MUŞ

Doğu Anadolu bölgesinde şehir ve bu şehrin merkez olduğu il.

Muş ovasının güney kenarı ile bu ovanın güneyini izleyen Güneydoğu Toroslar dizisinin temas sahasında eğimli bir yüzey üzerinde bulunur. Şehrin nüvesini teşkil eden kale, güneydeki dağlık kesimi dar bir boğaz halinde yararak ovaya inen Çar deresiyle bu dereye sol taraftan kavuşan Karni çayı arasında kalan ve bu iki vadiye dik bir şekilde inip dış saldırılara karşı nisbeten güvenli bir alan oluşturan sırt üzerinde kurulmuştur. Buranın önündeki geniş ova (Muş ovası, Doğu Anadolu’nun Iğdır ovasından sonra ikinci büyük ovasıdır) çeşitli tarımsal ürünleriyle şehrin yiyecek ihtiyacını karşılayabilecek durumdadır. Muş ovasının çevresini kuşatan yüksek dağlar ulaşıma imkân vermez gibi görünse de bunların arasındaki nisbeten alçak eşikler ve tabii koridorları oluşturan vadiler Muş’un uzak çevreye bağlanmasını kolaylaştırır. Ovanın doğusundaki Nemrut dağı (2935 m.) ve güneyindeki yüksek dağlar arasında (Muş güneyi dağları, birçok doruk 2600 metrenin üzerindedir) 1800 metrelik bir eşik (Rahva düzü) Muş’u Van gölünün batı kıyısındaki Tatvan’a bağlar ve Van gölü havzası aracılığıyla daha doğudaki bölgelerle irtibatlandırır. Rahva düzünde Başhan mevkiinde ayrılan yol Bitlis deresi tabii koridorunu izleyerek Güneydoğu Toroslar engelini aşar ve bu suretle


Muş’u Bitlis üzerinden Dicle havzasına ve bu havzanın önemli şehri Diyarbakır’a kavuşturur. Şehri batıya bağlayan karayolu (Muş’u Bingöl-Elazığ üzerinden Ankara’ya ve İstanbul’a bağlayan yol), Muş ovasının kuzeybatısındaki Şerafettin dağlarının (2388 m.) güneye uzanan alçalmış kesimlerindeki Buğlan Geçidi’ni (1640 m.) takip eder. Şehir ayrıca batıdaki büyük merkezlere 1955’ten beri demiryolu ile bağlıdır. Murat nehrinin Muş’un karşısında ovanın kuzey kenarında açtığı vadi de Varto-Hınıs üzerinden Erzurum’a ulaşan güzergâhı meydana getirir.

Şehrin temelini oluşturan kalenin ilk defa ne zaman kurulduğu ve ilk sakinleri hakkında bilgiler yetersizdir. İslâm öncesi dönemlere ait kaynaklarda Muş ovası ve çevresi Taraunitis, Taraun veya Daron adlarıyla anılır. Bu ad Ortaçağ’da Taran şeklini almıştır. İslâmî devirde Tarûn biçiminde hem bölgenin hem şehrin adı olarak kullanılmıştır (Yâkūt, IV, 37). Şehrin bugünkü isminin kökenine dair bilgiler de çelişkilidir. Bazı rivayetlere göre Muş adı suların bolluğunu ifade eden Süryânîce “muşa” kelimesinden gelir, bazılarına göre ise şehri kurduğu söylenen Muşet adlı bir kişiden kaynaklanır.

Şehrin ve çevresinin Eskiçağ dönemi hakkında genel bilgiler tekrarlanır ve bölgenin Asurlular, Urartular, Med ve Persler, Büyük İskender ve halefleri (Selevkoslar), daha sonra Roma ve Bizans hâkimiyetinde kaldığı belirtilir. Bu yöreye erken sayılabilecek bir tarihte Hz. Ömer zamanında (634-644) ilk Arap ordularının ulaştığından söz edilir. Ermeni kaynaklarında Abdurrahman b. Rebîa el-Bâhilî kumandasındaki 18.000 kişilik bir İslâm ordusunun 640 yılında Muş ve civarındaki yerleri haraca bağladıktan sonra karargâhına döndüğü rivayet edilir (İpek, s. 64). Komşu şehirlerle birlikte Muş’un da 19-21 (640-642) yılları arasında İslâm hâkimiyeti altına alındığı anlaşılmaktadır. Fakat bu hâkimiyet sürekli olmamıştır. Muş ve çevresinde İslâm hâkimiyeti Muâviye b. Ebû Süfyân ve Abdülmelik b. Mervân döneminde yeniden kuruldu. Abdülmelik zamanında Muhammed b. Mervân yöreyi Diyarbekir âmilliğine bağladı. Şehir 210-236 (825-851) yıllarında Bağratî ailesinden Bağrat adlı prensin yönetimindeydi. Bağratîler Krallığı döneminde Muş şehri krallığın Tarûn idarî biriminin merkeziydi.

