MÜSTEKBİR

(المستكبر)

Kendini üstün görüp gerçekleri kabul etmeyen kimse anlamında Kur’an’da geçen bir kavram.

Sözlükte “büyük ve cüsseli olmak” mânasındaki kiber kökünün “istif‘âl” kalıbından (istikbâr) türeyen müstekbir kelimesi “kendini büyük ve üstün görüp gerçekleri kabul etmeyen, hakka karşı inatla direnen kimse” demektir. Râgıb el-İsfahânî’nin de belirttiği gibi “büyük” ile “küçük” izâfî kavramlar olup bir şeye nisbetle küçük olan diğerine göre büyük sayılabilir (el-Müfredât, “kbr” md.). Sözü edilen nisbîlik Kur’ân-ı Kerîm’de de görülmekte ve âyetlerde istikbârla ilişkili olarak istiz‘âf da zikredilmektedir. Müstaz‘af, “zayıf ve cılız olmak” anlamındaki za‘f (zu‘f) kökünün “istif‘âl” kalıbından türemiş bir sıfat olup “zayıf ve cılız kabul edilen, hakir görülen” demektir (a.g.e., “żaǾf” md.; Lisânü’l-ǾArab, “kbr”, “żaǾf” md.leri). İstikbârın iki şekilde yorumlanması mümkündür. Biri, kişinin kendini büyük işler başarmaya aday görmesi ve ona göre hazırlanmasıdır. Bu uygun zaman ve mekânda uygun şekilde olduğu takdirde övgüye lâyık görülmüştür. İkincisi, insanın nefsini beğenip kendisinde bulunmayan bir değeri varmış gibi göstermesidir ki din ve ahlâk açısından yerilen bir davranıştır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “kbr” md.).

İstikbâr kavramı Kur’an’da kırk sekiz âyette geçmektedir. Yaratılmışlar için kullanıldığı takdirde aynı mânaya gelen “tekebbür” kavramı da sekiz âyette yer almaktadır (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “kbr” md., krş. MÜTEKEBBİR). İstikbâr yer yer Allah’ın âyetlerini yalanlama, inatta ısrar etme, selim fıtratın istikametinden ayrılma, başkalarını Allah yolundan çevirmeye çalışma eylemleriyle birlikte zikredilmekte (el-A‘râf 7/36, 40; Nûh 71/7; en-Nisâ 4/172; el-Münâfikūn 63/5) ve müstekbirlerin, içine konan hiçbir şeyi tutmayan devrik testi gibi (Müslim, “Îmân”, 231; Tirmizî, “Tefsîr”, 83/1) inanmaya yanaşmayan kalplere sahip oldukları belirtilmektedir (en-Nahl 16/22). İstiz‘âf kavramı da on altı âyette yer almaktadır. Bunların bir kısmı Firavun ve taraftarları karşısında İsrâiloğulları’nın küçümsenmesini konu edinirken bir kısmı dünyada büyüklük taslayanlarla onların etkisi altında kalan ekonomik ve sosyal konumu zayıf kimselerin âhirette mâruz kalacakları azap sırasında birbirlerini suçlamalarını ifade etmektedir. İki âyette, Firavun dönemindeki İsrâiloğulları örneği verilerek dünyada haklı oldukları halde zayıf ve güçsüz telakki edilip ezilenlerin Allah tarafından, büyüklük taslayan zalimlerin iktidarlarına ve topraklarına vâris kılınacakları belirtilmekte (el-A‘râf 7/137; el-Kasas 28/5), bir âyette de zayıf ve güçsüz kalan erkek, kadın ve çocukları kurtarmak için savaşmanın gerektiğine vurgu yapılmaktadır (en-Nisâ 4/75; bk. M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “żaǾf” md.).

İstikbâr eyleminin, Hz. Âdem’in üstünlüğünü kabul etmeyip ona gereken saygıyı göstermekten kaçınan şeytanla başladığı bilinmektedir (meselâ bk. el-Bakara 2/34). İlk müstekbirden itibaren -denebilir ki- tarih boyunca kendilerini büyük göstermeye çalışanlar aslında büyük olmadıklarını bilmekteydiler. Israrla karşı çıktıkları şeylerin gerçekliğinden de emindiler. Ancak selim fıtratlarının sesini dinlemeden Hakkı ve hak ehlini baskı altında tutmak için muhataplarıyla alay etmeyi ve kibirlenmeyi bir araç olarak kullanmışlardır (krş. en-Neml 27/14).

Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde geçmiş kavimlerin peygamberlerine karşı üstünlük taslama eylemlerine temas edilir. Hz. Nûh, Hûd, Sâlih ve Şuayb bu tür davranışlara mâruz kalan peygamberlerden bazılarıdır. “Yeryüzünde üstünlük taslayan” ve “itidal sınırlarını aşırı derecede geçen bir zorba” diye nitelenen Firavun (el-Kasas 28/4; ed-Duhân 44/31) ve taraftarları da Hz. Mûsâ ve Hârûn’a karşı aynı tavrı ortaya koymuşlardır. Ancak bu iki peygamber, zilletten kurtarmaya çalıştıkları İsrâiloğulları’nda da benzer davranışlar müşahede etmişler (el-A‘râf 7/150) ve İsrâiloğulları, “Size nefislerinizin hoşlanmadığı ilâhî mesajlar ileten bir peygamber geldikçe ona karşı büyüklük taslamış, bunların bir kısmını yalanlamış, bir kısmını da öldürmüş değil misiniz!” (el-Bakara 2/87) ihtarına muhatap olmuşlardır.

