde muharremin dokuzuncu günü ile birlikte onuncu günü ya da onuncu günü ile on birinci günü oruç tutulması sünnet kabul edilmiştir. Şâfîîler ise bu ayın dokuz ve onuncu günlerinde oruç tutmayı müstehap sayar. Hanefî mezhebine göre muharremin sadece onuncu günü oruç tutulması yahudileri taklit etme anlamına gelebileceği için mekruhtur. İbn Kayyim el-Cevziyye muharrem ayındaki oruçların en faziletlisinin dokuz, on ve on birinci günlerinde tutulan oruç olduğunu, daha sonra da dokuz ve onuncu günlerin, bunun ardından yalnız onuncu günün geldiğini ifade eder (Zâdü’l-meǾâd, II, 76). İslâm’ın ilk yıllarında muharrem ayında icra edilen kurban ibadeti daha sonra neshedilerek zilhicce ayında yapılmaya başlanmıştır.

Hz. Hüseyin ile aile fertlerinin 10 Muharrem 61’de (10 Ekim 680) Kerbelâ’da şehid edilmesi üzerine muharrem ayı başka bir anlam kazanmış, Şîa için bu tarih Hz. Hüseyin’in intikamını alma ahdinin tazelendiği bir matem günü olmuştur. Özellikle İran’da 10 Muharrem’de “tâziye” adı verilen törenlerin düzenlenmesi, yas merasimlerinde ağıtların söylenmesi ve maktel-i Hüseyin türü eserlerin okunması gelenek halini almıştır. Muharrem ayındaki matem âyinlerinin en meşhuru âyîn-i sükvârîdir. Şiîlik’te büyük önem taşıyan bu âyin Büveyhîler döneminde resmî bir hüviyet kazanmıştır. Muizzüddevle, 352 (963) yılında muharrem ayının ilk on gününü Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’daki şehâdeti için matem zamanı olarak ilân etmiş, Şiîler’in bu günlerde toplu olarak ağlayıp yas tutma, zincirlerle kendilerini dövme şeklindeki matem törenleri bugüne kadar devam etmiştir.

Anadolu’daki Alevî-Bektaşî geleneğinde de muharrem ayının özel bir yeri vardır. Bazı peygamberlerin kurtuluş günleriyle dördüncü imam Zeynelâbidîn’in kurtuluşu için tutulacak oruçlar ve Kerbelâ’da Hz. Hüseyin ile diğer şehidlerin yasının tutulması amacıyla yapılacak faaliyetler bir erkânla düzenlenmiştir. Bu ayın ilk on veya on iki gününde oruç tutulması gerekir. Bu günlerde tıraş olunmaması, çamaşır değiştirilmemesi ve yıkanılmaması, cinsel ilişkide bulunulmaması, eğlenceden uzak durulması, ağıtlar, mersiyeler ve nefesler okunması gibi uygulamalar yaygındır. Bazı yerlerde su içilmemesi şeklindeki su orucu âdetine de rastlanmaktadır. Ayrıca Fuzûlî’nin Hadîkatü’s-suadâ adlı eserinin okunması yaygın bir gelenektir (Noyan, s. 86-87; Tur, s. 184-196).