Bağratîler zaman zaman Abbâsî halifesinin, zaman zaman Bizans’ın vasalı olduğundan Muş ve çevresi de Bizanslılar’la müslümanlar arasında sık sık el değiştirdi. Abbâsî Halifesi Mütevekkil-Alellah’ın İrmîniye Valisi Yûsuf b. Muhammed 237 (851-52) yılının kış mevsimini Muş’ta geçirdi. Her tarafın karla kaplı olduğu bir gün âniden saldırıya geçen Ermeniler, Yûsuf ve maiyetindekileri katlettiler. Bunun üzerine Mütevekkil, Boğa el-Kebîr’i Muş üzerine göndererek bu katliamın intikamını aldı (Taberî, IX, 187-188). Muş bazan da müslüman maceraperestlerin eline geçti (X. yüzyılda Hamdânî emîri olan Seyfüddevle döneminde olduğu gibi). Şehrin isminin Muş olarak İslâmî kaynaklarda görülmeye başlaması da bu devreye tesadüf eder. IV. (X.) yüzyıl İslâm coğrafyacısı Makdisî’nin Aĥsenü’t-teķāsîm adlı eserinde merhaleler verilirken Muş’un adı da zikredilir (s. 150).

XI. yüzyıldan itibaren Türk akınları bu havaliye de yöneldi. Daha Malazgirt Savaşı’ndan önce Tuğrul Bey zamanında Sel-çuklu birlikleri Muş yöresine akınlarda bulunmuştu. İbrâhim Yinal’ın kumandasındaki Selçuklu ordusu 1049’da Muş’a kadar geldi. 1055-1056 yıllarında merkezî idareyle anlaşmazlığa düşen bazı Selçuklu beyleri Muş Valisi Theodoros ile iş birliği yaptılar. Tuğrul Bey, Theodoros’a haber gönderip beylerin iadesini istedi. Theodoros’un bu teklifi reddetmesi üzerine Selçuklu kuvvetleri Muş’a bir sefer düzenleyerek valiyi öldürdüler. Muş’un Selçuklular tarafından kesin olarak ele geçirilmesi Malazgirt zaferinden (1071) az sonra Sultan Alparslan döneminde gerçekleşti. Muş ve çevresi Emîr Sanduk’a iktâ edildi. XII. yüzyılın başlarında Ahlatşahlar (Sökmenoğulları) Devleti’nin kurucusu ve ilk beyi olan Sökmen devrinde (1100-1122) Muş bu beyliğin sınırları içinde bulunuyordu. XIII. yüzyılın başlarında Ahlatşahlar’ın zayıflamasından yararlanarak bu hânedana son veren Eyyûbîler’den el-Melikü’l-Evhad Necmeddin Eyyûb o sırada Ahlat’a bağlı olan Muş’u kuşattı. 607-626 (1210-1229) yılları arasında Ahlat ve ona bağlı olan Muş da muhtemelen Eyyûbîler’in hâkimiyeti altına girdi. 625’te (1228) Van gölü bölgesine inen Celâleddin Hârizmşah Muş ovasındaki köyleri yağmaladı.

