MUVAHHİDLER

(الموحّدون)

Kuzey Afrika ve Endülüs’te hüküm süren Berberî hânedanı (1130-1269).

Murâbıtlar’ın yanlış buldukları bazı dinî uygulamalarını durdurmak amacıyla yeni bir ıslah hareketinin temsilcisi olarak Kuzey Afrika’da ortaya çıktı. Hânedanın kurucusu İbn Tûmert din ilimlerinde sahip olduğu zengin birikiminin yanında eylemci kişiliğiyle de dikkatleri çekti. İbn Tûmert, öğrenimini tamamladıktan sonra bilgilerini geliştirmek için 499’da (1106) Kurtuba’ya (Cordoba), ardından Doğu İslâm dünyasının başlıca ilim merkezlerine giderek on yıl süren bir seyahatten sonra hac farîzasını da yerine getirip yurduna döndüğünde Bicâye, Tilimsân, Fas, Merakeş gibi uğradığı hemen her yerde İslâm’a aykırı uygulamalar gördü. “Menâkir” diye vasıflandırdığı bu anlayış ve davranışlara, özellikle Allah’ı insan şeklinde tasavvur eden Mücessime akîdesine karşı çıkmayı ve bunları ortadan kaldırmayı ilke edindi. Etrafına, Mellâle’den beri kendisinden ayrılmayan öğrencisi Abdülmü’min el-Kûmî’nin de aralarında bulunduğu çok sayıda taraftar toplayan İbn Tûmert, önce Murâbıt Hükümdarı Ali b. Yûsuf b. Tâşfîn’den menâkiri düzeltmesini istedi; ancak başşehir Merakeş’ten sürülmesi üzerine Murâbıtlar’ın iş başında bulunduğu sürece bir ıslah hareketinin başarıya ulaşmasının mümkün olmadığına kanaat getirerek mevcut düzeni yıkıp yerine yenisini kurmak amacıyla taraftarlarını arttırmaya yöneldi. Birkaç yıl sonra yeterli sayıya ulaştıklarını görünce 515 yılı Ramazanında (Kasım 1121) mehdîliğini ilân etti. Bu hareket, taraftarlarının çoğunluğunu meydana getiren Masmûdeliler’le meskûn Deren dağlarında yeni bir devletin kuruluşunun ilk adımını oluşturdu. Devletin resmen teşekkülü ise dokuz yıl sonra, onun ölümünün (14 Ramazan 524 / 21 Ağustos 1130) ardından Abdülmü’min el-Kûmî tarafından gerçekleştirildi. Devlete İbn Tûmert’in müridlerine verdiği “muvahhid” adından hareketle Muvahhidler, Abdülmü’min el-Kûmî’ye nisbetle Mü’minîler, İbn Tûmert’in kabilesine izâfetle Masmûde Devleti, hükümdarlarına da emîrü’l-mü’minîn denildi.

Muvahhidler’i, etkisi Deren dağları ile sınırlı bir dinî-siyasî hareketten teşkilâtlı bir devlete, sonra da Mağrib-i Aksâ, Mağrib-i Evsat, İfrîkıye ve Endülüs’ü sınırları içine alan büyük bir imparatorluğa dönüştüren Abdülmü’min’in ardından gelen Ebû Ya‘kūb Yûsuf b. Abdülmü’min (1163-1184) ve Ebû Yûsuf el-Mansûr (1184-1199) dönemlerinde devletin sınırları daha fazla genişlememekle beraber siyasî istikrar korunduğu gibi ekonomik ve kültürel alanlarda önemli bazı atılımlar gerçekleştirildi. Yûsuf b. Abdülmü’min, iç isyanları bastırdıktan sonra dikkatini Endülüs’e çevirdi. 567’de (1172) İbn Merdenîş’in Doğu Endülüs’teki hâkimiyetine nihayet verdi. 579’daki (1183) ikinci seferinde Kastilya ile iş birliği yaparak müslüman şehirlerini tâciz eden Portekizliler’i cezalandırmak amacıyla önce Şenterîn’i (Santarem), ardından Üşbûne’yi (Lizbon) kuşattı. Ancak bu sırada ağır şekilde yaralanıp birkaç gün sonra da ölmesi Portekiz seferinin gayesine ulaşmasını engellediği gibi Portekizliler’i, Kastilyalılar’ı, Murâbıtlar’ın devamı olarak Balear adalarını elinde tutan Benî Gāniye’yi cesaretlendirdi. Benî Gāniye, Abbâsîler’e bağlandıktan sonra Mağrib’e geçerek Bicâye, Cezayir, Milyâne ve Tunus’u istilâ etti (580/1184). Ebû Yûsuf el-Mansûr, 583’te (1187) Tunus’u geri aldıysa da Benî Gāniye’yi bölgeden tamamen çıkaramadı. Onun Benî Gāniye ile meşgul olması Kastilyalılar’ın yeniden Endülüs’e akın düzenlemesine yol açtı. 591’de (1195) büyük bir ordunun başında Cebelitârık Boğazı’nı geçen Mansûr, Kurtuba’nın kuzeyindeki el-Erek’te (Alarcos) Kastilya ordusunu ağır bir bozguna uğrattı ve Kastilya kralı yenilgisinin hemen ardından Muvahhidler’le bir barış anlaşması yapmak zorunda kaldı.

