MUSTAFA PAŞA, Zurnazen

(ö. 1067/1657)

Osmanlı sadrazamı.

Hayatının ilk yılları hakkında bilgi yoktur. Zurnazen (Surnazen “zurna çalan”) lakabı muhtemelen Mehterhâne-i Âmire’deki görevinden gelir. Arnavut asıllı olduğu ve sarayda yetiştiği belirtilir. Biyografisini veren bazı kaynaklar onun ilk vazifesini kapıcıbaşı olarak gösterir. Nişancı Abdi Paşa


vekāyi‘nâmesinde yer alan, Has Odabaşı Arnavut Mustafa Ağa’nın 1059 Saferinin ilk günü (14 Şubat 1649) karıştığı bir olay sebebiyle emekliye sevkedildiğine dair bilginin onunla irtibatı şüpheli görünmektedir. Zira dönemin şahidi olan Abdi Paşa, 20 Cemâziyelevvel 1060’ta (21 Mayıs 1650) Mustafa Paşa’nın Rumeli beylerbeyiliğinden mâzul iken defterdarlığa getirildiğinden söz eder ve dolayısıyla bu ikisinin aynı kişi olduğu yolundaki görüşleri şüpheye düşürür. Kâtib Çelebi de onu 1059 Cemâziyelevvelinde (Mayıs 1649) Rumeli beylerbeyi diye kaydeder. Vecîhî Hasan Efendi ve Naîmâ da (Târih, IV, 382) kapıcıbaşı Zurnazen Mustafa Ağa’nın 1058 Zilhiccesinde (Ocak 1649) Girit’teki savaşta şehid olan Küçük Hasan Paşa’nın yerine Rumeli beylerbeyiliğine tayin edildiğini yazar.

Rumeli beylerbeyiliği sırasında Girit’e para ve asker götürmekle görevlendirilen Mustafa Paşa, Anabolu’da gerekli hazırlıkları tamamlayıp adaya geçti. Ancak burada Serdar Deli Hüseyin Paşa ile geçinemeyince onun ayağını kaydırmak için Sekbanbaşı Mahmud Ağa ile birlikte, “Serdarın küffârla gizli anlaşması vardır” sözünü yayarak askeri ifsada çalıştı ve çok geçmeden bunun tesiri görüldü. 22 Receb 1059 (1 Ağustos 1649) gecesi Hüseyin Paşa’nın sarayına saldıran askerler burayı ateşe verdiler ve serdarı öldürmeye kalkıştılar. Durumun vehamet kazanması üzerine Zurnazen serdarlık hayalinden vazgeçip askeri yatıştırmaya çalıştı. Ardından başlayan Kandiye kuşatmasında bir gülle parçasının isabetiyle elinden yaralandı. Kaptanıderyâ Bıyıklı Mustafa Paşa Rumeli beylerbeyi olunca bir süre açıkta kaldı. Ancak çok geçmeden ocak ağalarının ısrarı ile başdefterdarlığa tayin edildi (20 Cemâziyelâhir 1060 / 20 Haziran 1650). Kısa bir müddet sonra bu görevinden de azledildi (15 Şevval 1060 / 11 Ekim 1650). Bunun sebebi, Melek Ahmed Paşa’nın yerine vezîriâzam olmak için doğrudan padişaha gönderdiği tezkirenin ortaya çıkmasına bağlanır.

