MÜSÂKĀT

(المساقات)

Ürünü paylaşma esasına dayanan bağ-bahçe ortakçılığı.

Sözlükte “hayvana veya bitkiye su vermek” anlamındaki saky kökünden türeyen müsâkāt kelimesi fıkıh terimi olarak, çıkacak ürünü belli bir oranda paylaşmak üzere meyve bahçesi veya üzüm bağı sahibiyle bunların bakım ve sulamasını üstlenecek işletmeci arasında yapılan sözleşmeyi ifade eder. Hicaz bölgesinde ağaçların bakımında emeğin ağırlıklı kısmını sulamanın oluşturması, suyun da kuyulardan temin edilmesi bu adlandırmada etkili olmuştur (İbn Kudâme, V, 391). Irak ekolü ise bu çeşit ortaklık için muâmele terimini kullanmıştır. Mecelle’nin tanımı şöyledir: “Müsâkāt, bir taraftan eşcâr ve diğer taraftan terbiye olmak ve hâsıl olan meyve beyinlerinde taksim olunmak üzre bir nev‘ şirkettir” (md. 1441).

Evzâî, Süfyân es-Sevrî, Mâlik b. Enes, Ebû Yûsuf, Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, Şâfiî, Ahmed b. Hanbel ve İbn Hazm müsâkātı Hz. Peygamber’in Hayber uygulamasına dayanarak câiz görmüşlerdir (bk. Buhârî, “el-Ĥarŝ ve’l-müzâraǾa”, 14, “İcâre”, 3; Ebû Dâvûd, “BüyûǾ”, 43). Resûl-i Ekrem’in eşleri ve ilk dört halife dahil olmak üzere pek çok sahâbînin müsâkāt yapmış olması, Medineliler’in uygulaması, bu işlemin bir yönüyle mudârebeye benzemesi ve bu muameleye duyulan ihtiyaç cevaz hükmünü destekleyen deliller arasında zikredilir (İbn Kudâme, V, 392-393; Şirbînî, II, 322 vd.; Kadızâde, VIII, 45-46). Hanefî mezhebinde fetva Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’in görüşüne göre verilmiştir.

İkrime el-Berberî, Mücâhid b. Cebr, Ebû Hanîfe, Züfer b. Hüzeyl ve Zeydîler, müsâkātı toprağı çıkacak ürünün bir bölümü karşılığında kiralamadan farksız sayarlar ve kira bedeli olan ürün miktarının değişken olması, hatta hiç ürün alınmaması gibi sebeplerle garar veya bilinmezlik içerdiği için câiz görmezler. Toprağın bu şekilde kiralanmasına karşı çıkılırken daha çok Râfi‘ b. Hadîc tarafından rivayet edilen Hz. Peygamber’in, toprağın ya sahibince ekilip biçilmesini ya da kira bedeli almaksızın kullanılmasına müsaade edilmesini istediği ve belirli oranda ürün veya belirli miktar yiyecek maddesi karşılığında kiraya verilmesini yasakladığı yönündeki hadis delil gösterilir (Buhârî, “el-Ĥarŝ ve’l-müzâraǾa”, 18; Tirmizî, “Ahķâm”, 42). Fakat bu yasaklama ifadesinin toprak sahibini kayıran, kiracıyı veya işletmeciyi belirsizlikle yüz yüze bırakan uygulamalarla ilgili olduğu anlaşılmakta ve müsâkātta garar yasağının ihlâli de söz konusu olmamaktadır (Sıddîk M. Emîn ed-Darîr, s. 471, 472-473). Öte yandan İbrâhim en-Nehaî ve Hasan-ı Basrî’nin müsâkātı mekruh saydıkları rivayet edilmiştir.