Mansûr’un yerine geçen Muhammed Nâsır-Lidînillâh (1199-1213) babasından gücünün zirvesinde bir devlet teslim aldı. İçte siyasî istikrarın muhafazası, dışta Endülüs üzerindeki hıristiyan baskısının en aza indirilip Muvahhidler’in hâkim konuma getirilmesi kendinden önceki hükümdarlar gibi onun da siyasetinin iki ana öğesiydi. İfrîkıye’de Benî Gāniye’nin üzerine gönderdiği Abdülvâhid b. Ebû Hafs el-Hintâtî ile oğlu Ebû Zeyd Abdurrahman bölgede hâkimiyeti sağladılarsa da onların bu başarıları bir süre sonra Hafsîler’in kuruluşuyla neticelendi. Nâsır-Lidînillâh’ın asıl dikkatini üzerinde topladığı husus el-Erek zaferi sonrasında yapılan barış antlaşmasına rağmen Kastilya Krallığı’nın papalığın da katkısıyla büyük bir Haçlı ordusu teşkili için yoğun bir çaba içine girmiş olmasıydı. Nâsır-Lidînillâh 607’de (1211) kalabalık bir orduyla Endülüs’e geçti ve güneye doğru ilerleyen Haçlı kuvvetlerini Kurtuba’nın kuzeyinde İkāb (Las Navas de Tolosa) mevkiinde karşıladı (609/1212). Fakat çok ağır bir yenilgiye uğradı. Bu savaşın ardından Endülüs üzerinde asırlardır devam eden müslüman-hıristiyan mücadelesindeki üstünlük kesin biçimde hıristiyanlara geçtiği gibi Muvahhidler’in çöküşü de başladı. Nâsır-Lidînillâh’tan sonra on altı yaşında tahta çıkan oğlu Yûsuf el-Müstansır’ın idarî açıdan zayıf bir hükümdar olması bazı devlet adamlarının ve mahallî yöneticilerin güç kazanmasına sebep oldu ve devletin çöküşünü hızlandırdı. Endülüs’te bir taraftan Hûdîler ve Nasrîler gibi mahallî hânedanlıklar kurulurken diğer taraftan Portekiz, Kastilya ve Aragon krallıkları aralarında Turtûşe (Tartosa), Belensiye (Valensia), Şâtıbe (Javita), Batalyevs (Badajoz), Dâniye, Mürsiye (Murcia), Mâride (Merida), Kurtuba (Cordoba) ve İşbîliye’nin de (Sevilla) bulunduğu birçok Endülüs şehrini ele geçirdiler.

