MUSTAFA ÇELEBİ

(ö. 960/1553)

Kanûnî Sultan Süleyman’ın oğlu.

Babasının Saruhan sancak beyliği sırasında Manisa’da doğdu (921/1515). Annesi Süleyman’ın ilk gözdesi olan Mâhidevran’dır. İlk çocukluk yılları Manisa sarayında geçti. Babasının 1520’de tahta çıkışının ardından annesiyle birlikte İstanbul’a gitti. Kendisinden önce doğan kardeşleri Mahmud ve Murad’ın ölümü üzerine büyük şehzade olarak sarayda itina ile yetiştirildi ve iyi bir eğitim aldı. Daha dokuz yaşında iken Venedik elçisi onun son derece yetenekli olduğunu, büyük bir savaşçı olacağını, yeniçeriler tarafından çok sevildiğini yazar. Ancak Hürrem Sultan’ın devreye girişi, padişaha yeni erkek evlâtlar vermesi ve annesinin gözden düşmesi durumunu sarstı. 937’de (1530) kardeşleri Mahmud ve Selim ile birlikte sünnet edildi. On sekiz-yirmi gün kadar süren şenlikler yapıldı. Şâban 940’ta (Şubat 1534) Saruhan sancak beyi sıfatıyla Manisa’ya gönderildi. Bu durum başlangıçta babasının yerine en kuvvetli aday olarak görüldüğünü ortaya koyar. Fakat muhtemelen gerek kendisini himaye ettiği anlaşılan babaannesi Hafsa Sultan’ın ölümü (940/1534) gerekse iyi ilişkiler içinde bulunduğu Vezîriâzam Makbul İbrâhim Paşa’nın katli (942/1536) geri plana düşmesine ve Hürrem Sultan’dan olma kardeşlerinin öne çıkmasına yol açtı.

Şehzade Mustafa, Manisa’da sekiz yıl süren idareciliği sırasında halk arasında iyi bir intiba bıraktı. Onu burada iken gören Venedikli Michele Membre, şehzadenin her cuma günü alayla Manisa’daki Sultâniye Camii’ne gidip orada halka hitap ettiğini yazar. Babasının seferleri esnasında bulunduğu bölgenin muhafazasıyla da görevlendirilen Şehzade Mustafa, Hürrem Sultan’ın müdahalesiyle başşehre yakın olan bu sancaktan uzaklaştırılıp 21 Safer 948’de (16 Haziran 1541) Amasya’ya gönderildi. Gerek Manisa’da gerekse Amasya’da iken annesi Mâhidevran daima onun yanında bulundu. Elçi Bernardo Navageros 1553’te yazdığı bir raporda Mâhidevran’ın onu koruma çabalarını anlatır ve şehzadenin de annesine karşı duyduğu sınırsız sevgiden söz eder. Şehzade Mustafa bu nakilden büyük bir üzüntü duydu. Ancak onun yerine Manisa’ya gelen Şehzade Mehmed’in burada âni ölümü (Şâban 950 / Kasım 1543) saltanat adaylığı için kendisini yeniden ümitlendirdiyse de Hürrem Sultan’ın diğer oğlu Selim’in Manisa’ya yollanması (951/1544) taht için düşünülmediğinin açık bir göstergesi oldu. Babasıyla giderek bozulan ilişkileri ve giriştiği birtakım teşebbüsler idamına kadar gidecek olayların başlangıcını oluşturdu. Kanûnî Sultan Süleyman’ın ordu ve halk tarafından sevilen Mustafa’yı katlettirmesi hakkında Osmanlı kaynaklarının verdiği bilgiler, başrollerini Hürrem Sultan ile Sadrazam Rüstem Paşa’nın oynadığı bir saray entrikasına dayandırılmakta olup hadisenin mahiyetini ve çiftbozan reâyâ ile timarlı sipahilerin şehzadenin etrafında toplanmasının sebeplerini açıklamaktan uzaktır.

Kanûnî Sultan Süleyman, muhtemelen Hürrem Sultan’ın da etkisiyle ona karşı daha Manisa’da iken soğuk davranmaya başlamıştı. Şehzade Mustafa, Irakeyn Seferi’nden dönen babasına bir mektup yazarak kendisiyle görüşmek ve özür dilemek için İstanbul’a gelmesine izin verilmesini istemiş, fakat bu isteği kabul edilmemişti (TSMA, nr. E 11995). Amasya’ya gittikten sonra da bu yoldaki başvurularına ve en son 19 Muharrem 958 (27 Ocak 1551) tarihli feryatnâmesine de olumlu cevap verilmemişti. Bütün bunlar, şehzadenin babasını gücendirecek bazı girişimlerde bulunduğuna işaret etmektedir. Vezîriâzam İbrâhim Paşa’nın onu Irakeyn Seferi’nin


safhaları hakkında bilgilendirmesi, buna karşılık şehzadenin İbrâhim Paşa’ya hitaben yazdığı mektup (TSMA, nr. E 5036), ikisi arasındaki ilişkilerin iyi olduğunu ve bundan Kanûnî Sultan Süleyman’ın herhalde yine Hürrem Sultan’ın etkisiyle rahatsızlık duyduğunu akla getirir. Kanûnî’nin büyük oğlu hakkındaki şüphelerinin hiçbir zaman zâil olmadığı anlaşılmaktadır.