Müsâkātı câiz görenlerin çoğunluğu bir yıldan fazla devam edebilen her çeşit meyve ağacının ve dut, gül gibi yaprakları meyve işlevi gören bitkilerin müsâkāta konu olabileceği kanaatindedir; hatta toplumun ihtiyaçlarını dikkate alan sonraki Hanefî âlimleri meyvesi olmayıp koruma ve sulama yoluyla yetiştirilen ve kerestesinden yararlanılan kavak gibi ağaçları da müsâkāta elverişli bulmuşlardır. Şâfiî mezhebinde hurma ve üzüm asmasının müsâkāta uygun olduğu, karpuz ve patlıcan gibi kalıcı olmayan gövdesiz bitkilerin uygun olmadığı hususunda fikir birliği vardır; Şâfiî’nin eski görüşü meyve ağaçlarını da müsâkāta elverişli sayma yönündeyken yeni görüşünde bu hurma ve üzüm asmasıyla sınırlı tutulmuştur. İbn Hazm, Dâvûd b. Ali’nin bazı talebelerinin sadece hurma bahçesinde müsâkāta cevaz verdiğini kaydeder (el-Muĥallâ, VIII, 229). Tek başına müzâraayı câiz görmeyen Mâlik b. Enes ve Şâfiî’ye göre ağaçlar arasında bulunan boş alanların müsâkāta tâbi olarak ekilip biçilmesi bazı şartlar çerçevesinde mümkündür (bk. MÜZÂRAA).

Müsâkāt, ivazlı akidleri yapma ehliyetine sahip tarafların karşılıklı irade beyanıyla kurulur. Mahsulün paylaşımı yüzde hesabı ile belirlenmelidir. Çıkacak ürünün tamamının veya belli bir miktarının maktû olarak taraflardan birine ait olacağını kararlaştırmak, toprak sahibinin de çalışmasını veya işletmecinin yapması gereken işleri üstlenmesini şart koşmak, ürünün yetişmesine imkân vermeyecek kadar kısa bir süre belirlemek müsâkātı fâsid kılar. Meyveler henüz büyümeden taraflar karşılıklı rıza ile ürünü paylaşma oranında değişiklik yapabilirler; büyüme tamamlandığında ise yalnız toprak sahibi işletmecinin payını arttırabilir. Genel kurala göre sürenin


belirlenmesi gerekli olduğu halde Hanefîler, her meyve türünün yetişme süresi ve hasat mevsiminin genellikle bilindiğini ve bu konuda oluşan örfü dikkate alarak istihsan yoluyla müsâkātta sürenin belirlenmesini zorunlu görmezler (Serahsî, XXIII, 104; Kâsânî, VI, 186). Müsâkāta konu yapılacak bağ veya bahçenin çekişmeye yol açmayacak şekilde taraflarca bilinmesi gerekir. Akid konusunun iki bahçeden biri şeklinde belirtilmesi veya belli bir bahçenin sınır ve özellikleri öğrenilmeden akde konu yapılması çekişmeye yol açacak nitelikte bilinmezliklerden sayılır (İbn Kudâme, V, 400).

Akidden veya işin tabiatından aksi anlaşılmadıkça akid konusu bağ bahçe geciktirilmeden işletmeciye teslim edilir. İşletmecinin yapmakla yükümlü olacağı işlerin kapsamı öncelikle akde bakılarak belirlenir. Akidde yer almayan hususlar işin tabiatı ve yöre örfü esas alınıp çözüme kavuşturulur. Bu konuda fıkıh eserlerinde yer alan ayrıntılar belirtilen kuralın uygulamaları mahiyetindedir. Meyvenin nitelik ve niceliğine yararı olan sulama, budama, su kanallarını onarma, bekçilik ve aşılama gibi bakım işleriyle meyvelerin toplanması işletmeciye aittir. Meyve artışına etkisi olmayan, bahçenin çevresine tel örgü çekme vb. işlerle artışa etkisi olsa bile kuyu kazmak gibi bahçeye kalıcı şekilde katkı sağlayan işler ise işletmecinin yükümlülükleri kapsamında değildir. Bazı fakihler, işletmeciye ait olan işleri belirlemek üzere “her sene bakım için tekrarlanan türden olma” kriterinden söz ederler (a.g.e., V, 402). Mahsul taraflar arasında belirlenen esaslara göre paylaşılır. Hiç ürün alınmamışsa taraflar sonuca katlanır. Fâsid müsâkātta çıkan ürünün tamamı bağ veya bahçe sahibine ait olur, işletmeci de emeğine karşılık ecr-i misle hak kazanır.