İkāb savaşından Muvahhidler’in yıkılışına kadar (667/1269) geçen sürede çok sayıda hükümdarın iktidara gelmesi, devletin son döneminin ne kadar çalkantılı ve istikrarsız geçtiğini göstermektedir. Bu devrin en belirgin özelliği Muvahhidler’in askerî gücünün zayıflaması, ülkenin isyanlar ve karışıklıklarla sarsılmasıdır. Ebü’l-Alâ İdrîs el-Me’mûn’un, büyük çoğunluğu Mâlikî olan Mağrib ve Endülüs halkının ve ulemânın desteğini sağlamak amacıyla İbn Tûmert’in görüşlerinden vazgeçtiğini ilân etmesi de devletin güçlenmesinden çok parçalanmasına sebep oldu. 24 Receb 625 (29 Haziran 1228) tarihinde ele geçirdiği Tunus’u Muvahhidler adına yöneten ve Muvahhidler’in kurucularından Ebû Hafs el-Hintâtî’nin nesline mensup olan Ebû Zekeriyyâ Yahyâ el-Hafsî, Me’mûn’un söz konusu kararı karşısında İbn Tûmert’in davasını kendisinin savunduğunu söyleyerek bağımsızlığını ilân etti. Hafsîler’i 632’de (1235) Tilimsân ve civarında büyük Berberî kabilesi Zenâte’ye mensup Abdülvâdîler’in (Zeyyânîler) kuruluşu izledi. Halife Abdülvâhid er-Reşîd (1232-1242) Muvahhidler’i eski gücüne kavuşturmak için bazı teşebbüslerde bulunduysa da başarılı olamadı. Muvahhidler’in tarih sahnesinden silinmesine yol açan asıl hamle ise Zenâte’nin başka bir kolu olan Merînîler’den geldi. 592’den (1196) beri Magrib-i Aksâ’da bağımsız yaşayan Merînîler 645’te (1247) Miknâs’ı, 646’da (1248) Fas, Selâ ve Tâze’yi, 1250-1255 arasında Mağrib-i Aksâ’nın büyük bölümünü Muvahhidler’den aldılar. Göçebe bir topluluk tarafından yönetilmek


istemeyen şehirlilerin gösterdiği şiddetli direnç ve bazan Kastilyalılar’ın, bazan da Abdülvâdiler’in verdiği destek sayesinde Muvahhidler, Merînîler’in başşehir Merakeş’e ulaşmalarını bir süre geciktirdiler, fakat 660’tan (1262) itibaren sıkı bir kuşatmanın ardından 668’de (1269) şehre girmelerini engelleyemediler. Böylece Muvahhidler Devleti son bulurken bu sırada Tinmellel’e çekilmiş olan liderleri de ele geçirilerek idam edildi.

Muvahhidler hareketi asıl desteğini İbn Tûmert’in mensubu bulunduğu Masmûdeli kabilelerden almakla birlikte teşkilâtta din faktörünün asabiyet faktöründen daha önemli olduğu görülür. Baştan itibaren devlet başkanlığı el-meclisü’l-âlî gibi bazı istişarî organların varlığına rağmen saltanata dönüştü ve daha geleneksel bir idarî yapılanma tercih edildi. Devlet işlerinde umumiyetle Hz. Peygamber’in yönetim usulü örnek alınıyor, halifeler için temel meşruiyet kaynağını İbn Tûmert’e nisbet edilen vasiyet teşkil ediyordu. Halifelerin tuğrası “el-hamdü lillâhi vahdeh” idi. Halifeler haftanın belli günlerini halkın şikâyetlerini dinlemeye ayırmaktaydı. Usre ve Eşyâh denilen önde gelen liderler beğenmedikleri halifeyi azletme yetkisine sahiptiler. Başlangıçta çok sade olan saray protokolü sonraları Endülüs’ün etkisiyle daha şatafatlı ve karmaşık bir yapıya büründü. Devlet teşkilâtında Dîvânü’l-inşâ ve Dîvânü’l-ceyş önemli görevler ifa etmekteydi. Halifelerin merasimleri ve resmî yazışmaları Dîvânü’l-inşâ’nın görev alanını oluşturmaktaydı. Dîvânü’l-ceyş kendi içinde Dîvânü’l-asker ve Dîvânü’t-temyîz adıyla iki kısma ayrılmıştı. Askerlerin sayısı ve ihtiyaçları birinci kısmın, orduya alınacakların sınavdan geçirilmesi ve “muvahhid” olduğuna karar verilenlerin kaydedilmesi ikinci kısmın görevleri arasında yer alıyordu. Masmûdeli kabilelerden başka Kûmye ve Sanhâce’nin bazı kolları da ordu içinde önemli bir güç teşkil ediyordu. Ayrıca diğer etnik grupların mensuplarından, gönüllü mücahidlerden ve yıkılış sürecinde ücretli hıristiyan askerlerden oluşan farklı unsurlar da vardı. “Mahzen” adı verilen idarî sistem gerçek anlamda Muvahhidler döneminde kurulmuştur (bk. MAHZEN).