XIII. yüzyılın ilk yarısındaki Moğol istilâsı sırasında şehir tamamıyla tahrip edildi. XIV. yüzyıl ortalarında buraya gelen Hamdullah el-Müstevfî’nin şehrin durumu hakkında verdiği bilgiler bu tahribatın izlerinin bir asır sonra bile silinmediğini gösterir. Moğol döneminin ardından Karakoyunlu yönetimine geçen Muş, 789’da (1387) Karakoyunlu topraklarına sahip olan Timur’un idaresi altına girdi. Arkasından Akkoyunlular’ın eline geçti. Bu dönemde Uzun Hasan’ı ziyaret eden Venedik elçisi Barbaro Muş’a uğramış, şehrin kalabalık ve kalesinin sağlam olduğunu kaydetmiştir (Turan, s. 126). Ayrıca Akkoyunlu kaynaklarında buradan ve onun önündeki ovadan sıkça söz edilir.

Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın Fâtih Sultan Mehmed’e Otlukbeli Savaşı’nda (1473) yenilmesinin ardından Muş ve çevresi Akkoyunlular’ın idaresinde kalmaya devam etti. Şehrin Osmanlı idaresine kesin olarak geçişi Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran zaferinden (1514) sonradır. Çaldıran Savaşı’nın ardından Diyarbekir’in fethi öncesinde bölgedeki mahallî beyler Osmanlılar’la birlikte hareket ederek Muş ve çevresindeki Safevî kuvvetlerini uzaklaştırdılar (921/1515), böylece şehirde Osmanlı idaresi kuruldu (Hoca Sâdeddin, II, 301-302). Burası Osmanlılar’a bağlı Bitlis ocaklık beyliği içinde yer aldı. Kanûnî Sultan Süleyman döneminde, Osmanlılar’a iltica eden Azerbaycan Valisi Ulama Paşa (937/1531), Bitlis beylerbeyiliğine getirilince Bitlis hâkimi Şeref Bey, bölgesindeki diğer kaleler gibi Muş Kalesi’ni de Rujeki ağalarının muhafazasına verip Safevîler’e sığındı. Bu sebeple Safevî Şahı Tahmasb, Muş Kalesi’ni de kendi toprağı saydı. Şehir bu dönemdeki Osmanlı-Safevî savaşlarından etkilendi. Kanûnî Sultan Süleyman’ın ikinci İran seferinden (1548) dönüşünde Şah Tahmasb, Van fethinin intikamını almak için çevredeki başka yerlerle birlikte Muş yöresine de saldırarak burayı yakıp yıktı ve yağmaladı (20 Receb 955 / 25 Ağustos 1548). Bunun üzerine Adilcevaz’a yönelen Kanûnî, Şah Tahmasb’ı takip etti, onu bulamayınca Muş’a gelip bir süre burada konakladı. Ramazan 959’da (Eylül 1552) Ahlat Kalesi önüne gelen Şah Tahmasb’ın Bitlis sancağına karşı gönderdiği kuvvetleri Muş Kalesi’ne kadar her yeri yakıp yıktı. 962 (1555) Amasya Antlaşması sonrası bu yörede huzur yeniden sağlandı. XVI. yüzyıl ortalarına ait tahrir kayıtlarında şehrin fizikî durumu hakkında bilgi verilmemekle birlikte gelir kaynakları tahsisinden hareketle buranın küçük bir kasaba durumunda olduğu tesbit edilebilir. 961’de (1554) Muş şehrinin vergi gelirleri Adilcevaz sancak beyi hassına dahildi. Ayrıca kasabanın çevresi bağ ve bahçelerle çevriliydi (Kılıç, XVI. Yüzyılda Adilcevaz ve Ahlat, s. 179).

Muş, Osmanlı mülkî idare teşkilâtında önceleri Van eyaletine bağlı ocaklık statüsündeki Bitlis sancağının bir parçasıydı. Daha sonra doğrudan Van’a bağlı sancak merkezi haline getirildi. 976’da (1568)


burası Ulama Bey oğlu Bahâeddin Bey’in idaresindeydi. Bu durumunu XVII. yüzyıl başlarına kadar korudu. IV. Murad tarafından tekrar Bitlis ocaklığına bağlandı. Aynı yüzyıla ait kaynaklardan Cihannümâ’da da Muş’un küçük bir yerleşme yeri olduğu zikredilir. Daha sonraki yüzyıllarda şehrin biraz daha geliştiği görülür. Bitlis Hanlığı’nın ortadan kaldırılmasının ardından Muş, Erzurum eyaletine bağlı bir sancak merkezi oldu.