Müsâkātı meşrû sayanların çoğunluğuna göre müsâkāt tarafları bağlayan (lâzım) bir akiddir. Haklı bir sebep (özür) bulunmadıkça tek taraflı iradeyle bozulamaz; işletmecinin hırsızlıkla tanınması veya müsâkāt konusu bağ bahçeyi satmadan ödeyemeyeceği bir borç altına girmesi karşı taraf için haklı sebep sayılır. İmam Mâlik mudârebenin işe koyulmakla, müsâkātın akdin kurulmasıyla bağlayıcılık kazanacağı kanaatindedir. İşletmeci toprak sahibinin izni olmadıkça işletme Hakkını üçüncü bir kişiye devredemez. Hanbelî mezhebinde hâkim kanaat ise bu akdin bağlayıcı olmadığı yönündedir (Serahsî, XXIII, 101; Kâsânî, VI, 187; İbn Rüşd, II, 208; İbn Kudâme, V, 404-405).

İşletmeci henüz işe başlamadan taraflardan birinin ölmesi, belirlenen sürenin sona ermesi, ağaçların istihkak yoluyla başkasının eline geçmesi, tarafların akdi feshetme konusunda anlaşması (ikāle) veya haklı sebebe dayanarak akdin tek taraflı iradeyle feshedilmesi durumunda müsâkāt sona erer. Meyveler olgunlaşmadan bağ bahçe sahibinin ölmesi halinde mirasçıları işletmecinin işe devam etmesine, işletmecinin vefatı durumunda da bağ bahçe sahibi onun mirasçılarının işi sürdürmesine engel olamaz (Mecelle, md. 1448). Kararlaştırılan süre tamamlandığı halde meyveler henüz toplanmış değilse istihsan deliline binaen müsâkāt akdinin süresi hasat sonuna kadar kendiliğinden uzar ve işletmeci dilerse çalışmasını sürdürür; ancak bu durumda ecr-i misl talep edemez.

BİBLİYOGRAFYA:

el-Muvaŧŧaǿ, “Müsâķāt”, 1-3; Buhârî, “el-Ĥarŝ ve’l-müzâraǾa”, 14, 18, “İcâre”, 3; Ebû Dâvûd, “BüyûǾ”, 43; Tirmizî, “Aĥkâm”, 41-42; Müzenî, el-Muħtaśar (nşr. Abdülkādir Şâhîn), Beyrut 1419/1998, 168-171; İbnü’l-Cellâb, et-TefrîǾ (nşr. Hüseyin b. Sâlim ed-Dehmânî), Beyrut 1408/1988, II, 201-203; İbn Hazm, el-Muĥallâ, VIII, 229-232; Serahsî, el-Mebsûŧ, XXIII, 101, 104; Kâsânî, BedâǿiǾ, VI, 185-188; Burhâneddin el-Mergīnânî, el-Hidâye, Bulak 1318, VIII, 45-49; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, İstanbul 1985, II, 204-209; İbn Kudâme, el-Muġnî, Riyad, ts. (Mektebetü’r-Riyâdi’l-hadîse), V, 391-416; Osman b. Ali ez-Zeylaî, Tebyînü’l-ĥaķāǿiķ, Bulak 1315, V, 284; Sübkî, Fetâvâ, Beyrut, ts. (Dârü’l-maârif), I, 389-461; İbnü’l-Murtazâ, el-Baĥrü’z-zeħħâr, San‘a 1409/1988, IV, 68-69; Şirbînî, Muġni’l-muĥtâc, II, 322 vd.; Kadızâde, Netâǿicü’l-efkâr (İbnü’l-Hümâm, Fetĥu’l-ķadîr [Bulak] içinde), VIII, 45-49; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr [Kahire], V, 200, 204; Mecelle, md. 1441-1448; Sıddîk M. Emîn ed-Darîr, el-Ġarar ve eŝeruh fi’l-Ǿuķūd fi’l-fıķhi’l-İslâmî: Dirâse muķārene, Kahire 1386/1967, s. 462-479; “Müsâķāt”, Mv.F, XXXVII, 112-147.

Hamdi Döndüren