Bütün imparatorluklarda olduğu gibi Muvahhidler Devleti de farklı etnik unsurları ve dinleri içinde barındıran bir yapıya sahipti. Berberîler, Araplar, Müvelledler, Oğuzlar (Guz), Sakālibe, Sudanlılar başlıca etnik unsurlardı. Berberîler Sanhâce, Masmûde ve Zenâte şeklinde üç ana kola ayrılmıştı. Bunlardan İbn Tûmert’in mensubu bulunduğu Herga’yı da içine alan Masmûde nüfusun aslî unsurunu ve çoğunluğunu oluşturmaktaydı. Muvahhid tarihinde önemli bir yere sahip olan bir başka topluluk ise Abdülmü’min el-Kûmî’nin mensubu olduğu Zenâte’den Kûmye idi ve birçok Kûmyeli Abdülmü’min tarafından Merakeş’e getirilip orduda görevlendirilmişti. Toplumsal hayatta Arap, Berberî ve Müvelled kökenlerine rağmen kendilerine sadece Endülüslü diyen ve daha yüksek bir kültür ve medeniyet seviyesine sahip bulunan kimselerin önemli bir yeri vardı. Yönetimde, mimaride, güzel sanatlarda ve bilimde görülen Endülüs medeniyetinin tesirlerini Kuzey Afrika’ya Fas, Merakeş, Tunus ve Bicâye gibi şehirlerde yaşayan bu göçmenler taşımıştır. Muvahhidler iktidarı ele geçirdiklerinde toplumun büyük çoğunluğunu teşkil eden müslümanlar arasında yahudi ve hıristiyanlar da bulunuyordu. Mansûr döneminde Mağrib’de ve Endülüs’teki Muvahhid ordularında hıristiyan askerlere yer verilmiş, hatta onlar için Merakeş’te bir kilise yaptırılmıştı. Muvahhidler zamanında özellikle Endülüs bölgesine deniz nakliyeciliği yapıldı ve güçlü donanmalarla Batı Akdeniz bölgesi kontrol altında tutuldu. İbn Haldûn, Muvahhidler’in donanmayı o zamana kadar bilinen en mükemmel duruma getirdiklerini söyler.

Abdülmü’min tarafından başlatılan bir uygulamayla, Muvahhid çatısı altında toplanan her müslüman erkeğin İbn Tûmert’in akîdeye dair risâlelerindeki görüşleri öğrenmesi zorunluluğu getirilmişti. Bu eğitim dışında camilerde ve medreselerde farklı bilim dallarında Arapça olarak daha üst seviyede öğretim yapılıyordu. Muvahhidler döneminde tefsir ve kıraat başta olmak üzere ilme büyük önem verilmiştir. Harâllî, Ebü’l-Haccâc Yûsuf b. İmrân el-Mezdagī ve Ebü’l-Abbas Ahmed b. Fertût es-Sülemî ile Abdülcelîl b. Mûsâ el-Kasrî tefsirin, Ebû Bekir Yahyâ b. Muhammed el-İşbîlî ve Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Belensî gibi Endülüs kökenli âlimler kıraat ilminin gelişmesine önemli katkıda bulundular. İbn Tûmert’in Kur’an ve Sünnet’e dönüş çağrısı yapmasının bir sonucu olarak Muvahhid yöneticileri Endülüslü muhaddislerin Mağrib’e gelmesini teşvik edip hadis çalışmalarının canlanmasını sağladılar. İbn Dihye el-Kelbî, İbnü’l-Kattân el-Mağribî, Abdülcelîl b. Mûsâ el-Kasrî ve Ebû İshak İbrâhim b. Muhammed el-Murâdî el-Fâsî gibi hadis âlimleri yetişti. İbn Tûmert’in fıkhî hükümlerin doğrudan Kur’an ve Sünnet’ten çıkarılmasına dair görüşleri Me’mûn dönemine kadar halifeler tarafından devlet politikası olarak takip edildi. Bu politika uyarınca Abdülmü’min ve Mansûr devirlerinde Kur’an ve Sünnet’ten uzaklaştıkları gerekçesiyle Mâlikî fakihlerinin fürûa dair eserlerinin yakılması için emirnâmeler çıkarıldı. Fıkıhta Zâhirîliğin yöntemi tercih edildi ve bu alanda Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Belensî el-Fâsî, Ebû İshak İbrâhim b. Ahmed el-Fâsî, İbn Dihye el-Kelbî gibi fakihler yetişti. Ancak Muvahhidler’in fürû meselesindeki politikasına rağmen Mağrib ve özellikle Endülüs’te Mâlikîlik varlığını korudu. Kelâm ilmi alanında da bir canlanma oldu; Eş‘arîliğin ve kısmen Mu‘tezile’nin görüşleri daha rahat tartışılır hale geldi ve yayıldı. Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Endelüsî, Ebû Amr Osman b. Abdullah el-Kaysî, İbnü’l-Kettânî (Muhammed b. Abdülkerîm el-Fendlâvî), Ebü’l-Haccâc Yûsuf b. Abdüssamed el-Fâsî hem fıkıh usulünde hem kelâm alanında temayüz etti. Muvahhidler döneminde felsefe de yöneticilerin himayesine mazhar olan ilim dallarındandı. İslâm felsefesinin son büyük temsilcilerinden İbn Tufeyl ve İbn Rüşd’ün en değerli çalışmalarını Muvahhid sarayında vermeleri tesadüfî değildir. Tasavvuf bir kısım fukahanın karşı çıkmasına rağmen etkisini güçlü biçimde hissettirdi. Medyeniyye tarikatının kurucusu Ebû Medyen ve tasavvufun Kuzey Afrika’daki en büyük temsilcilerinden biri ve Ebü’l-Hasan eş-Şâzelî’nin şeyhi olan Abdüsselâm b. Meşîş el-Hasenî halifelerden ilgi ve saygı gördü. Siyer konusunda özellikle Hz. Peygamber’in doğumu hakkında Mağrib’de bu devirde Ebü’l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Hüseyin es-Sebtî el-Azefî’nin


