MUKTEDÎ-BİEMRİLLÂH

(المقتدي بأمر الله)

Ebü’l-Kāsım el-Muktedî-Biemrillâh Abdullāh b. Muhammed b. Abdillâh el-Abbâsî (ö. 487/1094)

Abbâsî halifesi (1075-1094).

8 Cemâziyelevvel 448’de (24 Temmuz 1056) Bağdat’ta doğdu. Kāim-Biemrillâh’ın torunudur; halifenin tek oğlu ve veliahdı olan babası onun doğumundan altı ay önce ölmüştü. Dedesinin 12 Şâban 467’de (2 Nisan 1075) vefatı üzerine yerine geçirildi. Muktedî-Biemrillâh, halifelik makamına oturduktan sonra Selçuklu Sultanı Melikşah’a saltanatını onaylayan bir menşur gönderdi ve biatını aldı. Melikşah ile veziri Nizâmülmülk, başlangıçta barışçı bir politika izleyerek halifeyi uzaktan kontrol etme yoluna gittilerse de daha sonra onu bağımsız bir güç olmaktan çıkarmaya ve otoritesini zayıflatmaya karar verdiler. Böylece araları bozulmaya ve istikrarsız bir dönem yaşanmaya başladı. Bunun üzerine, veliahtlığı sırasında dedesi tarafından Alparslan’ın kızıyla evlendirilen Muktedî, 474 (1081-82) yılında veziri Fahrüddevle İbn Cehîr’i İsfahan’a yollayarak Melikşah’ın kızı Mâh-Melek’e tâlip oldu. Ertesi yıl da Şâfiî fakihi Ebû İshak eş-Şîrâzî’nin başkanlığında gönderdiği bir elçilik heyetiyle durumu iyileştirmeye çalıştı; ancak kayda değer bir başarı elde edemedi. Nihayet dört yıl sonra beklenen cevap geldi ve Mâh-Melek ile Muktedî’nin evliliğine izin verildi. Suriye seferini takip eden günlerde Bağdat’a gelen Melikşah büyük törenlerle karşılandı (4 Zilhicce 479 / 12 Mart 1087), ardından kendisine “Doğu’nun ve Batı’nın hükümdarı” unvanı verilip bunun alâmeti olarak iki kılıç kuşatıldı. Uzun pazarlıkların ardından Melikşah iki emîrini İsfahan’a yollayarak eşi Terken Hatun’un refakatinde kızını ve Selçuklu Devleti’nin zenginliğini gözler önüne seren muhteşem çeyizini Bağdat’a getirtti ve benzerine az rastlanır bir düğün yapıldı. Ancak sultan, içine sindiremediği anlaşılan bu siyasî evliliğin gerçekleşmesi sırasında düğünde hazır bulunmak yerine ava çıkmayı tercih etti (Kafesoğlu, Sultan Melikşah, s. 98). Nitekim evlilik uzun sürmedi ve iki yıl geçmeden Melikşah, Muktedî’nin düğünden sonra hareminden vazgeçme şartına uymaması sebebiyle kızını halife ile evliliğinden olan oğlu Ebü’l-Fazl Ca‘fer ile birlikte İsfahan’a getirtti. 484’te (1091) Bağdat’a yaptığı ikinci ziyarette de halifenin varlığını umursamayarak ikametgâhını kendisi seçti. Halifeye de veliahdını değiştirip yerine Ebü’l-Fazl Ca‘fer’i tayin etmesi için haber gönderdi; Muktedî-Biemrillâh’ın buna karşı çıkması üzerine de İsfahan’a geri döndü (Rebîülevvel 485 / Nisan 1092). Ancak altı ay sonra büyük bir debdebeyle üçüncü defa Bağdat’a geldi ve halifeden Bağdat’ı hemen terkederek başşehrini başka bir yere almasını istedi; öldürülen Nizâmülmülk’ün yerine getirdiği yeni veziri Tâcülmülk’ün ricası üzerine de ona biraz süre tanıdı. Muktedî’yi bu zor durumdan Melikşah’ın bir av partisinde yediği etten zehirlenerek ölmesi (16 Şevval 485 / 19 Kasım 1092) kurtardı. Fakat sultanın beklenmedik ölümü onu da Terken Hatun gibi zan altında bıraktı.

Muktedî-Biemrillâh, Melikşah’ın Bağdat’ı ilk ziyaretinden itibaren sadece İslâm ümmetinin mânevî liderliğiyle yetinmek durumunda kalmıştı. Buna rağmen imâmet bütün hukukî ve siyasî kurumların tartışmasız kaynağı olarak kaldı. Hilâfetin yokluğunda ümmet hukukî bir istikrarsızlığa, hatta kargaşaya itilebilirdi. Böylece