XIX. yüzyılın başlarında Osmanlılar’ın Yunan isyanıyla (1821) uğraşmaları sırasında İran Şahı Feth Ali Şah’ın oğlu ve Azerbaycan Valisi Abbas Mirza, Doğu Anadolu’nun birçok yerine saldırırken Muş’u da işgal etti ve şehre zarar verdi. Ancak kolera salgını çıkınca çekilmek zorunda kaldı. Bu yüzyıla ait şehir nüfusu hakkında bilgi veren kaynaklar birbirinden farklı rakamlar içerir. 1838’de Muş’u ziyaret eden Brant burada 700 müslüman ve 500 Ermeni ailesi bulunduğundan, bundan kısa bir süre sonraya ait (1846) bilgi veren Koch ise 1000 müslüman ve 415 Ermeni ailesinden söz eder. Yüzyılın ikinci yarısına dair nüfus rakamlarından şehrin daha da kalabalıklaştığı görülür. Tozer’in 1881 yılında 5000 müslüman ve 1800 Ermeni ailesi yaşadığına dair verdiği bilgiyi Lynch mübalağalı bularak nüfusun 20.000 kişiyi aşmadığını zikreder. Şemseddin Sâmi ile V. Cuinet aynı rakamı kaydedip XIX. yüzyılın son on yılı içinde nüfusun 37.000 olduğunda birleşir. Bir Rus raporunda şehirdeki ev sayısı 2700 diye verilmiş, bunun 1500’ü müslüman, 1200’ü Ermeni olarak gösterilmiştir (1899). XIX. yüzyılda dış etkenlerle kışkırtılan Ermeni isyanları Muş şehrinin gerilemesinde önemli rol oynamıştır. 1894’te ilk defa Muş’un yakınındaki Sasun’da başlayan Ermeni baş kaldırısının ardından 1895 yılında hükümetin bu konuyla ilgilenmek üzere kurduğu bir heyet Muş’ta toplandı. Erzurum’daki Fransa, Rusya ve İngiltere konsolosları da bu toplantı için Muş’a gelip istişarede bulundu. 1901 ve 1905 yıllarında Ermeni çetelerinin isyanları tekrarlandı ve bunlar şehre önemli ölçüde zarar verdi. 3 Mayıs 1903’teki deprem (fay hattı Muş ovasından doğu-batı doğrultusunda geçer) çevre köylerle birlikte şehirde de hasara yol açtı (bu fayın 1946 ve 1966 Varto depremlerinde yeniden harekete geçmesi Muş şehrine de zarar vermiştir). Muş, 1879 Berlin Antlaşması’nın Doğu Anadolu’nun idarî yapısında yeni bir ıslahat yapılmasını öngören maddesi gereği aynı yıl oluşturulan Bitlis vilâyetine bir sancak merkezi halinde bağlandı. Bu durum Cumhuriyet dönemine kadar sürdü.

Muş hakkında XX. yüzyılın başlarında I. Dünya Savaşı öncesine ait bilgiler veren E. Banse şehrin nüfusunu 20.000 olarak kaydeder. I. Dünya Savaşı içinde Doğu Anadolu’nun birçok şehri gibi Muş da Rus işgaline uğradı. 18 Şubat 1916 tarihindeki işgal kısa sürdü, aynı yılın 26 Temmuzunda şehir kurtarıldı. Türk kuvvetleri 9 Ağustos’a kadar burada kaldı. Ardından Ruslar Muş’u tekrar ele geçirdiler. 1 Mayıs 1917 tarihinde şehir kesin olarak Rus işgalinden kurtarıldı. Bu savaştan tamamen harap olmuş bir vaziyette çıkan Muş ancak Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra toparlanmaya başladı.