ed-Dürrü’l-munažžam fî mevlidi’n-nebiyyi’l-muǾažžam’ı gibi birçok eser kaleme alındı. Abdülvâhid el-Merrâküşî’nin el-MuǾcib fî aħbâri’l-Maġrib’i, İbn Sâhibüssalât’ın el-Men bi’l-imâme’si, Beyzak’ın (Ebû Bekir b. Ali es-Sanhâcî) Aħbârü’l-Mehdî’si ve Ebû Muhammed Hasan b. Ali İbnü’l-Kattân’ın Nažmü’l-cümân’ı dönemin Muvahhidler üzerine kaleme alınmış tarihlerdendi. Tâceddin İbn Hameveyh ve İbn Hubeyş de devrin tarihçileri arasında yer alır. Mağribli denizciler Afrika’nın Atlas Okyanusu kıyılarının bir kısmını ve bunlara yakın adaları keşfettiler. Tıp ilmi özel bir öneme mazhar oldu. Sarayda Ebû Mervân Abdülmelik b. Ebü’l-Alâ b. Zühr ve oğlu Ebû Bekir Muhammed, Vezir Abdülmelik b. Kāsım el-Kurtubî, İbn Tufeyl, Ebû Abdullah Muhammed b. Sahnûn, Ebû Ca‘fer Ahmed b. Sâbık el-Kurtubî ve İbn Rüşd gibi çoğu Endülüs kökenli çok sayıda hekim görev yaptı; bunlardan başka kadın hekimler de bulunmaktaydı. Hastaların tedavisi için büyük bîmâristanlar inşa edildi. Kimya alanında İbnü’n-Nakarât el-Ceyyânî, İbnü’t-Tâtelî, Ebü’t-Tavâcîn el-Kütâmî önde gelen bilim adamları idi. Edebiyat sahasında da büyük gelişmeler oldu. İbn Hişâm el-Lahmî, Îsâ b. Abdülazîz el-Cezûlî, İbnü’l-Murahhal gibi dilcilerle Ebü’l-Abbas el-Cerâvî, Kartâcennî, İbn Habbâze ve özellikle Endülüs’te Hafsa er-Rekûniyye, Ebû Hafs İbn Ömer el-Kurtubî ve Zeyneb bint Ziyâd gibi çok sayıda şair yetişti.