Öte yandan Hürrem Sultan’la iş birliği yapan Rüstem Paşa da Mustafa’yı İran Şahı I. Tahmasb ile gizlice irtibat kuran bir “hain” durumuna düşürmek için bazı tertiplere başvurdu. Şehzadenin mührünü kazdırıp görünüşte onun ağzından yazılan bir mektubu Şah Tahmasb’a göndertmiş, şahın buna verdiği cevabı da yolda ele geçirerek Kanûnî’ye sunmuştu (Gökbilgin, VIII/11-12 [1955], s. 38-43, vesika: 4). Bir Venedik kaynağına göre de Şehzade Mustafa’ya babası adına zehirli hil‘at gönderilmek suretiyle bir suikast girişiminde bile bulunulmuştu (Downey, s. 148).

Mustafa da tahta geçme hakkını yitirmemek için bazı girişimlerde bulunmaktan geri kalmamıştı. Kişiliği ve yetenekleri halk ve ordu içinde kendisine büyük bir sempati duyulmasına yol açmış, taraftarını çoğaltmıştı. Şairdi, etrafına birçok şair ve bilgini toplamıştı. Alçak gönüllü ve cömertti, yanındakilere iyi davranıyor ve bol ihsanlarda bulunuyordu. Asıl önemlisi, akçenin giderek değer kaybetmesi ve hayat pahalılığının artması yüzünden sıkıntıya düşmüş olan köylülerle sipahi grupları Kanûnî Sultan Süleyman’ın saltanatına karşı hoşnutsuzluk duymaya başlamışlardı. Bu kitleler onu taht için en büyük aday ve kurtarıcı gibi görüyordu. Nitekim Venedik el-çisi Navagero, Mustafa’nın devletin geleceğine hâkim olma bakımından bütün kardeşlerinden daha fazla sevildiğini, yeniçerilerin padişah yahut sadrazamın aksine onu tahtta görmek istediklerini, yeniçeriler arasında büyük üne sahip olduğunu, bu desteğe rağmen babasına karşı harekete geçmemesinin hayret uyandırdığını yazar (Alberi, s. 78). Bununla beraber Mustafa kardeşlerinin öne çıkması üzerine faaliyete geçti ve Erzurum Beylerbeyi Ayas Paşa’ya başvurup babasından sonra hakk-ı şer‘îsi olan tahta çıkmak için kendisine yardım edilmesini istedi (Dizfuli Münşeâtı, vr. 100a). Böylece Mustafa, dedesi Yavuz Sultan Selim’i örnek alarak tahtı kendisine sağlamak için hazırlanmaya başlamıştı. Bu yıllarda nikriz hastalığından ıstırap çeken padişahın seferlere çıkmaması da ordu arasında padişahın yaşlandığı ve tahttan indirilip Dimetoka’ya gönderilmesinin gerektiği yolunda söylentilere yol açmıştı.

İran seferi hazırlıkları için Anadolu’ya gönderilen Rüstem Paşa padişaha Mustafa’nın tahtı ele geçirmek için hazırlandığını haber verince Kanûnî Sultan Süleyman çözümü büyük oğlunu öldürtmede bularak bunun için gerekli fetvayı müftü Ebüssuûd Efendi’den aldı. 18 Ramazan 960’ta (28 Ağustos 1553) Üsküdar’dan hareket eden padişah, 26 Şevval’de (5 Ekim) Konya Ereğlisi yakınındaki Aktepe (ya da Akhöyük) mevkiinde ordugâhını kurdu. Şehzade Mustafa da çok iyi donatılmış 5000 kişilik kuvvetiyle aynı gün oraya gitti. Ertesi günü kendisine bir tertip hazırlandığı yolundaki uyarılara aldırmayıp otağ-ı hümâyunda babasını ziyaret etti. Atından indiğinde çavuşlardan birinin isteğiyle kılıcını ve hançerini teslim ederek içeriye girdiği sırada yedi dilsiz cellât üzerine saldırdı. Kendisini savunmaya çalışan Mustafa sonunda kapıcılardan Mahmud Ağa’nın kemendi altında can verdi (27 Şevval 960 / 6 Ekim 1553 Cuma). Bazı kaynaklarda çadıra girdiğinde babasının iç bölmelerden birinde bulunduğu, oğlunun katlini perde arkasından seyrettiği, hatta şehzadenin, babasının olduğu bölmeye geçerek onu selâmladığı, bu sırada Kanûnî’nin oğlunu ağır sözlerle suçlayıp ardından katlini işaret ettiği belirtilirse de bu hususun doğruluğu şüphelidir. Naaşı, çağdaş İtalyan kaynaklarına göre şahla iş birliği yaptığını belirtmesi için bir İran halısının üzerine konularak otağ-ı hümâyun önünde teşhir edildi. Daha sonra Ereğli’ye götürülüp cenaze namazı kılındı ve Bursa’ya gönderilerek II. Murad Türbesi yanında toprağa verildi. Selim’in tahta çıkışından sonra da üzerine bir türbe yaptırıldı. Mustafa’nın ordugâhta bulunan parasına ve mallarına el konuldu. Mîrâhuru ile adamlarından bir kısmı da onun arkasından öldürüldü. Şehzadenin annesi Mâhidevran Bursa’ya gönderildi. Onun yanında bulunan Mustafa’nın küçük yaşlardaki oğlu Mehmed de boğduruldu.