Abbâsî halifeliğinin korunması zorunluluğu, halkın büyük çoğunluğu arasında etkisini sürdüren Bâtınîliğin imâmet öğretisine karşı merkezî bir denge unsuru şeklinde ortaya çıktı. 483’te (1090) Basra Karmatîler tarafından vahşice yağmalanmıştı. Aynı yıl Suriye, el-Cezîre ve İran’da İsmâilî propagandasının merkezleri açılmış, Hasan Sabbâh, Kazvin’de Alamut Kalesi’ni ele geçirip İsmâilî Devleti’ni kurmuştu. Nizâmülmülk ile Melikşah’ın ölümünden sonra Muktedî-Biemrillâh tevarüs ettiği haklarının tekrar farkına vardı. Melikşah’ın eşi Terken Hatun ile yaptığı sultanlık hakkındaki görüşmeler sırasında ortaya koyduğu tutum halifenin yeniden kendine güvenmeye başladığını göstermektedir. Muktedî, Terken Hatun’un Melikşah’ın tahtına çıkardığı henüz çocuk yaştaki oğlu Şehzade Mahmûd’u tam yetkili meşrû sultan olarak tanımayı reddetti ve onun rüşte ermesine kadar ordu ve vergi işlerinin Emîr Üner ile Vezir Tâcülmülk’ün idaresi altında kalması gerektiği hususunda ısrarcı davrandı. Muktedî’nin Mahmûd’u bu şartlarla meşrû sultan olarak tanıması üzerine Selçuklular onun oğlu Ebü’l-Fazl Ca‘fer’i geri verdiler; ancak çocuk ertesi yıl öldü. Sonraki yıllarda ise Selçuklu mirası etrafında vuku bulan mücadelede halifenin rakip sultanlardan en güçlü olanın meşruiyetini sağlamaktan başka bir seçeneği kalmadı. Nizâmülmülk’ün memlükleri sultanlığa Melikşah’ın büyük oğlu ve Mahmûd’un (ö. 487/1094) rakibi Berkyaruk’u aday gösterdiler. Berkyaruk, Terken Hatun tarafından İsfahan’da mahpus tutuluyordu. Memlükler onu hapishaneden kaçırdılar ve Rey şehrine götürüp sultan ilân ettiler. Halife de onun biatını kabul ederek Bağdat’ta saltanatına meşrûluk kazandırmak zorunda kaldı. Muktedî-Biemrillâh 15 Muharrem 487 (4 Şubat 1094) tarihinde beklenmedik bir anda öldü ve cenazesi ölümü gizlendiği için üç gün sonra defnedildi.

Muktedî-Biemrillâh, son bir iki yılı hariç kendinden önceki halifelere nazaran huzur ve sükûn içinde hüküm sürmüştür. Bunda, Selçuklu Sultanı Melikşah’ın bütün mahallî hânedanları itaat altına almasının büyük rolü vardır. Muktedî döneminde Abbâsî halifeliğinin Fâtımî halifeliği karşısındaki nüfuzu artmış ve el-Cezîre, Suriye, Filistin, Hicaz ve Yemen’de hutbeler Abbâsîler adına okunmuştur. Bağdat’ta Şiîler’le Sünnîler, zaman zaman da Sünnîler arasında çıkan mezhep çatışmaları Selçuklu Sultanı Melikşah ile veziri Nizâmülmülk’ün müdahaleleriyle önlenmiştir.

Kâşgarlı Mahmud, Dîvânü lugāti’t-Türk’ünü halifeliğinin ikinci yılında Muktedî-Biemrillâh’a sunmuştur (I, 3-4). Besim Atalay’ın, Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi’nde eserin Muktedî-Biemrillâh’ın oğlu Ebü’l-Kāsım Abdullah’a takdim edildiğini söylemesi hata olup (I, 4-5; ayrıca bk. DİA, IX, 446); anılan künye ve isim Muktedî-Biemrillâh’a aittir.

BİBLİYOGRAFYA:

Dîvânü lugāti’t-Türk, I, 3-4; Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi, I, 4-5; Gazzâlî, Feđâǿiĥu’l-Bâŧıniyye (nşr. Abdurrahman Bedevî), Kahire 1383/1964, s. 186; İbnü’l-İmrânî, el-İnbâǿ fî târîħi’l-ħulefâǿ (nşr. Kāsım es-Sâmerrâî), Kahire 1973, s. 201-205; İbnü’l-Cevzî, el-Muntažam, VIII, 211, 215, 240, 249, 273 vd., 284 vd., 305-318, 323; IX, 2 vd., 15, 30, 35 vd., 39, 44-47, 62 vd., 81 vd.; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirǿâtü’z-zamân (nşr. Ali Sevim), Ankara 1968, s. 186 vd., 219 vd., 223, 241 vd., 293; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, bk. İndeks; Bündârî, Zübdetü’n-Nuśra, s. 50 vd.; a.e. (Burslan), bk. İndeks; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, XVIII, 318-324; İbrahim Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, İstanbul 1953, s. 12-13, 27, 32, 39, 46-47, 94-98, 126-127, 153, 182, 188-190, 205-208, 210; a.mlf., “Melikşah”, İA, VII, 670, 672; G. Makdisî, İbn ǾAķīl, Dımaşk 1963, bk. İndeks; C. E. Bosworth, “The Political and Dynastic History of the Iranian World (A.D. 1000-1217)”, CHIr., V, 99-102, 212 vd.; E. Glassen, Der Mittlere Weg, Wiesbaden 1981, bk. İndeks; T. Nagel, Die Festung des Glaubens, München 1988, bk. İndeks; Eric J. Hanne, The Caliphate Revisited: The Abbasids of 11th and 12th Century Baghdad (doktora tezi, 1998), The University of Michigan, s. 220 vd.; Abdülkerim Özaydın, Sultan Berkyaruk Devri Selçuklu Tarihi (485-498/1092-1104), İstanbul 2001, bk. İndeks; a.mlf., “Melikşah”, DİA, XXIX, 55-57; Fikret Işıltan, “Muķtedî”, İA, VIII, 573-575; Angelika Hartmann, “al-Muķtadī”, EI² (İng.), VII, 540-541; Mustafa S. Kaçalin, “Dîvânü lugāti’t-Türk”, DİA, IX, 446.

Angelıka Hartmann