Dinî anlayışlarının etkisiyle Muvahhid halifeleri görkemli saraylar inşa ettirmemişler, buna karşılık dünyanın en büyük camileri arasında yer alan, özellikle minareleriyle ünlü Tinmellel, Merakeş’teki Kütübiyye ve Rabat’taki Hassân camileri ile İşbîliye Ulucamii’nin örnek oluşturduğu dinî mimariye ve askerî mimariye önem vermişlerdir (bk. ENDÜLÜS [Sanat]; İŞBÎLİYE; KÜTÜBİYYE CAMİİ; MAĞRİB [Mimari]).

Muvahhidler’in İkāb savaşına kadar Mağrib ve Endülüs’te sağladığı siyasî istikrar tarımda ve ekonominin diğer alanlarında etkisini göstermiş, bu bölgeler tarihlerinin en müreffeh dönemlerinden birini yaşamıştır. Mevcut bazı veriler Fas şehrinde Nâsır-Lidînillâh döneminde 3900 dokuma, 116 boya, on iki demir, yirmi yedi sabun, 400 kâğıt, seksen altı deri işleme, on bir cam ve 135 inşaat malzemesi atölyesi, 472 su değirmeni, 1170 fırın, 180 çömlekçi, 9082 dükkân ve iki darphâne olduğunu göstermektedir. Yine aynı verilerden şehirde doksan üçü umumi 135 hamam, seksen pınar, 785 cami ve 467 han bulunduğu öğrenilmektedir.

MUVAHHİD HÜKÜMDARLARI

İbn Tûmert 524 (1130)

Abdülmü’min b. Ali el-Kûmî 524 (1130)

Ebû Ya‘kūb Yûsuf b. Abdülmü’min 558 (1163)

Ebû Yûsuf Ya‘kūb el-Mansûr-Billâh 580 (1184)

Muhammed en-Nâsır-Lidînillâh 595 (1199)

Yûsuf el-Müstansır-Billâh 610 (1213)

I. Abdülvâhid el-Mahlû‘ 620 (1224)

Ebû Muhammed Abdullah el-Âdil 621 (1224)

Ebû Zekeriyyâ Yahyâ

el-Mu‘tasım-Billâh 624-633 (1227-1235)

Ebü’l-Alâ (Ulâ) İdrîs el-Me’mûn 624 (1227)

II. Abdülvâhid er-Reşîd 630 (1232)

Ebü’l-Hasan Ali es-Saîd 640 (1242)

Ömer el-Murtazâ 646 (1248)

Ebü’l-Alâ Ebû Debbûs

el-Vâsi¿-Billâh 65-668 (1266-1269)