Cumhuriyet döneminin başlarında il merkezi durumuna getirilen Muş’ta ilk nüfus sayımında (1927) sadece 4227 nüfus bulunuyordu. Bu sayı daha sonraki dört nüfus sayımında da 10.000’e erişemediği gibi arada düşüşler de gösterdi (1935’te 5158, 1940’ta 5681, 1945’te 5040, 1950’de 7050). 1955 yılında demiryolunun buraya ulaşması, ayrıca Muş’u çevreye ve uzak yörelere bağlayan karayollarının düzgün hale getirilmesiyle şehirde gelişme emareleri baş gösterdi ve nüfusu ilk defa 1955 sayımında 10.000’i aşabildi (10.888). Bundan sonraki bir önemli nüfus sıçraması da 1966 Varto depreminden sonra çok sayıdaki Vartolu’nun Muş’a yerleştirilmesi sonucu 1970 sayımında görüldü ve şehrin nüfusu 23.058’e ulaştı. Bu artış daha sonraki yıllarda da sürdü. 1980’de 40.000’i aşan nüfus (40.977) 2000 sayımında 70.000’e yaklaştı (67.977).

Günümüzde Muş şehrinin çekirdeğini tarihî kalesinin bulunduğu dar ve dolambaçlı sokakların yer aldığı kesim oluşturur. Bu kesimde bulunan Kale, Muratpaşa, Minare ve Dere mahalleleri şehrin en eski mahalleleridir. Bunlardan Kale mahallesi 1360 m. yüksekliğiyle aynı zamanda şehrin en yüksek kesimidir. Şehir buradan kuzeydoğuya, doğuya ve kuzeye doğru gittikçe alçalarak devam eder. Muş meteoroloji istasyonunun bulunduğu kesimde 1283 metreye inen yükseklik, Tepebağ semtinde 1210 metreye düşer, 1950’li yıllara gelinceye kadar (o tarihlerde şehirde beş mahalle içinde 1200 ev bulunuyordu) şehrin en alçak kesimini burası teşkil ediyordu. Bu tarihten sonra ovadaki düzlüklere ve 1955’te kavuştuğu demiryolu istasyonuna doğru genişledi. Bu büyüme, şehrin ana caddesi olan güneybatı-kuzeydoğu doğrultulu Atatürk Bulvarı’yla (daha aşağı kesimlerde adı İstasyon caddesi olur) ikinci önemli şehiriçi ekseni olan ve Atatürk Bulvarı’na paralel uzanan Cumhuriyet caddesinin iki yanında kurulan ya da ikisinin arasında (Kültür ve Sunay mahalleleri bu durumdadır) bulunan mahallelerle gerçekleşmiştir. Yeni mahallelerden Zafer ve Sunay 1966 yılından sonra kurulmuş ve Varto depreminden dolayı buraya göç edenler yerleştirilmiştir. Daha yeni mahalleleri ise kuruluşları 1990’lı yıllardan sonra olan kuzeydoğudaki Yeşilyurt, kuzeydeki Zafer ve doğuya doğru gelişen Saray’dır. Şehrin belediye sınırları içinde önemli sanayi kuruluşu yoktur (1983’te üretime geçen Muş Şeker Fabrikası belediye sınırları dışındadır). Saray mahallesi içinde küçük bir sanayi sitesi vardır. 2005 yılı başlarında şehir yaklaşık 1100 hektarlık bir alana yayılıyor ve bu alan içinde on mahalle bulunuyordu.

Şehirdeki en önemli eserler arasında yapım tarihi bilinmeyen kale ile Şeyh Muhammed Mağribî tarafından inşa edildiği söylenen Muş Ulucamii (XIV. yüzyıl) sayılabilir. 1571 tarihli vakıf defterinde bu camiden Ferhad Bey Camii diye de bahsedilir. Cami, Ferhad Bey’in Muş sancak


beyliği sırasında tamir ettirildiği için onun adıyla anılmış olmalıdır. Ayrıca günümüzde Hacı Şeref Camii diye anılan mescidin 1571’de de adı geçer. Hacı Şeref, muhtemelen Selçuklu döneminden kalma bir camiyi ihya ederek vakıflar tahsis etmiştir (Kılıç, Osm.Ar., sy. 24 [2004], s. 251-253). XVIII. yüzyıldan kalan Alâeddin Camii ile Selçuklu devrine ait Aslanlı Han diğer önemli âbidelerdir.

