MÜSNED

(المسند)

İlk kaynağına kadar senedinde kesiklik bulunmayan hadis.

Sözlükte “dayanmak, yaslanmak” anlamındaki sünûd kökünün “if‘âl” kalıbından türeyen müsned kelimesi “isnad edilmiş, söyleyene dayandırılmış söz” demektir. Hadis terimi olarak “senedi son râvisinden ilk râvisine (genellikle Resûl-i Ekrem’e) kadar muttasıl olan hadis” demektir. Merfû ve muttasıl terimleriyle yakından ilgili olan müsned, hadis usulüne dair eserlerde “ma‘rifetü’l-müsned (mesânîd) mine’l-esânîd,


el-hadîsü’l-müsned, el-müsned” gibi başlıklar altında incelenir. Güvenilir bir senedle müsned olarak nakledilmeyen hadisler delil olmaya elverişli bulunmadığından muhaddisler rivayetin müsned olmasına önem vermişlerdir.

Müsnedin değişik tarifleri yapılmıştır. Hâkim en-Nîsâbûrî müsnedi “yaşı hadis almaya elverişli olan râvilerin, hocalarından açık bir şekilde duyduklarını belirterek Hz. Peygamber’e kadar ulaşan bir senedle rivayet ettikleri hadis” diye tarif etmiş, isnadın mevkuf, mürsel, mu‘dal ve müdelles olmaması gerektiğini, ayrıca râvilerin, “Falandan bana ulaştı”; “Falan bunu merfû olarak nakletti”; “Merfû olduğunu zannediyorum” gibi hocasıyla görüşmediğini veya Resûl-i Ekrem’e ulaşmadığını gösteren şüpheli ifadelerle rivayet edilmemiş olmasını şart koşmuştur. Bu tanıma göre Hâkim müsned terimini “muttasıl-merfû” anlamında kullanmakta, ancak bu şartları taşıyan her hadis Hakkında sahih hükmü verilemeyeceğini belirtmektedir (MaǾrifetü Ǿulûmi’l-ĥadîŝ, s. 17-19). Hatîb el-Bağdâdî müsnedi “senedi kesintisiz biçimde ilk kaynağına ulaşan hadis” şeklinde tanımlamış, bu tarifte muttasıl olma şartını ön plana çıkarmakla birlikte merfû olma şartına temas etmemiş, sadece hadisçilerin müsned terimini daha çok Hz. Peygamber’e kesintisiz ulaşan hadis için kullandığını belirtmiştir (el-Kifâye, s. 21). Ancak isnadın bazan sahâbîde, bazan tâbiîde son bulduğu göz önüne alınırsa Hatîb’in müsned tanımı, birçok muhaddisin muttasıl tanımıyla aynı anlama geldiği gibi bu tarife göre hadis çeşitlerinden merfû ile beraber mevkuf ve maktûu da müsned olarak değerlendirmek mümkün olur. Halbuki muhaddisler müsned terimini yaygın biçimde merfû, muttasılı ise hem merfû hem mevkuf hem de maktû için kullanmışlardır. İbn Abdülber en-Nemerî’ye göre müsned muttasıl veya münkatı‘ oluşuna bakılmaksızın sözün Hz. Peygamber’e nisbet edilmesidir. Bazı muhaddislerin merfû için yaptığı tarife benzeyen ve fazla kabul görmeyen bu tanımda isnadın muttasıl olması şartı aranmamakta, sözün Resûl-i Ekrem’e nisbeti yani merfû olması yeterli bulunmaktadır (et-Temhîd, I, 21).