Mustafa’nın öldürülmesi ordugâhta büyük tepkiye yol açtı. Tepkilerin kendisinden çok Rüstem Paşa üzerinde yoğunlaşacağını anlayan Kanûnî idamın hemen arkasından onu sadrazamlıktan azlederek tepkileri önlemeye çalıştı. Olay için “mekr-i Rüstem” (960) diye tarih düşürülmüştür. Kötü bir iftiraya kurban gittiği kabul edilen Mustafa’nın katlinin geniş halk tabakaları üzerinde meydana getirdiği üzüntü ve uyandırdığı tepki daha büyük oldu. Taşlıcalı Yahyâ, “Bunun gibi işi kim gördü kim işitti aceb / Ki oğluna kıya server-i Ömer-meşreb” mısralarının yer aldığı mersiyesinde bunu eleştirirken Sâmi de, “Yok yere kan edesin ya‘ni hilâfet bu mudur / Mustafâ n’oldı kanı n’eyledin â padişehim” diye sormuştu. Fakat asıl büyük tepki, bir yıl sonra onun adı etrafında toplananların Rumeli’de başlattığı Düzme Mustafa ayaklanmasıyla ortaya çıkmıştır. Mustafa’nın katli bazı Avrupalı yazarlara da ilham kaynağı olmuştur. P. Bonarelli’nin IL Solimano, I. Mairet’nin Le grand et dernier Solyman ou la mort de Moustapha ve T. Tasso’nun IL Solimano adlı trajedileriyle G. Ambrogio - M. A. Valentini’nin Solimano operası, D. Mallet’nin The Tragedy of Mustapha adlı kitabı bunlar arasındadır (And, s. 160-166).

BİBLİYOGRAFYA:

TSMA, nr. E. 5036, 11995; Dizfuli Münşeâtı, Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 2735, vr. 58a vd., 100a; Celâlzâde, Tabakātü’l-memâlik, vr. 194b, 299a, 387b, 432a, 436b, 497b; H. Dernschwam, İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü (trc. Yaşar Önen), Ankara 1992, s. 82, 86, 126, 186-187; O. G. Busbecq, Türk Mektupları (trc. H. Cahit Yalçın), İstanbul 1939, s. 42-50; Peçuylu İbrâhim, Târih, I, 300; Hammer (Atâ Bey), VI, 67 vd.; Relazioni degli Ambasciatori Veneti al Senato durante il secolo decimosesto (ed. E. Alberi), series III, Firenze 1840, I, 77-78; E. Alberi, Documenti di Storia Ottomana del secolo XVI, Firenze 1842, s. 76 vd.; Amasya Târihi, III, 304 vd.; F. Downey, Muhteşem Süleyman (trc. Ali Kemali [Aksüt]), İstanbul 1936, s. 148; Ali Cevâd, Tarihin Kanlı Sahifeleri: Şehzade Şehid Mustafa, İstanbul, ts. (Nefaset Matbaası); Çağatay Uluçay, “Kanunî Sultan Süleyman ve Ailesi ile İlgili Notlar ve Vesikalar”, Kanunî Armağanı, Ankara 1970, s. 229, 231-233, 249-250; a.mlf., “Mustafa Sultan”, İA, VIII, 690; Feridun M. Emecen, XVI. Asırda Manisa Kazâsı, Ankara 1989, s. 32-33, 34; Metin And, Türkiye’de İtalyan Sahnesi: İtalyan Sahnesinde Türkiye, İstanbul 1989, s. 160-166; L. P. Peirce, Harem-i Hümayun: Osmanlı İmparatorluğu’nda Hükümranlık ve Kadınlar (trc. Ayşe Berktay), İstanbul 1996, s. 72-73, 80, 86; Şerafettin Turan, Kanuni Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, Ankara 1997, s. 22-43; Hakkı Önkal, “Muradiye Türbeleri ve Şehzade Mustafa’nın Türbesi”, Üçüncü Uluslararası Türk Kültürü Kongresi Bildirileri, Ankara 1999, I, 215-220;


Tayyib Gökbilgin, “Rüstem Paşa ve Hakkındaki İthamlar”, TD, sy. 11-12 (1955), s. 11-50; Mahmut H. Şakiroğlu, “Relazione di Persia”, TTK Belleten, XXXVI/141 (1972), s. 111; Mehmet Çavuşoğlu, “Şehzade Mustafa Mersiyeleri”, TED, XII (1982), s. 641-686.

Şerafettin Turan