Hz. Ömer’in halifeliği devrinde 17 (638) yılında Resûl-i Ekrem’in Mekke’den Medine’ye hicretinin resmî takvim başlangıcı olarak kabul edilmesiyle muharrem hicrî yılın ilk ayı olarak belirlenmiştir. Arap hükümdarları yeni yılın ilk gününe saygı gösterir ve tebrikleri kabul etmek üzere törenler düzenlerlerdi. Osmanlılar döneminde de muharrem ayında devlet erkânı padişahın huzuruna çıkarak yeni yılı tebrik eder ve padişahtan “muharremiyye” denilen hediyeleri alırlar, kendileri de maiyetlerindeki kişilere muharremiyye verirlerdi. Ayrıca şairler tarafından yeni yıla ait manzumeler yazılırdı. Muharrem ayında bilhassa tekke ve camilerde okunan Kerbelâ Vak‘ası’na dair ilâhiler “muharremiyye” olarak adlandırılmıştır. Günümüzde Mısır, Tunus, Cezayir ve Fas gibi ülkelerde bu ayda çeşitli kutlama törenleri düzenlenmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Düreyd, Cemheretü’l-luġa, Haydarâbâd 1345, II, 142, 355; III, 47, 290, 489; Lisânü’l-ǾArab, “emr”, “ĥrm”, “dvr”, “sfr”, “nsǿe”, “vcb” md.leri; Kāmûs Tercümesi, IV, 232; Wensinck, el-MuǾcem, “ĥrm” md.; Buhârî, “Bedǿü’l-ħalķ”, 2, “Meġāzî”, 77, “Śavm”, 69, “Tevĥîd”, 24; Müslim, “Śıyâm”, 202-203, “Ķasâme”, 29; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 67; Nesâî, “Ķıyâmü’l-leyl”, 6; Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ, el-Eyyâm ve’l-leyâlî ve’ş-şühûr (nşr. İbrâhim el-Ebyârî), Kahire 1400/1980, s. 41, 47-49, 52; Ezrakī, Aħbâru Mekke (Melhas), I, 183-185, 287; Taberî, CâmiǾu’l-beyân (Bulak), X, 92-93; XXX, 107; Mes‘ûdî, Mürûcü’ź-źeheb (Abdülhamîd), II, 80, 204-205, 207, 280; Bîrûnî, el-Âŝârü’l-bâķıye Ǿani’l-ķurûni’l-ħâliye (nşr. C. E. Sachau), Leipzig 1923, s. 60-63, 69, 329-331; Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, Feżâǿilü’l-evķāt (nşr. Adnân Abdurrahman Mecîd el-Kaysî), Mekke 1410/1990, s. 426-456; Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, el-MevżûǾât (nşr. Abdurrahman M. Osman), [baskı yeri yok] 1403/1983 (Dârü’l-fikr), II, 122-123, 199-204; Zekeriyyâ b. Muhammed el-Kazvînî, ǾAcâǿibü’l-maħlûķāt, Beyrut, ts. (Dârü’ş-şarki’l-Arabî), s. 68-69; Nevevî, el-MecmûǾ, VI, 382-383; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, I, 157-159, 165; İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü’l-meǾâd, II, 66-77; Kalkaşendî, Śubĥu’l-aǾşâ (Şemseddin), II, 401-405; Süyûtî, el-Müzhir fî Ǿulûmi’l-luġa ve envâǾihâ (nşr. M. Ahmed Câdelmevlâ v.dğr.), Kahire, ts. (Dâru ihyâi’l-kütübi’l-Arabiyye), I, 300-301; Diyarbekrî, Târîħu’l-ħamîs, Kahire 1283, I, 360-361; Abdülganî b. İsmâil en-Nablusî, Feżâǿilü’ş-şühûr ve’l-eyyâm (nşr. Mustafa Abdülkādir Atâ), Beyrut 1406/1986, s. 15-19, 70-75; Şevkânî, Neylü’l-evŧâr, IV, 269-274; Cevâd Ali, el-Mufaśśal, VIII, 454-461; M. Tayyib Gökbilgin, Osmanlı Paleografya ve Diplomatik İlmi, İstanbul 1979, s. 47, 76; Ethem Ruhi Fığlalı, İmâmiyye Şîası, İstanbul 1984, s. 181-182; Bedri Noyan, Bektâşilik Alevîlik Nedir?, Ankara 1985, s. 86-87; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıķhü’l-İslâmî ve edilletüh, Dımaşk 1405/1985, II, 584, 590-591; Seyit Derviş Tur, Erkânname, İstanbul 2002, s. 184-196; Metin And, Ritüelden Drama: Kerbelâ-Muharrem-Ta‘ziye, İstanbul 2002, s. 33-75; E. Litmann, “Über die Ehrennamen und Neubenennungen der islamischen Monate”, Isl., VIII (1918), s. 227-236; Seyyid Abdülhâlik en-Nakvî, “Taĥķīķu esâmi’ş-şühûri’l-ǾArabiyye ve eyyâmi’l-üsbûǾ”, Ŝeķāfetü’l-Hind, XIII/4, New Delhi 1962, s. 14-15; Pakalın, II, 565-567; M. Plessner, “Muharrem”, İA, VIII, 506-507; a.mlf., “al-Muharram”, EI² (İng.), VII, 464.

M. Kâmil Yaşaroğlu