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Sâhibüssalât, el-Men bi’l-imâme (nşr. Abdülhâdî et-Tâzî), Bağdad 1979; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, XIII, bk. İndeks; Abdülvâhid el-Merrâküşî, el-MuǾcib (nşr. M. Saîd el-Iryân - M. el-Arabî), Dârülbeyzâ 1978, s. 262 vd.; a.mlf., Veŝâǿiķu’l-Murâbıŧîn ve’l-Muvaĥĥidîn (nşr. Hüseyin Mûnis), Kahire 1997; İbnü’l-Kattân el-Merrâküşî, Nažmü’l-cümân (nşr. Mahmûd Ali Mekkî), Rabat 1974; İbn İzârî, el-Beyânü’l-muġrib (Kettânî); İbn Ebû Zer‘, el-Enîsü’l-muŧrib, Rabat 1972, s. 172-277; İbnü’l-Hatîb, AǾmâlü’l-aǾlâm (nşr. E. Lévi-Provençal), Beyrut 1956, s. 265 vd.; el-Ĥulelü’l-mevşiyye fî źikri’l-aħbâri’l-Merrâküşiyye (nşr. Süheyl Zekkâr - Abdülkādir Zimâme), Dârülbeyzâ 1399/1979, s. 103-170; İbn Haldûn, el-Ǿİber, VI, 225 vd.; Kalkaşendî, Śubĥu’l-aǾşâ (Şemseddin), bk. İndeks; Ebû Abdullah ez-Zerkeşî, Târîħu’d-devleteyni’l-Muvaĥĥidiyye ve’l-Ĥafśiyye (nşr. Muhammed Mâdıâ), Tunus 1386/1966; Makkarî, Nefĥu’ŧ-ŧîb, VIII, bk. İndeks; Selâvî, el-İstiķśâ (nşr. Ca‘fer en-Nâsırî - Muhammed en-Nâsırî), Dârülbeyzâ 1954, II, 71 vd.; E. Lévi-Provençal, MecmûǾu resâǿil Muvaĥĥidiyye, Rabat 1941; A. Huici Miranda, Historia política del Imperio Almohade, Tetuán 1956-57, I-II; M. Abdullah İnân, ǾAśrü’l-Murâbıŧîn ve’l-Muvaĥĥidîn, Kahire 1383-84/1964, I-II; Abdullah Ali Allâm, ed-Devletü’l-Muvaĥĥidiyye bi’l-Maġrib fî Ǿahdi ǾAbdilmüǿmin, Kahire 1968; Roger le Tourneau, The Almohad Movement in North Africa in the Twelfth and Thirteenth Centuries, Princeton 1969; Merâci‘ Akīle Gannây, Ķıyâmü devleti’l-Muvaĥĥidîn, Bingazi 1970; Muhammed el-Menûnî, el-ǾUlûm ve’l-âdâb ve’l-fünûn Ǿalâ Ǿahdi’l-Muvaĥĥidîn, Rabat 1977; Subh Aiş, Nemâźic mine’l-fenni’l-miǾmârî el-Muvaĥĥidî bi’l-Maġrib, Mağrib 1977; Hasan Ali Hasan, el-Ĥađâretü’l-İslâmiyye fi’l-Maġrib ve’l-Endelüs: ǾAśrü’l-Murâbıŧîn ve’l-Muvaĥĥidîn, Kahire 1980; İbtisâm Mer‘î Halefullah, el-ǾAlâķāt beyne’l-ħilâfeti’l-Muvaĥĥidiyye ve’l-meşriķı’l-İslâmî, Kahire 1405/1985; Hüseyin Mûnis, Târîħu’l-Maġrib ve ĥađâretüh, Beyrut 1412/1992, II/2, s. 61-204; İzzeddin Ömer Mûsâ, el-Muvaĥĥidûn fi’l-ġarbi’l-İslâmî, Beyrut 1991; M. Fletcher, “Al-Andalus and North Africa in the Almohad Ideology”, The Legacy of Muslim Spain (ed. S. H. Jayyusi), Leiden 1992, I, 235-258; Kemâl Seyyid Ebû Mustafa, Târîħu’l-Endelüs el-iķtiśâdî fî Ǿaśri devleteyi’l-Murâbıŧîn ve’l-Muvaĥĥidîn, İskenderiye, ts. (Merkezü’l-İskenderiyye li’l-kitâb); Adnan Adıgüzel, el-Mehdî Muhammed İbn Tûmert ve Muvahhidler Devleti’nin Kuruluşu (yüksek lisans tezi, 1998), AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Ali Muhammed Muhammed es-Sallâbî, Devletü’l-Muvaĥĥidîn, Amman 1998; Stanley E. Lane Poole, “On the Coins of Muvahhids in the British Museum”, Coins and Coinage of North Africa (ed. Fuat Sezgin), Frankfurt 2003, I, 127-150; Lütfi Şeyban, Reconquista: Endülüs’te Müslüman-Hristiyan İlişkileri, İstanbul 2003, tür.yer.; Muhammed Muhammed el-Kehlâvî, Mesâcidü’l-Maġrib ve’l-Endelüs fî Ǿaśri’l-Muvaĥĥidîn, Kahire, ts.; W. M. Watt, “Philosophy and Social Structure in Almohad Spain”, IQ, VIII/1-2 (1964), s. 46-51; Madeleine de Gogorza Fletcher, “The Anthropological Context of Almohad History”, Hespéris Tamuda, XXVI-XXVII, Rabat 1988-89, s. 25-49; Ali Ahmed, “el-Muvahhidûn ve Benû Ġāniye”, Dirâsât târîħiyye, sy. 31-32 (1989), s. 187-196; I. O’Connor, “The Fall of the Almohad Empire in the Eyes of Modern Spanish Historians”, Islam and Christian-Muslim Relations, XIV/2, Birmingham 2003, s. 145-162; Şinasi Altundağ, “Muvahhidler”, İA, VIII, 765-773; M. Shatzmiller, “al-Muvaĥĥidūn”, EI² (İng.), VII, 801-807; Ch. Evert, “Almohad Art”, Dictionary of the Middle Ages (ed. J. R. Strayer), New York 1989, I, 191-193.

Mehmet Özdemir