Edirne’ye sürülen Mustafa Paşa taşrada bazı malların muhassıllığı ile görevlendirildi (a.g.e., V, 235). 1062 Recebinde (1652 Haziran) Karaman valisi ve Aydın-Saruhan “muhassıl-ı emvâli” olan Mustafa Paşa birkaç ay sonra bir sipahi ayaklanması çıkınca ikinci defa defterdarlığa getirildi (5 Ramazan 1062 / 10 Ağustos 1652), ardından vezir rütbesiyle taltif edildi. Bu sırada Tarhuncu Ahmed Paşa’nın emriyle bütçeyi hazırlayan malî ekibin başında bulundu. Defterdarın hazinede karışıklıktan ve para azlığından yakınması üzerine devlet ricâli padişahın huzuruna çağrıldı. Yapılan görüşmeler neticesinde Anadolu’daki bazı valilerden her yıl İstanbul’a Mısır’daki uygulama tarzında bir miktar irsâliye göndermeleri, buralardaki mansıpların muayyen bir bedel karşılığı iltizam şeklinde tevcihi, has, zeâmet ve paşmaklıkların lüzumundan fazlasının hazineye bağlanması, ayrıca bütün ülkedeki değirmenlerden 1’er riyal un vergisi alınması kararlaştırıldı. Son verginin tahsiline Üsküdar’dan başlanmak istendiyse de halkın tepkisi üzerine bundan vazgeçildi. Mustafa Paşa, emanet usulü ile tahsis edilen gelir kaynaklarını fazla para verenlere devretme ve müsâdere gibi çeşitli yollarla hazineye para bulmaya çalıştı. IV. Mehmed, 20 Rebîülâhir 1063’te (20 Mart 1653) defterdara gönderdiği hatt-ı hümâyunda malî durumun düzeltilmesini emretti ve masrafların gelirlerden 1200 yük daha fazla olduğunu söyleyerek buna bir çözüm bulunması gerektiğini bildirdi. Bu açığın kapatılması için Kemankeş Mustafa Paşa’nın gerçekleştirdiği bütçe denkliği hatırlatılarak onar yıllık hesapları ihtiva eden tezkirelerin düzenlenmesi kararlaştırıldı. Mustafa Paşa bu tezkireleri Sadrazam Tarhuncu Ahmed Paşa’ya sunup yeni bazı incelemelerde bulunduysa da bundan olumlu bir sonuç çıkmadı. Nitekim Naîmâ bunun sözle değil güçlü bir irade ile başarılabileceğini belirtir (a.g.e., V, 278).

Aralarının açık olduğu Sadrazam Derviş Mehmed Paşa zamanında da başarılarından dolayı bir süre defterdarlık görevinde kalan Mustafa Paşa, 1 Cemâziyelevvel 1063’te (30 Mart 1653) Tımışvar beylerbeyiliğine tayin edilerek merkezden uzaklaştırıldı. Ardından Bozcaada muhafızlığına gönderildi, fakat çok geçmeden Dellâl Mustafa Paşa’nın çekilmesi üzerine 5 Receb 1065’te (11 Mayıs 1655) kaptan-ı deryâlığa getirildi (Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi onun Midilli muhafızı iken bu göreve tayin edildiğini yazar, s. 204). Hazır durumda bulunan donanma ile sefere çıkarak bir süredir Venedikliler tarafından kapatılmış olan Çanakkale Boğazı’ndan geçmek istediyse de burada yaptığı savaşı rüzgârın da ters esmesiyle kaybetti (Mehmed Halîfe, s. 41-42). Donanma önce Bozcaada’ya, ardından Midilli’ye çekildi. Burada savaştan kaçan kalyon kaptanlarını cezalandırıp Sakız adasına gitti. Orada yapılan istişare sonunda mavna ve kalyonların donanmadan ayrılması kararlaştırıldı. Ardından Venedik kuşatması altında bulunan Benefşe Kalesi’ne yardıma giderken yolda hücuma uğrayıp götürdüğü erzağı kaybetti. Ancak Benefşe’nin mutlaka muhasaradan kurtarılması için kendisine gönderilen hatt-ı hümâyundaki tehditkâr ifadelerin tesiriyle, Mora yarımadasının kuzeydoğusundaki Anabolu’dan getirttiği toplarla karadan ve denizden yaptığı hücumlar neticesinde papalık donanmasının da desteklediği Venedik donanmasını uzaklaştırmayı başardı. Daha sonra İstanbul’a döndü.

Sadâret makamına Girit Serdarı Deli Hüseyin Paşa’nın getirilmesinin ardından Mustafa Paşa kaptan-ı deryâlık görevine ilâveten sadâret kaymakamlığına tayin edildi (2 Cemâziyelevvel 1066 / 27 Şubat 1656). O sırada züyûf akçe meselesi yüzünden çıkan isyana son verilmesi için âsi elebaşılarıyla görüştü. Âsilerin katlini istedikleri Has Odabaşı Hasan Ağa’yı kurtaramadı; hatta kendisi de tehdit edildi (Abdurrahman Abdi Paşa Vekāyi‘nâme’si, s. 73). Dönemin tarihçilerine göre Çınar Vak‘ası’nda fitnenin başı bizzat kendisiydi. Çevirdiği entrikalarla, daha Girit’ten gelip makamına bile oturamayan Deli Hüseyin Paşa’yı azlettirerek kendisini sadrazam tayin ettirdi (9 Cemâziyelevvel 1066 / 5 Mart 1656). Askerlerin, “ehl-i garaz” olan Mustafa Paşa’dan korkmalarından dolayı Alay Köşkü önündeki ayak divanında, “Bizi sadrazam olmak için mi isyan ettirdin?” sözleriyle (Hammer, X, 253) buna karşı çıkmaları üzerine ancak dört saat kadar (Îsâzâde’ye göre 2,5 saat, bk. Îsâzâde Târihi, s. 24) sadrazam olabildi ve bu makamda en kısa süre kalan kişi oldu. Bu sırada yaptığı tek tayinin Karagöz Mehmed Paşa’yı defterdarlığa getirmek olduğu belirtilir. Ancak Vecîhî, Mehmed Paşa’nın defterdarlığa tayininin onun kaymakam oluşuyla aynı güne rastladığını yazar (Târih, vr. 64a). Bu tayinin 3 Cemâziyelevvelde (28 Şubat) olması onun vezîriâzamlığa da bu tarihte getirildiği yolunda bir kanaate yol açmıştır.