Muş şehrinin merkez olduğu Muş ili Erzurum, Ağrı, Bitlis, Batman, Diyarbakır ve Bingöl illeriyle çevrilmiştir. Merkez ilçe dışında Bulanık, Hasköy, Korkut, Malazgirt ve Varto olmak üzere beş ilçeye ayrılmıştır. 8059 km² genişliğindeki Muş ilinin 2000 yılında yapılan sayıma göre nüfusu 453.654, nüfus yoğunluğu ise elli altı kişi idi.

Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait 2005 yılı istatistiklerine göre Muş’ta il ve ilçe merkezlerinde seksen beş, kasabalarda kırk dört ve köylerde 369 olmak üzere toplam 498 cami bulunmaktadır. İl merkezindeki cami sayısı kırk birdir.

BİBLİYOGRAFYA:

Ya‘kūbî, Târîħ, II, 324, 489; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), IX, 187 vd.; Makdisî, Aĥsenü’t-teķāsîm, s. 150; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil (trc. Ahmet Ağırakça), İstanbul 1987, VIII, 406; a.e. (trc. Ahmet Ağırakça - Abdülkerim Özaydın), İstanbul 1987, XII, 164, 180, 228-229, 314; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân (Cündî), IV, 37; V, 258; Müstevfî, Nüzhetü’l-ķulûb (Strange), s. 106; Nizâmeddin Şâmî, Zafernâme (trc. Necati Lugal), Ankara 1949, s. 125, 185; Ebû Bekr-i Tihrânî, Kitâb-ı Diyarbekriyye (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 2001, s. 70, 329; Urfalı Mateos Vekayi-nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162) (nşr. ve trc. H. D. Andreasyan), Ankara 1962, s. 22; Hoca Sâdeddin, Tâcü’t-tevârîh, İstanbul 1280, II, 301-302; Kâtib Çelebi, Cihannümâ, s. 415-417; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, III, 228; IV, 88; Şeref Han, Şerefnâme (trc. Mehmet Emin Bozarslan), İstanbul 1971, I, 302, 340, 405-406, 427; Cuinet, II, 571-587; M. Halil Yinanç, Türkiye Tarihi, Selçuklular Devri I: Anadolunun Fethi, İstanbul 1944, s. 53, 136, 146; Danişmend, Kronoloji, II, 259; III, 107, 332-334, 431; Belediyeler Yıllığı, Ankara 1949, II, 878-882; Sırrı Erinç, Doğu Anadolu Coğrafyası, İstanbul 1953, s. 87-88; M. Sykes, The Caliphs’ Last Heritage, New York 1973, s. 407; Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1973, s. 23, 105-106, 126; M. Fahrettin Kırzıoğlu, Osmanlılar’ın Kafkas-Ellerini Fethi: 1451-1590, Ankara 1976, s. 121, 129, 130, 190, 215; Ahmet Tabban, Kentlerin Jeolojisi ve Deprem Durumu, Ankara 1980, s. 266; M. Salih San, Doğu Anadolu ve Muş’un İzahlı Kronolojik Tarihi, Ankara 1982; Halit Bingöl, Muş’un Kültür Hayatına Toplu Bakış, İstanbul 1987; Tuncer Baykara, Anadolu’nun Tarihî Coğrafyasına Giriş I: Anadolu’nun İdarî Taksimatı, Ankara 1988, s. 107, 118, 125, 134, 138; Faruk Sümer, Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu’da Türk Beylikleri, Ankara 1990, s. 21, 69, 73, 80; Ali İpek, İlk İslâmî Dönemde Azerbaycan: 632-750 (doktora tezi, 1999), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 64-65; Orhan Kılıç, XVI. Yüzyılda Adilcevaz ve Ahlat (1534-1605), Ankara 1999, s. 179; a.mlf., “1571 Tarihli Mufassal Evkaf Tahrir Defterine Göre Erciş, Bargiri (Muradiye) ve Muş Vakıfları”, Osm.Ar., sy. 24 (2004), s. 251-253; R. Grousset, Başlangıçtan 1071’e Ermeniler’in Tarihi (trc. Sosi Dolanoğlu), İstanbul 2005, bk. İndeks; Kāmûsü’l-a‘lâm, VI, 4478; Besim Darkot, “Muş”, İA, VIII, 744-747; J. H. Kramers - [C. E. Bosworth], “Mūѕћ”, EI² (Fr.), VII, 665-666.

Metin Tuncel