İlâhî gerçeklere karşı kendini beğenme ve kibirlenme psikolojisi içinde direniş gösterme eylemiyle son peygamber de karşılaşmıştır. Müddessir sûresinin baş tarafında Allah’ın birçok lutfuna mazhar olmuş,


Kur’an’ın üstünlüğünü anlayacak kabiliyetle donatılmış bir kişinin -Velîd b. Mugīre- bile bile ve kibirlenerek gerçeğe sırt çevirmesi ve Kur’an için, “Sihir türünden bir beşer sözüdür” demesi sorgulayıcı bir üslûpla ifade edilir (74/11-25; krş. Taberî, XXIX, 190-197). Hz. Peygamber’in Mekke döneminde örneklerine çok rastlanan büyüklenme tepkilerinden birini de nübüvvetin onuncu yılında gerçekleşen Tâif Seferi’nde Benî Sakīf’in Resûlullah’a gösterdiği davranış teşkil eder. Resûl-i Ekrem’in Mekke’ye dönüşü sırasında yaptığı niyazın muhtevasına güçlünün zayıfı ezme teşebbüsünün yansımaları hâkimdir: “Allahım! Gücümün yetersizliğini, çaresizliğimi ve insanlar yanında ehemmiyetsiz telakki edilişimi sana arzediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Zayıfların rabbi sensin, benim rabbim sensin!” (İbn Hişâm, I, 420). Hz. Peygamber, Medine’ye hicret ettikten sonra Mekke’de kalıp müstekbir müşriklerin alaylı tavırları ve eziyetlerine mâruz kalan müminlerin acıklı halini unutmamış, namazlarda rükû ve secdenin arasında zaman zaman ismen bazı sahâbîleri de anarak şöyle dua etmiştir: “Allahım! Velîd b. Velîd’i, Seleme b. Hişâm’ı ve Ayyâş b. Ebû Rebîa ile Mekke’deki diğer müstaz‘af müminleri kurtar!” (Buhârî, “Tefsîr”, 4/21, “Eźân”, 128; Müslim, “Mesâcîd”, 294-295; krş, İbnü’l-Esîr, II, 435-436; IV, 320-321; V, 454-455). Medine döneminde istikbâr, yerine göre ikiyüzlülüğe dayanan bağlılık gösterisi, yerine göre içten gelen bir itiş ve kibirle Resûlullah’tan kaçış şeklinde gerçekleşmiştir (el-Münâfikūn 63/1, 5).

Kur’ân-ı Kerîm ile sünnetin beyanlarının yanı sıra ahlâk âlimleri ile tasavvuf ehlinin kanaatine göre özellikle aşağılık kompleksinin ters yansımasından oluşan kibir kişiyi dıştan gelecek uyarılara kapalı hale getirir ve onu kendi dar alanlı dünyasında hapseder. Kur’an’da, dünyada haksız yere böbürlenenlerin gerçekleri görseler bile inanmayacakları, hedefe ulaştıran yola değil azgınlık yoluna girecekleri ifade edilir; böylelerinin gerçek vasıflarının Allah’ın âyetlerini yalanlamak ve umursamazlık içinde bulunmaktan ibaret olduğu belirtilir (el-A‘râf 7/146). Müstekbirin en kötü davranışı Allah’ın varlığını, birliğini, yüceliğini, bütünüyle evrene hâkimiyetini kabul etmemesidir. Hz. Peygamber’in, kalbinde zerre kadar kibir bulunan kişinin cennete giremeyeceği şeklindeki beyanında yer alan kibir de bu anlamdadır. Nitekim, “İnsan elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasını arzu eder, bu da kibirden sayılır mı?” sorusuna Resulullah, “Hayır, kibir gerçeği gerçek olarak görmemek, benimsememek ve insanları gerçeği kabul ettikleri için hakir görmektir” şeklinde cevap vermiştir (Müslim, “Îmân”, 147-149; Ebû Dâvûd, “Libâs”, 26; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “bŧr”, “ġmŧ”, “kbr” md.leri; Lisânü’l-ǾArab, “kbr” md.). Kur’an’da dünya hayatında beden, servet ve itibar açısından güçlü olanlarla zayıf konumunda bulunanların âhirette birbiriyle tartışacaklarına ve zayıfların güçlüleri kendilerini yoldan çıkarmakla suçlayacaklarına da temas edilir, fakat bunun kendilerine bir şey sağlamayacağı belirtilir (İbrâhîm 14/21; Sebe’ 34/31-33; el-Mü’min 40/47-48).

Naslarda güçlü için kullanılan müstekbir ve zayıf için kullanılan müstaz‘af kelimelerinin başındaki “sîn” harfi kelimelerin gerçekte kuvvet ve zaaf ifade etmediğini göstermektedir. Müstekbir “kendini güçlü ve üstün gören”, müstaz‘af ise başkalarınca “zayıf sayılan” demektir. Gerçekte güçlü olan ise Hakkı benimseyip temsil eden, gerçekte zayıf olan da bâtılı tercih edendir.

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “kbr”, “żaǾf” md.leri; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “bŧr”, “ġmŧ”, “kbr” md.leri; Lisânü’l-ǾArab, “kbr”, “żaǾf” md.leri; M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “kbr”, “żaǾf” md.leri; Buhârî, “Tefsîr”, 4/21, “Eźân”, 128; Müslim, “Îmân”, 147-149, 231, “Mesâcid”, 294-295; Ebû Dâvûd, “Libâs”, 26; Tirmizî, “Tefsîr”, 83/1; İbn Hişâm, es-Sîre2, I, 419-420; Taberî, CâmiǾu’l-beyân (nşr. Sıdkī Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/1995, XXIX, 190-197; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe (Bennâ), II, 435-436; IV, 320-321; V, 454-455.

Bekir Topaloğlu