İbn Hacer el-Askalânî, Hâkim en-Nîsâbûrî’nin tanımını daha isabetli bulmuş ve muhaddislerin çoğu tarafından benimsendiğini söylediği bu tarifi, “senedi zâhiren muttasıl olan ve Hz. Peygamber’den duyan sahâbînin ona izâfe ederek naklettiği hadis” şeklinde formüle etmiştir (Nüzhetü’n-nažar, s. 112; en-Nüket, I, 507). Senedin muttasıl olması ve sahâbînin bizzat Resûl-i Ekrem’den rivayet etmesi şartı müsned tanımına girmemesi gereken unsurları dışarıda tutmakta, böylece tâbiîn ve daha sonra gelenlerin merfû rivayetleriyle münkatı‘ tarifin dışında kalmakta, merfû olma ihtimali bulunan ve senedinde gizli inkıtâ olan (müdellisin an‘ane ile rivayeti ve aynı dönemde yaşayıp birbirleriyle göRüştükleri bilinmeyen, ancak görüşmüş olma ihtimali bulunan râvilerin birbirinden rivayeti gibi) hadis ise tanıma dahil edilmektedir.

Yapılan tariflere ve tercihlere göre müsned hadisle amel edilip edilmeyeceği konusunda farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Hâkim en-Nîsâbûrî ile İbn Hacer el-Askalânî’nin tanımına göre, sahih hadisin şartlarından biri olan muttasıl sened yanında sıhhat için aranan diğer şartlar da varsa müsned hadisle amel etmek vâcip olur. Râvilerden birinde zabt kusuru bulunan müsned hadise hasen hükmü verilir. Sıhhat şartlarından herhangi birini taşımayan müsned hadis merfû veya muttasıl olsa dahi zayıf sayılır. Hatîb el-Bağdâdî’nin tanımında, sıhhat şartları yerine gelmiş olsa bile sözün merfû olma şartının gerçekleşmediği durumlarda müsned hadis delil olarak kullanılmaz. İbn Abdülber en-Nemerî tarafından yapılan tarifte ise ittisâl şartı aranmadığından bu şartın gerçekleşmediği durumlarda sıhhatine hükmedilemeyeceği için böyle bir hadis delil olma vasfını kaybeder.

BİBLİYOGRAFYA:

Hâkim en-Nîsâbûrî, MaǾrifetü Ǿulûmi’l-ĥadîŝ (nşr. Seyyid Muazzam Hüseyin), Haydarâbâd 1935 → Kahire 1397/1977, s. 17-19; Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye (nşr. Ebû Abdullah es-Sevrakī - İbrâhim Hamdî el-Medenî), Medine, ts. (el-Mektebetü’l-ilmiyye), s. 21; İbn Abdülber en-Nemerî, et-Temhîd (nşr. Mustafa b. Ahmed el-Alevî - M. Abdülkebîr el-Bekrî), Mağrib 1387/1967, I, 21; İbnü’s-Salâh, ǾUlûmü’l-ĥadîŝ (nşr. Nûreddin Itr), Beyrut 1401/1981, s. 39-40; İbn Hacer el-Askalânî, Nüzhetü’n-nažar fî tavżîĥi Nuħbeti’l-fiker (nşr. Nûreddin Itr), Dımaşk 1413/1992, s.112-113; a.mlf., en-Nüket Ǿalâ Kitâbi İbni’ś-Śalâĥ (nşr. Rebî‘ b. Hâdî Umeyr), Riyad 1408/1988, I, 505-509; Süyûtî, Tedrîbü’r-râvî (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Kahire 1385/1966, I, 182-183; Şemseddin es-Sehâvî, Fetĥu’l-muġīŝ, Beyrut 1403/1983, I, 104-106; Muhammed b. Muhammed Ebû Şehbe, el-Vasîŧ fî Ǿulûm ve muśŧalaĥi’l-ĥadîŝ, Cidde 1403/1983, s. 223; Nûreddin Itr, Menhecü’n-naķd fî Ǿulûmi’l-ĥadîŝ, Dımaşk 1406/1985, s. 349-350; Tâhir el-Cezâirî, Tevcîhü’n-nažar (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Beyrut 1416/1995, I, 173-175; Mustafa Saîd el-Hın - Bedî‘ Seyyid el-Lahhâm, el-Îżâĥ fî Ǿulûmi’l-ĥadîŝ ve’l-ıśŧılâĥ, Beyrut 1419/1999, s. 116-119.

İbrahim Hatiboğlu