Mustafa Paşa, azledilince Erzurum valiliğine gönderildi. Görev yerine giderken yolda karşılaştığı eski sadrazamlardan Melek Ahmed Paşa’ya, “Sultanım, bize bîgâne âşinalık edip yukarıdan aşağı muamele eyleme, zira biz de yarım saat kadar mühür sahibi olduk” şeklindeki nüktesine bakılırsa (Evliya Çelebi, V, 52-53) sadâret müddeti çok daha kısadır. Erzurum’a ulaştığında 19 Rebîülevvel 1067’de (5 Ocak 1657) vefat etti (a.g.e., V, 53; Silâhdar, I, 107). Devrin kaynaklarında makam hırsıyla dolu bir kimse olarak nitelendirilen Mustafa Paşa en başarılı hizmetlerini ikinci


defterdarlığı ve kaptan-ı deryâlığı sırasında yapmış, hazine gelirlerini kısmen de olsa arttırmayı ve Benefşe Kalesi’ni kuşatmadan kurtarmayı başarmıştır. Kaynaklarda iş bilir, cesaret sahibi, fakat hilekâr ve kurnaz diye kaydedilir. Çağdaşı Karaçelebizâde onu övücü ibarelerle anar, Tersane işlerini yoluna koyduğunu ve Girit’te önemli hizmetleri bulunduğunu yazar (Ravzatü’l-ebrâr Zeyli, s. 248).

BİBLİYOGRAFYA:

BA, Bâb-ı Âsafî, Ruus, nr. 1529, s. 28; Kâtib Çelebi, Fezleke, II, 345, 350; a.mlf., Tuhfetü’l-kibâr (haz. Orhan Şaik Gökyay), İstanbul 1973, s. 215-216; Solakzâde, Târih (haz. Vahid Çabuk), Ankara 1989, II, 587, 596, 605, 615, 619, 621, 622, 632; Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi, Ravzatü’l-ebrâr Zeyli (haz. Nevzat Kaya), Ankara 2003, s. 117, 204, 234, 242, 248, 296; Mehmed Halîfe, Târîh-i Gılmânî (haz. Ertuğrul Oral, doktora tezi, 2000), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 41-42, 43, 46, 49; Vecîhî Hasan, Târih (nşr. Buğra Atsız, Das Osmanische Reich um die Mitte des 17. Jahrhunderts içinde), München 1977, vr. 42a, 64a, 65a; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, I, 283; V, 52-53; Abdurrahman Abdi Paşa Vekāyi‘nâme’si (haz. Fahri Çetin Derin, doktora tezi, 1993), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 22, 24, 37, 39, 42, 65-68, 71, 72-73, 74, 75; Hezârfen, Telhîsü’l-beyân, s. 191; Naîmâ, Târih, IV, 382; V, 11, 34-36, 235 vd., 247 vd., 262-263, 278, 297; VI, 99, 102-103, 138, 149, 154; Silâhdar, Târih, I, 26 vd., 30, 32, 35, 107; Hadîkatü’l-vüzerâ, s. 102-103; Şeyhî, Vekāyiu’l-fuzalâ, I, 602; Îsâzâde Târihi (haz. Ziya Yılmazer), İstanbul 1996, s. 19-20, 21, 24, 28; Râmizpaşâzâde Mehmed İzzet, Harîta-i Kapûdânân-ı Deryâ, İstanbul 1285, s. 64-65; Hammer (Atâ Bey), X, 253; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/1, s. 248, 263, 290, 334-335, 339; III/2, s. 411-412; Dânişmend, Kronoloji2, III, 418, 421; V, 271, 272-273; Mehmet Zeki Pakalın, Maliye Teşkilâtı Tarihi (1442-1930), Ankara 1978, I, 355-375; Ali Arslan, “Surnazen Mustafa Paşa”, TD, sy. 35 (1994), s. 151-165.

Abdülkadir Özcan